Konu özeti

  • Genel

     

     Azerbaycan tarihinde 18.. yüzyılın ikinci yarısı – 19. yüzyılın birinci çeyregi büyük öneme haiz bir devirdir. İşte bu zaman Azerbaycan devletciligi unsurları ortaya çıktı. Fakat bu devir aynı zamanda Azerbaycan’ın bölündüğü tarihtir. Dersin amacı öğrenciyi bu hassas konular hakkında bilgilendirmektir.




  • Konu 1


    1.         Konu                             Derse Giriş

    Konular:  “Azerbaycan Tarihi”  ve “Hanlıklar Dönemi’nin tanımı; Dersin özellikleri; Makale/essay nasıl yazılır?

     Temel Okumalar:

    -           Nesib Nesibli, Azerbaycan Tarihi, Millet, Devlet ve Siyaset, Giriş bölümü;

    -          “Azerbaycan”, İslam Ansiklopedisi, 1. Cilt, İstanbul, 1961;

    -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

    -           Youtube’dan değişik videolar.

    Ödev: Azerbaycan Türklerinin eski ve orta yüzyıllar tarihinin özeti (Nadir Şah Avşar’ın ölümüne kadar, 5 sayfa).

    Ders Notları:      

    Azerbaycan halen ülke içinde olduğu gibi dışında da terra incognita [bilinmeyen toprak] özelliğini korumaktadır. Sovyet ve Pehlevi rejimleri döneminde bu ülkenin geçmişi fazlasıyla tahrif edildi. Günümüz Azerbaycan’ı ve Azerbaycan’daki Türk milletinin kendisini doğru idrak etmesi engellenmiştir. Hâlihazırda eski Sovyet tarih yazılımı çökmüş yenisi ise kurulmamıştır. Son yıllardaki tarih kitapları patlaması da durumu düzeltmek gücünde değildir. Azerbaycan vatandaşlarının tarih bilinci ona olan talebe cevap verecek güçte değil. Milletleşme sürecinde ortaya çıkan temel soruya - Biz kimiz, nereden gelip, nereye gidiyoruz? – doğru cevap verebiliyor muyuz? Veya Neden bu haldeyiz? sorusuna tam gerçekliği ile cevap bulabiliyor muyuz?

    Resmî veya gayri resmî İran tarihçiliğinin misyonu Türklüğün bilincini zehirlemek olmuştur kuşkusuz. Bu siyaset günümüzde Türklerin kendini idrak etmesine mani olmaktadır. Kaydettiğimiz bu durum hazırlıklı Türkiye okuyucusu için aşağı yukarı bilinen meseledir. Kuzey Azerbaycan’daki resmî tarihçilik nispeten karışıktır. Fakat ne kadar karışık olsa da aynı cevabı vurgulamak zorundayız: Kuzey Azerbaycan’daki tarihçilik, Şu Azerbaycanlılar kimlerdir, nereden gelip, nereye gidiyorlar? – temel sorusunu yanıtlamak gücünde değildir. Bu kitap işte bu alandaki boşluğu doldurmak amacıyla  hazırlanmıştır.

    Bugün Kuzey Azerbaycan resmî tarihçiliğinde en az yedi büyük sorundan söz etmek mümkündür. Azerbaycan’ın kuzey bölümü artık 27 yıldır siyasi bağımsızlığını yeniden kazanmasına rağmen, tarih bilinci alanında yeterli adım atılmamıştır. Sovyet döneminde şekillenmiş resmî tarihçiliğin zararlı tezleri bugün de devam ettiriliyor. Buradan da bu kitabın ilk tezi ortaya çıkıyor: Resmî tarihçilik genellikle sömürge döneminde biçimlenmiş, bu yüzden de uygun olarak dönemin özelliklerini halen içinde barındırmaktadır. Bir diğer ifadeyle, bu, sömürge hâkimiyetinin (Rus ve Sovyet) tarihçiliğidir ve tüm olumsuz özelliklerini koruyor.

    Azerbaycan tarihçiliği resmen 19. yy’ın ilk yarısında, Abbaskulu Ağa Bakıhanov’un  Gülüstan-i İrem eseri ile oluşmaya başlamıştır. Bu eser Ortaçağlar döneminin  narratif yazılarından farklı, modern tipli ilk araştırmadır. Fakat eserde Azerbaycan, İran’ın bir parçası, bir eyaleti olarak sunuluyor. Bakıhanov kendisi eserinde yazdığı gibi, Gilan’dan Bakü’ye göç eden bir ailenin neslinden geliyor. Eserde, Azerbaycan ahalisinin Bakıhanov tarafından kaleme alınan tasnifatı dikkat çekiyor. Bakıhanov önce Farsları  tasvir eder, sonra Araplara geçer. Türkler, Kuzey Azerbaycan’ın üçüncü etnosu olarak yer alır. Yazarın Türklere, özellikle Atilla ve diğer Türk kahramanlarına yaklaşımı oldukca aşağılayıcıdır. Bu kitap Biz kimiz? sorusuna cevap vermek bir yana, hatta onu daha da karmaşık hale getiriyor. Belki de bu sebepten dolayı Sovyet döneminde Azerbaycan Bilimler Akademisi’nin Tarih Enstitüsü’ne Bakıhanov’un adını verdiler, şimdi de bu adı taşımaktadır.

    Aynı 19. yy’ın birinci yarısında Rus hâkimiyetinin direktifi ve siparişi ile bir kaç tarih kitabı yazıldı. Karabağnameler adı ile meşhur olan bu eserlerde Çarlık hükümetine bu eyaletin tarihi hakkında bilgi veriliyordu. Bu bilgi de eyalette sömürge sisteminin efektif kurulması ve faaliyyeti için gerekliydi.

    Mirza Feteli Ahundov tarihçi sayılmıyor. Fakat O’nun Kemalüddövle Mektupları, eğitimli kesim arasında fazlasıyla tanınıyordu ve toplumsal düşüncenin oluşmasında ilk kaynak rolünü oynamıştır. Bu kitap  tamamıyla Pan-İranist ruhta yazılmıştır. Bu özelliğine göre İran’da Fars ırkçılığı için saygın bir kaynak sayılmaktadır. Bu nedenle de Ahundov/Ahundzade Pan-İranizmin kurucuları arasında ilk sırada yer alıyor. 1880’lerde halkın eğitimli kesimlerinde tarih bilinci bu tip eserlerin etkisi altındaydı. Bu süreç Şahnamenin ve gerçek tarihe aykırı rivayetlerin mollahanelerde [medreselerde] okutulduğu bir dönemdi. Bu da pek sembolik ve manidardır ki 1888’de Paris’e giden genç Ahmed bey Ağayev (daha sonralar Ağaoğlu) kendisini o dönemde İranlı ve Şii olarak tanımlıyordu. 

    Aynı İranlı ve Şii kimliği millî intibah dönemine dek aşağı yukarı devam etmiştir. Ali Bey Hüseyinzade-Turan, meşhur Türkler kimdir ve kimlerden ibarettir? başlıklı eserinde tarih bilincinin yokluğundan veya yetersizliğinden şikâyetleniyor. Millî düşüncenin en muhteşem simalarından biri olan Hüseyinzade, 1905’de Hayat gazetesinde şöyle yazıyordu: ‘Tarihî geçmişle ilgili meselelerle şimdi değil, bir kaç yüzyıl önceden’ meşgul olmak gerekti ve bu problemi geleceğe ertelemek doğru değildir. Bu da bir diğer gerçektir ki millî tarih meselesi ‘bir, ya iki ferdin işi değildir”, bu problemin çözümü için “darülfünunlar, meclisler, cemiyetler mevcut olmalı.” Bu büyük düşünce adamı neden tarih bilinci meselesinde bu kadar israrlıdır? Çünkü O, tarih bilincinin millet oluşumu sürecinde birinci dereceli öneme haiz olduğunu biliyor, bu fikri soydaşlarına da telkin ediyordu.

    Muhammed Hasan Baharlı’ya kadar Azerbaycan Türk tarihi üzerine dikkati çeken kapsamlı bir eser mevcut değildir. Baharlı’nın eseri de 1920’de basıldı. Fikir önderleri -  Füyuzatçılar, Resulzade, Çemenzeminli vb. tarih bilinci meselelerinin önemini makalelerinde defalarca vurgulamışlardır. Siyasi muhaceret, özellikle Resulzade millî tarihle ilgili nice değerli eserler ortaya koymuştur. İşte bu eserlerin temelinde yeni, millî tarihçilik oluşmaya başladı.

    Sovyet rejimi efektif ve devamlı hâkimiyetin kurulmasında tarih bilincinin rolünü idrak etti. Bu yüzden de Serebrovsky başta olmak üzere onlarca petrol mühendisinin yanı sıra Bakü’ye tarihçi grubu da gönderildi. Ratgauzer, Rayevski, Dubner, Steklov, Sef, Anserov gibi tarihçiler Azerbaycan Türkleri için ‘millî tarih’ bilimi yaratmalıydılar. Onlar da hevesle bu işe başladılar. Bir müddet sonra ‘millî’ tarihçilik oluştu. Bu tarihçilik İran’daki Pan-İranist tarihçiliğe çok benzedi veya benzetildi. İran’da Azeri, Sovyet Azerbaycanı’nda Azerbaycanlı konsepti hâkim oldu. Tarih bilimi resmî ideolojinin hatta siyasetin önemli bileşeni sayıldı. Bu sebepten de siyasi hâkimiyetin tam kontrolü altındaydı. Daha doğrusu – Merkez’in (Moskova’nın) sert kontrolü altına girdi.

    Şunu da kaydetmeliyiz ki; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Azerbaycan tarih bilimi onlarca yetenekli ve emeksever yerel tarihçi kadrosu ile temsil olundu.Yüz ciltlerce eser yazıldı. 1960’larda 3 ciltlik Azerbaycan Tarihi, 1980’lerde ise 7 ciltlik versiyonu basıldı. Bunların sonucu olarak günümüzde normal millî tarihçiliğin oluşması için  zengin ampirik materyal toplanmıştır. Bugün de durum yaklaşık aynıdır. Fakat aynı esas soru cevapsız kalmaktadır. Çözüm için en az aşağıdaki sorunların çözümü gerekiyor.

    Birincisi; resmî Kuzey Azerbaycan tarihçiliği aşırı derecede ideolojileştirilmiştir. Tarihî sürecin izahı Marksist materyalist tarih tezleri çerçevesine sıkıştırılıp kalmıştır. Bu konsepte göre, tarihin gidişatı bir iktisadi mücadeleden ibarettir ve iktisadi temeller yegâne olmasa da her halde toplum tarihinin gelişmesinde son belirleyici faktördür. Tarihî araştırmalar, üretim araçları ve üretim münasebetlerinden ibaret olan bazisin [altkurumun] üstkurumu belirlemesi; bu güne kadarki tüm toplum tarihinin, sınıflar mücadelesi tarihinden ibaret olması; işçi sınıfının burjuvazi ile mücadelesinden yegâne ilerici yönetim şekli olan proletarya diktatoryasının doğması gibi tezlere dayandırılmalıydı. Marksizmin adı geçen tezlerine dayanarak Sovyet lideri Josef Stalin de tarihçiler karşısında meşhur olan bir vazife koydu: ‘Tarih biliminin en birinci görevi üretim kurallarını, üretim araçları ve üretim münasebetlerinin gelişim kurallarını tetkik etmek ve ortaya çıkarmaktır.’ Stalin’in ölümünden sonra (1953) komünist rejimde millî meseleler üzerine koyulan  sansür biraz yumuşadı. Fakat yumuşamadan tarihçiler değil, yazarlar yararlanabildiler. 1960’larda Azerbaycan edebiyatı hâkim ideolojiden nispeten uzaklaşabildi ve edebi eserlerde yeni millî konular ortaya kondu.

    İkincisi; Kuzey Azerbaycan’da tarihçilik aşırı derecede siyasileştirildi. Ve bu sebeple Çarlık Rusyası’nın Azerbaycan’ın geçmişindeki rolü tahrif edildi. Rusya’ya, Kuzey Azerbaycanı dış güçlerden ve feodal geriliğinden ‘kurtaran’ misyon yüklendi. Sovyet dönemi ve sonraki dönem tarihi, bilinen nedenlerden tamamiyle siyasileştirilip göklere yükseltildi. ‘Sovyet Azerbaycanı’ tarihi olgusuna yaklaşım halen objektif tanımlanmasını almamıştır. Rusya’da Türk-Tatarlara münasebette uygulanan zulmü gerekçelendirmek için Çarlık döneminde Tataro-mongolskoe igo [Tatar-Moğol zulmü] denilen yanlış ve zararlı kuram ileri sürüldü. Sovyet döneminde (günümüzde de) aynı kuram Azerbaycan tarihçiliğinde de yer aldı. Kitabın uygun bölümünde bu konuda özel açıklama yer almaktadır. Kaydetmeliyiz ki; Ortaçağlar Azerbaycanı’nda İlhanlılar dönemi, Uygur Türkçesinin yazı dili olarak yönetim işlerinde istifade edildiği yegâne dönem olmuştur. Diğer bir mesele gerçek millî kahramanlarla ilgilidir; Cavanşir, Babek, Gubalı Feteli Han gibiler millî kahraman olarak millete dayatıldı. Halbuki halk evlatlarına seve-seve Cengiz/Çingiz, Tuğrul/Toğrul, Timur/Teymur adları verdi, ama resmî tarihçilikde bu sahıslar işgalci olarak tanıtıldı. Sovyet döneminde Güney Azerbaycan’ın gerçek tarihinin tahrif edilmesi de diğer bir ilginç olgudur. Tarihçiler insanları ikna etmeliydiler ki; Güney Azerbaycan hatta yarın bağımsızlılğını kazanabilir; bağımsızlık mücadelesinde Güney Azerbaycan, Sovyet Azerbaycanı’nı geleceğin modeli olarak kabul etmeliydi.

    Kuzey Azerbaycan tarihçiliğinin coğrafyaya bağlı oluşturulması ayrı bir sorundur. Azerbaycan’ın millî tarihi Zamua, Aratta’dan başlatılıyor. Onların etnik kökeni bilinmiyor, hakkında kaynaklarda birkaç cümle yer almıştır. Millî tarihin mantığına göre, Azerbaycan tarihi genel Türk tarihinin bir bölümü olarak kabul edilmelidir. Başka bir ifadeyle, Azerbaycan Türklerinin tarihi İran araştırmalarının (İranian Studies) değil, Türkolojinin bir bölümü sayılmalıdır. Burada mukayese için ilave edelim ki; Güney’de şekillenmekte olan tarihçilikte millî tarihimiz genel Türk tarihinin bir bölümü sayılıyor. Bu nedenden dolayı Tebrizli Ali’nin, Dr. Cevad Heyet’in, Hasan Raşidi’nin eserlerinde tarihimiz Türk tarihinin eski dönemiyle başlatılıyor.

    Dördüncü sorun. Azerbaycan resmî tarihçiliğinin fokusu yok. Yukarıda vurgulanan ana soruya (Biz kimiz, nereden gelip, nereye gidiyoruz?) cevap yoktur. Yani tarihçiliğimiz halen meşhur etnogenez problemini çözememiştir. Bu bir tarihî olgudur: Josef Stalin 1937’de atalarınızı Midiya tarihinde arayın emrini vermiştir. 50 yıl sonra merhum Prof. Süleyman Aliyarlı bu olaya net tanımlama getirdi: ‘Ağzımızı dağa dirediler’ [Bizi çıkmaza soktular]. Dayatılmış Azerbaycanlı konsepti onyıllarla devam eden kimlik krizi oluşturdu. Bu konsepte göre, Kuzey’de Kafkasyadilli kavimler ‘Albaniya halkı’nı, Güney’de İrandilli/Farsdilli kavimler ‘Atropaten halkını oluşturdular. XI. yüzyılda gelen Türklerle birlikte burada karışık, melez, devşirme bir halk oluştu – ismi de oldu Azerbaycanlı. Yani burada Türk halkı/milleti yok, Azerbaycan - Türk yurdu değil, Odlar yurduymuş. Bu konsepte göre, her Azerbaycanlı düşünmelidir ve onların çoğu düşünmeye devam ediyor: Onun ecdadı/atası Kafkasyadilli halkın (örnegin, Lezgilerin, Udinlerin vb.) temsilcisi midir?! Güney’deyse Kesrevizm iddia ediyor; onun dedesi Azeri imiş, o da Fars’ın amcaoğlu imiş. Sonralar bu coğrafyada peyda olmuş Türkler zorla onların  dilini dönüştürmüşlerdir.

    Primordializmi (ezelciliği) Azerbaycan tarihçiliğinin büyük sorunlarından biri olarak kabul etmeliyiz. Sovyet döneminde Azerbaycan’daki millîyetçi tarihçilerin enerjisi çoğunlukla Türk milletinin (‘Azerbaycanlıların’) burada ta ezelden meskûn olmasına, autohton halk olması iddiasının ispatına harcandı. Tarihçiler Kremlin’in tahrikiyle ispat etmeliydiler ki; Azerbaycanlılar buralara Ermenilerden de önce gelmişlerdi. Kuşkusuz, bu coğrafyada kadim izlerimizden imtina etmeli değiliz ve millî tarihçiliğin görevlerinden biri de eski tarihi ortaya koymaktır. Prof. Süleyman Aliyarlı bunu “doğal derinleştirme usulu” olarak tanımlıyordu. O’nun fikrine göre, bu derinleştirmenin/kadimleştirmenin objektif, iknaedici olması gerekmekteydi. Söz konusu akademik meseleyi siyasileştirmek yalnız Kremlin’in işine yaradı. Siyasi problemleri tarihilik prensibi ile çözmeğe kalkışmak uluslararası ilişkiler teorisinin alfabesine göre gülünçtür. Ayrıca, ciddi bilimsel teoriler iddia ediyor ki; günümüzde dünyada önceki yerleşim yerini  değiştirmeyen halk yoktur. Autohton’luğu ile gurur duyan Ermeni ırkçısı da bilmelidir ki; şimdiki Ermeniler’in ataları bir zamanlar Balkanlar’dan şimdiki konumlandığı arazilere gelmişlerdir.  Ermeni asıllı ABD tarihçisi Richard Hovanessian bir yazısında bu tür aşırı milliyetçi/ırkçı yaklaşımla alay ediyor. Türklere ‘gelme’ diyen Fars ırkçıları, Farsların burada autohton olduğu efsanesi hakkında hiç olmazsa Naser Purpirar’ın kitaplarını okumalıdırlar.

    Ezelciliğe aşırı odaklanmak bilim olarak tarihi itibarsızlaştırır. Bugün Azerbaycan vatandaşlarının çoğunluğu tarihî araştırmalara ciddi yaklaşmıyor. Azerbaycanlılar kendi tarihiyle az ilgilenen toplumlardan, kendi tarihine bigane kalan halklardan biridir. Tarihinden ders çıkarmaya da eğilimli değildir. Bunun sonucu olarak, millî bilincin gelişmesinin temel faktörlerinden birisi gibi tarihçiliğin rolü de ikmal edilmiş oluyor.

    Altıncı sorun; Kuzey Azerbaycan tarih kitapları sanki Azerbaycan vatandaşları için değil, yabancılar özellikle Ermeni, Rus veya Farslar için yazılıyor. Azerbaycan tarihçisi önce düşünüyor: Onlar ne derler? Tabii, dışa yönelik propaganda da ola bilir ve olmalıdır. Ama  bu eserler genellikle Azerbaycan vatandaşları için yazılmalı. Bir daha tekrar vurgulamakta yarar var: Renan ve Hegel döneminden bu yana tarih bilinci, millet inşasının hassas komponenti sayılmaktadır. Günümüz Azerbaycan tarihçiliğinde belki en fazla ihtiyaç duyulan unsur objektifliktir.  

    Resmî Azerbaycan tarihçiliğinde karşılaştırmalı analiz yoktur. Horizontal analizin yokluğu, komşular veya medeniyet merkezleriyle karşılaştırmadan kaçış karakteristikdir. Halbuki 19. ve 20. yy Azerbaycan Türklerinin fikir önderleri komşularla karşılaştırmadan imtina etmemiş, belli alanlarda geriliğin varlığını gizlememişlerdir. Karşılaştırmalı analizin yokluğu vatandaşın  Türk ve İslam aleminde, dünyada Azerbaycan’ın konumunu netleştirmesine mani oluyor. Sanki Azerbaycan dünyadan tecrit şeklinde mevcut olmuşdur.

    Biz bu eserde iki Azerbaycan’ı (Kuzey ve Güney) birlikte ele almayı önemli gördük. Devlet sınırları ile ayrılmalarına, farklı siyasal-ideolojik sistemlerde yer almalarına bakmaksızın, bu ülkenin iki bölümü arasında manevi bağlar daima mevcut olmuş, bazen zayıflamış, bazı zamanlarda insanları heyecanlandırmıştır. Aras Nehri’nin her iki kıyısındaki farklı süreç akademik bakımdan da karşılaştırmalı analizi sürdürmek için ilginç materyal sunuyor.

    Neden bu yapı? Eserde millet ve milliyetçilik, devlet ve millet-devlet kavramlarına  sık sık müracaat edildiğinden, bu kavramlar hakkında çağdaş bilimde yer alan literatürün ve kuramların kısa özetine yer vermeğe ihtiyaç duyduk. Bu, birinci kısımın konusunu teşkil etti. Milletleşme sürecinin Azerbaycan’da 19. (Kuzey’de) ve 20. yy’larda (Güney’de) başlamasına bakılmaksızın, ikinci ve üçüncü kısımlar Azerbaycan Türklerinin önceki yüzyıllardaki kısa tarihine adanmıştır. Burada mümkün olduğu kadar ayrıntılara girmedik. Onu bu meselelere ait özel edebiyatın uhdesine bıraktık. 19. yüzyılda Azerbaycan’ın her iki tarafında önemli süreç başladı. Özellikle Kuzey’de milletleşme süreci ilk adımlarını attı. Takipeden beşinci ve altıncı kısımlarda Kuzey ve Güney’de milletleşme süreci, farklı devletlerin bu sürece etkisi izlenildi. Her iki Azerbaycan’da milletleşme sürecinin mümkün istikametleri mühim akademik problem olduğu, özellikle bölünmüş Azerbaycan’ın dünya siyasetinin önemli problemlerinden biri olduğu inancı ile Sonuç bölümünü araştırmaya ilave ettik. Bu araştırmanın ana fikrini şöyle özetleyebiliriz: Milletleşme sürecini tamamlamamış halkların çeşitli problemlerle yüz yüze gelmesi sıradan bir durumdur; Kuzey Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü  ve demokratikleşmesi işte milletleşmenin geç kalması ve halen tamamlanmaması ile izah edilmelidir; Güney Azerbaycan da milletleşme problemlerini çözdüğü taktirde millî problemlerini çözmeğe başlayacak.

    Bu araştırmaya başladığımız 2006’dan bu tarihe kadar hayli zaman geçti. Millî tarih üzerinde Sovyet baskı rejimi ortadan kalktı, onlarla yeni eser yazıldı. Yeni detaylar ortaya çıktı. Ama metin hazırlandıktan sonra ortaya çıkan yeni eserleri gereğince araştırmamıza aktaramadık.

    Azerbaycan hakkında özel isimler Türkiye’de değişik formlarda kullanılıyor. Biz genellikle Azerbaycan’da kullanılan orijinal forma öncelik verdik. Okuyucu Kaçar yerine Kacar, Urmiye/Urmiya yerine Urmu, Feth Ali/Fathali yerine Feteli adlarına rastladığında şaşırabilir. Ancak fikrimizce, özel isimlerin Azerbaycan sesleniş formunda verilmesi daha doğrudur.

    Kitabın hazırlanmasında emeği geçen dostlara teşekkürlerimi bildiriyorum. Metni Türkiye Türkçesine titizlikle aktaran Zarife Hüseyinova, Merve Erşahin, Aydan Özdem’e ve  Türkiye Türkçesinin editörlüğünü üstlenen sevgili öğrencim Dr. Mehmet Akkuş’a sonsuz minnettarlığımı ifade ediyorum. Son kitaplarımın tümünün baskısında emeğini esirgemeyen kadim dostum Selçuk Alkın’ın bu kitabın da ışık yüzü görmesinde hassas katkısı olduğunu belirtmeliyim. O’na şükran borcumuz vardır.  

    Dersin konusu çok geniş, bir o kadar da iddialıdır. Bir kaç konuya yaklaşım sorunun ortaya koyuluşu niteliğindedir. Amaç düşünen insanların dikkatini bu akademik problemlere çekmektir. Bu kapsamlı konu üzerinde işi sonsuzadek uzatmak, araştırmayı sınırsız olgunlaştırmak mümkündü. Bu aşamada birinci baskının bu şekilde gerçekleşmesini uygun gördük. Azerbaycan Türklerinin tarihini araştıran uzmanların veya  bu tarihle ilgilenenlerin kitabın konseptine, burada yer alan tezlere önyargısız fakat eleştirel yaklaşmalarını temenni ederiz.

    • Konu 2

      2.        Konu            Nadir Şah Avşar İmparatorluğunun Çöküşü                    

      Konular:  Nadir Şah’ın savaşları ve icraatları; 1736. Yıl Muğan kurultayı; Nadir’in öldürülmesinden sonraki siyasi sürec.

       Temel Okumalar:

      -           Nesib Nesibli, Azerbaycan Tarihi. Millet, Devlet ve Siyaset, 8. Bölüm;

      -           Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 487-507;

      -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

      -           Youtube’dan değişik videolar ( https://youtu.be/04uAS637KAY);               (https://youtu.be/Hxn1DFg1Jg8)

      Ödev:

      Ders Notları:

      Nadir Şah Afşar Fenomeni

       

      Şah Abbas’ın reformları Safevi hâkimiyetinin ömrünü bir yüzyıl daha uzatabildi. William Cleveland, Şah Abbas’ın “hükümet yönetimini merkezileştirerek, kendinden sonraki beceriksiz şahlar döneminde de imparatorluğun yaşamasını sağladığını, İran’a bir yüzyıl daha siyasi istikrar kazandırdığını” yazıyor.[1] Ancak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki reformlara oranla bu reformların yarım kalması Safevi hâkimiyetinin bundan fazla yaşamasını imkânsız kıldı. 18. yy’ın başlarında Safevi Devleti derin bir gerileme dönemine girmiş oldu.

       

      Safevi şahları döneminde, özellikle Şah Abbas döneminde, yukarıda da kaydedildiği gibi, Kızılbaş boylarının askerî ve siyasi gücüne etkili bir darbe vuruldu, bu boyların merkez-kaç eğilimlerinin önlenmesi için tedbirler alındı. Bazı boylar parçalanarak devletin çeşitli bölgelerine dağılmış, bazıları (Tekeler gibi) hatta acımasız baskılara maruz kalmıştı. Bununla birlikte, yarı göçebe ve göçebe kabileler askeri ve siyasi yönden halen de yeterince etkili sosyal birimler olarak kabul edilmekteydi. Onların tam yerleşik hayat tarzına geçişi yavaşladı. Merkezî hâkimiyet zayıfladıkça, bu kabile liderlerinin merkez-kaç eğilimleri güçleniyor, Safevi İranı ile ilgili özel çıkarları bulunan bazı komşu devletlerin (özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun) ayartıcı tekliflerine ilgisiz kalamıyorlardı.

