Karahanlı Devleti'nde Teşkilât ve İdare
Teşkilât ve İdare. Eski Türk hâkimiyet anlayışını benimseyen Karahanlılar hâkimiyetin ilâhî menşeli olduğuna, yani devleti yönetme yetki ve gücünü ifade eden “kut”u Tanrı kime vermişse ancak onun hükümdar olabileceğine inanıyorlardı (Yûsuf Has Hâcib, beyit nr. 740-741). Bundan dolayı hükümdarlık kutsal sayılmakta ve kutun kan yoluyla babanın hatundan doğan oğullarının hepsine intikal ettiği kabul edilmekteydi. Yûsuf Has Hâcib’in “Babası bey ise oğlu da bey doğar ve babaları gibi bey olur” sözü (a.g.e., beyit nr. 1950) ve, “Babasının tahtı (yeri) ve adı oğula kalır” atasözü de bu anlayışı ifade etmektedir. Kuta nâil olan hükümdarlar devleti iyi idare etmek, halkın huzur ve refahını sağlamak zorundadır. Aksi takdirde kendisine kutu veren Tanrı katında sorumlu olacaktır.
Karahanlı hükümdarları beg, ilig (“il”e yani devlete sahip olan hükümdar), hakan ve han unvanlarını kullanmışlardır. Bu konudaki çalışmalarıyla tanınan Omeljan Pritsak, ilig unvanının devletin dört yardımcı kağanından sadece ikisi tarafından kullanıldığını, ilig ve hanın birbirinden ayrı unvanlar olduğunu ve farklı rütbeleri gösterdiğini söyler (İA, VI, 251). Reşat Genç ise Kutadgu Bilig ve çeşitli belgelere dayanarak iligin yardımcı kağanı için değil hakan unvanı yerine kullanıldığını ve bu tabirin zaman zaman “ilighan, ilig padişah” şeklinde kaydedildiğini, Kutadgu Bilig’deki “ilig kutı” (beyit nr. 720) sözünün “devletli hükümdar” anlamına geldiğini belirtir (Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 131-132).
Hükümdarlar unvanlarını Muizzüddevle, Şemsülmülk, Müşeyyidüddevle, İzzüddin, Burhânü’l-mülk gibi çeşitli lakaplarla; arslan, buğra, tonga, tamgaç, kara, kadır ve kılıç gibi isim ve sıfatlarla birlikte kullanmışlardır. Karahanlılar’ın kuruluşundan önce Yağmalar tarafından kullanılan Buğra Han (Bugra Karahan) unvanını Karahanlı hükümdarları da kullanmışlardır. Hükümdarlar bunun dışında Tamgaç (Tavgaç) Han (“ülkesi büyük ve eski” anlamına gelen bir unvan), Kadır Han (sert huylu ve çetin hükümdar), Kılıç Han (kılıç gibi keskin kararlı hükümdar), Idıkkut (Tanrı tarafından verilen iktidar yetkisi), sultan ve sâhibkıran gibi unvanlar da kullanmışlardır. Bunların dışında hutbe, sikke, başkent (ordu) (Kâşgar, Balasagun, Talas, Özkent ve Semerkant), saray, otağ (çuvaç), taht, taç, çetr, bayrak, tuğ, nevbet ve hil‘at Karahanlı hükümdarlarının hâkimiyet alâmetleriydi. Hakandan sonra söz sahibi olan hükümdar hanımlarına Terken Hatun, şehzadelere tegin (tigin), hânedan mensubu prens ve prenseslerle bunların çocuklarına da tarım denilirdi.
Saray teşkilâtının başında ulu (ulug) hâcib bulunurdu. Onun emrinde başka hâcibler ve sadece hükümdara mahsus bir de has hâcib vardı. Ulu hâcib emrindeki diğer hâciblerle birlikte devlet adamı, kumandan ve halkın şikâyetlerini dinlemek, haksızlığa uğrayıp şikâyetçi olanları mezâlim günlerinde hükümdarın huzuruna çıkarmak, törenlerde herkesi rütbesine göre yerleştirmek, elçileri karşılayıp her çeşit işlerine bakmakla mükellefti. Kapıcıbaşı ise saray görevlilerinin her türlü tayin ve terfileriyle ilgilenmek, saray hizmetlerinin aksatılmadan yürütülmesini sağlamak ve hükümdarın korunmasıyla alâkalı tedbirleri almakla yükümlüydü. Hükümdar ve diğer saray mensuplarını korumak candarların göreviydi; başlarındaki kumandana emîr-i cândâr denilirdi. Bunların dışında sarayda silâhdar, alemdar, hânsâlar ve câmedar gibi görevliler de vardı.