       

      Sivil ve askeri bürokrasi alanındaki reformlara rağmen, Osmanlı’nın aksine Safevi İran’ında bu sosyal ve siyasi kurum tam olarak yerleşmemişti. 18. yy’da “İran ordusu kâğıt üzerinde mevcuttu. Savaş alanında, birkaç bin kişilik, disiplini bozulmuş, zayıf donanımlı ve fakir bir orduyla karşılaşılıyordu… İran ordusundaki itaatsizlik, düzensizlik, teknik konularda bilgisizlik, genel perişanlık her türlü sivil ve askeri fantezilerin üzerindeydi.”[2] Bürokrasiden farklı olarak, dini kesim güçlenmekteydi. Merkezî hâkimiyetin zayıflamaya eğilimli olduğu zaman diliminde, başta müçtehitler (içtihat edenler) olmak üzere, dini kesim siyasi ve toplumsal gücünü ortaya koyarak Şah sarayına etkili bir rakip haline gelebiliyordu. Şiiliğin İmamet doktrini, bazen dini hâkimiyetin siyasi hâkimiyetten üstün konuma gelmesine olanak sağlıyordu.

       

      Başkent İsfahan’daki Şah sarayı, yönetim merkezinden daha çok tam marjinalleşmiş egemen sülalenin entrika, ahlaksızlık ve maneviyatsızlık yuvasına dönüşmüştü. Son Safevi şahları, devlet ve imparatorluk kuran dedelerinin tam aksi idi. Veliaht kurumunda kesin belirlenmiş katı normların oluşturulmaması hâkimiyetin devredilmesi sürecinde sorunlar, hatta siyasi krizler yaratmaktaydı.

       

      Hazinenin gelirlerini artırmak amacıyla 1699-1702 yıllarında nüfus sayımı yapıldı. Bundan sonra mevcut vergilerin hacmi artırıldı, yeni vergiler uygulandı. Vergi memurlarının gerektiğinden fazla zoraki olarak halktan vergi toplaması, devlet görevlerinin satılması, memurların rüşvet alması sıradan bir durumdu.[3] Ekonomik gerileme döneminde ağır vergiler, çeşitli biçimlerde kendini gösteren kanunsuzluklar nedeniyle merkezî hâkimiyete itaat etmeyi reddeden kabile liderinin veya herhangi bir feodalin Şah sarayına karşı çıkması, çok kısa bir zamanda ayaklanmaların sosyal tabanının genişlemesi için uygun ortamı yaratmaktaydı.

       

      18. yy’ın başlarında Safevi İmparatorluğu’nun bu veya diğer bölgelerinde yaşanan ayaklanmaların ana merkezi, nüfusunun çoğunluğu Sünnilerden oluşan Kuzey Azerbaycan’ın Dağıstan’la sınır bölgeleri ve Sünni nüfusu ile Afganistan’dı. 1709 yılında Tebriz’de ayaklanma başladı. Muğan’daki Şahseven boyları da İsfahan’daki Safevi sarayının hâkimiyetini kabul etmeyi reddetti. Daha sonra Car vilayeti ayaklandı. Araş vilayetinin hâkimi Ali Sultan da vergi ödemeyi reddetti. Guba vilayetinden Hacı Davud ve Kazıkumuklu Surhay Han, Şirvan ve Dağıstan’da Safevi hükümranlığına son vermek için stratejik noktaları birbiri ardına ele geçirmeye başladı. Padişah sarayı isyancılarla temas kurarak çeşitli yollarla onları desteklediğini bildirdi. Ancak Prof. Süleyman Aliyarlı’nın belirttiği gibi, “Kuzey bölgelerde güçlenmekte olan halk ayaklanmaları resmî olarak Sünnilik bayrağı altında gerçekleşmesine rağmen, bu hareket “dışarıdan” getirilen bir kurgu – Osmanlı İmparatorluğu’nun bir “fitnesi” değildi. Bu ayaklanmaları doğuran, onları kesinlikle “Safeviliğe”, “Kızılbaşlığa” karşı kışkırtan geçerli, objektif, gerçek iç nedenler vardı.”[4]

       

      Kandahar vilayetine yerleşen Gilzay aşiretinin Safevi hâkimiyetine karşı başlattığı isyan daha başarılı oldu. Safevi sarayının, Sünni nüfus arasında katı Şii propagandası yapıyor olması sürekli hoşnutsuzluk yaratmaktaydı. Yerel yönetici Gürcü asıllı Gurgen Han’ın acımasız davranışlarından bıkmış olan Gilzaylar’ın önde gelenleri, 1709’da onu ve yakınlarını öldürerek bölgede hâkimiyeti ele geçirdi. Safevi hâkimiyetinin çöküşünden destek bulan Gilzaylar, Mir Mahmud’un önderliğinde Şah birliklerini birkaç kez yendikten sonra, doğrudan başkent İsfahan’a yürüdü. Mart 1722’de Gilzaylar, Safevilerin başkentini kuşattı. İradesiz ve sorumsuz olan Şah Sultan Hüseyin’in oğlu Tahmasb, 500 Kacar süvarisi ile kuşatmayı yararak Kazvin’e sığındı. Onun ve çevresinin amacı, resmî sayısı kâğıt üzerinde 300 bin kişi olan İran ordusunu toplayarak devletin başkentini ve Şahı kurtarmaktı.[5] İlk aşamada bu girişimler başarısız oldu.1722 yılının Kasım ayında Safevi Şahı teslim olarak, Gilzay aşiretinin lideri Mir Mahmud’un lehinde tahtından feragat etti. Bu, iki yüzyıldan fazla bir süre hüküm sürmüş olan Safevi hâkimiyetinin fiilen sonu idi.

       

      Bu arada, Safevi İran’ın kuzey komşusu Rusya da Hazar çevresindeki bölgelere büyük ilgi göstermeye başlamıştı. Zayıflayan Safevi İmparatorluğu’nun yerli Hıristiyan nüfusu, özellikle Ermeniler, Rusya’nın güneye yayılma siyasetinin girişimcileri gücünde olmasa da, bunlar Safevi İran’ının güvenlik konularında yeni negatif faktörü olarak ortaya çıkmış oldu. Bundan sonra da devamlı kendisini gösterdiği için, bu faktör üzerinde biraz durmak yararlı olacaktır.

       

      İslam dünyasında Avrupa ticaret sermayesinin artan faaliyeti ve yeni haçlı seferleri ile ilgili yayılan söylentiler, Ermeni liderlerini “Ermenileri Müslüman zulmünden kurtarmak için” Avrupa krallarına çağrıda bulunmaya teşvik etti. 1678’de Eçmiadzin Kilisesi’nde altı sivil ve altı din adamının katılımıyla gizli bir toplantı yapıldı. Bu gizli toplantıda, Katolikos Akop’un (Hakop’un) önderliğinde Avrupa’ya bir heyet gönderilmesi kararı alındı. Heyet, Tiflis’e uğrayarak Gürcü Çarı XI. Georgi ile işbirliği konularını görüştü, ancak İstanbul’dayken heyetin başkanı aniden öldü. Heyetin genç üyelerinden biri – İsrael Ori bu görevi üstlendi.[6]

       

      Ori, Venedik’e, oradan da Fransa’ya gitti. Burada 12 yıl askerlik yaptı, ancak Katolik Fransa kralı ile görüşemediği için, bölünmüşlük dönemi yaşayan Almanya’daki Palatina prensi Johan Wilhelm’e gitti. Wilhelm’den Ermenilerin kurtarılmasını rica ederek, karşılığında Ermenistan tacını vaat etti. Prens, Ori’nin önerisini anlayışla karşılayarak, Ermeni melikleri ve Gürcü çarına yazdığı mektuplarla birlikte onu tekrar geri gönderdi. Ori, “Ermeni sorunu” fikrini yaymak ve Hıristiyan kralların desteğini kazanmak için birkaç başkentte daha bulunmak istedi. Viyana’da Avusturya kralının yakınlarından, kralın bu fikri desteklemediğini duydu. Yoluna devam eden Ori, Polonya üzerinden Rusya’ya geçti. Kış yaklaştığı için yolunu değiştirerek Moldova’ya, oradan da İstanbul üzerinden 1699 yılında İİrevan ’a geldi.[7]

       

      Eçmiadzin ve Karabağ’daki Gandzasar kiliselerinin Roma kilisesine tabi olması ve sonuncunun desteğini almak konusunda İsrael Ori’nin önerileri kabul edilmediği için, bu şahıs Karabağ ve Sünik meliklerinin desteğini kazanmaya çalıştı. Bunu başarmış olan Ori, Vardapet Minas adında biriyle 1700 yılında tekrar Avrupa’ya gitti. Burada, 36 maddelik projesiyle Avrupa hükümdarlarının dikkatini çekmeye çalıştı. Ori’nin projesinin içeriği, Avrupalılardan oluşan Haçlı ordusunun Ermenileri İran zulmünden kurtarmasından ibaretti. Bu ordunun, Bakü, Şamahı, Nahçıvan, İİrevan  ve Tebriz’i işgal etmesi gerekiyordu, böylece “İran Ermenistanı”nda Hıristiyan hâkimiyet kurulacaktı. Bu proje, daha çok Rus Çarı Petro’nun (Osmanlı’da “Deli Petro”) dikkatini çekti. Ancak İsveç’le ağır savaş durumunda olduğu için, Petro güneye sefer etmeye zamanının olmadığını bildirdi. Bununla birlikte, Rus Çarı, Ori’ye albay rütbesi vererek, onu bir heyetin başında İran’a gönderdi. Heyetin amacı, İran’daki durumu daha derinden incelemek, gelecekteki çalışmalar için burada aktif hazırlıklar yapmaktı. Şah sarayı bu heyeti soğuk karşıladı ve en kısa zamanda ülkeyi terk etmesini istedi. İsrael Ori’nin heyeti, altı ay tekrar Şamahı’da bulunduktan sonra Astrahan’a geri dönmek zorunda kaldı. 1711 yılında Ori, burada aniden öldü.[8]

                 

      Rus Çarı Petro, İran’daki siyasi ve askeri durumu derinden incelemek için 1715 yılında Artemy Volinsky başkanlığında bir diğer heyeti bu ülkeye gönderdi. Volinsky’e, “Ermeniler hakkında istihbarat toplamak, onların [gerçekten mi] çok olduğunu, nerede yaşadıklarını öğrenmek, ... onlara iyi davranmak, onları dost edinmek” talimatı verildi. Petro daha sonra, Ori’nin yardımcısı ve halefi olan Vardapet Minas’ı Ermenistan’a görevli olarak gönderdi. Eçmiadzin Katolikosu tarafından soğuk karşılanan bu kişi, Alban Katolikosu Yesai Asan-Calalyan’la yakın ilişki kurmayı başardı. Alban Katolikos, Petro’ya yaptığı çağrıda şunu belirtiyordu: “Tüm halkımız, bu toprağın melikleri ve ayanlarıyla birlikte, senin kudretli ve devasa devletinin gerekli gördüğü zaman buralara geldiğinde, gücümüzün yettiği kadar sizleri dostane bir şekilde karşılayacağız.”[9] İsveç’le yapılan savaşı kazanan (1721) Petro, aktif olarak İran seferine hazırlıklara başladı. Aynı dönemde uzun süre İsfahan’da rehin tutulan ve Safevi devletinin gerilemesine tanıklık etmiş olan Kahet hâkimi Vakhtang da kesin bir hamle hazırlığı içinde Ermeni liderleriyle ittifak kurmaya çalışıyordu. Merkezî hâkimiyete karşı ayaklanmaya hazırlanan Vakhtang, aynı zamanda ona yardım vaadinde bulunan Petro’yla da aktif bir şekilde görüşmeler yapmaktaydı.

       

      Çar Petro,  Temmuz 1722’de büyük bir filo ve kara birlikleriyle askeri bir yürüyüş başlattı. Ağustos’ta Derbent’i çatışma olmaksızın ele geçiren Ruslar, Bakü’yü kuşattı. Askeri operasyonlar başlamadan önce Petro adına yerel halka yönelik bir manifesto dağıtıldı. Bu belge Türkçeydi. Askeri yürüyüşün resmî nedeni, bir yıl önce Şamahı’da Rus tüccarların öldürülmesi, mülklerinin yağmalanması ve bu saldırılardan sorumlu olanların cezalandırılması gerekliliği olarak gösterilmekteydi.[10] Osmanlı İmparatorluğu, Hazar Denizi bölgesinin Ruslar tarafından işgalini kolayca sindiremedi. Derbent’in işgalinden hemen sonra, Osmanlı sadrazamı Rus elçisine “Rus birlikleri İran’a bağlı topraklarda bulunduğu sürece Türk halkının rahatlık bulamayacağını” beyan ederek birliklerini Güney Kafkasya’ya yürüttü. Aslında Osmanlı ve Rusya arasındaki kavganın nedeni Azerbaycan topraklarıydı. İki devletin mücadelesi 1724 İstanbul Antlaşması’yla sonuçlandı. Bu Antlaşmaya göre, Derbent’ten Kür [Kura] Nehri’nin yatağına kadar Hazar’ın batı şeridi Rusya’ya bırakıldı, Güney Kafkasya’nın geri kalanı Osmanlı’ya bağımlı hale getirildi. Bu Antlaşmayla Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesi altında Şamahı Hanlığı yaratılmaktaydı.[11]  Kısacası, Safevi Devleti’nin 18. yy’ın başlarından itibaren gerilemesi, onun fiilen dağılmasıyla sonuçlanmış, devletin toprakları da iç ve dış güçlerin işgaline uğramıştı. Bu, siyasi bir kriz değil, artık bir devlet kriziydi. İran coğrafyasında tek bir devletin varlığı bir soru işaretiydi. Ancak örneği dünya tarihinde çok az görülen bir olay yaşandı. Bu devlet tek bir kişi – Afşar boyundan Nadir tarafından kurtarıldı.

       

      Oğuz grubu içerisinde yer alan Afşar boyu, Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerine dağılmış, eski Safevi Devleti’nin kurulmasında en önemli rollerden birini oynamış olan Türk boylarındandır. Safeviler’in son dönemlerinde onların bir kısmı – Kırklı obası Horasan’ın Abıverd sınır bölgesine yerleşmişti. Sınırları güçlendirmek için onları ilk Safevi şahları Urmiye yörelerinden Horasan’a göç ettirmişti.[12]

       

      Nadir, İran’ın önemli dini merkezlerinden biri olan İmam Rıza türbesine (Meşhed) 22-27 kilometre uzaklıkta bir köyde, orta düzeydeki bir ailede doğmuştur (1689). Fransız bir yazarın ifadesine göre, “babası bir çobandı. Nadir de aynı işi yapmış, ancak çok yetenekli ve aşırı şöhret düşkünü olduğu için kısa bir zaman içinde bu iş onu bıktırmış, soy kökünün ona vermiş olduğu imkândan yararlanarak daha yüksek mevkilere yükselmeyi düşünmüştür.”[13] Yazarın iddiasına göre, genç Nadir babasının 700 koyununu çalarak, Meşhed pazarında satmış, kazandığı parayla etrafına bir grup toplamıştır. İsfahan kuşatmasından kurtulan şehzade Tahmasb ordu toplamak için Horasan’a geldiğinde Nadir ona “kararlı, iyi silahlanmış, savaşlarda güçlenmiş ve deneyimli” 6 bin kişilik grubunun hizmetini önermiştir.[14] Tahmasb bu teklife sevinmiş, Nadir’e “Tahmasbkulu Han” adını vererek, önce onu korçibaşı, daha sonra askeri birlik komutanı olarak atamıştır.

       

      Nadir/Tahmasbkulu Han kısa bir zaman içerisinde olağanüstü yetenekli bir asker ve kumandan olduğunu ispatladı. İlk başta, Tahmasb’a tabi olmayı reddeden Astrabad ve Mazenderan’daki Türkmenleri ezdi. Sonraki yıllarda Afganların askeri gücünü yok ederek İsfahan’a girdi. Nadir iç siyasette de yeteneğini gösterdi: beceriksiz, zevk ve eğlence düşkünü Tahmasb’ı tahta oturttu, ancak ülke yönetimini eline aldı. 1729’da Afganların ülkeden kovulmasından sonra, Osmanlı’ya doğru yöneldi. Hemedan, Tebriz, Kirmanşah kurtarıldı. Nadir’in askeri yürüyüşleri ve başarıları o kadar etkiliydi ki, İstanbul’da padişah değişti. Herat’ta Afganların isyanını bastırmak için doğuya hareket eden Nadir, burada istikrarı sağlayabildi. Bu arada, Tahmasb tek başına (Nadir olmadan) askeri işlerle meşguldü. Nadir, Osmanlı’yı yenememesi bahanesiyle Şah Tahmasb’ı tahttan indirdi, yerine 8 aylık oğlunu III. Abbas adıyla şah ilan ederek kendisi resmen şah vekili unvanı ile tüm yetkileri elinde topladı. Bundan sonra daha büyük bir azimle Osmanlılara karşı savaşı devam ettirdi. Nadir’in herkesi şaşırtan askeri dehası sonucu, ünlü Muğan kurultayı öncesinde Safevi Devleti’nin sınırları eski haline gelmiş, Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya’nın işgal ettiği topraklar artık tamamen kurtarılmıştı.[15]

       

      Muğan ovasında, Sugovuşan olarak adlandırılan bölgede Şubat 1736’da düzenlenen kurultay, aldığı iki önemli kararla tarihe geçti. Burada toplanan din adamları, üst düzey devlet memurları, bölgelerin ve kabilelerin temsilcileri, uzun zaman önce gücünü kaybeden ve formalite olarak var olan Safevi hâkimiyetine son vermeyi kararlaştırdı. Nadir Han’ın talebi üzerine yeni şah seçimi yapıldı ve hizmetlerinden dolayı Nadir, Şah olarak “seçildi”.

       

      Muğan kurultayının ikinci kararı, İslam dünyasında, aynı zamanda İran’da mezhep farklılıkları nedeniyle ortaya çıkan çekişmeleri yumuşatmaya yönelikti. Nadir Şah’ın baskısıyla kabul edilen kurultay kararı gereğince, İmam Cafer Sadık mezhebi (Caferi mezhebi) dört Sünni mezhepleriyle birlikte tanınmalı, Hz. Peygamber’den sonraki üç halifeye (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman) İran camilerinde küfredilmesine son verilmeliydi.[16] Kurultayın bu kararını, aynı zamanda kendi cülusunu Osmanlı sarayına bildirmek amacıyla Nadir Şah İstanbul’a bir heyet gönderdi. Padişah sarayı, dini alandaki önerinin kabul edilmesinin büyük bir olasılıkla Nadir Şah’ı güçlendireceğini düşünerek, bu önemli teklifi Osmanlı Sünni uleması aracılığıyla reddetti. Bir süre bekledikten sonra, padişah sarayı Nadir Şah’a, şeriat kurallarına göre Caferi mezhebinin kabul edilmesini, din adamlarının imkânsız olarak gördüğünü bildirdi. Teklifine ret cevabı alan Nadir Şah, bu teklifi başka bir yolla kabul ettirmeye karar verdi. Önce Kars ve Bağdat üzerine yürüdü ve çeşitli ülkelerin ulemalarını Necef’te toplayarak İslam dünyasındaki mezhep ayrılıkları konusunu tekrar müzakere ettirdi. Necef kurultayında, Osmanlı ulemasının İran halkının Caferi mezhebini kabul etmesi; Caferilerin Kâbe’de kendi usulleri gereğince namaz kılması; Osmanlı Devleti’nin İranlıların hac ziyaretini engellememesi; esirlerin serbest bırakılması, esirlerin alım satımının yasaklanması; şehirlerin birinde konsolosluk, başkentlerde sefaretlerin oluşturulması konularında kararlar alındı.[17]

       

      Nadir Şah, bu maddeleri içeren çağrıyla Padişah sarayına tekrar bir heyet gönderdi. Caferiliğin ayrıca mezhep olarak tanınması konusunda yine ret yanıtı alan Nadir Şah, sinirini Osmanlı İmparatorluğu’na yeniden savaş açarak çıkarmak isteyerek ordunun başında Kars üzerine yürümüştür. Savaş sırasında başarılı olmasına rağmen, ülke içinde kargaşa yaşandığı haberini alan Nadir, Osmanlı ordusunu takip etmekten vazgeçerek mezhep konusunda ısrar etmeksizin barış istemiştir. Genel olarak 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’nı tekrarlayan, ancak bazı yeni maddeler (hac ziyareti yapanlar, esirler, sefaretler, üç halifenin kötülenmemesi vs.) içeren yeni bir antlaşma imzalandı.

       

      Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkileri yoluna koyan (mezhep konusu hariç) Nadir Şah, yeniden yüzünü doğuya çevirdi. İki yüzyıl boyunca Safeviler ve Babürler arasındaki çatışmaların kaynağı olan Kandahar’ı ele geçirdi, Belucistan’ı İran’a kattı. Daha sonra Nadir, Hindistan’a sefer düzenleyerek buradaki Babürleri kendine bağımlı duruma getirdi. Babürlerin hazinesini ele geçirdi, yağmaladığı servet yüzlerce deve ve katırla ülkesine taşındı. Daha sonra Buhara ve Hive’yi egemenliği altına aldı. Bir sonraki askeri yürüyüş Dağıstan’a yapıldı. Seferden dönerken, devamlı at sırtında, savaşta olan bu büyük kumandanın, aynı zamanda acımasız hükümdarın yaşamına son verildi. Temmuz 1747’de, Nadir’in onları öldüreceğinden korkan Kızılbaş emirleri suikast düzenleyerek Şahı öldürdü. Naaşı Meşhed’e getirilerek, burada önceden kendisi için yaptırdığı türbeye gömüldü.

       

      Nadir Şah’ın askerî dehası, yerli ayaklanmaların bastırılması, iç istikrarın sağlanması, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun işgal ettiği toprakların geri alınması, devletin siyasi otoritesinin Hindistan ve Osmanlı yönünde yayılması için yeterli oldu. Nadir Şah, hayatının en riskli, aynı zamanda çok önemli dini reformlarını başlattı, Sünni-Şii çekişmeleri onun döneminde büyük ölçüde zayıfladı. Ancak Şii Caferi mezhebinin Osmanlı devleti tarafından resmen kabul edilmesini başaramadı. Nadir, iç siyasette radikal reformlar yapmadı ya da bunu gerekli görmedi. Nadir’in yenilediği devlet nitelik olarak bir öncekinden farklı değildi. Aynı aşiret devletinin sosyal ve siyasi kurumu varlığını korudu. Ülke yönetiminde değişen sadece üst yönetici zümrede Afşar boyundan olanlar, özellikle yeni şahın yakın akrabaları ve Kırklı oymağını temsil edenlerdi. Bu nedenle, kılıç zoruyla geri kazandığı İran’ın toprak bütünlüğü ve buradaki siyasi istikrar, ölümünün hemen ardından sarsıldı. İran tekrar bölündü ve bir devlet olarak var olma meselesi bir kez daha gündeme geldi.

       

       

      Hanlıklar Döneminin Bölünmüşlüğü

                 

      Nadir Şah’ın öldürülmesinden hemen sonra, ordu komutanları ve üst düzey yetkililer, onun halefini belirleme sorununu çözmek için toplandı. Nadir Şah sağlığında bu hassas konuyu netleştirmemişti. Siyasi elit, Nadir’in yeğeni Ali Kulu Han’ın üzerinde yoğunlaştı. O zaman kırk bin kişilik ordunun başında Herat’ta suikastın sonucunu beklemekte olan Ali Kulu Han şah ilan edildi ve Nadir’in naaşı da gömülmek üzere kendisine gönderildi.  Ali Kulu Han, kendisine gösterilen “güven” duygusu için teşekkür etti ve Adil Şah unvanıyla tahta oturdu.

       

      Nadir Şah’ın zengin servetinin oğulları ve yakın akrabalarının kontrolünden çıkarılmadan iktidarının güçlenemeyeceğini anlayan Adil Şah, ilk iş olarak bu hazineyi ele geçirmeye çalıştı. Kelat kalesindeki hazine iki hafta içinde yeni şahın emrine geçti. Daha sonra, Nadir Şah’ın hâkimiyetinde payı olduğunu düşünen oğulları ve yakın akrabalarını ortadan kaldırmak gerekirdi. Yeni şah bu işi, amcası ve dönemine has olan acımasızlıkla çözdü. Nadir Şah’ın oğulları öldürüldü. 19. yy. Fransız tarihçi Ch. Picault’a göre, “o, merhum Şah’ın ve oğullarının, hamile olduklarından kuşkulandığı hanımlarının hepsinin karnının deşilmesini emretti. Bu kadınların şah ailesine veliaht vermesinden ve onların kendisinin veliahtlarından iktidarı alma iddiasında olabileceklerinden korkuyordu.”[18] Nadir Şah’ın doğrudan vârislerinden olan sadece 14-15 yaşlarındaki Şahruh Mirza kurtulabildi. Şahruh Mirza Tahmasb Şah’ın kızlarından birinden doğmuş ve Safevilerin mirasçısı idi.

       

      Adil Şah tahta oturduktan kısa bir süre sonra, Nadir’den miras kalan ağır durumun düzeltileceğini vaat ediyor, yıkım, baskı ve aşırı yoksulluğu ortadan kaldıracağını, adil bir yönetim yaratacağını iddia ediyordu. Yeni şah, iki yıl boyunca tüm vergi ve vergi borçlarının iptalini emretti. Ch. Picault şöyle yazmaktadır: “Nadir Şah’ın gaddarlığından yılan İran, ümitlerini onun yeğeninin yumuşaklığına bağlamıştı ve her şey bu genç hükümdara mutlu ve sakin bir hükümranlık vaat etmekteydi .”[19] Fakat kendi gücü ve zenginliğinden aklını yitiren genç hükümdar, aşırı derecede zevk ve eğlenceyle meşguldü. Durumu zorlaştıran sadece yeni şahın – Adil Şah’ın kişiliğindeki kusurlar değildi. İran devleti çok ciddi bir kriz dönemi yaşamaktaydı. Nadir’in kendisinin ihlal ettiği geleneksel meşruiyet ilkesi (hâkimiyetin irsen geçmesi), hükümdarın ve yönetici sınıfın ahlaksızlığının olağan hale gelmesi merkezî hâkimiyetin güçlenmesini engelliyor, yerel hâkimler, tam aksine, güçleniyordu. 18. yy’ın ikinci yarısı, hâkimiyet uğruna kanlı mücadele ve savaşlarla geçti ve merkezî hâkimiyeti tanımayan yerel feodallerin merkez-kaç eğilimleri ciddi siyasi sonuçlara yol açtı. Bu, merkezî hâkimiyet uğrunda verilen mücadelenin ve kanlı savaşların kısa bir özetidir.

                 

      Adil Şah’ı tanımadığını bildiren Tebriz halkı, Safevi hanedanının mirasçısı olduğunu iddia eden Sam Mirza’yı savundu. Tebriz’e gönderilen Emir Aslan Han, isyanı bastırdıktan sonra şahın küçük kardeşi İbrahim Han’la birleşerek Adil Şah’ın üzerine yürüdü. İki kardeşin önderliğindeki birlikler Tahran’la Kazvin arasında karşılaştı. Adil Şah’ı yenerek onun gözlerini kör eden İbrahim Han İsfahan’a yerleşti. Bir süre kendisini şah ilan etmekten çekinen İbrahim Han, daha sonra Tebriz’de kendisini İran şahı ilan etti. Bu arada, Meşhed’in din adamları ve ileri gelenleri Şahruh Mirza’yı İran’ın şahı ilan ettiler. Haziran 1749’da İbrahim ve Şahruh’un birlikleri çarpıştı. Şahruh’un zaferinden sonra Meşhed İran’ın başkenti ilan edildi. Ancak Nadir ve Safevilerin doğrudan devamcısı olan Şahruh’un hâkimiyeti Horasan’ın ötesine geçemedi. İkinci kez Afganlar İsfahan’ı ele geçirdi ve Azad Han’ı şah ilan ettiler. Azad Han’ın da iktidarı uzun sürmedi. Bir taraftan Kacar hanı Muhammed Hasan Han, diğer taraftan, Lur (Kürt) kabilesinin lideri Kerim Han Zend onun hâkimiyetine kaşı çıktı. Yıllarca devam eden bu mücadele ve savaşlar Kerim Han’ın zaferiyle sonuçlandı. Ancak, İran’ın batı bölgelerini kontrolü altına alan Kerim Han, diğerlerinden farklı olarak kendisini şah ilan etmedi. O, Safeviler’in en küçük mirasçısı olan İsmail’in vekili olarak 1750-1779 yıllarında İran’ın büyük bir kısmını (Horasan, Azerbaycan’ın kuzey bölgeleri hariç) kontrolü altında tuttu. Kerim Han’ın iktidarı döneminde siyasi istikrar nispeten sağlanabildi, ekonominin canlanması yönünde girişimler yapıldı.[20]

       

      1779’da, Kerim Han Zend’in ani ölümünden sonra, hâkimiyet iddiasında olanlar arasında Kacarlar öne çıktı. Bu kez de, İran’ın siyasi bütünlüğünü yeniden sağlamak bir Türk boyunun sayesinde mümkün oldu. Kacarlar, Safevi İmparatorluğu’nun kurucu boylarından biriydi. Azerbaycan’a Halep ve Bozok (Anadolu) yörelerinden göç etmişlerdi. Şah Abbas onların bir kısmını Mazenderan ve Astrabad’a, Gorgan nehri vadisindeki Mübarekabad’a göç ettirdi. Bu bölgenin kuzeyi Yukarıbaş, güneyi ise Aşağıbaş olarak adlandırılırdı. Abbas, Sünni Türkmen boylarının Hazar’ın güneyine saldırılarını önlemek amacıyla savaşçı Kacarları siper olarak kullanmak niyetindeydi. Ancak mezhep ayrılığına rağmen, dil ve kültür açısından Türkmenlere yakın olan Kacarlar, onlarla âdeta ittifak halindeydi. Feth Ali Han Kacar’ın Astrabad’ın valisi olarak tayin edilmesinin ardından Yukarıbaş Kacarlar hızlı bir şekilde güçlendi. Afganların ilk seferi sırasında özellikle Feth Ali Han farklılık gösterdi. Kacarlar’ın temsilcileri, Nadir Şah döneminde çeşitli yüksek makamlarda bulunmalarına rağmen, bazen Nadir Şah’a karşı gelebilecek kadar cesaretli oluyorlardı. Nadir’in ölümünden sonra, Muhammed Hasan Han Kacar, Horasan’ın siyasi hayatında aktif rol oynamaya başladı. Hatta Adil Şah onu eşik ağası başı tayin etti. Ancak şahın yakınlarıyla arası açılan Muhammed Hasan Han, bir süre mevcut iktidara düşman oldu ve 1750’li yıllarda tekrar yükselmeye başladı. Artık bütün Mazenderan onun kontrolü altındaydı.[21]

       

      Muhammed Hasan Han’ın ölümünden sonra, büyük oğlu Ağa Muhammed Han Kacarlar’ın boy beyi olarak seçildi. Babasının Adil Şah’la savaşta yenilgisinden sonra hadım edilmiş, 13 yıl Kerim Han’ın sarayında rehin tutulmuştu. Kerim Han’ın ölümünden sonra Ağa Muhammed Han, Zendler’in hâkimiyetini tanımayı reddetti. Mazenderan’da büyük bir ordu toplayan Ağa Muhammed Han, Zend hâkimlerini birbiri ardına yenerek, önce İsfahan’ı, daha sonra Şiraz’ı ele geçirdi. Ch. Picault bu konuda şunları yazmaktadır: “onun, art arda hareket etmesi gerekiyordu: önce Kerim’in, daha sonra Şah Hüseyin’in imparatorluğunu, son olarak, mümkün olursa Nadir Şah’ın imparatorluğunu ele geçirmesi gerekiyordu.”[22]

       

      1795’de, Muğan ovasında kendisini İran’ın yeni şahı ilan ettiğinde, Ağa Muhammed Han, Nadir Şah dönemindeki İran sınırlarına geri dönmekten henüz çok uzaktı. Ancak o da Nadir’in kaderini yaşadı: Mayıs 1797’de yakın komutanları tarafından öldürüldü. Buna rağmen, Ağa Muhammed Şah Kacar, 130 yıldan fazla İran’da egemen olacak olan Kacar Hanedanı’nın temelini atmış oldu. Yerel feodal hâkimlerin merkez-kaç eğilimlerini ortadan kaldırmak ve İran devletini önceki sınırları içinde yeniden yapılandırmak amacıyla, Ağa Muhammed Şah, ondan sonra da Feth Ali Şah Kacar (1797-1834) akıl almaz girişimlerde bulunduğu sırada, İran artık ilkesel olarak yeni siyasi faktörlerle karşı karşıyaydı. Kacarlar’ın geri kalmış feodal devleti artık Avrupa’nın sömürgeci siyaset yörüngesindeydi. Bu faktör, İran’ın eski sınırlar içerisinde yeniden inşasını imkânsız kılacaktı. Dış faktörler konusunu bir sonraki bölüme bırakarak, doğrudan araştırma konumuza geri dönelim. Nadir Şah’ın ölümünden sonra Azerbaycan’da siyasi durum nasıldı?

       

      Yukarıda belirtildiği gibi, Nadir Şah’ın ölümünden sonra ortaya yasal varis sorunu çıktı. 18. yy’ın ikinci yarısında, İran’ın siyasi hayatındaki kriz büyük ölçüde meşruiyet konusuyla ilişkiliydi. Mücadele en azından, yüksek iktidarı kimin daha fazla hak ettiği propagandası altında verilmekteydi. Merkezî hâkimiyet için birkaç güçlü rakip çatıştığı sırada, bölgelerdeki hâkimler de ortaya çıkan durumu kullanarak kendi otoritesini güçlendirmeye çalıştı. Hem yerel hem de yüksek otoritede hak iddia edenler ve bu mücadeleden zaferle çıkanlar, âdeta yarı göçebe boyların liderleriydi. Etki alanlarını genişletmek için 50 yıl boyunca kanlı savaşlar verdiler.

       

      Afşarların bir kolu olan Cevanşir boyunun temsilcisi Penah Ali Han, Nadir’in ölümünden sonra Karabağ’da güçlendi. Cevanşirler’in bir diğer kolu –Mugeddem aşireti de Marağa yöresine yerleşmiş, bu aşiretin reisi Ali Kulu Han Mugeddem, Marağa ve çevresini bağımsız hanlık olarak ilan etmişti. Afşarlar’ın bir diğer grubu Urmiye çevresinin egemen unsuruydu ve onların temsilcisi Feth Ali Han Afşar otoritesini Azerbaycan’a komşu olan bölgelere yaymaya çalışıyordu. Tebriz ve Hoy,  Dünbülü kabilesinin elindeydi. Karadağ, aynı isimli boyun (Karadağlıların) kontrolü altındaydı. Erdebil ve çevresinde Şahseven boyları, Maku’da Bayatlar, Serab’da Şekkakiler egemen idi. Gence ve çevresi uzun süredir Kacarlar’ın merkezlerinden biriydi ve burada yerel hâkim genellikle Ziyadoğulları ailesinden tayin edilmekteydi. Kengerli boyu Nahçıvan’ı yönetiyordu.  Şeki, Guba, Bakü, Şamahı, Talış hanlıkları gibi nispeten küçük Kutkaşın, Areş, Kazah, Şemsedil, İlisu, Salyan sultanlıkları da merkezî otoriteye tabi olmayı reddetti. Car-Balaken halkı geleneksel bağımsızlığını korumaktaydı. Karabağ’ın dağlık kısmındaki Verende, Haçen, Gülistan, Dizak, Carabert melikliklerinin yerel Ermeni hâkimleri Karabağ hanına bağlı idi. Azerbaycan’ın hem kuzeyinde, hem de güneyinde ortaya çıkan yaklaşık 20 devlet biriminin oluşum tarihi, onların birbiriyle savaşları, İran merkezî yönetiminde hak iddia edenlerin bunları kendilerine tabi kılma çabaları tarih bilimince ayrıntılı biçimde incelenmiştir.[23] Bu ayrıntıya girmeden, konumuz için önemli gördüğümüz birkaç meseleye değinelim.

       

      Merkezî hâkimiyeti tanımayan yerel feodaller, komşularının da haklarını tanımıyor, devamlı onların aleyhine topraklarını genişletmeye çalışıyorlardı. Kimi zaman bir ya da iki hanlık üstün konuma sahip olmalarına rağmen, onların askeri gücünün yaklaşık birbirine eşit olması yüzünden, herhangi bir hanın üstünlüğü ele geçirerek “Azerbaycan’ı birleştirmesi”yle sonuçlanmadı. Azerbaycan’ın güneyinde önce Feth Ali Han Afşar başarılı oldu, rakiplerini ezerek onları egemenliği altına aldı. Ancak Kerim Han Zend onu yendikten sonra bu bölgede “birincilik” Hoy hanına geçti. O da İİrevan , Nahçıvan ve Karabağ hanlıklarını kendine bağımlı hale getirdi. Azerbaycan’ın kuzeyinde Hacı Çelebi Han döneminde Şeki Hanlığı güçlendi, Gabele ve Areş sultanlıklarını ele geçirdikten sonra Şamahı’ya doğru ilerledi. Hanlar arasında en başarılı savaşlar yapan Gubalı Feteli Han oldu. Onun döneminde Guba Hanlığı Kuzey Azerbaycan’ın kuzeydoğusunu kapsıyordu. Hayatının sonlarına doğru Aras Nehrini geçerek Erdebil ve Meşkin’i bile ele geçirebilmişti. Ancak onun varisi babasının genişleme çizgisini devam ettiremedi.

       

      Ülke dâhili savaşlar Azerbaycan’ın ekonomisini zora sokuyor, insan kaynaklarını hızla tüketiyordu. Muzaffer ordunun rakip tarafın şehir ve köylerini yağmalaması sıradan bir durumdu. Ahali bir yerden başka bir yere göç ettirilmekteydi.

       

      Yerel feodal hanların bağımsızlığa can atması, otoritesini kaybetmiş merkezî hâkimiyete vergi vermekten, onun emrine birlik göndermekten kurtulma çabasıydı. Bunu, İran hâkimiyetine karşı “millî bağımsızlık hareketi”, “Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesi” olarak değerlendirmek doğru değildir.

       

      Hanlıkların yönetim usulleri ve iktidar yapıları merkezî İran hâkimiyetinin küçük bir modeliydi. Hanlar kendi hanlıkları içinde tam bir despottu. Mahkeme-adalet işlerini de bizzat kendileri yönetmekteydiler. Burada en büyük mülk sahipleri onlardı. Hanın bir meşveret divanı ya da bir han şurası vardı. Bu divan veya şura, yüksek rütbeli memurlardan oluşuyor ve devlet hayatının önemli alanlarında danışma nitelikli kararlar alabiliyordu. Vezirlerin dışında serkereli (mali işlerden sorumlu), eşik ağası (hanın şahsi ekonomisini yöneten),  emirahur (hanın atlarına bakmakla görevli), ambar ağası ve diğer memurlar hanlığın yönetiminde önemli figürlerdi.[24]

       

      Hanlardan ve onların çevresindeki üst düzey memurlardan oluşan siyasi elit, mevcut durumu doğru değerlendiremedi. Onların yanlış siyaseti Azerbaycan ve Türklük tarihinde facia ile sonuçlandı. İç hâkimiyeti ellerinde tutmak amacıyla dış güçlerle aktif ittifak kurmaya heveslendiler ve bir kısmı yabancıların işgaline ortam oluşturan unsur rolünü oynadı. Ancak bu, bir sonraki bölümün araştırma konusudur.

                 

      Devlet olma alanında durumun bu kadar berbat olmasına rağmen, Azerbaycan’da Türklük, 18. yy’da “milletleşme” alanında ileriye doğru belirli bir adım atmış oldu.

       



      [1] William Cleveland, A History of Modern Middle East, p. 55.

      [2] M.E.Yapp, Making of the Middle East, London etc, Routledge, 2014, p. 162, 164.

      [3] А.А. Рахмани, Aзербайджан в конце XVI и в XVII  веке (1590-1700 годы), с. 220-221.

      [4] Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 466.

      [5] Новая история Ирана. Хрестоматия, Москва: Наука, 1988, с. 16-19.

      [6] История армянского народа, часть первая, Ереван: Айпетрат, 1951, с. 242.

      [7] Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni meselesi, İstanbul: Bilge Yayınları, 1987, s. 743.

      [8] Ayrıntılı bilgi için bkz: История армянского народа, s. 242-245; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni meselesi,s.744-748.

      [9] История армянского народа, с. 246.

      [10] Ayrıntılı bilgi için, örneğin, bkz: Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s.474-482; John F. Baddeley, Rusyanın Kafkasyayı İstilası ve Şeyh Şamil, İstanbul: Kayıhan, 1989, s. 52-57.

      [11] Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 483-488.

      [12] Afşarlarla ilgili geniş bilgi almak için, örneğin, bkz: M. Fuad Köprülü, ‘Avşar’, İslam Ansiklopedisi, II cilt, İstanbul, 1961, ss.28-38; Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, s. 98-100, 145-146, 188-192; Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler). Tarihleri, Boy Teşkilatı, Destanları, s. 280-294.

      [13] Новая история Ирана. Хрестоматия, с.30.

      [14] A.g.e.

      [15] Ayrıntılı bilgi için bkz: Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 489-493.

      [16]Bazı araştırmalarda, İran’ın mezhep değiştirdiğinden bahsedilir, Caferi mezhebinin Sünni mezhep olduğu belirtiliyor.Bu yanlışlık için bkz: Mehmet Saray, Türk-İran Münasibətlərində Şiiliğin Rolü, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1990, s. 55; Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s.496.

      [17] Mehmet Saray, Türk-İran Münasibətlərində Şiiliğin Rolü, s. 56.

      [18] Новая история Ирана. Хрестоматия, с.47.

      [19] A.g.e, s. 48.

      [20] Ayrıntılı bilgi için bkz: Новая история Ирана. Хрестоматия, с.52-58.

      [21] Kacarlar hakkında bkz: Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, s.96-98, 145, 183-188; Faruk Sümer,  Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları, I cilt, s.281-288; С. М Алиев, ‘Междоусобные войны и борьба за верховную власть в Иране после распада империи Надир-шаха’, Иран: История и культура в средние века и в новое время, Москва: Наука, 1980, с.39-40.

      [22] Новая история Ирана. Хрестоматия, с. 64.

      [23]Örneğin, bkz: Аббас-Кули-Ага Бакиханов, Гулистан-и Ирам, с. 152-172; H. Ə. Dəlili, Azərbaycanın cənub xanlıqları (XVIII əsrin ikinci yarısında), Bakı: 1979; İqrar Əliyev (red.), Azərbaycan tarixi, s. 184-196; Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 508-532; Nisə Mustafayeva, Cənubi Azərbaycan xanlıqları, Bakı: Azərbaycan Dövlət Nəşriyyatı, 1995.

      [24] Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s.563-564.

      • Konu 3

        3.        Konu                      Azerbaycan’ın Güneyindeki Hanlıklar       

        Konular: Urmu Hanlığı ve onun büyüme eğilimi; Erdebil, Karadağ, Marağa, Maku hanlıkları.

         Temel Okumalar:          

        -           Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 509-516

        -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

        -           Youtube’dan değişik videolar (https://youtu.be/53wlhDNNrTc)

        Ödev: Ahmet Ağaoğlu’nun İran ve İnkılabı eseri üzerine 5 sayfalık referat

        Ders Notları:

        …Tebriz Hanlığı, başkenti Tebriz şehri olan Azerbaycan Hanlıkları'ndan biridir.

        Tebriz Hanlığının en güçlü hanlarından biri Emir-Aslan Han olmuştur. Hakimiyeti süresince Tebriz Hanlığı ErdebilHalhal ve Azerbaycan'ın güney topraklarının bir kısmı dâhil olmak üzere hanlığın sınırları önemli oranda genişler. Ancak kısa süre sonra, Tebriz Hanlığı Fatih-Ali Han Afşar tarafından ele geçirilerek, Tebriz şehri bu ülkenin başkenti olur. Tebriz Hanlığının idaresi ise Necef-kulu Han'a emanet edilir. Fatih-Ali Han'ın ölümünden sonra Tebriz Hanlığı yeniden özerkliğine kavuşur.

        Urmiye Hanlığı, 18. yüzyılın ortaları ve 1868-1869 yılları arası, merkezi Urmiye şehri olan, Güney Azerbaycan'ın batısındaki en nüfuzlu Azerbaycan hanlıklarından biridir. Bölgesi: Hoy ve Marağa Hanlıkları, İran'ın Kürdistan Vilayeti ve Osmanlı İmparatorluğu ile sınırlıydı.

        ·         Merkezi: Urmiye

        ·         Hanları: Fethali Han Afşar (birçok kaynakta - Fatih Ali Han), Ali Han, İmam Kulu Kan, Emiraslan Han Afşar, Muhammed Kulu Han.

        Hanlığın temellerini, İran Şahı Nadir Şah Afşar'ın amcasının oğlu, Oğuzların Afşar boyundan olan Fethali Han koymuştu. Bunun ötesinde merkezileşme siyasetini de hayata geçirmeye başlamıştır. Şah'ın tahtına göz dikmiş olan Fethali Han Afşar İran ve Azerbaycan'daki savaşlara katılır. 1754 yılının başlarında, İran'ın güney ve orta kısımlarını ele geçirir. 1759 yılında ise Karabağ Hanlığı'nı ele geçirerek Urmiye Hanlığı'nın o dönemde güçlenmesine de neden olur. Bunun sonucunda Urmiye, TebrizHoyKaradağMarağa ve Serab Hanlıkları, yani Erdebil ve Maku Hanlıkları istisna olmak üzere, tüm Güney Azerbaycan Hanlıkları birleştirilir. Kacar”ın ölümüyle bağımsızlığını ilan eden hanlık, İran tahtına çıkan Fethali Afşar Şah'a tâbi oldu.

        Hoy hanlığı, Güney Azerbaycan topraklarında (şimdiki İran topraklarında) hanlık. (XVIII yüzyılın ortaları - sonları). Merkezi Hoy kenti. Nahçıvan, Maku, Urmiye, Tebriz hanlıkları ve Türkiye ile sınırlanırdı.

        Hoy hanlığının temelini Donbili aşiret başkanları koymuştu.

        Hoy hanlığı ile Kerim Han Zend”in darbelerinden sonra gelişmeye başlayan Urmiye Hanlığı arasında çelişki vardı. Hanlıklar arasındaki savaşta Urmiye Hanlığı yenildi. Bu Hoy hanlığının nüfuzunu hayli artırdı. Hoy hanlığı bağımlı hale geldi, sonra xanlığa son verildi.

        Erdebil Hanlığı, 18. yüzyılın 40'lı yılları ile 19. yüzyılın başlarında Güney Azerbaycan topraklarında (şimdiki İran) mevcut olmuş hanlıktir. Bölgesi Talış, Karadağ, Tebriz, Marağa ve Gilan hanlıkları ile hudutlanırdı. Merkezi Erdebil şehri idi. Hanlığın 3 bin kişilik daimi ordusu vardı.

        Lenkeran Hanlığı ile de iyi komşuluk ilişkisinde idi. Kubalı Feteli Han 1784 Mayıs'ında saldırarak Erdebil”i ve Meşkin’i tuttu. Bu olay Feteli Han'ın düşmanlarının, özellikle, Rusya'nın itirazına neden oldu. Bu nedenle Feteli Han Erdebil’i terk etmek zorunda kaldı.

        Nezereli Han'dan sonra iktidara gelen Nasır Han'ın (1783-1808) döneminde, 1797 yılından itibaren hanlık bağımsızlığını kaybederek Kacarlar’a bağımlı duruma düşmüştü. Hanlığın faaliyetine 1820 yılında Kaçarlar Devleti tarafından sona erdirilmiştir.

        Maku Hanlığı HoyKaradağNahçıvanErivan hanlıkları ve Osmanlı İmparatorluğu ile sınırları çevrili olan Güney Azerbaycan'daki Azerbaycan Hanlıkları'ndan biridir.

         

        https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/66/G%C3%BCney_Kafkasya_1801-1878.svg/250px-G%C3%BCney_Kafkasya_1801-1878.svg.png

        Maku Hanlığı'nın 1801 yılındaki sınırları ve komşuları

        Maku Eyaleti, Safevi hanedanı döneminde Çukur Sed Beylerbeyliği'ne ait olan yarı özerk bir sultanlıktan ibaretti. Hanlık, Bayat boyundan hâkimler tarafından yönetilirdi.

        Hanlığın kurucusu Ahmed Sultan'dır. Kendisi hanlığın idaresi ve güçlendirilmesi için bir takım önlemler almıştır. Hanın ölümünden sonra topraklar oğulları Hasan ve Hüseyin Han arasında bölüştürülmüştür. Hasan Han, Erivanlı Muhammed Han Kacar'ın himayesine düştü. Hüseyin Han'ın ise, Mahmudi və Ebakiye bölgeleri Osmanlılar tarafından ele geçirildikten sonra, kısa süre içerisinde bu bölgeleri geri almayı başarmıştır. Ali Han'ın döneminde hanlık güçlenebilmiştir. Bu gidişat Hacı İsmail Han'ın zamanında da devam etti. Kendisi Rus Generali Alkhazov'un Nahçıvan kuvvetleri ile Tebriz için tehlike arz eden Şeyh Übeydullah'ın güçlerini hezimete uğratmıştır. Teymur Paşa Han döneminde ise Hanlık zayıfladı. 1922 yılında ise General Abdullah Han Tahmasp'ın Pers güçleri hanlığı işgal etti ve hanlık böylece ortadan kalkmıştır.

        Maku hanları

        ·         Ahmed Sultan (1747-1778)

        ·         Hüseyin Han (1778-1822)

        ·         Ali Han (1822-1866)

        ·         Hacı İsmail Han (1866-1899)

        ·         Teymur Paşa Han (1899-1922)

        ·         Murtazakulu Han (1922)

        Marağa Hanlığı, doğuda Miyane, kuzeyde Tebriz ve batıda Urmiye Gölü ile sınırları çevrili olan Güney Azerbaycan'daki  Hanlıklardan biridir. 1925 yılına kadar hüküm süren hanlığın başkenti Maraga'ydı.

        Marağa topraklarını 18. yüzyılın başlarında kısa bir süreliğine Osmanlı Devleti ele geçirse de, Nadir Şah'ın yardımıyla yörenin ileri gelenlerinden Hasan Ali Bey tarafından yeniden ele geçirildi. Onun oğlu Ali Kulu Han zamanında ise Nadir Şah'ın ölümünden sonra hanlık bağımsızlığına kavuştu. 1925 yılında ise Pers güçleri hanlığı ele geçirdi ve hanlık böylece ortadan kalktı.

        Karadağ Hanlığı,  1747 yılında bugün İran'a bağlı Azerbaycan bölgesindeki Karadağ (Karacadağ) topraklarında kurulmuş feodal devlettir. Karadağ kelimesi büyük dağ veya dağlık yer anlamına gelmektedir. Hanlığın başkenti Ahar şehri olup bir ara Kürdeşt'e taşınmıştır. Hanlığın batısında Hoy Hanlığı, doğusunda Lenkeran Hanlığı, kuzeyinde Karabağ Hanlığı, güneyinde Tebriz Hanlığı ve Erdebil Hanlığı vardır.

        Hanlığın kurucusu olan Kazım Han'ın soyu Tokmaklı oymağından gelmektedir. Bu sülale kesin olarak Mahmud Sultan'dan itibaren Safevî hakimiyeti altında bölge idaresine nail olmuştur. Lakin Tarihçi İskender Munşi, daha önceleri bu sülaleden gelen Burhaneddin Halife'nin hükümdar olduğunu söylemiştir. Tokmaklılardan önce yönetimde sufiler söz sahibidir. Bunlar 16. ve 18. yüzyıllar arasında iktidarda kalmışlardır.

        Karadağ, bölgedeki savaşlardan dolayı bazen Safevi yönetimine, bazen Osmanlı Devleti yönetimine girmiştir. Tokmaklı oymağından gelen Kazım Han, Karadağ yöneticisi olduğu zaman bu topraklar Osmanlı Devleti içindedir. 1730 tarihinde Nadir Şah, Osmanlı Devleti'nden Tebriz, Ahar ve Erdebil'i almış ve ardından Kazım Han'nın Karadağ yöneticisi olduğunu onaylamıştır.

        1736 yılında Nadir Şah, Afşar Hanedanı'nı kurarak İran topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirmiştir. Kazım Han, babası Muhammed Kasım Han ve ağabeyi Abdürrezzak Han gibi Karadağ'ı müstakil idare etmek istemiş ve bu amaçla ne II. Tahmasp'a, ne de Nadir Şah'a itaatini bildirmiştir. Nadir Şah bunun üzerine Kazım Han'ı yakalatmıştır. Onu, Tokmaklı oymağının vekili ve Abdürrezzak Han'ın kardeşi olduğu için öldürtmemiş, gözlerine mil çektirmiştir. Afşar Hanedanı hükümdarı Nadir Şah'ın 1747 tarihinde öldürülmesi üzerine Karadağlı Kazım akrabalarının yardım ile bağımsızlığını ilan etmiş ve han olmuştur. Böylece bağımsız Karadağ Hanlığı kurulmuştur.

        Kazım Han dönemi

        Nadir Şah'ın öldürülmesi üzerine bazı kişiler şah olmak istemiştir. Erdebil'deki III. Sam Mirza da bu sahte şehzadelerden biridir. Diğer şahlık heveslisi Nadir Şah'ın halasının oğlu Emir Aslan Han, ordusu ile Erdebil'e gelip III. Sam'ı yakalatıp idam ettirmiş ve ardından Tebriz'e gelmiştir. Emir Aslan Han, şahlık fikrine Kazım Han'ı da ortak etmiştir. 1747 tarihinde Adil Şah, Afşar Hanedanı tahtına çıkıp şah olmuştur. Emir Aslan Han'a elçi gönderip onun hükümdarlığını tanımadığını söylemiştir. Emir Aslan Han, Adil Şah'ın elçisi öldürmüştür. Emir Aslan Han'ın en yakın silah arkadaşı Kazım Han'dır. O, Karadağ ordusundan da yararlanarak diğer hanları savaş tehditi ile kendine bağlı hâle getirmiştir.

        İlk olarak Emir Aslan Han'a karşı mücadeleye başlamıştır. Emir Aslan Han, İbrahim Han ile yaptığı ilk savaşta yenilmiş ve arkadaşı Kazım Han ile Karadağ'a kaçmıştır. Kazım Han, İbrahim Han'dan korkup arkadaşı Emir Aslan Han'ı tutuklatarak Tebriz'e göndermiştir. İbrahim Han, Emir Aslan Han ve kardeşi Saru Han'ı öldürtmüş ve Kazım Han'a çeşitli hediyeler ile hanlık fermanı göndermiştir.

        Nadir Şah'ın torunu Şahruh Mirza ise 1748 yılının Eylül-Ekim aylarında Horasan emirleri tarafından şah ilan edilmiştir. Bunu duyan İbrahim Han, Aralık 1748'de kendini şah ilan etmiştir. Ardından ordusuyla Şahruh Mirza ile mücadele etmek üzere Horasan'a yürümüş fakat askerlerinin isyan çıkarması üzerine önce gözlerine mil çekilmiş ve ardından öldürülmüştür.