Merkez teşkilâtının başında yuğruş denilen vezir bulunurdu ve hükümdar adına devlet işlerini yürütürdü. Yûsuf Has Hâcib hükümdarın vezirlikle görevlendirdiği kişiye tuğ, davul, zırh, hil‘at, eyer takımı, at ve vezâret mührü verdiğini söyler (Kutadgu Bilig, beyit nr. 1036, 1766). Vezirin ikbalin son derecesine ulaştığı kabul edilir, ondan ülkeyi iyi yönetmesi, halkın huzurunu temin edecek tedbirleri alması, devlet hazinesini zenginleştirmesi, ülkeyi genişletmesi, hizmet erbabına Karahanlı devlet teşkilâtında yer alan vezirlerin başkanlık ettiği büyük divanla ilgili mâlûmat yoktur. Ancak Sencer’in inşâ divanından çıkan bazı mektuplarda Batı Karahanlılar’ın meclis-i âlîsinden sıkça bahsedilmesi Karahanlılar’da da benzeri bir divanın bulunduğunu göstermektedir (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 255). Karahanlılar’da büyük divana bağlı olarak çalışan diğer divanların bulunup bulunmadığı konusunda da yeterli bilgi yoktur. Bununla beraber müstevfînin yerine ağıçı (hazinedar), tuğraînin yerine bitigci denilmesi, ılımga ve tamgaçı (mühürdâr) gibi görevlilerden söz edilmesi dikkate alınarak bu teşkilâtın mevcut olduğu söylenebilir.
Hükümdarın fermanlarına yarlık denir (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 42) ve bunlar hükümdarın damgasını taşırdı (a.g.e., III, 353). Uygur harfleriyle yazılan fermanları kaleme alan kâtiplere ılımga adı verilirdi (a.g.e., I, 143; kâtiplerin taşıması gereken vasıflar için bk. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 259 vd.). Hazineye ağı kaznakı ve kaznak, daha sonraları hazine ve kenc, hazinedara ise ağıçı denildiği ve XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren malî işlerle uğraşanlar için müstevfî ve âmil unvanlarının kullanıldığı anlaşılmaktadır (a.g.e., s. 263).
Karahanlı hükümdarları bizzat mezâlim mahkemelerine başkanlık ettikleri gibi kendilerine vekâlet etmek üzere bir kadıyı da görevlendirebilirlerdi. Meselâ Tamgaç Buğra Han İbrâhim b. Nasr, Kadı Ebû Nasr Mansûr b. Ahmed b. İsmâil’i Semerkant ve civarına sâhibü’l-mezâlim tayin etmişti (a.g.e., s. 266; Muhammed Khadr, JA, CCLV [1967], s. 320). Şer‘î davalara ise kādılkudâtın nâibi durumundaki kadılar bakardı. Batı Karahanlı Hükümdarı Ahmed b. Hızır Han, kadı ve fakihlerden oluşan bir mahkeme heyeti tarafından zındıklıkla suçlanarak yargılanmış ve ölüm cezasına çarptırılmıştı (İbnü’l-Esîr, X, 243-244).