        Şahruh Mirza'nın şah olması ile şah olmak isteyenlerin sayısı azalmıştır. Urmiye Hanı Feth Ali Han Afşar ise hâlâ şahlık hevesi içinde olanlardandır. İbrahim Han ölmeden önce Tebriz'e yönetici olarak atadığı Muhammed Han, Dünbililer tarafından öldürmüştür. Feth Ali Han Afşar, Muhammed Han'ın öcünü almak için Tebriz'e saldırmıştır. Şehri aldıktan sonra başkenti de Urmiye'den buraya taşımıştır. Bu durum komşu hanlıkları tehdit etmeye başlamıştır. Feth Ali Han Afşar, Kazım Han'a elçi göndererek kendisine bağımlı olmasını söylemiştir. Kazım Han bunu kabul etmemiştir. Aradan bir hayli gün geçmiş, birleşik Urmiye, Hoy ve Tebriz orduları Karadağ'a saldırmıştır. Bunun üzerine Kazım Han direnmekten vazgeçip Feth Ali Han Afşar'a bağlılığını bildirmiştir.

        Kazım Han, Penah Ali Han ile dostluk ilişkileri kurmuştur. Kazım Han, 18. yüzyılın ortalarında Karabağ, Gence ve Nahçıvan hanları ile Şeki Hanı Hanı Hacı Çelebi Han'a karşı ittifak kurmuştur. Fakat bu ittifak ile amacına ulaşamamıştır. İran tahtını ele geçirmek isteyenlerden biri olan Kerim Han ZendŞiraz ve İsfahan'ı aldıktan sonra 1752 yılında bugünkü Azerbaycan topraklarına saldırmıştır. Feth Ali Han Afşar ordusu ile Kerim Han Zend'ın ordusu çarpışmış bu savaşı Feth Ali Han Afşar kazanmıştır. Kerim Han Zend kaçmış, Feth Ali Han Afşar onu kovalamıştır. İran'dan kaçmak isteyen Kerim Han Zend'ı yardım edeceğini söyleyen Kürtler durdurmuştur. Diğer bir taraftan Muhammed Hasan Han'ın Urmiye'ye saldırması ile de Feth Ali Han Afşar geri dönmek zorunda kalmıştır. 1760 yılında Kerim Han Zend ikinci kez Feth Ali Han Afşar'a saldırmış ve bu sefer onu yenmiştir.

        Kerim Han Zend zaferin Şiraz şehrinde not alınacağını söylemiş, bunun üzerine birçok han bu söze inanıp Şiraz'a gelmiştir. Bu hanlar içinde Kazım Han'da vardır. Kerim Han Zend, Şiran'a gelen hanlardan Aksakalılar şurası kurmuştur. Bu şurada Kazım Han da üye olarak yer almıştır. Böylece Kazım Han, 1761 yılından itibaren Kerim Han Zend'ın hizmetine girmiştir. 1763 yılında Kazım Han ölmüştür. Yerine oğlu Mustafa Kulu Han geçmiştir.

        Mustafa Kulu Han dönemi ve yıkılışı

        Mustafa Kulu Han zamanında başkent Kürdeşt'e taşınmıştır. Mustafa Kulu Han'nın Karabağ'a saldıracağını duyan Karabağ Hanı İbrahim Halil Han, kendi ordusu ve Dağıstan'dan gelen Lezgi askerleri ile Karadağ Hanlığı'na saldırmıştır. Kürdeşt kentine büyük ölçüde zarar vermiştir. Burada yaşayan halk Ahar ve diğer şehirlere kaçmış, Mustafa Kulu Han rehin düşerek Şuşa kalesine hapsedilmiştir. Bu olay için şöyle bir rubai yazılmıştır:,

        Azerbaycan Türkçesinde

         

        Guruşt haradır? Gözəllikdə səkkizinci cənnətdədir,

        Onunla mənim qəlbim həmişə sevinirdi.

        Bunda nə hikmət var ki, Adəm behiştdən,

        mən də Guruştdan qovuldum.

         

         

         

         

         

        Türkçe

        Mustafa Kulu Han hapisde olduğu sırada tahta oğlu İsmail Han geçmiş, 1 sene tahta kaldıktan sonra hanlığın yönetimini kardeşi Necef Kulu Han almıştır. Mustafa Kulu Han, İbrahim Halil Han'dan oğlu yerine tahta geçen Necef Kulu Han'ın yakalanmasını rica etmiştir. Bu istek üzerine Necef Kulu Han yakalanıp Şuşa kalesine hapsedilmiştir. 1786 yılında İbrahim Halil Han, Mustafa Kulu Han'ı affedip yeniden Karadağ Hanı tayin etmiştir. Mustafa Kulu Han, oğlu İsmail Han'ı Ağa Muhammed Şah'a rehin vermiştir. İsmail Han Ağa Muhammed Şah'ın rehin olduğu için 1791 yılında tahta geçtiğinde Karadağ Hanlığı, Kaçar Hanedanı'nın egemenliğe girmiştir.

        1797 yılında tahta geçen Abbas Kulu Han, 19. yüzyılın başlarında General Sisianov'a mektup yazarak Rus İmparatorluğu'na bağlılığını bildirmiştir. Fakat 1804-1813 tarihli Rus-İran Savaşı'nda Rusya'ya karşı çıkmıştır. 1813'de Muhammed Kulu, han olmuştur. 1828 yılında İran, hanlığı egemenliği altına almış ve hanlık tamamen bağımsızlığını kaybetmiştir. Aynı yıl son Karadağ Hanı Muhammed Kulu Han, ailesi ve hizmetçileri ile Şuşa'ya göç etmiştir.

        Yöneticiler

        ·         Kazım Han (1747-1763)

        ·         Mustafa Kulu Han (1763-1782) (1. kez)

        ·         İsmail Han (1782-1783) (1. kez)

        ·         Necef Kulu Han (1783-1786)

        ·         Mustafa Kulu Han (1786-1791) (2. kez)

        ·         İsmail Han (1791-1797) (2. kez)

        ·         Abbas Kulu Han (1797-1813)

        ·         Muhammed Kulu Han (1813-1828)

        Soyağacı

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        I. İlyas Halife

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        I. Şemseddin Halife

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        Ahmed Halife

         

        II. İlyas Halife

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        Mahmud Sultan

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        Bayandur Sultan

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        Muhammed Kasım Han
        (ö. 1721)

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        Abdürrezzak Han
        (ö. 1729)

         

        Kazım Han
        (ö. 1763)

         

        Muhammed Hüseyin Han

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        Mustafa Kulu Han
        (ö. 1791)

         

        Necef Kulu Han
        (ö. 1818)

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

         

        İsmail Han
        (ö. 1797)

         

        Abbas Kulu Han
        (ö. 1813)

         

        Muhammed Kulu Han
        (ö. 1840)

         

         

         

         

         

         

         

         

        • Konu 4

           

          4.         Konu                    Karabağ Hanlığı         

          Konular: Karabağ’da bağımsız hanlığın oluşması; Hanlıkta sosyo-ekonomik yapı ve idarecilik; Karabağ hanlığı – Kacar ilişkileri; Kürekçay anlaşması; Karabağ Hanlığının sonu.

           Temel Okumalar:          

          -           Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 519-524;

          -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

          -           Youtube’dan değişik videolar (https://youtu.be/1g-SaqWZvqU); (https://youtu.be/cDLhfBBj_Uw)

          Ödev:

          Ders Notları:

          Karabağ Hanlığı, 1747-1805 yılları arası bugünkü Azerbaycan arazisinde yerleşmiş ve İran'ın Kacar Hanedanı egemenliği altında fiilen bağımsız olan Türk feodal devletidir. Ayrıca, bugünkü Azerbaycan ve Ermenistan arasında büyük krizlere sebebiyet veren Dağlık Karabağ bölgesi ve çevresinde varlığını da sürdürmüştür. Penah Ali Han tarafından kurulmuştur. Rus İmparatorluğu, 1805 yılında Karabağ Hanlığı'nın kontrolünü İran'dan almıştır. Fakat Karabağ'ın Ruslarca ilhakı 1813 Gülistan Antlaşması'na kadar resmileşmemiş, 1804-1813 Rus-İran Savaşı sonucu olarak İran hükümdarı Feth Ali Şah, Karabağ'ı resmen Rusya İmparatoru I. Aleksandr'a vermiştir. Hanlık 1822 yılında ortadan kaldırılmıştır. Rus İmparatorluğu içinde önce Hazar Oblastı'nın sonra da Elizavetpol Guberniyası'nın bir parçası olmuştur.

          Hanlığın topraklarının büyük bir kısmını kaplayan arazi 1551 yılında Şah I. Tahmasp tarafından Gence-Karabağ Beylerbeyliği adı altında bir yönetim birimine dönüştürüldükten sonra 1588-1605 ile 1725-1735 yılları arasında Osmanlı Devleti egemenliğinde kalmış olduğu süre dışında Karabağ Hanlığı, uzun yıllar Safevi ve devamı niteliğindeki İran hanedanlıklarının egemenliğinde kalmıştı. Hanlığın temelleri Safevi Hanedanı'nın Aras Nehri ve Kura Nehri arasındaki Karabağ bölgesini 1606 yılında Ziyadoğlu Ailesi'ne vermesiyle feodal bir mülk olarak atılmıştı. Gence şehrinden Karabağ topraklarına göç eden, soyu Cavanşir oymağına dayanan bir kişi, Karabağ'da bir kadın ile evlenmiş ve çocuğu olmuştu ve çocuğunun adını Sarıca Ali koymuştu. Sarıca Ali büyüyünce çok zengin biri olup onun malları da oğlu İbrahim Ağa'ya kalmıştı. Safevi Hanedanı'ndan sonra İran topraklarına hâkim olan Afşar Hanedanı yöneticisi Nadir Şah, İbrahim Ağa'nın oğlu Fazlali Bey'i yanına alarak eşik ağası yapmıştı. Fazlali Bey bir çatışmada ölünce Nadir Şah, bu sefer Fazlali Bey'in kardeşi Penah Ali Han'ı yanına almıştı. Penah Ali Han, bir müddet Nadir Şah'ın yanında kaldıktan sonra kaçıp Karabağ'da saklanmıştı. Nadir Şah, Penah Ali Han'ı aratsa da bulamamıştı. Nadir Şah'ın 1747 tarihinde öldürülmesi üzerine Penah Ali Han, ortaya çıkarak 1747 tarihinde kendini Karabağ hanı ilan etmişti. Penah Ali Han'ın başa geçmesiyle Karabağ Hanlığı da de facto şeklinde bağımsız olmuştu. Afşar Hanedanı'nın yeni yöneticisi Adil Şah, Karabağ hanı olarak Penah Ali Han'ı tanıdığını belirten bir ferman çıkarmıştı. Penah Ali Han'ın soyu, Cavanşir boyunun Sarıcalı oymağına dayanan Ziyadoğulları Hanedanı'ndan gelmektedir.

           Penah Ali Han dönemi

          https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/9/9f/Panah_Ali_Khan.jpg/150px-Panah_Ali_Khan.jpg

          Karabağ Hanlığının kurucusu Penah Ali Han

          Hanlığın ilk başkenti Bayat Kalesi'ydi (1748). Penah Ali Han, hanlığı koruyabilmek için 1750-1752 yıllarında bugünkü Şuşa kale-şehrini inşa ettirmiş, başkenti de buraya taşıyıp şehrin adını Penahabad koymuştu. 1750 yılında Şeki Hanlığı ile Bayat Savaşı yapılmıştı. Penah Ali Han, Meghri, Tatev, Karakilise, Kafan şehirlerini ele geçirerek Nahçıvan Hanlığı'nı ülkesine bağlamıştı.

          1752 tarihinde Penahabad şehri kurulduktan sonra, İran toprakları üzerinde hak iddia eden Kaçar Hanedanı'nın kurucularından Muhammed Hasan Han, Karabağ Hanlığı'na saldırarak Penahabad'ı kuşatmış fakat Zand hanedanı kurucusu Kerim Han Zend'ın saldırıları üzerine çekilmek zorunda kalmıştı. Muhammed Hasan Han buradan çok çabuk çekilmişti. Hatta Penahabad kalesi duvarlarının altında savaş toplarını bile bırakmıştı. Penah Ali Han, Muhammed Hasan Han'ın geri çekilen askerlerine karşı saldırı yaparak Güney Azerbaycan'daki Aras Nehri'nin karşısında bulunan Erdebil şehrini ele geçirmişti.

          1759 tarihinde Karabağ Hanlığı'nın kuvvetlenmesinden endişe eden Urmiye Hanlığı hükümdarı Feth Ali Han Afşar, hanlığa karşı bir savaş başlatmıştı. 30,000 kişilik ordusu ile saldıran Feth Ali Han Afşar'a birkaç melik destek sağlayarak yardım etmişti. Penahabad'ın kuşatılması sekiz ay boyunca devam etmiş ve Feth Ali Han Afşar, Karabağ Hanlığı'nı geçici olarak Urmiye Hanlığı'na bağlı hâle getirmişti. Karabağ hanının oğlu İbrahim Halil Han'ı ise rehin olarak Urmiye'ye götürmüştü.

          Aynı yıl, Kerim Han Zend, Urmiye hükümdarı Feth Ali Han Afşar'ı yenebilmek için oğlu Urmiye'derehin tutulan Penah Ali Han ile birlik olmuştu. Kerim Han Zend, Feth Ali Han Afşar'ı yenip Urmiye'yi aldıktan sonra İbrahim Halil Han'ı esaretten kurtararak Karabağ Hanlığı tahtına oturtmuş, eski hükümdar Penah Ali Han'ı ise Zand hanedanı'nın başkenti olan Şiraz'a misafir olarak davet edip buraya yerleşmesini mümkün kılmak suretiyle Karabağ Hanlığı'nı kendine bağlı hâle getirmeye çalışmıştı. Fakat, İbrahim Halil Han, 47 yıllık hanlık döneminde bağımısız hareket ederek Karabağ Hanlığı'nı bağlılıktan kurtarmış ve bunun yanında Gence Hanlığı'nı 1780-1785 tarihleri arasında kendine bağlı duruma getirmişti. Bu süreçte eski hükümdar Penah Ali Han ise ölümüne kadar kadar Şiraz'da yaşamıştı.

          İbrahim Halil Han dönemi

          1759 yılında tahta geçen İbrahim Halil Han, Penahabad şehrinin gelişmesine önem vererek onun etrafına çok sayıda köy kurdurup şehre kaleler diktirmiştir. Gence Hanlığı'nı kendine bağlı hâle getirmesinin yanında İrevan  ve Nahçıvan hanlıklarının topraklarının bir kısmını ele geçirmeyi başarmıştı. 1789 yılında Karabağ Ermenilerinin çıkardığı isyanı bastırmış, Sünni bir Türk ve bir şair olan Molla Penah Vâkıf baş veziri yapmıştır. Molla Penah Vâkıf, Rusya ve İran'a karşı, komşu Türk hanlıkları ile anlaşma yapmayı başarmıştır.

          Muhammed Hasan Han'ın oğlu Ağa Muhammed Şah'da 1795 yılında Penahabad'a saldırmıştır. Ağa Muhammed Şah'ın amacı eski Safevi Hanedanı zamanındaki toprakları geri almak ve İran şahı ilan etmekti. Safevi geleneklerine göre şah, taç giyme töreninden önce Kafkasya'yı kontrolü altında bulundurmak zorundaydı. Bu yüzden Kafkasya'nın kontrol altına alınması için Karabağ Hanlığı ve büyük şehri Penahabad ilk ve büyük bir engeldi.

          Ağa Muhammed Şah, 80,000 kişilik ordusu ile Penahabad şehrini kuşatmıştır. İbrahim Halil Han, uzun süreli bir savunma için halkı harekete geçirmişti. Penahabad halkından savaşa katılanların sayısı 15,000 kişiyi bulmuş, savaşta kadınlar ve erkekler birlikte savaşmıştır. Kuşatma 33 gün sürmüş ancak Panahabad şehri ele geçirilememişti. Ağa Muhammed Şah kuşatmayı durdurup Tiflis'e ilerlemiş ve burayı işgal etmişti.

          Ağa Muhammed Şah, Kafkasya'yı fethetmekte başarısız olmasına rağmen 1796 tarihinde kendini şah ilan ederek Kaçar Hanedanı'nı kurmuştu. İkinci bir Karabağ seferini de kararlaştıran Ağa Muhammed Şah, hanlığa olan saldırılarını yoğunlaştırmıştı. Penahabad halkı 1795 tarihindeki saldırıdan ve üç yıl süren kuraklıktan dolayı güçsüzleşmesinin yanında, savaş sırasında da şehir koruyucularının büyük bir kısmının ölmüş olmasından ötürü direncini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı. Ağa Muhammed Şah, Rusların Kuzey Azerbaycan'a girdiklerini duyunca Erdebil'i ele geçirmişti. II. Katerina'nın ölümü üzerine Rus kuvvetlerinin geri çekilmesi ile Ruslar ile Kaçar Hanedanı arasında savaş olmamasıyla Panahabad'ın güçsüzlüğünü fırsat bilen Ağa Muhammed Şah, 1797 yılında, Penahabad'ı ele geçirmeyi başarmış ve burada katliamlar yapmıştır. İbrahim Halil Han Dağıstan'daki Ilısu Hanlığı'na sığınmıştır. Ağa Muhammed Şah, 19 Haziran 1797 tarihinde hizmetindeki üç kişi tarafından öldürülünce İran askerleri Penahabad'dan çekilmiştir. Böylece İbrahim Halil Han, Karabağ'a geri dönerek tekrar han olmuştur.

          İbrahim Halil Han'ın yönetimi esnasında Karabağ Hanlığı komşu hanlıklar ile ve ek olarak Osmanlı Devleti ve Rus İmparatorluğu'u ile bağ kurmuştur. Bu süreçte Rusya İmparatorluğu, 1804'te Gence Hanlığı'nı ele geçirerek Karabağ Hanlığı'na kuzey sınırında komşu olmuştur. Rusya İmparatorluğu'nun Gürcistan ve Gence'yi istila etmesi üzerine İbrahim Halil Han, 14 Mayıs 1805 tarihinde Rusya İmparatorluğu ile Kürekçay Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşma ile Karabağ Hanlığı, Rusya İmparatorluğu'nun egemenliğini ve üstünlüğünü tanımak ile birlikte Rusya İmparatorluğu'na 8 bin altın rubleyi ödemeyi kabul etmiştir. Rusya İmparatorluğu da antlaşma ile Karabağ Hanlığı'nın koruyuculuğunu üstlenmiş ve Penahabad'da bir garnizon bulundurmayı kararlaştırmıştır.

          1806 yılında Ağa Muhammed Şah'ın veliahtı Feth Ali Şah oğlu Abbas Mirza'nın komutasındaki orduyu Karabağ topraklarına göndermesi üzerine İbrahim Halil Han, oğlu Muhammed Hasan'ı Gence'deki Rus komutanlarının yanına göndererek Ruslardan yardım istemiştir. İbrahim Halil Han'ın yardım isteğine karşılık 10,000 kişilik Rus ordusu Karabağ'a gelmiştir. İbrahim Halil Han, Emirliler ve Cebrayıllılardan oluşan süvarilerle Rusları karşılamışdır. Görüşmelerin ardından Karabağ ve Rus orduları Aras Nehri'ne doğru İran ordusuna karşı hareket etmişlerdir. Aslandüz denilen yerde yapılan savaşın ardından İran ordusu geri çekilmiştir. Savaşın ardından İbrahim Halil Han ve Rus orduları bir kaleye geçmişlerdir. Kısa bir süre sonra Ruslar Kürekçay Antlaşması'nı bozup Penahabad Kalesi'ni işgal etmişlerdir. Ailesi ile kaleden kaçan İbrahim Halil Han, Penahabad yakınlarındaki kayalık bir yere kamp kurmuştur. Burada İbrahim Halil Han, İran şahı Feth Ali Şah'a bir mektup yazmıştır. İbrahim Halil Han, mektupda başına gelenleri anlatıp yardım istemiş, sadakatini belirtmek için de şaha yazdığı mektubu Kur'an içine koymuştur. 2 Haziran 1806 tarihinde[23] İbrahim Halil Han, İran ordusunu beklerken, Rus komutan Lisaneviç ve ordusu birkaç Ermeni kılavuzun yardımı ile İbrahim Halil Han'ın bulunduğu yeri basmışlardır. Rus orduları, İbrahim Halil Han ve ailesinden birkaç kişiyi öldürmüşlerdir.

          İbrahim Halil Han'ın 1806'daki ölümü üzerine ortanca oğlu Mehdi Kulu Han, Rusya tarafından Karabağ Hanlığı tahtına oturtulmuştur. Rus İmparatorluğu, Rus-İran Savaşları'ndan sonra 1813 tarihinde imzalanan Gülistan Antlaşması ile ve 1828 tarihinde imzalanan Türkmençay Antlaşması ile bölgeyi egemenliği altına almıştır. Mehdi Kulu Han'ın başa getirilmesinden 1822 yılına kadar Rusya'nın diğer eyaletleriyle aynı statüde yönetilen Karabağ Hanlığı, bu tarihte tamamen ortadan kaldırılmıştır. Mehdi Kulu Han ise İran'a gitmiştir. Penah Ali Han'ın soyundan gelen Abdül Vekil Penah Han, daha sonra Büyük Horasan Emiri olmuştur. Cevanşirlerin bir kısmı Osmanlı Devleti'ne göçüp Anadolu'ya yerleşmiştir. Rusya İmparatorluğu içinde Karabağ ili kurulmuş ve bu il Rus memurlar tarafından yönetilmiştir.

          Karabağ Hanlığı'nın yönetim biçmi monarşi olsa da, hanlıklar devrinde Azerbaycan'da idari yapı daha ziyade derebeyliğini andırmaktaydı. Han devletin baş yöneticisidir. Diğer Güney Kafkasya hanlıklarında olduğu gibi Karabağ Hanlığı'nda da mülki ve cinayet işlerine şeriat kanunları, örf ve adet esasında bakılmıştır. Mahkemelerde normal cezalarla birlikte ağır işkencelere de yer verilmiştir. Ölüm hükümünü en büyük hakim gibi hanın kendisi vermiştir.

          Karabağ Hanlığı, Rus İmparatorluğu'na dahil edilmesi sırasında diğer hanlıklar içinde nüfus bakımından Şirvan Hanlığı'ndan sonra ikinci sıradadır. 90.000 ulaşa gelen nüfusu 18.500 hanede birleştirilmiştir. Tarihçilerin görüşüne göre hanlığın var olduğu dönemde nüfus sayısı ve yoğunluğu tahminen iki defa artmıştır. Penahabad'ı ziyaret eden yolculara göre Penahabad'da 18. yüzyıl ve 19. yüzyılda 2.000 ev ve çoğunluğu Müslümanlardan oluşan 10,000 civarı insan bulunmaktadır.

          Ülkedeki en büyük idari birim yöredir. Salnamelerdeki bilgilere göre Karabağ Hanlığı idari açıdan 22 yöreye bölünmüştür. Yöreler ise birkaç kentten ibarettir. Yörelerin yöneticileri naiblerdir. Naiblerin yanında darğalar ve yüzbaşılar gibi vazifeli şahıslarda bulunmuştur. Darğaların şehirlerdeki görevi polisler gibi vatandaşların huzur ve güvenini temin ile suç ve suçluyla mücadele etmektir. Yüzbaşılar ise köylerin yönetiminden sorumluydu. Karabağ Hanlığı'nın son dönemlerinde ülkede 1 büyük şehir, 638 köy bulunmaktadır.

          1806'da Rus egemenliğine giren Karabağ Hanlığı'nda siyasi istikrarın kaybedilmemesi için Ruslar, hanlığın idari işlerine karışmamıştır. A. P. Yermolov ile Mogilev'in 1823 yılında tertibini bitirdikleri "Karabağ eyaletinin tahrir defteri"ne göre, Karabağ Hanlığı "mahal"lere ve "el"lere bölünmüştü. Mahalleri yönetenlere "naib", elleri yönetenlere ise "binbaşı" denmekteydi. Her iki çeşit yönetici de doğrudan eyalet yöneticisine bağlıydı. Hanlık 18. yüzyılın ortalarında 21, sonlarında ise 25 mahal ve el'den oluşmaktaydı. Bunlar: Cevanşir, Cevanşir-Dizak, Hırdapara-Dizak, Dizak, Dizak-Cebrayıllı, Bergüşad, Çulundur, Mehri, Bağabürd, Ecenan, Küpara, Karaçorlu, Verende, Haçın, Çileberd, Talış-Gülüstan, Püsyan, Kolanı, Demirçihasanlı, Yiğirmidört, Otuziki, I. Kebirli, II. Kebirli, Sisyan ve Tatevidi'ydi.

          Karabağ Hanlığı topraklarının dağların eteklerinden Aras'ın Hudaferin Köprüsü'nden Cevad kentine kadar olan toprakların hepsi Aras Nehri suları ile sulanmıştır. Karabağ Hanlığı arazisinin üçde ikisi ovalıklardan ibarettir. 800-3000 metre yükseklikteki araziler geniş yer kapladığı için hayvancılık Karabağ halkının geçim kaynağı olmuştur. Halkın diğer geçim kaynakları ise halıcılık, çiftçilik, bahçecilik ve deri ürünleri imalidir. 19. yüzyılın başlarında Karabağ Hanlığı arazisinde 30.000 koyun ve keçi, 20.000 at, 2200 oğlak vardır. Yine bu tarihlerde bazı Hıristiyan Ermenilerin geçim kaynağı domuzcluktur. İbrahim Halil Han zamanında Karabağ Hanlığı tacirirleri Şeki Hanlığı, Şamakhi Hanlığı ve Gence Hanlığı'ndan ipek alıp hakiki ipek tekeli kurmuşlar ve onu dış pazarlara çıkarmışlardır. Meşhur Karabağ atları, ülkenin ticaretinde önemli rol oynamıştır. Ülkede 500'e yakın ileyen değirmen vardır. Karabağ Hanlığı döneminde ekonomik alanda önceki devirlere nispeten ilerleme olmuştur. Bu ilerlemenin en büyük etkeni ülke çapında ekinciliğin gelişmesidir. "Toprak ancak onu ekenlere ve ekilecek hâle getirenlere mahsusdur" prensibi esas alınmıştır. Toprağı ekilecek hâle getirip ekenler ise az miktarda toprağa sahip olanlar ve rençberlerdir. Salnamelere göre hanlıktaki topraklar han, ağalar, beyler, halk ve vakıflar olmak üzere bölünmüştür. Bu düzen Kur'ân-ı Kerîm'de ileri gelen şeriat hükümlerinden kaynaklanmaktadır.

          Karabağlıların yerleşik hayat tarzını benimsemişlerdir. Penahabad'da darphane kurulmuştur. Ülkede Penahı adında bir buçuk dirhem ölçüsünde gümüşten pul sikkesi basılmıştır. Sikkenin bir yüzünde Penahabad, diğer tarafında ise La ilahe illallah Muhammedur rasulullah sözleri yazılmıştır. Penahının altı tanesi bir manat, sekiz tanesi ise Karabağ tümeni etmiştir. Penah Han zamanındaki sikke, Karabağ Rusya tarafından ilhak edilmesinden sonra da değerini korumuştur. Savaşlar için Penahabad halkı tüfek, tabanca namluları ve silah kundakları hazırlamışlar, barut imal etmişlerdir. Hançer, kılıç hazırlayan sanatkârlar, taştan yapılma çeşitli araçlar, değirmen taşları, el değirmenleri, taş kazanlar ve başka eşyaları hazırlayan kişilerde Penahabad'da yaşamaktadır. Pazar günleri Penahabad ve çevresinde haftalık pazar kurulmuştur.

          Ülkede sanat alanında birçok gelişme olmuştur. Sanat ile uğraşanlar en çok Penahabad kentinde faaliyet göstermişlerdir.Hanlık döneminde yetişen Azeri şairler, kendilerinden önceki Farsça şiir yazma geleneğini sürdürmüşlerdir. Çünkü Farsça yazmak ediplikte üstünlük sayılmıştır. Ancak şairler Farsça'nın yanında kendi dilleri olan Azerice ile de şiirler yazmışlardır. Hanlığın en önemli şairlerinden biri Molla Penah Vakıf'tır.[32] Halk dokumacılığa önem vermiştir. Değirmenin hisseleri taştan ve tahtadan hazırlanmıştır.

          Yöneticileri:

          Ziyadoğlu Ailesi beylerbeyleri

          ·         Muhammed Kulu Han (1605 - 1625)

          ·         Davud Han (1625 - 1631)

          ·         Muhammed Kulu Han (1631 - ?)

          ·         Makhitar (1728 - 1730)

          ·         Uğurlu Han (1730 - 1738)

          Nadir Şah idaresi

          ·         İbrahim Han (1739)

          ·         Afşar Hanedanı merkez idaresi (1739-1747)

          Cavanşir Hanedanı hanları

          ·         Penah Ali Han (1747 - 1759)

          ·         İbrahim Halil Han (1759 - 1806)

          ·         Mehdi Kulu Han (1806 - 1822)

          • Konu 5

            5.         Konu             Kuba Hanlığı                   

            Konular:   Kuba Hanlığının oluşması; Kubalı Fethali Han’ın genişleme politikası;

                                 Kubalı Şeyh Ali Han.

            Temel Okumalar:

            -           Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 528-532;

            -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

            -           Youtube’dan değişik videolar.( https://youtu.be/_76MJr4tuP4); (https://youtu.be/1F16jetvN10)

            Ders Notları:

            Kuba Hanlığı (1726-1806), 1726 yılında Hüseyin Ali Han tarafından kurulmuştur. Oğlu Feth Ali Han (1758-1789) Azerbaycan'ın hanlık sistemini yok ederek birleştirmek gibi büyük emeller peşinde koşmuştur. Rus İmparatorluğu'nun Kafkasya'ya girmesinden sonra bu hanlık da 1806 yılında istiklâlini kaybetmiştir.

            1650'de kurulan Kuba Hanlığı yüzölçümü bakımından geniş ancak Safevi Devleti'ne bağlı bir hanlıktı. Dağıstan'ın ve Derbent Hanlığı'nın ortaya çıkıp o bölgeye sahip olan Şirvan Hanlığı'nın güney doğuya kaymasının ardından Kuba Hanlığı'nın toprakları iyice daraldı.

            Derbent'in 3 Temmuz 1806'da Rusya tarafından işgal edilmesiyle Hanlık da Rusya'ya tâbi oldu. 1820'de hanlığın tüm toprakları Rusya'ya ilhak edildi. İran bu fetihleri 1828 tarihli Türkmençay Antlaşması ile kabul etti.

            Kuba Hanları

            ·        Hüseyin Han (1689)

            ·         Ahmed han (1689-1718)

            ·         Sultan Ahmed Han (1698-1718)

            ·         Hasan Ali Han (1718)

            ·         Hüseyin Ali Han (1718-1757)

            ·         Feth Ali Han (1757-1788)

            ·         Şeyh Ali Han (1790-1819)

            ·         Hasan Han (1796)

            • Konu 6

              6.        Konu            İrevan  Hanlığı                

              Konular:  İrevan  Hanlığının oluşması; Hanlığın komşularla ilişkileri; İrevan  

                               Hanlığındaki Ermeni nüfusu; İrevan  Hanlığının işgali.

              Temel Okumalar: 

              -          İrəvan xanlığı (Rusiya işğalı və ermənilərin Şimali Azərbaycan torpaqlarına köçürülməsi), Bakı, 2010;

              -          Səməd Sərdariniya, İrəvan müsəlman sakinli vilayət olmuşdur, Bakı: Zərdabi nəşriyyatı, 2014;

              -          Fuad Əliyev, Urfan Həsənov, İrəvan xanlığı, Bakı: Şərq- Qərb, 2007 (PDF şekli);

              -          Elçin Qarayev, Azərbaycanın İrəvan bölgəsinin tarixindən (XVII yüzilliyin sonu–XIX yüzilliyin ortalarında), Bakı: Mütərcim, 2016.   

              -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

              -           Youtube’dan videolar:

              https://youtu.be/EPAbcMuTO1E); https://youtu.be/vhB7wClyqfA; https://youtu.be/cy169HPvD5c;

              https://youtu.be/klufKWGeeec

              Ders Notları:

              İrevan  Hanlığı, merkezi günümüzdeki İrevan  şehrini başkent olarak seçen ve 1747 ile 1828 yıllarında faaliyet gösteren hanlıktır.

              İrevan  Hanlığı, 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın başlarında diğerlerine oranla kuvvetli bir stratejik bir duruma sahip olan Güney Kafkasya Türk hanlıklarından birisiydi. Bölge halkının idarecilere olan sosyo-kültürel açıdan bağlılık gösterip merkezi devlet otoritesini reddeden geleneği ve o yıllarda Rus Çarlığı'nda ve İran'da yaşanan siyasi çekişmelerden ötürü ortaya çıkan otorite boşluğu İrevan  Hanlığı'nın kurulmasındaki başlıca etmenlerden olmuştur.

              İrevan  Hanlığı, Safeviler Devleti'nin dâhilinde Çukursa'd (İrevan  Beylerbeyliği) adlı arazide kurulmuştu. Çukurs'ad Beylerbeyliği İrevan  şehri ve çevresini, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin Şerur ve Sederek rayonlarını, Türkiye'nin Iğdır ilini ve aynı zamanda Beyazıt Kalesi'ni içine almaktaydı. Beylerbeyliği, Kaçar boylarının temsilcileri yönetiyordu.

              Azerbaycan hanlıklarının bulunduğu topraklardaki halk, inancı ve kültürü gereği aşiret reisinin, boy beyinin ya da han olarak kabul ettiği önderin dışında hâkim devletin merkez yönetimine bağlanmayı reddetmekteydi. Bu nedenle toprakların önceki hâkimi Safeviler Devleti de Azerbaycan vilayetlerininin idaresini yerli-güçlü sülalelerin içinden çıkan boy beylerine veya hanlara bırakmak zorunda kalmıştı. Vilayetlerdeki yönetime atanan kimselere de mevkilerine uygun olarak toprak verilirdi. Bu tür toprak sahibi aileler, devlete verginin yanında istendiğinde yardımcı kuvvet olarak gönderilmek üzere bir miktar asker de beslerdi. İlerleyen zamanda, toprak sahipleri devlet otoritesinin boşluğundan faydalanarak, işlettikleri toprakları özel mülk hâline getirmeye başladılar. Böylece, geniş arazileri içine alan toprakların yönetimi irsi olarak belirli bir sülalenin eline geçmesi ailelerin devlet hâlinde teşkilatlanmaları için zemin oluşturmaktaydı. Safevî şahı III. Abbas'a isyan eden Afgan kabilelerinin Safevî Devleti'nin başkenti İsfahan şehrini ele geçirmeleri dolayısıyla 1722 yılında bu devlet çökmüş ve Afganların lideri Mir Mahmut, İsfahan'da tahta çıkıp Hotakî hanedanı yönetimini başlatmıştı. Ancak Afganlar, eski Safeviler Devleti'nin topraklarının tamamında yönetimi ele geçirmemişlerdi. Rus Çarlığı ve Osmanlı Devleti de mevcut durumdan yararlanarak Safevi mirasından kendi paylarını almaya çalışıyorlardı. Ağustos 1724 tarihinde İrevan  şehri Osmanlılar tarafından ele geçirildi.

              Osmanlılar İrevan  şehri ve çevresini 1735 yılına kadar yönettiler. Afşar boylarından olan Nadir Şah'ın yönetimindeki Afşar Hanedanı'nın 1736'da yeniden kurulması ve kuvvetlenmesi dolayısıyla adı geçen arazi yeniden İran'ın yönetimine geçti. 1736 yılında Nadir Şah, Muğan Kurultayı'nda kendisini şah ilan ederek resmen Safevî sülalesinin hâkimiyetine son verdi. Nadir Şah bu dönemde güvenilir adamı Pir Mahmut Han'ı, İrevan  Beylerbeyi olarak atadı. Nadir Şah'ın büyük bir ordusu vardı. Bu da halkın vergi yükünün ağırlaşmasına neden oluyordu. Daha 1740'lı yılların başlarında diğer şehirlerin yanı sıra İrevan  şehrinde de fakirden zengine kadar birçok kişi gereken vergileri ödeme durumunda olmadıklarından dolayı isyan ederek dağlara çıkmıştı. Sayısız isyanlar, Nadir Şah Afşar'ın devletinin temelini sarstı ve 1747'nin Haziran ayında Şah, sarayda bir suikast sonunda öldürülünce Afşar Hanedanı iç karışıklıklar içerisinde kaldı. Yeniden özgürlüğünü kazanan Azerbaycan topraklarında egemenlik süren toprak sahipleri tarafından tek bir devlet yerine on dört bağımsız hanlık ve bunlara bağlı olmak üzere küçük sultanlıklarla meliklikler kuruldu.

              Serdar Büyük Hüseyin-Ali Han, şehirde büyük çaplı onarım yapmış, su kanalları tesis etmiş ve en önemlisi 1760'ta Gökmescid’i İrevan ’a kazandırmıştır.

              Merkezi yönetimin çökmesini müteakip kurulan hanlıklardan birisi de İrevan  Hanlığı'ydı. İrevan  Hanlığı'nın temelini, Erivan'da İran yönetimine karşı isyana liderlik yapan yerli zenginlerden Mir Mehdi Han’ın attığı kaynaklarda geçer. Mir Mehdi Han, kendisini 1747'de han ilan etti ve İrevan  Hanlığı tarih sahnesine çıkmış oldu.

              İrevan lı Mir Mehdi Han, kendi arazisini genişletmek amacıyla 1748 yılının başlarında Urmiye Hanlığı'na saldırdı ve bazı bölgeleri ele geçirdi. 1749 yılında Karabağ hanı Penah Ali Han, İrevan  Hanlığı'na saldırarak Eçmiadzin çevresindeki toprakları yağmalayıp, geri döndü. Hanlıktaki Ermeniler bu olaydan yararlanarak yardım için Gürcü çarları olan II. Teymuraz'a ve oğlu II. İrakli'ye  baş vurdular. İrevan  topraklarını ele geçirmek isteyen Gürcü çarları Eylül 1751'de hanlığa saldırarak Mir Mehdi Han'ın ordusunu yendiler ve buradan da Tebriz'e kadar ilerlediler. Bu olaydan sonra İrevan  hanı, Gürcü çarlarıyla birlikte olmaya söz verdi.

              Bu nedenle de, İrevan  hanı, Gence hanıyla birlikte II. Teymuraz ve II. İrakli'nin 1751 yılında Şeki hanı Hacı Çelebi Han'a karşı savaşa katıldılar. Ancak saldırıda Hacı Çelebi Han, Gürcü çarlarını ve müttefiklerini yendi.

              1748 yılında Mir Mehdi Han tarafından yenilen Urmiye hanı Feth Ali Han Afşar, eskiden Nadir Şah'ın yanında hizmet eden, şimdi özgür olan Afşar-Afgan çeteleri kendi tarafına çekti ve onları bir kısım Urmiye savaşçısıyla beraber İrevan 'a gönderdi. Bu ordunun ön birlikleri İrevan  Kalesi'ni kuşattı. İrevan  Ermenileri yeniden Gürcü çarlarından yardım istediler. Gürcü ordusu II. İrakli'nin komutasında İrevan 'a yürüdü ve sayıca az olan İrevan 'daki öncü birlkleri yendi. Ama vazgeçmemiş olan Urmiye Afşar-Afgan ordusunun yaklaşığını gören Gürcü çarları İrevan  çevresini terk etti. Ordu kolaylıkla İrevan  Kalesi'ne girdi ve II. İrakli'yi takip etti. İki taraf arasında yapılan kısa savaş sonrası sonrası II. İrakli kendisi için ağır koşullar içeren bir barış antlaşması imzaladı. Çetelerin kumandanı, Güney Azerbaycan'a döndüğünde Mir Mehdi Han'ın yerine Halil Han Özbey'i İrevan 'da hanlık tahtına oturttu.

              Afşar ve Afgan orduları Azerbaycan'ı bırakıp gittikten sonra Gürcü çarları yeniden Azerbaycan hanlıklarını ele geçirme politikalarına devam ederek 1752 yılında Kuzey Azerbaycan'ın en kuvvetli hanı olan Hacı Çelebi Han'a karşı yeniden harekât başlattılar. Çarlar birçok Azerbaycan hanını, İrevan  hanı da dâhil olmak üzere, Hacı Çelebi Han'a karşı savaşı görüşmek ve konuşmak amacıyla Gence yakınlarında bir yere çağırarak hapsetti. Hacı Çelebi Han'ın büyük orduyla geldiğini gören Çarlar hapsettikleri Azerbaycan hanlarını alarak Tiflis'e doğru hareket ettiler. Hanlar, Hacı Çelebi Han'a onları bıraktırmaları için gizli yolla haber saldılar. Hacı Çelebi Han, Tiflis yakınlarında Gürcü çarlarına yetişti. Gürcüler, hanları bırakıp şehre kaçtılar ve kendi hanlıklarına dönen diğer hanlar gibi İrevan  hanı da İrevan 'a döndü.

              Halil Han Özbey'i İrevan 'da destekleyenler çok az olduğundan, yerli feodal, Hasan Ali Han Kaçar ihtilal yaparak hanlık tahtını ele geçirdi. Hasan Ali Han toplam 4 yıl hanlık yaptıktan sonra 1759 yılında bu görevi kardeşi Hüseyin Ali Han'a devretti. 1756 ve 1769 yıllarında II. İrakli yeniden İrevan   Hanlığı'na saldırdı ve Hüseyin Ali Han'ı Gürcü hazinesine belli miktarda vergi vermek zorunda bırakarak kendisine bağlı hale getirdi. İran'da yönetimi ele geçiren ve şah vekili unvanını kullanan Kerim Han Zend, Hüseyin Ali Han'a II. İrakli'ye artık vergi vermemesini teklif ederek onu savunacağına söz verdi. Bunun üzerine Hüseyin Ali Han, II. İrakli'ye vergi ödemeyi kesti.

              1779 yılında Kerim Han Zend öldükten sonra İran ve Azerbaycan'daki iç çekişmelerden yararlanan Gürcü Çarı II. İrakli, yeniden İrevan lı Hüseyin Ali Han'dan vergi istedi. Hüseyin Ali Han'ın bunu kabul etmemesi üzerine II. İrakli, 20 bin kişilik bir orduyla hanlığa saldırdı. Savunmayı aşamayan çar, geri dönmek zorunda kaldı. Gürcü Çarı döndüğünde İrevan   Hanlığı'ndan kendisiyle birlikte 1600 Hristiyan ile 700 Müslüman ailesini de götürdü. Hüseyin Ali Han, Osmanlı Devleti'nin desteğine güvenerek Gürcistan'a götürülmüş ailelerin geri verilmesi talebinde bulundu. II. İrakli, bunu kabul etmese de, Hüseyin Ali Han'la barış antlaşma imzaladı. Buna göre, Hüseyin Ali Han, II. İrakli'ye yılda 30 bin manat vergi vermeyi kabul etti. Hatta, bazı kaynaklardaki bilgilere göre İrakli bu miktarı 50 bin manata kadar yükseltmişti.

              Hüseyin Ali Han bir müddet sonra yine II. İrakli'ye bağımlı olmaya itiraz etti. Bunun üzerine, Gürcü orduları sık sık İrevan 'a saldırmaya başladı. Osmanlı Devleti'ni rahatsız eden bu durum karşısında, II. İrakli bir nota ile uyarıldı.[11] Sultanın emriyle İrevan 'daki durumu öğrenmek için Kars'tan üç tüccar buğday almak maksadıyla İrevan'a gönderildi. Tüccarlar İrevan lıları mücadele etmeleri konusunda teşvik edip ihtiyaçları durumunda Müslüman ve Türk devleti olduklarından hanlığı koruyacağına dair devlet adına söz verdiler. Bir süre sonra da, Kars valisi tarafından hanlığa para ve hediyeler gönderildi. Bu olaylardan sonra, Osmanlı-İrevan yakınlaşmasının başlaması hanlık içerisinde yaşayan Ermenileri hoşnut etmedi ve bundan dolayı Ermeniler Rus İmparatorluğu'na elçi göndererek Rus hükümetinden onları himaye etmelerini istediler.

              1783'te Erivan'da isyan sonucu Hüseyin Ali Han'ın öldürülmesi, hanlıkta bir iç karışıklığa neden oldu. II. İrakli, durumdan yararlanarak İrevan  Hanlığı üzerinde baskı kurmak istedi. Bu amaçla kayın biraderini bir kısım silahlı güçle İrevan'a göndererek Gürcülere yakın olan Ahmed Han'nı tahta çıkarması görevini verdi. Ancak kayın biraderi İrevan 'a yaklaştığında Hüseyin Ali Han'ın büyük oğlu Gulam Ali Han'ın tahta oturduğu haberi duyuldu ve kayın birader geri dönmek zorunda kaldı.

              1784 yılının başlarında Osmanlı temsilcisi Halil Efendi, DağıstanŞirvan ve Karabağ'da bulunduktan sonra, bir süre İrevan 'da kaldı. Halil Efendi, Gulam Ali Han'ı II. İrakli'ye vergi vermemesi konusunda ikna etti. Rus orduları Kafkasya komutanı General Potyomkin, bu durum karşısında II. İrakli'ye Erivan'ı almayı önerdi. Bu arada Kars, Erzurum ve Beyazıt'ın temsilcileri Erivan şehrindeydiler. Temsilciler, İrevan  hanına babasının ölümü nedeniyle taziye ziyareti ve Rus-Gürcü ittifakına karşı ittifak için gelmişlerdi. Fakat, 1784 yılının yazında Gulam Ali Han öldürüldü. Tahta, Hüseyin Ali Han'ın 12 yaşındaki oğlu Mehmed Han çıktı. Mehmed Han'ın annesi Gürcü olduğundan II. İrakli tarafından etki altındaydı. Kısa süre sonra genç hanın öldürülmesi üzerine, İrevan 'ın Gürcülerin eline geçeceği tehlikesini önlemek için Osmanlı hükümeti, 1784'te Hüseyin Ali Han'ın damadı Muhammed Han'ı İrevan  tahtına çıkardı. Sultan I. Abdülhamit, İrevan 'ın yeni hanıyla iyi ilişkiler kurdu.

              Rusya ve müttefiği II. İrakli, İrevan 'ın Osmanlı kontrolüne girmesine tarafsız kalamazdı ve bu sebeple de İrevan 'daki taraftarlarını desteklemek amacıyla oraya 2,000 kişilik ordu gönderdi. II. İrakli'nin baskısıyla Muhammed Han, komşusu olan Osmanlı valisine mektup göndererek II. İrakli'nın tarafında olduğunu bildirdi. Bunun üzerine, Osmanlı Devleti İrevan 'ı alma niyetini belli etti. Bu niyeti öğrenen Kafkasya sınırındaki Rus ordusunun kumandanı, General R. S. Potyomkin'e merkezden Osmanlılar İrevan 'a doğru geldiklerinde ne yapması gerektiğini de söylenmişti. Temmuz 1787'de Gürcistan'daki Rus temsilcisinin raporunda, İrevan 'a saldırıldığında diğer Azerbaycan hanlıklarının da Osmanlı Devleti'ne destek çıkacağı belirtilmekteydi ve bu nedenle saldırıdan vazgeçildi.

              1795 yılında İrevan  Hanlığı güneyden yeni ve daha kuvvetli bir tehlikeyle karşılaştı. Kerim Han Zend öldükten sonra İran'da Şahlık uğruna Zend Hanedanı içerisinde yaşanan taht kavgalarını Mart 1794'te bitiren ve şahlık rejimini sağlamlaştırmak isteyen Ağa Muhammed Han Kaçar sona erdirdi. Devletin eski arazisini geri almak ve aynı zamanda da Güney Kafkasya'yı da kendisine bağlı hâle getirmek isteyen Ağa Muhammed Han, 1795 yılının ilkbaharında Kuzey Azerbaycan'a ve Gürcistan'a doğru askeri harekâta başladı. Bu kapsamda kardeşi Ali Kulu Han'ı 20.000 askerle İrevan  Kalesi'ni almaya gönderdi. İrevan , yapılan kuşatmaya 35 gün dirense de, İrevan lı Muhammed Han teslim olmak zorunda kaldı. İran hazinesine yılda 8 funt (tartı birimi) altın ve 80 bin manat göndermeyi kabul etti. İrevan  Hanı aynı zamanda gerektiğinde kendi askeri birliğiyle Kaçar Hanedanı'nın hizmetine girmeyi taahhüt etti.

              1796'da Ağa Muhammed'in Horasan ve Türkmenistan'daki küçük çaplı ayaklanmaları bastırmak üzere bölgeden ayrılmasını fırsat bilen II. Katerina, Kafkasya'ya saldırarak aralarında Gence, Bakü ve Şirvan'ın da olduğu birçok şehri ele geçirdi. Ancak, II. Katerina'nın yerine geçen I. Pavel, Rus ordusunu bölgeden çekti. Osmanlı Devleti'ne isyan eden bir paşayı destekleyerek Osmanlı-İrevan  Hanlığı ilişkilerini kötüye çeviren Muhammed Han'a karşı Kars Paşası ile Rusya'nın Kafkas Ordu kumandanı ittifak yaparak Muhammed Han'ı yendiler. Ağa Muhammed Han, kendine sadık olmayı reddeden İrevan lı Muhammed Han'ı görevden aldı ve yerine kardeşi Ali Kulu Han'ı atadı.

              Ağa Muhammed Han'ın 1797'de Şuşa'da öldürülmesinden sonra yerine geçecek bir çocuğu olmadığından yeğeni Feth Ali Şah Kaçar hükümdar oldu. Feth Ali Şah, ordularını Kuzey Kafkasya'ya, özellikle de İrevan 'a yöneltti. Sisyanov, İran orduları ulaşıncaya kadar İrevan  Kalesi'ni almak için şehri toplarla ateşe tuttu. Rusya İmparatorluğu ise 1803 yılından başlayarak Kuzey Azerbaycan hanlıklarını ele geçirmeye başladı. Kafkasya'daki Rus ordularına yeni başkomutan olarak Kafkasya Genel Valisi Pavel Sisyanov atandı. Stratejik konumu nedeniyle İrevan  Kalesi'ni almak isteyen Sisyanov, 1804 yılında Mayıs ayının ortalarında İrevan 'a yürüdü. Rus ordularının Azerbaycan'a yürüyüşü İran'ın öfkesine neden oldu ve Haziran 1804'te tarihlerinde 1804-1813 Rus-İran Savaşı başladı.

              İran hükümetinin yönetiminden çıkarak 200 atlısıyla Ruslara katılan Hoylu Cafer Kulu Han, Sisyanov'la Feth Ali Han'ın ordularının İrevan 'a yaklaşarak, kaleyi kuşatan Rus ordusuna iki yandan darbe indirmek istedikleri yönündeki istihbaratı paylaştı. Sisyanov hemen İran ordularını önlemek için iki grup ayırarak İran ordularının kaleye yaklaşmalarına izin vermedi. Rus ordularının kaleye saldırısı başarısızlıkla sonuçlandı, aynı zamanda Ruslar sık sık hem kaledeki İrevan  savaşçılarının, hem de kaleyi kuşatımdan kurtarıp tekrar egemenlikleri altına almaya çalışan İran askerlerinin saldırısına uğruyorlardı. Erzağı tükenen ve ikmal yolları tıkanan Ruslar, General Sisyanov'un emriyle Eylül başında İrevan 'dan geri çekildi. Rus ordularının İrevan 'dan çekilmesinden sonra İrevan lı Muhammed Han yeniden tahta geçirilse de, Ruslarla iş birliği teklifinin Feth Ali Han tarafından öğrenilmesiyle tekrar görevden alındı. Feth Ali Han, 1807'de boşalan tahta yakını ve akrabası olan Hüseyin Kulu Han'ı oturttu.

              İrevan  Kalesi'ni almaktan vazgeçmeyen General Sisyanov, 1806'da Bakü Kalesi yakınlarında öldürülünce General İvan Gudoviç, Kafkasya'daki Rus ordularının yeni komutanı oldu. Kafkasya'da Rusya'nın kuvvetlenmesinin Osmanlı'yı rahatsız etmesinden ötürü 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Osmanlı ile savaşın başlaması Rusya'nın birçok cephede savaşmasına sebep oldu.

              1808 yılı Eylül ayının başlarında General Gudoviç, 6.000 kişilik ordu ve 12 topla İrevan 'a doğru yürüdü. Aynı zamanda, Karabağ'daki Rus gruplarının reisi olan General Nebolisin'e ordusuyla Nahçıvan yönüne hareket etmeyi emrederek İranlıların İrevan 'a yardım etmesini önlemek istedi. 1808 yılı sonunda İrevan 'ı alamayan General Gudoviç, kuşatmadan vazgeçerek Tiflis'e döndü. Böylece Rus ordularının İrevan 'ı ele geçirmeye yönelik ikinci çabası da boşa çıktı. Nihayet 1813 yılında 1804-1813 Rus-İran Savaşı, İran'ın yenilgisiyle sonuçlandı. 12-24 Ekim 1813 tarihlerinde Karabağ'da Rusya-İran arasında Gülistan Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre İran nüfuzunda kalması kararlaştırılan İrevan  Hanlığı ile Nahçıvan Hanlığı dışındaki ŞirvanKubaBaküGenceKarabağŞeki hanlıkları Rusya'ya katıldı.

              Bu yenilgiyi kabullenemeyen Feth Ali Şah, Britanyalı diplomatların da kışkırtmasıyla Temmuz 1826'da Rusya İmparatorluğu'na saldırarak 1826-1828 Rus-İran Savaşı'nı başlattı. Savaşın ilk günlerinde İran ordusu Kuzey Azerbaycan'ın içlerine doğru epey ilerlese de sonradan Rus ordusunun saldırısı sonucu geri çekilmek zorunda kaldı. Kafkasya'daki Rus ordularının başkomutanı General İvan Paskeviç, İrevan  Kalesi'ne saldırsa da, İrevan  ordusunun kuvvetli direncinden ötürü kalenin kuşatılmasından geçici olarak vazgeçerek Nahçıvan'a doğru yürüdü. Bundan sonra Paskeviç, yeniden İrevan  üzerine saldırı başlattı. Rus komutanlığı İrevan  Kalesi'ni kuvvetli top ateşine tuttu ve 1-13 Ekim 1827'de top ateşine dayanamayan İrevan  ordusu teslim oldu. Bu zaferin karşıliğında Çar hükümeti General Paskeviç'e daha savaş bitmeden "Graf Paskeviç İrevan ski" (İrevan  Kontu Paskeviç) unvanı verildi.

              1826-1828 Rus-İran Savaşı'nda da İran yenildi. 21 Şubat 1828'de Tebriz yakınlarında yapılan Türkmençay Antlaşması'na göre İran, İrevan , Talış ve Nahçıvan Hanlıklarını Rusya'nın yönetimine bıraktı.

              Yayılma siyaseti güden Ruslar Kafkasya'da Osmanlı nüfuzunun dışında kalan yerleri ele geçirmeye başladı. Bu durum İran, Osmanlı Devleti ve Rusya arasında bölgesel bir rekabete yol açtı. 1803 yılından başlayarak hanlıkları ele geçiren Ruslar'ın Kafkaslar'daki yayılma siyaseti Türkmençay Antlaşması ile neticelendi. Rus Çarı I. Nikolay, 21 Mart-2 Nisan 1828 tarihli fermanıyla İrevan  ve Nahçıvan Hanlıklarını kaldırarak bunların yerinde "Ermeni vilayeti" oluşturdu. Böylece Rus hükümeti Osmanlı ve İran sınırlarında yapay olarak Hıristiyanlardan oluşan vilayet kurmaya başladı. Kısa bir süre içinde bu vilayeti Ermenileştirmek için İran'dan buraya 40.000'den fazla Ermeni göç ettirildi.