Karahanlı Devleti eski Türk idarî geleneğine uygun olarak ikili teşkilât esasına göre idare edilirdi. Doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılan devletin doğu kısmı doğrudan büyük hakan, batı tarafı ise onu metbû tanıyan bir hânedan mensubu tarafından yönetilirdi. Meselâ Ebû Nasr Ahmed b. Ali büyük hakan olarak iktidarı elinde bulunduruyor, kardeşi Nasr b. Ali de ona tâbi olarak başta Mâverâünnehir olmak üzere Fergana’dan itibaren devletin batıdaki topraklarını idare ediyordu. Bu durum devletin ikiye ayrıldığı 1041-1042 yıllarına kadar sürmüştür (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 269). Vilâyetler ise hânedan mensupları, nâibler ve valiler tarafından yönetilirdi. Meselâ İlig Han Nasr, Semerkant’ın idaresini kardeşi Câfer Tegin’e verirken Buhara’ya da bir vali tayin etmişti (a.g.e., s. 270).
Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi askerî karaktere sahip olan Karahanlılar da ordu saray muhafızları, hassa ordusu, hânedan mensuplarıyla vali ve diğer devlet adamlarına bağlı güçler, Çiğil, Karluk gibi devlete tâbi Türk kabilelerine mensup kuvvetlerden teşekkül ediyordu. Yatgak ve turgak denilen saray muhafızları hükümdarı ve sarayı gece-gündüz korumakla görevliydi. Gulâmlar küçük yaşta satın alınarak yetiştirilirdi. Gulâmlardan oluşan muhafızlara bir subaşı kumanda ederdi (a.g.e., s. 288). Ölen hükümdarın ve devlet adamlarının gulâmları yeni hükümdarın hizmetine girerdi (a.g.e., s. 290). Hükümdarın şahsına bağlı ücretli askerlerden meydana gelen hassa ordusu hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak Arslan Han Muhammed b. Süleyman’ın 12.000 Türk köleden oluşan ordusu bulunduğu bilinmektedir (Bündârî, s. 239). Ordunun maaşı ve savaş araç gereçleriyle ilgilenen askerlerin kayıtlarını tutan bir divan teşkilâtının (Dîvân-ı Arz, Dîvânü’l-ceyş) mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Askerlerin adları ve istihkakları Ay bitiği denilen (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 40) bir deftere kaydedilirdi. Özellikle Batı Karahanlılar’da hassa askerlerinin iktâ sahibi olduğu söylenebilir (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 293). Hükümdarın belli bölge ve vilâyetleri yönetmek üzere görevlendirdiği hânedan mensuplarının ve valilerin de kendilerine bağlı askerî birlikleri bulunmaktaydı.
Karahanlı ordusunda başta Çiğiller olmak üzere muhtelif Türk kavimlerine mensup kuvvetler vardı. Çiğiller’in kumandanları Karahanlılar’la Selçuklular arasındaki siyasî ilişkilerde önemli rol oynamışlar, aynı şekilde Karluklar da XII. yüzyıla kadar Karahanlı ordusunda hizmet etmişlerdir. Ali Tegin’in Buhara yakınlarındaki Harluhordu denilen askerî karargâhı Karluklar’ın Karahanlı ordusuna hizmet ettiklerini göstermektedir (İA, VI, 259). Ugraklar’ın Uygurlar’la yapılan savaşlarda Karahanlı ordusunda görev yaptıkları (Dîvân-ı lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 183), Basmil ve Çomullar’ın da orduda görev aldıkları bilinmektedir (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 296).
Hunlar’dan beri uygulandığı bilinen onlu sistemin Karahanlı ordusunda da tatbik edildiği söylenebilir. En küçük askerî birliğe otag, kumandanına otagbaşı denilirdi. Otagbaşının emrinde yaklaşık on kişinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Daha sonra sırasıyla yaklaşık elli kişiden oluşan hayl (hil de denilen takım) ve onotag denilen askerî birlikler geliyordu. Onotağın yaklaşık 100 kişiden oluştuğu tahmin edilmektedir (a.g.e., s. 317). Her ordunun başındaki kumandan subaşı unvanıyla anılırdı. Yûsuf Has Hâcib’in, “On iki binlik ordu büyük bir kuvvet” ve, “Dört bin asker tam bir ordudur” şeklindeki ifadelerinden (Kutadgu Bilig, beyit nr. 2334, 2335) bu orduların 4000-12.000 kişilik askerî birliklerden meydana geldiği tahmin edilebilir.
KAYNAK: Abdülkerim Özaydın, Karahanlılar, Diyanet İslâm Ansiklopedisi