              II. Rusya-İran Savaşı, 10 Şubat 1828 tarihinde, Tebriz yakınlarında Türkmençay şehrinde imzalanan Türkmençay Antlaşması'nın imzalanması ile sona erdi. Anlaşmanın 15. bendi uyarınca, İran devleti ülke topraklarında yaşayan Ermeni kökenli halkın Güney Kafkasya'ya göç etmesine engel olmayacaktı. Neticede Osmanlı İmparatorluğu'nda ve İran'da yaşayan Ermeniler Güney Kafkasya'ya gönderildi. Ermeni aileler ilk olarak, KarabağŞekiNahçıvanErivanGöyçe ve Şamahı'ya yerleştirildi. Sadece Berde'ye, 1828'in sonuna kadar binden fazla Ermeni aile iskân ettirildi.

              Q.D. Lazarev ve İ.F. Paskeviç gibi Rus generalleri, Ermenileri daha çok Erivan bölgesine göç ettirmeye çalıştılar. Generallerin bu çabası boşuna değildi. Zira İrevan  Hanlığı'nın arazisi, Osmanlı İmparatorluğu'na, Gürcü Hanlıklarına ve Nahçıvan tarafından da İran'a komşuydu. Arazinin bu stratejik konumu, bu üç komşu devlete de baskı uygulamaya imkân tanımaktaydı. Bu nedenle Ermeniler sonradan buraya iskân ettirilmeye devam edildi. Ermeni asıllı Bebudov'un başkanlığında teşkil edilen özel bir komite vasıtasıyla, planlı bir Ermeni göçü ve iskânı politikası yaratılmaya çalışıldı. 1828 yılının Şubat ayından Mayıs ayına kadar, 948 Ermeni ailesi Erivan'a göç ettirildi. Daha sonra da Nahçıvan və Erivan Hanlıklarının toprakları üzerinde, yoktan bir "Ermeni vilayeti" yaratılmış oldu.

              Devlet teşkilatı[değiştir | kaynağı değiştir] Hanlıklar devrinde Azerbaycan'da idari yapı daha ziyade derebeyliğini andırmaktaydı. Diğer hanlıklarda olduğu gibi İrevan  Hanlığı'nın yönetim basamağının en yüksek kısmında han, sonra hanın veziri daha aşağılarda zengin beyler, ordu kumandanları ve emirler sıralanıyordu. Din adamları, çiftlikte uğraşan yarı yerleşik elat (göçebe) beyleri-ilbeyler de bu sıralamaya giriyorlardı. İlbeyler savaş dönemlerinde hizmetleri karşılığında ahalinin topraklarını yönetip gelirlerini toplama hakkına sahiptirler. Savaş zamanı elat beyleri, yönetimlerinde olan göçebelerle birlikte, silahlanarak hanın huzuruna çıkmalıydılar. Bu zümreler vergilerden muaftı. Zabıta işleri hanın tayin ettiği nsipler tarafından yürütülürdü. Sınırlar içerisindeki güvenlik "çapar" olarak adlandırılan kolluk kuvvetleri tarafından sağlanırdı. Güvenliğin tam olarak sağlanabilmesi için önemli noktalara kurulan karakollara ise "çaparhane" adı verilirdi. Çaparlar, bu görevlerinin dışında istihbarat ve posta işlerine de bakarlardı. Hanlıkların tamamında adalet işleri kadılar tarafından yürütülürdü. Mülki ve idari işler genellikle şeriat hükümlerine ve örf üzerine tanzim olunurdu.

              Hanlıkta hükümet işlerinin yürütüldüğü yer olan "divanhâne", aynı zamanda en yüksek idari mahkemeydi. Bilinen divan üzyeleri; Vezir, Müstevfi, Kalebeyi, Divanbeyi, Kadı, Hazinedarbaşı ve Mirza gibi yüksek rütbeli devlet görevlileriydi. Divanbeyi, hukuki meselelerin görüşüldüğü oturumlarda hanın danışmanlığını yapmaktaydı. Kadılar, mahkemelerin başında bulunan ve adalet işlerinin doğrudan yürütülmesinde doğrudan sorumlu olan devlet görevlileriydi. Mirzalar, hanın şahsi tasarrufunun idaresiyle meşgul olmakla birlikte, halktan toplanan vergileri ve harç adı altında alınan paraları özel defterlere kaydederlerdi. Dış ülkelerden ve komşu hanlardan gelen mektup ve fermanları halkın huzurunda okuma ve bunları cevaplama görevi de olan mirzalar, hanlık dışına elçi olarak da gönderilmekteydi.

              Uzun süren savaşlar neticesinde Erivan'ın nüfusu 1804 yılında 6,000 kişiye kadar gerilemişti. 1827 yılındaysa şehrin nüfusunun sadece %20'lik bir kısmını Hristiyan Ermeniler, geri kalanını ise Azerbaycan Türkü, Fars ve Kürt Müslümanlar oluşturmaktaydı.

              Hanlığın varlığını sürdürüğü süre boyunca, nüfusunun büyük kısmını ErmenilerFarslar (büyük kısmı Başkent etrafında yerleşmiştir), Türk aşiretleri (yerleşik ve göçebe), Kürtler (genellikle göçebe) oluşturmaktaydı.

              18. yüzyılın sonuna ve 19. yüzyılın başına başlarına kadar, Erivan şehrinde Ermeniler çoğunluktaydı. Rusya'nın bölgeyi fethetmesinden sonra yapılan nüfus sayımında toplam Ermeni nüfus, Müslümanların %20'sine kadar düşmüştü.

              Hanlıkta yaşayan Kürtlerin bir kısmı Sünni olmakla beraber, Müslümanların büyük bölümü Şii idi. Bölgede, Ezidilik de kendisine hatırı sayılır sayıda takipçi bulmuştu.

              Hanlık, 1828 yılında Rus İmparatorluğu tarafından ilhak edildikten sonra, Müslüman nüfusun büyük kısmı (AzerilerKürtlerLezgiler ve çeşitli göçebe aşiretler) İran'a göç ettiler. Daha önce İran'a giden on binlerce Ermeni de tekrar bu topraklara döndüler. Müslümanlardan boşalan arazilere yerleştirilerek iskân ettirildiler. Ermeni göçü, gittikçe azalan ölçülerde olsa da, 19. yüzyılın sonuna kadar devam etti.

              Hanlığın ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıydı. Azerbaycan'da arazinin mülkiyet hakkı hana aitti. Fakat hana ait olan arazilerin idaresine tayin edilen beylere hanlar, toprak üzerinde yaşayan ve onu kullanan halktan belirli miktarda vergi alma yetkisi vermişti. Ancak bu hak, hanın izni olmadan kesinlikle babadan oğula geçmezdi. Diğer Azerbaycan hanlıklarında olduğu gibi İrevan  Hanlığı'nda da aşağıdaki çeşitlerde topraklar vardı:

              1.     Divanî Devlet Toprakları: Bu topraklar daha önceleri olduğu gibi bütünlükle devlet hazinesinin elinde değildi. Bu toprakların önemli hissesi Han ve onun aile üyelerinin eline geçmişti.

              2.     Halise Toprakları: Hanedan üyelerine ait topraklar.

              3.     Mülk Toprakları: Zengin beylere ve ağalara ait topraklar. Bu arazileri almak, satmak veya bağışlamak mümkündü.

              4.     Vakıf Toprakları: Din ocaklarına, camilere, kutsal yerlere ait topraklar.

              5.     Cemaat Toprakları: Köy halkına ait topraklar.

              Birçok yüksek zümre vergilerden muaf olsa da, vergilerin büyük bir kısmı çiftçiler ve göçebelerin de dâhil olduğu köylü zümresinden toplanırdı. Çeltikpamuk ve ipek yetiştirme gibi daha ağır işlerde çalışan rençperlerin durumu daha zordu. Toprağı ve iş aleti olmayan rençperler han, sultan, melik ve diğer zenginlerin topraklarında çalışırlar ve elde ettikleri ürünün sadece üçte birini alabilirlerdi. Bazen aç kalan ve fakirleşen köylüler kendi topraklarını satarak rençperlik yapmak zorunda kalıyorlardı. Bazen de diğer hanlıklardan kaçan köylüler de rençperlik yapıyorlardı.

              Bölgede ekonomik hayat, Nadir Şah'ın egemenliği döneminde yapılan savaşlarda yükün seferberlik dolayısıyla Azerbaycan halkının üzerine bindirilmesiyle kötüye gitmekteydi. Nadir Şah'ın ölümünden sonra başlayan taht kavgalarından sonra bağımsızlığını kazanan hanlıklar arasındaki ekonomik hayat canlandı. 20 yıl hüküm süren ve İrevan 'ın gelişmesini sağlayan Hüseyin Kulu Han'ın döneminde kurulan bürokrasi sistemi, tebaa üzerinde büyük baskı yapmayan doğrudan ve dolaylı, adil bir vergi sistemini beraberinde getirmiş ve başta sulama kanalları olmak üzere büyük altyapı projeleri tamamlanmıştır.

              Diğer Azerbaycan şehirlerinde olduğu gibi İrevan'da da birçok meslek dalı gelişmişti. Şehirde terzi, şapkacı, çekmeci, terlikçi, kuyumcu, dokumacı boyacı, kasap, ekmekçi, kebapçı, saraç, kalfa, marangoz, dülger, derici, manifaturacı, camcı gibi mesleklere sahip olanlar çoktu. Bu meslek sahiplerinin çoğu esnaf odalarında birleşmişlerdi.

              Ticaret, özellikle de yerli ticaret, sanatkârlarla beraber şehrin ekonomisini geliştirilirdi. Ticaret, toptan ve perakende olmak üzere iki türlü yapılırdı. Baçdar adlı memurlar, gelen tüccar ve seyyahlardan “toprak bastı” adlı vergi alırlardı. Sık sık yapılan feodal savaşlar ile yolların bakımsızlığı iç ticareti olumsuz etkilemekteydi. Yurt dışı ticaret ise iç ticarete nazaran daha gelişmişti. Yurt dışından, özellikle Rusya'dan gelen tüccarlar İrevan  ustalarının yaptıkları ipeği alırlardı. Moskova ve Nijniy Novgorod pazarlarında İrevan 'da yapılmış ipek ipliklere ve kumaşa sıkça rastlanılırdı. Hanlıktan yabancı pazarlara kırmızı renkli ve bez kumaşlar, pirinç, şarab vb. götürülürdü. Bez genellikle Karabağ Hanlığı'na, pirinç, Hoy ve Tebriz hanlıklarına, pamuk BayazıtKarsTiflisŞuşa, ve diğer şehirlere ihraç edilirdi.

              İrevan  pazarında, İran, Osmanlı, Rusya, Gürcistan, Şuşa, Hoy, Tebriz ve değir şehirlerde yapılmış paralar kullanılırdı. Bu paraların alım güçleri farklıydı. Bu çeşitlilk, tartı ve ölçü birimlerindeki farklı ticaretin gelişimini de etkilerdi. Azerbaycan'da öteden beri varlığı bilinen petrolden ise yeteri kadar faydalanılamıyordu. 18. yüzyılın 2. yarısında petrol, kuyulardan kovalarla alınarak fıçılara konur ve dışarı gönderilirdi.

               

              https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/66/G%C3%BCney_Kafkasya_1801-1878.svg/250px-G%C3%BCney_Kafkasya_1801-1878.svg.png

              1800'lü yıllarda Güney Kafkasya

              Hanlığın batısında Osmanlı Devleti, kuzeyinde Gence Hanlığı ile Kartli-Kaheti Krallığı, güneyinde Maku Hanlığı, güneydoğusunda Nahçıvan Hanlığı, doğusunda ise Karabağ Hanlığı bulunmaktaydı.

              Hanlıkta şehir olarak bir tek Erivan şehri vardı. Erivan şehri yeşillikle çevrilmişti. Kale içi şehri idari olarak, ŞehirTopbaşı ve Demirbulak olarak üç mahalleye ayrılıyordu. Şehirde 8 camii ve 7 kervansaray vardı. Han sarayı hariç tüm evler bir katlı ve yassı çatılıydılar. Sokaklar ise dar ve yamuk yumuktu.[48]

              İrevan  Hanlığı hükümet merkezi olarak daha önce yapılan sarayların yerine yeni bir saray inşa etti. Doğu mimarisinin en güzel örneklerinden birini teşkil eden Serdar sarayını İrevan  Hanı Hüseyin Ali Han yaptırmıştır. Görkemli sarayın ustaları Türkiye'den ve İran'dan, mimar ise Hoy Hanlığı'ndan istenmiştir. Sarayın planı ve inşaatın tüm sorumluluğu Hoy'dan gelen mimar Mirza Cafer tarafından gerçekleştirilmiştir.

              Hanlık döneminde yetişen Azeri şairler, kendilerinden önceki Farsça şiir yazma geleneğini sürdürmüşlerdir. Çünkü Farsça yazmak ediplikte üstünlük sayılmıştır. Ancak şairler Farsça'nın yanında kendi dilleri olan Azerbaycan Türkçesiyle de şiirler yazmışlardır.

              Ünlü Türk gezgini Evliya Çelebinin verdiği bilgiye göre (h. 915), miladi 1509-1510da Şah İsmail veziri İrevan kulu hana kale inşası için (bugünkü Erivan şehrinde Zengi çayının sağ sahili boyunca) ferman verdi. İrevan kulu han 7 ile kalenin inşasını sona erdirdi. Kalenin üç kapısı "Tebriz kapısı", "Şirvan kapısı", "Köprü kapısı" ve 4 mahallesi olmuştur: "Kale", "Şehir", "Tepebaşı" ve "Demirbulak". 1864'ten itibaren kale duvarları tamamen söküldü.

              Erivan kalesinde çok sayılı kervansaraylar da faaliyet göstermiştir. Serdar, Şeyhülislam, Tağlı, Sulu, Susuz, Hacı Ali, Kömürcü, Gürcü, Culfa, Hacı İlyas vs. kervansaraylar bu kabildendir. Görüldüğü gibi, bu kervansaraylardan hiçbiri adı ile müslüman dünyasının hatırında kalıp bugüne değin gelememiştir.

              1829 yılı başlarında Rus Generali Graf Paskyeviç Erivanski’nin emri ile, vergi tahakkuk memuru İ.Şopen tarafından nüfus sayımı yapmıştır. 1832'de İ.Şopen tarafından Erivan şehrinde 12 cami kayıt altına alınmıştır: Came Camisi (Came məscidi), Kale Camisi (Qala məscidi), Şah Abbas Camisi (Şah Abbas məscidi (İrəvan)), Zal Han Camisi (Zal xan məscidi), Nevruz Ali Bey Camisi (Novruzəli bəy məscidi), Sertib Han (Sərtib xan məscidi), Hüsyin Ali Han Camisi (Hüseynəli xan məscidi), Hacı İmamverdibey Camisi (Hacı İmamverdibəy məscidi), Hacı Cafer Bey Camisi (Hacı Cəfərbəy məscidi]] vs. Ermeniler, Batı Azerbaycan bölgesinde sağlam kalmış tüm Azeri ve Alban eserlerini Ermenileştirmişlerdir.

              Büyük minareleriyle Erivan camileri şehrin siluetine ayrı bir ihtişam katmaktaydı. Bu camilerin dört tanesi Kalenin "Şehir" adlı bölgesinde toplanmıştı: "Nevruz Ali Han", "Hüseyin Ali Han" (Gök Camii), "Hoca Seferbey" ve "Muhammed Sertib Han" camileri. I. Abbas, 1604 yılında Erivan Kalesi'ni Osmanlılardan geri alındıktan sonra, Serdar Sarayı'nın doğu tarafına muhteşem bir cami inşa ettirdi. 1606'da yapılan bu caminin mimarı, zamanının ünlü sanatkârı Şeyh Bahaddin idi. Genel hatlarıyla Gence Camisi ile benzerlik taşıyan Erivan Camisi kompleksinde, medrese, kütüphane, misafirhane ve ve çeşitli amaçla kullanılan yapılar bulunmaktaydı. Cami ve etrafındaki yapılar 1918'e kadar ayakta kalmayı başarmakla birlikte, sonrasında tamamıyla yıkıldı ve yok edildi.

              Erivan Kalesi'nde, 1725 yılında Recep Paşa tarafından bir cami inşa ettirildi. 18. yüzyılda Abbas Mirza tarafından inşa ettirilen diğer bir cami de mimari üslubuyla büyük beğeni toplamıştı. Ruslar'ın Erivan'ı 1827'de işgalinden sonra, Abbas Mirza'nın yaptırdığı cami yıkılmış, Recep Paşa'nın inşa ettirdiği caminin yerine de Rus kilisesi dikilmiştir.

              Gök Camii adıyla ünlenen Hüseyinli Han Camisi'nin önceleri dört minaresi vardı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra üç minaresi yıkılan cami, bugün bile tek minaresiyle de olsa, şehrin dikkat çekici İslam abidelerinden birisidir.

              20. yüzyıl başlarına kadar Erivan Kalesi'nde 8 cami ibadet hizmeti vermekle birlikte, günümüze ulaşabilen cami yoktur. Erivan Kalesi'ndeki en eski cami, 1510'da Şah İsmail'in emriyle inşa edilmiştir. 1918 yılında Ermeniler bu camiye Müslümanları doldurarak, ateşe verip yaktı. Cami insanlarla birlikte tamamen yanıp küle dönmüştür.

              1912'ye kadar, bugünkü Ermenistan topraklarında, Batı Azerbaycan'da, Erivan'da 42, Eçmiadzin'da 33, Zengezur'da 35 cami bulunmaktaydı. Bu camilerin tamamı Ermeniler tarafından yok edilmiş, hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.

              İrevan  hanları

              ·         1752-1755 : Halil Han Özbey

              ·         1755-1763 : Hasan Ali Han

              ·         1763-1783 : Hüseyin Ali Han

              ·         1783-1784 : Gulam Ali Han

              ·         1784-1805 : Muhammed (ama kaynaklar Muhammed Hüseyin diyor?) Han ;

              o    1794 : Ali Kulu Han, kardeşi Agha Mohammad Shah ;

              o    1796-1797 : Hasan Khan de Makou, imposé par Agha Mohammad Shah ;

              ·         1805-1806 : Mehti Kulu Han ;

              ·         1806-1807 : Muhammed Han Marağai (Fath Ali Shah oğlu) ;

              ·         1807-1827 : Hüseyin Kulu Han (1740-1830).

               

              • Konu 7

                7.         Konu             Azerbaycan Hanlıklarının Dış Politikası                    

                Konular:  Azerbaycan Hanlıklarının İran’daki merkezi güçlerle ilişkileri; Rusya ile ilişkiler; Hanlıkların Osmanlı’dan istekleri.

                Temel Okumalar:

                -         Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 532-538; 

                -        Nesib Nesibli, Güney ile Kuzey Azerbaycan Meseleleri, s. 83-87

                -        Wikipedia’dan uygun makaleler;

                -         Youtube’dan değişik videolar.

                Ders Notları:

                Azerbaycan'ın bölünmesi olarak bilinen milli facia on yıllarca tarihî açıdan tahrif edilmiş, bu tarihin varislerinde, doğru bir tarih bilincinin oluşması engellenmiştir. Resmi İran tarihyazımında Osmanlı Devleti’nin daima İran topraklarına göz diktiği ve onu işgal etmek niyetinde olduğu vurgulanmıştır. Kuzey Azerbaycan’da ise Sovyetler Birliği döneminde aşağı yukarı aynı yalan propaganda yürütülmüştür. Bu yalana göre, 19. yüzyılın başlarında Azerbaycan üç seçenekle karşı karşıyaydı: feodal İran veya Osmanlı’nın işgali yahut Çarlık Rusya’sının hâkimiyetinin kabulü. Bu “üç kötüden birini seçme zorunluluğu" vatandaşların bilincine yerleştirildi. Bugün Kuzey Azerbaycan'da "dengeli dış politika" kavramını tarihsel olaylarla açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu kısa yazıda söz konusu algının Osmanlı Devleti ile ilgili bölümünü ele alıp gerçeğin ne olduğunu göstermeye çalışacağız.

                Büyük Selçuklu İmparatorluğu'ndan sonra, Anadolu ve Azerbaycan'daki devletlerarasında önemli çatışmalar yaşanmış, hatta bazen aynı Türk boyları bir taraftan diğer tarafa göç etmek zorunda kalmışlardır. İstanbul'un fethinden sonra, Osmanlı’nın imparatorluğa dönüşmesi ve sınırlarını batı ve doğuya doğru genişletme isteği, Karakoyunlu ve Akkoyunlu hükümdarları tarafından endişe ile izlenmiştir. Uzun Hasan’ın yayılmacı planlarında batıya doğru ilerlemek, İstanbul'u Osmanlı İmparatorluğu'ndan almak isteği bilinmektedir. Ortaçağ’da hanedanların çıkar çatışması sonucu kanlı savaşların meydana gelmesi ve kısa bir süre sonra iki hanedan arasında akrabalık ilişkilerinin ortaya çıkması sıradan bir olaydı. 16. yüzyılın başlarında bu durum değişti.

                Büyük iddialarla tarih sahnesinde yer alan Safevi Devleti, genişleyen Osmanlı Devleti’ne karşı direnme aracı olarak mezhep faktörünü öne çıkarmıştır. Böylece Doğu Anadolu’da aktif bir şekilde Şii propagandası yürütmüş, hatta yerel halkı isyana teşvik etmiştir. Dolayısıyla ikili ilişkilerde çok gergin bir durum meydana gelmiştir. Sultan II. Bayezid, Anadolu iç işlerine karışmaması, genişleme siyasetinin yönünü doğuya çevirmesi ve de Sünnî halka yumuşak davranması için Şah İsmail'e tavsiyelerde bulunmuştur; ancak bu tavsiyelerin etkisiz kalması ve daha sonra Çaldıran Savaşı’nın meydana gelmesi ile iki devlet arasında iki yüz yılı aşkın süreyle savaş dönemi başlamıştır. Osmanlı Devleti, defalarca (1534, 1548, 1549, 1551, 1555, 1578, 1585, 1605, 1610, 1617, 1639, 1722, 1724, 1732 yıllarında) Azerbaycan'ın tamamını ve çeşitli bölgelerini istila etmiştir. Sovyet tarih yazımının iddia ettiği gibi, Osmanlı ordusu aynı etnik kökenden gelen Azerbaycan’ı yağmalamadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Azerbaycan’da hayata geçirdiği bayındırlık işleri dikkat çekmektedir. Örneğin, Şamahı`da ve başka yerlerde inşa edilen camiler veya 1586 yılında Özdemiroğlu Osman Paşa'nın Bakü'de yaptırdığı kale duvarları gibi inşaat işleri Osmanlı nüfuzunun canlı şahitleridir.

                18. yüzyılın ikinci yarısında 2-3 yüzyıl öncesine oranla hayli zayıflayan Azerbaycan hanlıkları Osmanlı Devleti ile rekabet edecek durumda değildi. Azerbaycan’ın da dâhil olduğu İran, Şah Abbas ile (ölm. 1629) daha fazla Fars devleti karakteri taşımaya başladı. Azerbaycan siyasi merkez olma niteliğini hızla kaybediyordu. Kuzey Azerbaycan’daki bazı hanlıklar Fars idarî-kültür merkezli İran'dan kopma eğilimindeydiler. Milli kültür alanında ilerleme, örneğin kudretli şairler Vagif ve Vidadî’nin sanatının ortaya çıkması bunun bir göstergesi olarak görülebilir. Bir başka sebep de Kuzey Azerbaycan halkının önemli bir parçasının Sünnî olmasıydı. Bu nedenlerden dolayı Kuzey'deki hanlıkların merkezkaç eğilimleri yalnız hanların feodal çıkarları ile sınırlı olarak düşünülmemelidir.

                Kuzey Azerbaycan, güneyine kıyasla Osmanlı İmparatorluğu için daha çekiciydi. Fakat Osmanlı Devleti, Nadir Şah’ın ölümünden sonra İran'da meydana gelen siyasi krizden faydalanma konusunda acele etmedi. Afganistan'da yeni devlet kuran Ahmet Şah Dürrani, İstanbul'a gönderdiği mektubunda Kızılbaşlardan kurtulmak için fırsat doğduğunu bildirerek, Osmanlı Sultanı’na, Şii devletini yok etmek için ortak hareket etmeyi öneriyordu. Osmanlı Padişahı III. Mustafa, cevap mektubunda "onurlu bir Türkmen lideri olan Nadir Şah" ile imzalanan antlaşmaların hâlâ geçerli olduğunu belirtmiş, “Allah’ın yardımı ile devlet-i aliyyemizin hazinesi ve askeri çok ve kuvvetli olduğundan bizler için İran’ı zapt etmek gayet kolay ise de böyle zayıf durumda olan bir milletin üzerine asker göndermek, onların varlıklarını harap etmek devlet-i aliyemizin şanına yakışmaz” ifadeleri ile onun teklifini reddetmiştir.

                Bab-ı Âli, İran işlerine diğer müdahale çağrılarına da cevap vermedi. Nadir Şah'ın öldürülmesinden sonra Tebriz Valisi Rıza Han Osmanlı hükümetine başvurarak, Azerbaycan'da bağımsız bir sultanlık kurmak için buraya bir şehzade gönderilmesini istemiş; ancak İstanbul bu başvuruya olumlu cevap vermemiştir. Nadir Şah'ın resmi elçisi olarak İstanbul'a gönderdiği Şamlı Mustafa Han, Şah'ın ölümünden sonra yolda, Bağdat Valisi ile ona yardım sağlanması halinde İsfahan, Kazvin, Hemedan ve Kirmanşah’ı Osmanlı Devleti’ne katmak teklifinde bulunmuştur. Ancak onun teklifi de Osmanlı hükümeti tarafından reddedilmiştir. Osmanlı Devleti, Hindistan'daki Haydarabad Devleti’nin sultanı Nizamülmülk'ün İran'ı istila etmek ve "Şiiliğin ortadan kaldırılıp, Sünnîliğin hâkim duruma getirilmesi, böylece halkın rahatlatılması" teklifi karşısında da aynı tutumu sergilemiştir. İran sınırlarındaki valilere, İran topraklarının taciz edilmemesi yönünde talimat verilmiştir. Bab-ı Âli'nin İran ile ilgili zayıf tepkisi, ülkenin genel durumu ile açıklanmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde yorgun düşmüş, idarî, askerî, adlî ve ekonomik açıdan zayıflamıştı. Sadrazam Koca Ragıp Paşa Osmanlı Devleti’ni "tırnakları sökülmüş aslana" benzetmiş, mümkün olduğunca devleti yeni savaşlara girmekten alıkoymuştu.

                Kuzey Azerbaycan hanlarından birkaçının Osmanlı Devleti’ne müracaatı da Osmanlı’nın çekingen doğu siyasetinin gerektirdiği şekilde cevaplandırılmıştır. Şeki Hanı Hacı Çelebi 1747 yılında, Gence Hanı Şahverdi 1751 yılında, Şirvan Hanı Muhammed ise 1760 yılında Osmanlı Devleti’ne tabi olmak istediklerini resmen bildirmişlerdir. Sonraki yıllarda da bu istek tekrarlanmış, Osmanlı'nın himayesini isteyen hanların sayısı artmıştır. Örneğin, 1787 yılı Kasım ayında İrevan Hanı Muhammed, Osmanlı padişahına yazdığı Farsça mektubunda Tiflis Hanı İrakli’nin İrevan kalesini istila edip Müslümanlar üzerine saldırma niyetinde olduğunu kaydederek Osmanlı'dan yardım talep etmiş ve İrevan Hanlığı’nın Osmanlı himayesinde olduğunu birkaç kez özel notlarla bildirmiştir. Mektubun Farsçadan Osmanlı Türkçesine tercümesinin bir bölümünde, bu hanlığın Osmanlı Sultanı’nın bir memleketi gibi korunduğu belirtilmektedir: "... Çuhur-ı Sa'd-ı İrevan'ı memalik-i fesuhatü'l-mesalik-i sultani kurb ü civarında vaki’ etmekle..." Ağa Muhammed Han'ın Karabağ seferi sırasında, Karabağ Hanı Osmanlı sadrazamına yardım isteğini içeren mektubunda kendisi hakkında şu ifadeleri kaydeder: "Hülasatü'l-kelam Devlet-i Aliye-i Aliye'nin hizmet-güzar bendeleriyüz." Bab-ı Âli Çıldır Beylerbeyi’ne, Kars Valisi ve Van Başkomutanı’na Kafkaslar ve Azerbaycan hanlıkları ile ilgilenme emri vermiş, burada olup bitenlerden anında haberdar olmağa çağırmıştır. Bu hanlara arada bir değerli hediyeler de gönderilmiş, buradan gelen elçilerin ihtiyaçları sağlanmıştır.

                Ancak Osmanlı Devleti manevî destekten, yardım vaatlerinden, hanları birliğe davet etmenin ötesine gidememiştir, onları tehdit eden tehlike karşısında ne Ağa Muhammed Şah Kacar’ın saldırılarından ne de Rusya'nın artan baskılarından Azerbaycan hanlıklarını korumamış, bu yönde ciddi bir çaba sarf etmemiştir. Bu bağlamda Karabağlı İbrahim Han'ın Osmanlı Sadrazamı’na yazdığı mektup sadece bir örnektir. Han mektubunda şu ifadeleri kullanmıştır: "Yirmi yıl, belki de daha uzun zamandır, Rum diyarının ahali siyahısına düşmekle şereflendirilmişim." İbrahim Han, Ağa Muhammed Han'ın Karabağ’a saldırısı sırasında "bizleri koruyup, bize yardımcı olup ve inayetinizi esirgemeyin" talebi ile Osmanlı'dan yardım istemiştir. Sadrazamın cevabı ise nettir: "İran'la Devlet-i Âliye arasında sulh olduğundan, Ağa Muhammed Han'ın sulhü bozar bir hareketi görülmedikçe Osmanlı Devleti tarafından İran havalisine askerî müdahale yapılmayacaktır."

                Osmanlı Devleti ile Azerbaycan hanlıkları arasındaki ilişkilerde pasifliğin bir diğer nedeni, 1798-1805 yılları arasında Osmanlı ve Rusya’nın ittifak içinde olmasıydı. Napolyon’un Osmanlı topraklarını istilâsı, özellikle Mısır'ı istilâ etmesi Bab-ı Âli’yi müttefik aramaya ve nihayetinde İngiltere ve Rusya'nın da dâhil olduğu ittifakta olmaya mecbur etmiştir.

                Böylece, yukarıda aktarılan tarihî gerçeklerin de gösterdiği gibi, resmi İran tarih yazımının veya Sovyetler döneminden kalan Kuzey Azerbaycan tarih yazım geleneğinin, Azerbaycan'ın bölünmesi hakkında yazılan metinlerin Osmanlı Devleti ile ilgili bölümü, bilimsel değil, tamamen siyasi amaçlara hizmet eden bakışın bir ürünüdür. 18. yüzyılın ikinci yarısı ve 19. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti'nin Azerbaycan'daki hanlıkları işgal etme niyeti olmamış, aksine Azerbaycan hanlıklarının Osmanlı sultanına bağlanma istekleri dahi olumlu karşılanmamıştır. Osmanlı Devleti bu dönemde Azerbaycan'ın bir kısmının Rusya tarafından işgal edilmesi konusuna karışmamış, bu konuda sessiz kalmıştır.

                • Konu 8

                  8.        Konu             Azerbaycan – Gürcistan İlişkileri                        

                  Konular:  Kartli-Kakhet çarlığının baskı siyaseti; Kubalı Fethali Han’ın Gürcü çarı ile yakınlaşması; Gürcistan’ın Rusya’ya ilhakının Azerbaycan hanlıklarında göz ardı edilmesi.

                  Temel Okumalar:

                  -           Nesib Nesibli, Azerbaycan Tarihi. Millet, Devlet ve Siyaset, s. 9. Bölüm;

                  -           Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 538-540;

                  -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

                  -           Youtube’dan değişik videolar.

                  Ders Notları:

                  Rusya, Volga boyu topraklarını, uçsuz bucaksız Sibirya’yı işgal ettikten sonra okyanusu geçerek Amerika kıtasının kuzey kısmını (Alaska) da kontrolü altına almış, Kuzey Denizi üzerinden Avrupa’ya pencere açmış, Fin körfezi kıyısında kendine yeni bir başkent inşa etmişti. Bununla da yetinmeyerek Doğu Avrupa’nın bir kısmını işgal etmiş, Karadeniz çevresinde güçlenmiş, nihayet Kuzey Kafkasya’yı da ele geçirmiş olan Rusya, 19. yy’ın başlarına doğru artık sıcak denizlere inmeyi planlıyor, İngiltere’nin Hindistan’daki sömürgesine sahip çıkmayı ya da ona ortak olmayı arzuluyordu. Sömürgeci Avrupalı devletlerin işgal yöntemlerinden ilkesel olarak farklı olmasa da, Rusya’nın yeni sömürgeler ele geçirme hedefi nispeten farklıydı. Avrupa’nın Kuzey ve Güney Amerika’da, aynı zamanda Asya’daki sömürge siyaseti öncelikle ekonomik gelirler elde etmeyi amaçlıyordu. Avrupa’nın Hudson Körfezi Şirketi, Doğu Hindistan’ın İngiliz Komisyonu (East India Şirketi) gibi dev ticaret şirketleri girdikleri ülkeleri sömürüyordu. East India Şirketi 1858 yılına kadar Hindistan’ı yönetti, ancak bundan sonra iktidarı İngiliz hükümetine devretti. Rusya’nın sömürge siyaseti ise daha çok ve bir kural olarak devletin jeopolitik çıkarları doğrultusundaydı.

                   

                  Ocak 1801’de, Rus Çarı Pavel, Don Atamanı Orlov’a tüm gücüyle Hindistan üzerine yürümesini emretti. Bir aydan fazla süren bir hazırlık aşamasından sonra Kazaklar, 22.507 asker ve 24 topla hareket etti. Kazaklar Volga nehrini geçtiğinde Çarın ölüm haberi geldi ve harekât durduruldu. Bu hareketten önce Rusya, Hindistan yolu üzerindeki Kafkaslar ve Batı Türkistan’da artık iyice yerleşmişti. Rusya İmparatorluğu’nun sınırlarını buralara kadar genişletmek için militarize ve modernleşmekte olan, otoriter Rus hâkimiyeti defalarca girişimlerde bulunmuş, başarılı ve bazen de başarısız savaşlarla bu mevkilere ulaşmıştı.

                   

                  1716-17 yıllarında Kazaklar ve Hıristiyanlığı yeni kabul etmiş olan Kabardeyler, Hive Hanlığı üzerine yürüdü. Kabardeyler’e Prens Bekoviç-Çerkasski önderlik ediyordu. Kazakların sayısı 800 kişiydi. Bu yürüyüş onlar için tam bir felaketle sonuçlandı. Kabardeyler’in önderinin derisi diri diri yüzülerek içine saman doldurulmuş ve Hive’nin ana girişinde asılmıştı.

                   

                  Bu başarısız harekâttan kısa bir süre sonra, I. Petro’nun da katıldığı 1722’deki Hazar harekăt düzenlendi. Rus birlikleri Terek’ten Derbent’e yol alır almaz Kartli hükümdarı Vakhtang (resmî statüsü İran Şahı’nın valisi) ona katılmak için Gence’ye hareket etti. Önceden kararlaştırıldığı gibi, Rus ve Gürcü birliklerinin Şirvan’da birleşmesi gerekiyordu. Karabağ’ın Ermeni meliklerinin grupları da burada onlara katılacaktı. Vakhtang Petro’yu, Gence’de üç ay bekledi. Sonunda, Petersburg’dan, Rus Çarı’nın harekâtı gelecek bahara kadar ertelediği haberi geldi. Osmanlı Devleti’nin Petro’yla anlaşması sonucunda, Kartli ve Kaheti, Osmanlı İmparatorluğu’nun etki alanında kalan topraklar olarak kabul edildi. Vali Vakhtang ailesi ve çevresiyle Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı ve Moskova’da Gürcü kolonisi (topluluğu) kuruldu. Vakhtang’ın bu maceracı tutumu kendisi ve ailesi için felaketle, ülkesi için ağır kayıplarla sonuçlanmasına rağmen, Gürcistan’ın yerel hâkimlerinin, yaklaşık bir asır geçmişi olan başarısız Rusya’ya eğilim siyaseti bundan sonra da devam etti. Rusya da, Güney Kafkasya siyasetinde Hıristiyan dindaşları olan Gürcü ve Ermeni unsurları büyük ölçüde kullandı.

                   

                  Nadir Şah’ın Kartli’ye tayin ettiği Teimuraz, 1760’da Petersburg’a giderek, Çariçe Yelizaveta’ya önerilerini sundu. Onun planına göre, Rusya, Kartli ve Kaheti hükümdarlarına para ve askeri birlik sağlamalı, onlar da öncelikle kuzeyden gelen Lezgi saldırılarını önlemeli, sonra da bu askeri birliklerle beraber İran’ı işgal ederek, burada Rusya’nın işine gelecek kişiyi iktidara getirmeliydi. Teimuraz’ın bu önerisi Petersburg’da ciddiye alınmadı ve Teimuraz iki yıl sonra Rusya’da hayatını kaybetti.

                   

                  1768-74 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rus birlikleri Gürcistan’a girdi. Ancak General Totleben, yerel Gürcü valilerini görmezden gelerek onların çıkarlarını umursamadı. Onun yerine gelen diğer Rus generaller de aynı siyaseti yürüttü. 1772’de Gürcistan’ı terk eden Rus birlikleri, Gürcü hâkimlerini tekrar Osmanlı İmparatorluğu ve İran’la karşı karşıya getirdi. 1772 yılının sonunda, Kartli ve Kaheti hükümdarı İrakli, Rus Çariçesi II. Katerina’ya çağrıda bulunarak, Gürcistan’ı Rusya’nın himayesi altına almasını istedi. Haziran 1783’de, Kartli-Kaheti ve Rusya arasında Geogiyevski’de (Kuzey Kafkasya) antlaşma imzalandı. Antlaşma uyarınca, Kartli-Kaheti hükümdarı, İran ve diğer ülkelerin ülkesi üzerindeki otoritesini reddediyor, Rus İmparatoru’nun himayesi altına girdiğini ilan ediyordu. Kartli-Kaheti hükümdarları bağımsız bir dış politika yürütemezlerdi. Atacakları tüm adımların Rus hükümet temsilcileri tarafından onaylanması gerekirdi. Ayrıca gerektiğinde Rusya’nın yanında savaşa katılmaları şarttı. Rus tarafı da Kartli-Kaheti’nin içişlerine müdahale etmeyecek, İrakli ve ondan sonra gelecek olanları Gürcistan’ın hükümdarı olarak tanıyacak ve Gürcistan’ın düşmanlarını kendi düşmanı olarak kabul edecekti. Kartli-Kaheti’nin savunması için Rusya’nın burada iki piyade taburu bulundurması gerekiyordu. Kısa bir süre sonra, Rus birlikleri Tiflis’e girdi, Ocak 1784’te de II. İrakli, Rus İmparatoru’na sadakat yemini etti.

                   

                  Ruslar II. İrakli’yi, kendi otoritesini Azerbaycan yönünde yaymak için bir araç olarak görmekteydi. Rus temsilcinin talimatı üzerine İrakli, Azerbaycan hanları arasında entrika çevirmeye çalışıyor, bazı hanlara Rus Çarı adına hediyeler gönderiyor, Rusya’nın himayesine girmeleri için onları teşvik ediyordu. İrakli, zaman zaman tehdit edici mektuplar göndermekten de çekinmiyordu. İç yönetim haklarını elinde bulunduran İrakli, sınırlarını Ruslar aracılığıyla genişletmeyi de düşünüyordu. Gah-İlisu, Şeki-Şirvan’ın yanı sıra, Gence ve İrevan hanlıklarını da kendi topraklarına katmayı düşünüyordu. Bu isteği doğrultusunda, İrakli, (Osmanlı belgelerinde “Tiflis Hanı” olarak anılmaktaydı) birkaç kez İrevan ve Gence’ye hücum ederek, buraları geçici olarak işgal edebilmişti.

                   

                  Çok geçmeden, olayların gidişatı Rusya’nın Georgiyevsk Antlaşması’na ciddi yaklaşmadığını gösterdi. Rusya her şeyden önce, Kartli-Kaheti’yi dış müdahalelerden korumak için hiç acele etmedi. Dağıstanlı silahlı grupların saldırıları eskisi gibi devam etti. 1785’de Khunzakh hükümdarı Ömer Han Kaheti’yi ele geçirerek, İrakli’yi yıllık haraç vermek zorunda bıraktı. 1795’de, İran hâkimiyetini tanımayan “hain valiyi” cezalandırmak için Ağa Muhammed Şah Kacar, Kartli-Kaheti’yi ele geçirdi. Tiflis’i tarumar etti. Ancak o zaman Ruslar harekete geçti. 1796 yılının baharında, Gürcistan’ı koruma ve Ağa Muhammed Şah’tan intikam alma bahanesiyle, Derbent, Guba, Bakü, Salyan, Şamahı işgal edildi; ancak Petersburg’da iktidar değişikliği ve Pavel’in tahta geçmesinden sonra Rus hükümetinin planları değişti. Pavel, Rus birliklerini Gürcistan’dan çekti. 1798’de İrakli’nin ölümünden sonra oğlu Georgi’nin iktidarını tanımayan Rus hükümeti, doğrudan Gürcistan’ı yönetmeye karar verdi. İrakli’nin yıllarca hayal ettiği büyük bir Rus ordusu gönderildi. Ancak bu orduyla birlikte, Doğu Gürcistan’ı doğrudan yönetecek olan Kovalenski de Tiflis’e girdi. Aralık 1800’de, Rus hükümeti, Kartli-Kaheti yerel çarlığının ortadan kaldırılmasına ilişkin kararı kabul etti. Gürcistan’ın doğu kısmı Rus İmparatorluğu’nun yeni sömürgesi haline geldi. Rus hükümeti, işgalci faaliyetlerini genişletmek amacıyla uygun bir köprübaşı elde etmiş oldu.

                  • Konu 9

                    9.         Konu                                   Vize

                    • Konu 10

                      10.       Konu               Hanlıklarda Sosyo-Kültürel Durum                  

                      Konular:  Hanlıklarda ekonomik hayat; Toprak sahipliği ve vergiler; Kültürel gelişme.

                      Temel Okumalar:

                      -         Nesib Nesibli, Azerbaycan Tarihi. Millet, Devlet ve Siyaset, s. 181-183;

                      -         Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 556-569;

                      -         Wikipedia’dan uygun makaleler;

                      -         Youtube’dan değişik videolar.

                      Ders Notları:

                      Kültür tarihçileri, 18. yy’ı İran devletçiliğinin (daha doğrusu İran-Türk devletçiliğinin) kriz ve gerilemesi gibi, geniş anlamda İran/Fars kültürünün de gerilemesi dönemi olarak nitelendirmektedir. Bu tezi kanıtlamak için, 17. yy’da Fars şiirinin göz okşayan bir sanat örneği ortaya koyamadığı gibi, bu eğilimin bir sonraki yüzyılda da devam ettiği gerçeğini öne sürmektedirler.

                       

                      Türklüğün durumu, bize göre, farklıydı. 18. yy’ın büyük bölümünde Azerbaycan’ın, İran imparatorluğunun ücra bir eyaleti durumunda kalması, devamlı iç savaşlar, sosyal ve ekonomik alanlardaki zorluklar ve devlet hayatının diğer alanlarındaki krizler normal kalkınmayı engelledi. Ancak bunlar, Azerbaycan’da milletleşme sürecini (anadilin yaygınlaşması, anadilde edebiyatın gelişimi ve bilimsel eserlerin ortaya çıkışı vs.) önleyemedi.

                       

                      Yukarıda belirtilen olumsuz siyasi faktörlere rağmen, İran’da Türk kültürü gelişmekteydi. Bunu, her şeyden önce, Türk dilinin kullanım alanının genişlemesinde görebiliriz. Son Safeviler’in, Nadir Şah’ın sarayında ve ordusunda geleneksel olarak konuşma dili Türkçe devam etmekteydi. Yazı dili olarak genellikle Farsça kullanılıyordu. Birkaç resmî belgenin Türkçe olduğu, bu bağlamda Nadir Şah’ın Osmanlı sadrazamına göndermiş olduğu iki mektuptan birinin Türkçe olduğu gerçeği bilinmektedir. Hanlıkların da resmî yazı dilinin Farsça olmasına rağmen, Türkçe belgelere de rastlanmaktaydı. Gubalı Feteli Han’ın defterhanesinden ortaya çıkarılan birkaç resmî belge bunun kanıtıdır.

                                 

                      İlk kez Türkçe bilimsel çalışmalar bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bunların en önemlisi tarih eserleridir. Tavarihe Zamane Şah Abbas ibn Hudabende adlı (1711) anonim eser, genellikle I. Şah Abbas’ın yaptığı savaşları anlatır, Şirvan ve Karabağ’daki bazı olaylardan bahseder. Risaleyi Fezaili Şami Şerif adlı eserin de yazarı bilinmemektedir. Prof. Ebdülezel Demirçizade’ye göre, Safeviler devletinin tarihini anlatan Safeviyye Padişahları adlı eser (1733), “tarihin bilimsel tarzının özgül dil birimlerini tanımlamak için zengin bir kaynaktır”. Matematik ve doğa bilimleri alanında özgün Türkçe, aynı zamanda bazı çeviri çalışmalarının (Kelile ve Dimne gibi) ortaya çıkışı da yeni bir olguydu.

                       

                      En dikkat çekici gelişme millî edebiyatta kendini göstermektedir. Millî edebiyat, Vakıf’ın yaratıcılığıyla yeni bir gelişim aşamasına geldi. Konuşma-folklor diline dayanan koşma biçimi, Türkçeye uygun olmayan klasik aruzun önüne geçmeye başladı ve Vakıf’ın (1717-1797) yaratıcılığıyla hâkim üsluba dönüştü. Fuzuli ekolünü devam ettirenler, eserlerinde bile “bir nebze de olsa, artık bu aşamada canlı konuşmada genelleşmiş, sabit dil birimleri de geliştirilmiştir”.

                       

                      18. yy şiiri, eski dönemlere kıyasla büyük ölçüde siyasileşerek, halkın sosyal sorunlarına yönelmiş oldu. Geleneksel konuların yanı sıra, iç savaşlar, yabancı saldırılara karşı çıkmak, onlardan şikâyet motifleri çoğu şairin eserlerinde yer almaktadır. Şirvan şairlerinden Nişat Şirvani, Şakir Şirvani bu vilayetteki siyasi süreçlerden bahsetmektedir. Şeki hanı Muhammed Hüseyin Han, “Müştak” mahlasıyla Vakıf tarzında şiirler yazmış, anadilde yazan birkaç şairi himaye etmiştir. “Müşteri” mahlasıyla şiirler yazan Gubalı Feteli Han da millî kültürün koruyucusu olarak biliniyordu. Gence hanı Uğurlu Han Ziyadoğlu’nun da şiir yazdığı bilinmektedir. Bu yüzyılın onlarca şairi arasında, Azerbaycan Türk şiirinin dev temsilcileri Molla Veli Vidadi (1709-1809), özellikle Molla Penah Vakıf vurgulanmalıdır. Onlar anadilde şiiri aruzun esaretinden kurtararak, şiiri sıradan insanın mülkiyetine dönüştürebildiler. Vakıf’ın yaratıcılığı, anadilde lirik şiirin oluştuğu döneme tesadüf eder. Vakıf, lirik şiiri yeni realist gelişim aşamasına getirerek, onu halkın ruhuna, halkın zevkine yaklaştırmış, daha önceki klasiklerden farklı bir yola yönlendirmiştir. Vakıf yaratıcılığının bir diğer özelliği de onun dünyeviliğidir, şairin lirik koşmalarında güzellik, yeni bir anlam, yeni bir tazelik kazanmaktadır.

                       

                      18. yy. aynı zamanda âşık şiirinin refah dönemidir. Hasta Kasım, Saimi, Saleh, Ürfani, Melali gibi şair-ozanlar, halkın arzu ve isteklerini ifade etmiş, insanlara dürüstlük, kahramanlık ve sevgi aşılamaya çalışmışlardır.

                       

                      Türkçenin ve Türkçe edebiyatın yaygınlaşmasının bir diğer göstergesi de, bazı Ermeni, Gürcü ve Lezgi şairlerinin bu dilde yazmalarıydı. Hem onların hem de Türklerin birçok eseri Ermeni ve Gürcü alfabesine aktarıldı.

                       

                      Yukarıda belirtilenler, genel olarak millî kültür alanında bir devrim olduğu, Farsçanın ya da Arapçanın Azerbaycan’da kullanılmadığı anlamına gelmez. Anadilde yazan şairlerin bir kısmı Farsça da yazıyordu. İdari işlerde, daha önce olduğu gibi resmî dil olarak Farsçanın kullanıldığını bir daha vurgulayalım. En önemlisi, okul-medrese sistemi ağırlıklı olarak Farsça ve Arapça idi. Yeni okuryazar nesil, Şahname ve Gülistan gelenekleri ruhunda yetişmekteydi. Bu okul ve medreseyi bitirmiş olan bir memur, hatta hanlıklar döneminde bile resmî evrak işlerini Farsça yürütmekteydi.

                       

                      Fars dili ve kültür geleneğinin yaşamasıyla birlikte, dönemin Türk hükümdar ailelerinde ait oldukları etnik birlikle (esas olarak boylarla) gurur duymanın tipik olduğunu da belirtmek zorundayız. Bu bağlamda Prof. Faruk Sümer’in araştırmaları dikkat çekmektedir. Faruk Sümer’in yazdığına göre, Nadir “dini duyguları aşırı derecede fazla ve devamlı canlı tutan bir topluluğun ürünüdür… Bununla birlikte, göçebe topluluklarda kavimsel anılar yaşadığı gibi, kavim duyguları da kalabilir. Böylece Nadir Şah’da kavim duygusunun kuvvetli ve bilinçli bir şekilde olduğu görülür. Gerçekten de Nadir Şah, müverrihine Türkmen kavminden olduğunu açıkça yazdırmıştır. Dahası Türkmen olmakla övünmüştür… Türk adına gelince, Nadir Şah’ın bu adı geniş anlamda tüm Türk topluluklarını ifade eden bir anlamda kullandığı görülür.” Bu nedenle, Nadir’in Özbek hanlarını amca çocukları olarak görmesi mantıklıdır. Nadir’in oğullarından Nasrullah Mirza’nın sekiz oğlundan dördüne Ulduz, Teymur, Oğuz ve Ogidey adlarını vermesi de ilginç bir gerçektir. Nadir Şah’ın Osmanlı padişahı 1. Mahmut’a gönderdiği mektuplarda Osmanlı hanedanını “Türkmenlerin en asil, en şerefli hanedanı” olarak nitelendirmesi de Nadir’in etnik bilincinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

                       

                      Eski İran devletçiliği ve kültür geleneklerinden uzaklaşmak zemininde özüne (Türk’e) dönmek eğiliminin (örneğin, edebiyatta) ortaya çıkışının yanı sıra, hanlıklar döneminin siyasi bölünmüşlüğü, hanlıklar arasındaki kesintisiz savaşların etnik süreçlerin gelişmesini engellediğini de belirtmek gerekir. Bu savaşlar boy/kabile bağnazlığını arttırarak karşı tarafa tutumda düşmanlık duygusunu aşılamaktaydı. Bu, tek etnik birlik bilincinin oluşumunu engellerken, öte yandan, Fars kültür yörüngesine girmeyi de engelliyordu.

                       

                      • Konu 11

                        11.       Konu                   1804-13 Rusya-İran Savaşı             

                        Konular:  Rusya baskısının başlanması; Gence’nin işgali; Savaşın gidişi.

                        Temel Okumalar:

                        -           Nesib Nesibli, Azerbaycan Tarihi. Millet, Devlet ve Siyaset, s. 199-208;

                        -           Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 577-602;

                        -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

                        -           Youtube’dan değişik videolar.

                         

                        Ders Notları:

                        Kacar Hanedanı’nın temelini atmış olan Ağa Muhammed Han Kacar’ın kendi hâkimiyetini, İran’ın eski sınırları içinde yaygınlaştırma siyaseti, Kuzey’e mukayeseyle Güney Azerbaycan’da daha hızlı ve başarılı olmuştur. Güney’in büyük bir kısmını kontrolü altında tutan Sadık Han Şikak’i, onun saltanatının tüm İran’a yayma isteğinin önündeki başlıca engellerden biriydi. 1790 yılında, Ağa Muhammed Han Azerbaycan’a ordu gönderdi. Sadık Han’ın kalesi olan Serab alındı ve yok edildi. Sadık Han, komşu Karabağ Hanlığı’nda saklanmak zorunda kaldı. Bir sonraki hedef Urmiye Hanlığı idi. Bu Hanlık da ele geçirildi. Karabağ ve Hoy hanları teslim olduklarını bildirdi. Bir zamanların kudretli hükümdarı olan Ali Han Afşar’ın etkisiz hale getirilmesi, daha sonra gözlerinin kör edilmesiyle, Güney Azerbaycan’ın neredeyse tamamı Ağa Muhammed Han’ın kontrolü altına geçti.

                                   

                        Kuzey Azerbaycan’ı dize getirmek hiç de kolay olmadı. Yukarıda da belirtildiği gibi, Ağa Muhammed Han’ın 1795’de Karabağ’a yaptığı saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Hanlığın merkezi olan Şuşa, kuşatmaya 33 gün dayanabildi. Karabağ’ın yanı sıra, Şirvan ve Talış hanları da Kacar’ın hâkimiyetini kabul etmek istemedi. Onlardan farklı olarak, diğer bir grup – Gence, Şeki, Guba – Kacarlar’ın yardımıyla topraklarını genişletmeyi planlıyordu. Bakü hanı tarafsız kalarak tereddüt ediyordu.

                                   

                        Ağa Muhammed Şah Kacar’ın Kuzey Azerbaycan’ı terk etmesinin ardından burada ve tüm Güney Kafkasya’da siyasi durum hızla değişti. Rus Çariçesi, Kartli-Kaheti ve Tiflis’in alınmasından sonra burada kaybettiği itibarını geri kazanmak için Gürcistan’a ordu gönderdi. Tiflis’te konuşlanan Rus güçleri, kısa süre sonra Gence üzerine saldırı başlattı. Genceli Cevad Han bu kez haraç vermekle kenti işgalden kurtarabildi. Ancak Rus birlikleri Derbent, Guba ve Bakü’yü ele geçirdikten sonra, Şamahı ve Salyan’a doğru yöneldi. Ekim 1796’da, Gence yeniden hedef seçildi ve işgal edildi. Rus birliklerinin Kuzey Azerbaycan hanlıklarını birbiri ardınca kolaylıkla, neredeyse direniş olmadan işgal ettiği, konumlarını güçlendirdiği bir zamanda durum, tekrar radikal bir şekilde değişti. II. Katerina ölmüş, yerine geçen Pavel, Rus birliklerinin Güney Kafkasya’dan çekilmesini emretmişti. Rusların, hanlıkların topraklarından çıkması, Ağa Muhammed Şah’a harekete geçmek için fırsat yarattı.

                                   

                        Kacar, ikinci saldırıyı Talış Hanlığına düzenledi. Lenkeran ve çevresi ele geçirildi. Ağa Muhammed Şah’ın kendisi Şuşa’yı ele geçirmek istiyor, Karabağ hanından ve halkından intikam almak istiyordu. Han Şuşa’yı terk etmiş, Car’a geri çekilmişti. Şuşa’da bulunduğu bir hafta içinde Kacar, karakterine uygun bir şekilde ölüm fermanları veriyor, diğer hanlara tehdit mektupları gönderiyordu. Bu arada siyasi durum yeniden köklü şekilde değişti. En inanılmaz acımasız cinayetleriyle isim yapmış, bununla iktidarını güçlendirmeye çalışan Ağa Muhammed Şah Kacar’ın kendisi bir suikasta kurban gitti. Başı kesilerek cesedi tahkir edildi.

                                   

                        Oluşan bu yeni durum – Rus ve İran birliklerinin Azerbaycan’ı terk etmesi – buradaki hanlıkların varlığının koruması için nispeten elverişli koşullar yarattı. Ancak, Azerbaycan hanları bu fırsatı gerektiği gibi değerlendiremedi. 1797-1803 yıları arasındaki zaman dilimi, genellikle hanlıklar içinde ve hanlar arasında çatışmalar, birbirleriyle hesaplaşmaya, iç savaşlara harcandı. Tarih alanı yazınında geniş yankı bulan bu dramatik olaylar, özellikle Karabağ, Şeki, Şirvan, Bakü, Guba, Derbent, Tebriz-Hoy hanlıkları için çok manidardır.

                                   

                        Bu arada, Pavel’in öldürülmesinin ardından iktidara gelen Aleksandr (1801-25) Güney Kafkasya’da etkin bir siyaset yürütmeye başladı. 1801’de Gürcistan’ın işgali son şeklini aldı, Bagrationlar’ın hâkimiyeti ortadan kaldırıldı ve Gürcistan, doğrudan Petersburg’dan yönetilmeye başlandı. Rusya, asla Gürcistan’la yetinmek niyetinde değildi, Güney Kafkasya’nın tamamını işgal etmeyi planlıyordu. Bu işgal planını uygulamak için Gürcü asıllı General Pavel Sisyanov (Paata Sisishvili) Kafkasya’daki Rus birliklerinin Başkomutanlığına getirildi.

                         

                        Gürcistan’ın işgal modeli temel alınarak, Azerbaycan ve Dağıstan’ın yerel yöneticileri de Georgiyevski’ye görüşmelere davet edildi. Bu müzakereler Aralık 1802’de gerçekleşti. Bakü hanı dışında Guba ve Talış hanları, aynı zamanda Tarku şamhalı, Karkaytak usmisi ve Tabasaran hükümdarı görüşmelere katılarak Rusya’nın önerdiği Georgiyevski Antlaşması’nı imzaladı. Söz konusu belgeye göre, yerel yöneticiler birbiriyle savaşmayacak, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözecek ve en önemlisi – İran’ın olası saldırılarına karşı birlikte hareket edeceklerdi. Bakü Hanlığı’nın stratejik önemi (Daryal geçidinin ihtiyaçları karşılamaması) dikkate alınarak, bu antlaşmaya katılması için çaba gösterildi ve 1803 yılının başlarında aynı içerikli antlaşma Bakü hanıyla da imzalandı.

                         

                        Bu kadar kolay ilerleyen Rusya, kararlı bir şekilde Azerbaycan’ı işgal planını uygulamaya başladı. Balaken-Car bölgesi ilk hedef ve en zayıf halka olarak belirlenmişti. General Sisyanov, Rus hâkimiyetini tanımayan Gürcü prensi Aleksandr’ın kendilerine teslim edilmesini istedi. Car halkı, misafirin teslim edilmesinin yerel geleneklere aykırı olduğunu bildirerek bu isteği yerine getirmeyi reddetti. Mart 1803’de, Rus-Gürcü birlikleri Car topraklarına girdi, Balaken yerle bir edildi, daha sonra Zakatala işgal edildi. Yerel halkın büyük bir kısmı öldürüldü.

                         

                        Car-Balaken’den sonraki hedef, stratejik –coğrafi konumu nedeniyle Gence Hanlığı idi. Sisyanov, Genceli Cevad Han’a yazdığı kibir ve tehdit dolu mektuplarıyla, hanın direncini kırarak Rus hâkimiyetini kabul etmek için zorlamaya çalıştı. Cevad Han, ultimatom nitelikli mektuplara verdiği ölçülü yanıtlarıyla, Gence’yi savunma kararlılığını bildirdi. Aynı zamanda da İran’dan askeri yardımın gelmesini beklemekteydi. Gence’nin işgaline karşı yapılan direniş, 1804 yılı Ocak ayının ilk günlerine kadar sürdürüle bildi. Cevad Han, oğluyla birlikle savaşta şehit düştü. Gence’de sivil halka karşı katliamlar yapıldı.

                         

                        Gence işgal edilip, Yelizavetpol adı altında Rusya İmparatorluğu’na katıldıktan hemen sonra General Sisyanov, Karabağ, Şeki ve Şirvan hanlarından, Rus himayesine geçmelerini istedi. Ancak dikkatini yerli Ermenilerin isteği üzerine İrevan Hanlığı’na yöneltti. Uygun bir bahane de oluşmuştu. İrevan Hanı Muhammed Han Kacar, Ermeni kilisesinin başına adaylardan David’in Katolikos seçilmesini istiyor, Ruslar da Danil isimli bir başka adayın seçilmesini destekliyordu. İrevan üzerine saldırmak için gerekli hazırlık çalışmalarını tamamlayan Sisyanov, bu durumu kullanarak Muhammed Han’a gönderdiği mektubunda, görüşmelere başlamak için ön şart olarak Danil’in patrik ilan edilmesini, diğer adayın da Tiflis’e gönderilmesini istedi. Bu isteğin yerine getirilmesi durumunda, İrevan hanının, Rus birliklerinin kaleye konuşlandırılmasını kabul etmesi, haraç vermesi, Rus Çarı’na sadakat yemini etmesi gerekiyordu. Bu şartların kabul edilmesi, Muhammed Han Kacar’ın savaşsız teslim olması anlamına geliyordu. Han, teslim olmayı reddetti ve savaş için hazırlık çalışmalarını genişletti.

                         

                        İrevan’lı Muhammed Han Kacar ile Feth Ali Han Kacar arasındaki ihtilafa rağmen, İran, Rusların güneye doğru ilerlemesine daha fazla seyirci kalamadı. İrevan’ın kuşatılmasından sonra, Kacar hükümeti Rus birliklerinin Güney Kafkasya’dan çıkarılmasını istedi. Feth Ali Han, aynı zamanda İmereti (Başaçık) Çarı’na, Şemşedil Sultanı’na ve Azerbaycan hanlarına fermanlar göndererek, onları Ruslara karşı mücadeleye çağırdı. Rusya, Güney Kafkasya’yı kendi toprakları olarak gören İran’ın buradan çıkma isteğini reddetti. Haziran 1804’de iki devlet arasındaki diplomatik ilişkiler kesildi ve savaş başladı.

                         

                        Kuşatma altındaki İrevan’ı kurtarmak için, Kacar birlikleri İrevan’a gönderildi. Bu kez İran ordusu, Rus birliklerini ablukaya aldı. Sisyanov, değil İrevan’ı almak, kendi askerlerini bile koruyamayacağını anladı ve kayıplar vererek Tiflis’e geri çekildi. Ancak, ona verilmiş görevden – Güney Kafkasya’nın tamamen işgal edilmesi planının uygulanmasından vazgeçmedi. Sisyanov, Karabağ Hanlığı’ndaki elverişli durumdan yararlanmak için aceleci davrandı. Şah sarayı ile ilişkileri bozulan ve İran birliklerinin olası saldırısıyla karşı karşıya kalan, Car-Balaken ve Gence’nin yenilgisinden gözü korkmuş, ancak Kartli-Kaheti çar ailesinin başına gelenlerden ders alamamış Karabağlı İbrahim Han, yerel makamların görüşünün aksine, Rus süngüleriyle Karabağ’da kendi hâkimiyetini kısmen de olsa korumaya çalıştı. Bu amaçla, Mayıs 1804’de Gence’nin doğusunda, Kürekçay sahilinde General Sisyanov’la, tarihe Kürekçay Antlaşması (aslında “Yeminli taahhüt”) adıyla geçen belgeyi ve ağır şartları kabul etti. Bu belgeye göre, Karabağ Hanı “ailesi, sülalesi ve ülkesi ile” Rusya İmparatorluğu’nun egemenliğine giriyor; “İran veya herhangi bir devletin her türlü egemenliğini veya her ne ad altında olursa olsun, her tür bağlılığı sonsuza dek reddediyor”; büyük oğlunu Tiflis’e rehine olarak veriyor; Gürcistan’ın Baş Yöneticisi (Sisyanov) ile “önceden karşılıklı onay olmadan komşu yöneticilerle irtibat kurmayacağına söz veriyordu”. Ayrıca, Şuşa  kalesine 500 kişilik Rus ordusunun yerleşeceğine; Rus Çarlığının hazinesine yıllık 8000 çervon ödenmesi kararlaştırılıyordu. Karşılığında, “İbrahim Han zat-ı âlilerine ve aile efradından olan varis ve veliahtlarının Karabağ hanlığı üzerinde hâkimiyetinin kalıcı olacağı”; “iç yönetim ile ilgili hâkimiyet işleri, mahkeme ve divanhane işleri, bununla birlikte ülkeden toplanan gelir, zat-ı âlilerin (hanın) yetkisinde kalacağı” sözü verilmekteydi. Bu belgenin imzalanmasından memnun olan Sisyanov, Çar Aleksandr’a şunları yazmıştır: “Rus İmparatorluğu’nun yeniden genişlemesinden dolayı sizi kutluyorum. Rusya’nın bir eyaleti haline gelmiş olan bu bölge, ne bir kılıç, ne de askeri güç kullanılmaksızın ele geçirilmiştir.İran birliklerinin başkomutanı, Kürekçay rezaleti arifesinde İbrahim Han’a şunu yazmıştır: “… böyle bir davranıştan dolayı tüm nesilleriniz utanacak ve bölgenizin tamamı paramparça edilecektir.”

                         

                        Hemen hemen aynı zamanlarda aynı içerikteki bir belge Şeki hanıyla da imzalandı. Şeki Hanlığı’nı temsil eden Selim Han, Karabağlı İbrahim Han’ın damadıydı ve kardeşi Muhammed Hasan Han’ı meşru yönetimden alaşağı etmek için kâh Şirvan hanına, kâh da Sisyanov’a çağrıda bulunarak onlardan askeri yardım almıştı.

                         

                         

                        • Konu 12

                          12.       Konu                          Gülistan Mukavelesi ve Sonrası     

                          Konular:  Yeni sınır; Valiaht’in himayeye alınması; Hazar denizinin statüsü; Ermenilerin göçü;Hanlıklar devrinin sonu.

                          Temel Okumalar:

                          -          Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 602-611;

                          -          Wikipedia’dan uygun makaleler;

                          -           Youtube’dan değişik videolar.

                          Ders Notları:

                          Veliaht Abbas Mirza’nın komutasındaki Kızılbaş birliği de, sayısı oldukça artmış olan düzenli Rus ordusuna karşı direnemedi. 1813 yılına kadar Rus ordusu, İrevan ve Nahçıvan dışında, Güney Kafkasya’nın tamamını işgal etmiş, Tahran sarayını perişan etmişti. Savaşın tükettiği Kacar hâkimiyeti daha fazla direnemedi, hatta daha fazla toprak kaybından endişelenmeye başladı. Eylül 1813’te, Karabağ’ın Gülistan köyünde başlayan görüşmeler, 12 Ekim’de antlaşmayla sonuçlandı. İran tarafını Mirza Abul Hasan Şirazi ve Rus tarafını Başkomutan Nikolay Rtişşev temsil ediyordu. Söz konusu antlaşma statüko olarak (status quo ad prezenten ilkesi) kontrol altındaki toprakların Rusya’ya geçişini onaylar ve sınır çizgisini belirler (ikinci madde);  “Karabağ ve bugün Yelizavetpol adı altında eyalete dönüştürülen Gence hanlıkları, aynı zamanda Şeki, Şirvan, Derbent, Guba, Bakü ve Talış (bu hanlığın Rus imparatorluğu altında olan toprakları) hanlıklarının, bunun yanı sıra, Dağıstan, Megrelya ve Abhazya’nın… Rus İmparatorluğunun mülkiyeti olduğunu kabul eder” (üçüncü madde); Rus İmparatoru “İran Şahı tarafından İran devletinin varisi olarak belirlenecek veliahta, ihtiyaç duyulduğunda yardım etmeyi vaat eder” (dördüncü madde); Hazar Denizi’nin iki ülke gemileri için serbest olmasını, ancak burada sadece Rus askeri gemilerine geçiş hakkını beyan eder (beşinci madde); esirlerin değiştirilmesi prosedürünü (altıncı madde) vs. belirler.

                           

                          Kuzey Azerbaycan’ı işgal eden Rusya İmparatorluğu, zaman kaybetmeden bu topraklarda siyasi kontrolü sağlamaya başladı. Rus işgaline direnen Gence, Guba ve Bakü hanlıkları daha önce ortadan kaldırılmış, bu hanlıkların yönetimi askerlere geçmişti. Sırada, Kürekçay Antlaşması gibi belgelerle eski iç yönetim geleneğini koruyan, ancak gerçekte Rus askerlerinin kontrolünde bulunan bir dizi hanlık ve sultanlık vardı. Prens Aleksey Yermolov’un 1816’da Kafkasya’daki Rus birliklerinin başkomutanı görevine atanmasıyla, siyasi statüsü belirsiz kalan idari birimler konusunun çözümü hızlandı. Bu komutan Sisyanov hayranıydı ve bu bölgede sert siyasetten yana olduğunu da gizlemiyordu.

                           

                          Şekili İsmail Han’ın zehirlenerek öldürülmesi ve malvarlığına el konulmasının ardından, 1819’da Şeki Hanlığı resmen lağvedildi. Aynı yıl Kazah ve Şemşedil Sultanlıkları, bir sonraki yıl Şirvan Hanlığı lağvedildi. Yıllarca Ruslara hizmet etmiş olan Karabağlı Mehdi Kulu Han, General Madatov’un (Ermeni asıllıdır) entrikalarına dayanamayarak İran’a kaçtı. Hanlık iddiasında bulunan ve Rusların bir oyuncak gibi kullandığı Caferkulu Han da Rusya’ya sürgün edildi. Karabağ hanlarının malvarlığına el konuldu, hanlık resmen ortadan kaldırıldı. En son olarak Talış Hanlığı lağvedildi (1826).

                           

                           

                          • Konu 13

                            13.       Konu                        1826-28 Rusya-İran Savaşı          

                            Konular:  Rusya ile yeni savaş; Savaşın gedişi; Rusların Güney Azerbaycan’da askeri ilerlemeleri.

                            Temel Okumalar:

                            -           Nesib Nesibli, Azerbaycan Tarihi. Millet, Devlet ve Siyaset, s. 206-208;

                            -          Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 611-618;

                            -          Wikipedia’dan uygun makaleler;

                            -           Youtube’dan değişik videolar.

                            Ders Notları:

                            Rusların yeni talancı, acımasız sömürge sistemi, Kuzey Azerbaycan’da yerli halkın, aynı zamanda varını yoğunu ve hâkimiyetini kaybetmiş olan eski yönetici kesimin hoşnutsuzluğuna yol açtı. Gülistan Antlaşması imzalandıktan sonra, Kuzey’in neredeyse tüm bölgelerinde art arda isyanlar çıktı. 1813’te Derbent halkı keyfi yönetimi protesto etti. İsyancıların lideri ve onlarca insan öldürüldükten sonra isyan bastırıldı. Bir sonraki yıl Şeki halkı keyfi yönetime karşı ayaklandı. Kazah, Şemşedil ve Borçalı’da toplu itaatsizlik kalıcı hale gelmişti. Derbent-Guba bölgesinde, Şeyhali Han’ın Rus hâkimiyetine karşı mücadelesi kesintisiz 20 yıl sürdü (1822’deki ölümüne kadar). Çeşitli biçimlerdeki çatışmalar, yerli halkın yeni Rus hâkimiyetini kabul etmediğini göstermekteydi. Az çok bilinen yerel yöneticilerin neredeyse hiçbiri artık Ruslarla işbirliği yapmıyor, çoğu İran’a sığınarak, şahtan servetini ve hâkimiyetini geri kazanmak için yardım istiyordu. Bununla birlikte, ayrı ayrı bölgelerde Rus yöneticilerin yerli Türklerden paralı süvari grupları topladığı da bilinmektedir. Burada Ermeniler, Rus hâkimiyetinin güvendiği başlıca unsurdu. Onlar, çeşitli amaçlar için kullanılıyordu.

                             

                            Kacar hâkimiyeti, yerel güçleri destekliyor ve her şeyden önce onlara manevi destek vermeye çalışıyordu. Kuzey’den İran’a göç eden hanlar ve diğer asilzadeler de Şah sarayını Rusya’ya karşı yönlendirmekteydi. Veliaht Abbas Mirza, ilk savaşın ardından askeri ve yönetim sisteminde bazı reformlar gerçekleştirmiş, yeni savaşla kaybedilmiş toprakları ve konumları geri kazanmayı düşünüyordu. Aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu’na defalarca elçiler gönderilmiş, Rusya’ya karşı birlikte savaş açılması teklif edilmişti. 1826’da, Mirza Ağa Bey başkanlığındaki heyet Çıldır Beylerbeyi Hakkı Paşa’ya giderek temsil ettiği devletin isteklerini bir daha dile getirmişti. Önceki savaşta İrevan ve Nahçıvan hanlıklarını işgal edemediğinden memnun olmayan Rusya, yeni savaşla bu “eksiği” düzeltmek istiyordu.

                             

                            Yeni, ikinci Rus-İran savaşı 1826’da başladı. Bu savaş, çeşitli kaynaklarda ayrıntılarla ele alındığından burada sadece birkaç noktayı vurgulamak uygun olacaktır. Savaş, İran ordusu için başarılı bir şekilde başladı. İran ordusu, Aras nehrini geçtikten sonra birkaç çatışmada Rus birliklerini ezdi. Ancak Şuşa’nın kuşatmasına takılıp kalan Abbas Mirza, dağınık Rus güçlerinin birleşmesine olanak sağladı. Bütün Kuzey Azerbaycan’ı saran yerel ayaklanmalar da iyi koordine edilemedi. Toparlanan Rus güçleri, yeni tayin edilen General Paskeviç komutasında Şemkir ve Gence’deki çatışmalarda İran ordusunu ezdi. Bu çatışmalardan sonra tamamen dağılmış olan İran birlikleri alelacele Aras’ın güney tarafına geçmeye başladı. Rus birlikleri, taktiksel avantajdan yararlanarak Nahçıvan ve İrevan hanlıklarının üzerine yürüdü. İrevan çevresinde stratejik açıdan önemli konumları ele geçirdikten sonra, Rus birlikleri İrevan kalesini kuşattı. Kanlı savaşlardan sonra, Ekim 1827’de İrevan düştü. Güneye giden yol açıldı. Hızlı operasyonlarla Eher, Merend, daha sonra 13 Ekim’de Tebriz işgal edildi. Ruslar askeri operasyonları genişletmekteydi. Urmiye’nin ardından Erdebil de işgal edildi. Burada bulunan Şeyh Safi Kütüphanesi yağmalandı.

                            • Konu 14

                              14.      Konu                     Türkmançay Mukavelesi ve Sonrası     

                              Konular: Yeni sınırlar; Mukavelenin ana maddeleri; Azerbaycan’ın bölünmesinin tarihi sonuçları.

                              Temel Okumalar:

                              -           Süleyman Əliyarlı (red.), Azərbaycan tarixi, s. 618-624;

                              -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

                              -           Youtube’dan değişik videolar.

                              Ders Notları:

                              …İran tarafı barış istedi ve müzakereler, 10 Şubat 1828’de Tebriz yakınlarındaki Türkmençay köyünde imzalanan anlaşmayla tamamlandı. Türkmençay Antlaşması, İrevan ve Nahçıvan hanlıklarının “Rus İmparatorluğu’na bırakılmasını” (3.madde); ilk savaşla Rusların işgal ettiği toprakları da içine alan yeni sınırları belirliyor (4.madde); İran’ın savaş tazminatını (6.madde) ve Abbas Mirza’nın veliahtlık meselesini (7.madde) onaylıyordu. İki ülke arasındaki ticari ilişkilere (8.madde) ve diplomatik-protokol kurallarına (9, 10, 11. maddeler), savaş esirlerinin değiştirilmesi (13.madde) konusuna açıklık getiriyordu. Antlaşmada Azerbaycan’ın ve Güney Kafkasya’nın geleceğini, İran-Rus ilişkilerini etkileyebilecek iki madde dikkat çekmektedir. Adı geçmemiş olmasına rağmen, Ermeniler’i kasteden 14. maddede şunlar yazılmaktadır: “Her iki devletin ahalisine gelince, taraflar, bir devletten diğerine geçmiş ve bundan sonra geçecek olan her iki tarafın tebaasının hükümetin izin verdiği her yere yerleşebileceğine karar vermiştir.” 15. madde yine Ermeniler’i kastederek şuna işaret ediyordu: “…Bunun dışında, memur ve ahaliye bugünden itibaren aileleriyle birlikte İrevan vilayetinden Rusya’ya serbest göç edebilme, hükümet ve yerel yetkililerin herhangi bir engeli olmaksızın satılık mal ve mülküne, eşyalarına herhangi bir gümrük ve vergi uygulanmadan taşınabilir mallarını yanlarında götürme ve satma amacıyla bir yıl süre tanınmıştır.” 

                               

                              Böylece, 19. yy’ın başlarında Azerbaycan’ın kaderinde çok önemli, hayati bir olay yaşandı. Nadir Şah’ın ölümünden sonraki dönemde merkezî hâkimiyet krizinden faydalanan, İran’dan kopmuş olan Kuzey Azerbaycan’daki hanlıklar kendilerini kanıtlamaya, hiç değilse yerel yönetim alanında özerkliği korumaya çalıştılar. Hanlıkların feodal karakteri birleşik bir “millî platform” yaratmaya izin vermedi. Hanların bir kısmı, bölgede nispeten yeni bir aktör olan Rusya’ya eğilimli olmak gibi sıra dışı bir adım attı. Ancak Rusya önce Gürcistan’da, sonra da Azerbaycan’da doğrudan sömürge yönetimine geçti, bu hanların ve yerli soyluların siyasi, ekonomik hâkimiyetine son verdi, bazılarını da fiziksel olarak yok etti. Sovyet döneminde, “gönüllü birleşme” diye gerçek tarihle alay eden tezin aksine, Rusya burada yeni sömürge elde etmek için savaş açtı, binlerce zayiata rağmen, Azerbaycan’ın kuzey kısmını imparatorluk topraklarına kattı. Çürümüş İran siyasi hâkimiyetini kabul etmeyen, ancak yeni aktör ile de uzlaşamayan (uzlaşması da imkânsızdı), 1813’den sonra onunla açık savaş durumunda olan Azerbaycan siyasi seçkinlerinin çoğu, başarılı bir siyasi çizgi izleyemedi. Tekrar Kacar İran’ına olan eğilimine rağmen, modern, askeri yönden güçlenmiş olan Rusya’ya yenildi. İki İran-Rus savaşı (1804-13, 1826-28) sonucunda Azerbaycan ikiye bölündü: kuzeyi Rus İmparatorluğu’nun ücra bir sömürgesi haline geldi, güneyi ise küçülerek Kacar İran’ının sınırları içinde kaldı. Bundan sonra Aras’ın kuzeyi ve güneyi farklı milletleşme süreçlerini yaşayacaktı.

                               

                              Azerbaycan’ın kuzeyini silah gücüyle işgal etmiş olan Rusya İmparatorluğu, burada güçlenerek kalıcı olmak ve sömürmek için köklü değişiklikler yapmaya başladı. Her şeyden önce, buradaki eski idari bölge yapısını yeniden şekillendirmek gerekiyordu.

                               

                              Yukarıda belirtildiği gibi, işgale aktif direnen Gence, Guba ve Bakü hanlıkları, daha savaş sırasında derhal lağvedildi. Sonra sıra, Rus hâkimiyetini kabul etmiş vassal hanlıklara – Şeki, Şirvan, Karabağ, Talış’a geldi. Eski hanlıkların topraklarındaki eyaletler önceden olduğu gibi bölgelere [mahallara] ayrıldı. İki yeni askeri bölge [okrug] – Yelizavetpol ve Car-Balaken, iki mıntıka [distansiya] –Kazah ve Şemşedil (Şemşeddil, Şemşedilli) oluşturuldu. Bu idari birimler komendant [komutan] denilen Rus subaylara havale edildi. Günümüz Kuzey Azerbaycan’ının büyük bir kısmını kapsayan bu bölgeler, “Müslüman eyaletlerin yöneticisi” olarak adlandırılan bir kişiye bağlıydı. Bu şahıs, işgal sürecinde önemli rol oynamış olan Ermeni asıllı General Madatov’du.

                               

                              Daha sonra bu yönetim şekline komendant yönetimi adı verildi. Komendantların geniş yetkileri vardı. Yerel memurları tayin eder, bir kimsenin toprağını alır veya bir başkasına verebilir, vergi türünü ve miktarını belirler, diğer konuları tek başına çözerdi. Komendantlar, onlara verilen geniş yetkileri kendi çıkarları, ahalinin yağmalanması ve yerel halka yeni iktidarın gücünü göstermek için tam anlamıyla kullanmaktaydı.

                               

                              Komendant yönetim metodu veya keyfiliği, askeri işgalin amacına uygun olmasına rağmen, Rusya’nın Kuzey Azerbaycan’da siyasi yönden hâkim olma hedefine uygun değildi. Komendantların keyfi yönetimi yerel halkın ayaklanması, istikrarsızlığın ortaya çıkmasının yanı sıra, aynı zamanda ekonomik-mali açıdan imparatorluk merkezini tatmin edemezdi. Durumu incelemek için merkezden gönderilen senatörler Kutaysov ve Meçnikov komendant yönetiminin ortadan kaldırılmasını önermişti. Onların hazırlamış olduğu Zakafkasya’nın Yapısına İlişkin Öneriler başlıklı belgede, Merkezî Rusya’daki idari bölge yapısının burada da uygulanması fikri öne sürüldü. Müslüman Eyaletlerin Yönetimi hakkında toplamış oldukları bilgilerde şu noktalar vurgulanmıştır: “Müslüman Eyaletleri Yönetiminin çalışmalarını ele alırken, yöneticilerin zalimliği ve halkın ıstırapları tüyler ürperticidir. Burada insanlık tamamen ayaklar altına alınmış, hukuk hak getire, kanun sadece zulme hizmet etmekte, açgözlülük ve keyfilik yöneticilerin, komendantların, pristavların [Rusya’da yerel emniyet müdürü] ve diğer yetkililerin davranışlarını belirlemektedir.” Kısa süre sonra gönderilen senatör Gan da, komendant yönetiminin kendini bitirdiğini iddia etti ve Rusya’daki idari bölge yapısının burada da uygulanmasını önerdi.