Bölüm anahatları

  • Cumhuriyet Dönemi Düşünce Tarihi II

    Araştırma, çağdaş üniversitenin temelidir. Araştırıcılık kavramı da çağdaş üniversitenin yapıtaşı olmuştur. Bilim her alanda sonsuzca ilerleme içinde olduğundan, yalnızca öğretim yapan üniversite yenilikleri izleyemez. Araştırıcı niteliği kazanamamış, öğrendiği ile yetinen öğretim üyesi de yenilikleri takip edemez. Araştırıcı olmayan öğretim üyesinin kendisi bu duruma düşünce, yetiştireceği öğrenciler de doğal olarak çağın gerisinde kalacaklardır. Araştırıcı niteliği olmayan öğretim üyelerinden kurulu bir üniversite de en kısa zamanda yozlaşır ve sonunda yıkılmaya mahkûm olur. Bu gerçeğin bilincinde olan Atatürk ve Cumhuriyet Hükümetleri, Darülfünûn’un memleketin bilim merkezi olmasını ve gençlerin Batı üniversiteleri ölçüsünde yetiştirilmesini temel hedeflerinden biri olarak seçmiş ve buna uygun tedbirler alarak Darülfünûn’a tüzel kişilik (21 Nisan 1924), bilimsel ve idari özerklik vermiş (7 Ekim 1925), bütçesini ayırmış ve ödeneğini de artırmışlardır. Ancak, Darülfünûn’un -aşağıda ayrıntılı olarak gösterileceği üzere- bir çağdaş üniversitenin iki temel görevi olan bilim ve teknoloji üretmek ile gençleri yetiştirmekte çağın gerisinde kaldığını zaman içerisinde fark etmişler ve 1933 Üniversite Devrimi’ni gerçekleştirmişlerdir.

    Albert Malche ve Raporu

    Darülfünûnda yeni bir düzenlemenin[1] gerekli olduğu kararına varan Atatürk ve dönemin hükümeti,  bunun nasıl yapılacağını belirlemek için yabancı bir uzmandan yararlanılmasının daha uygun olacağı düşünmüş, bu amaçla, Cenevre Üniversitesi Pedagoji Profesörü Albert Malche Türkiye’ye davet edilerek, kendisinden Darülfünûn’la ilgili bir rapor hazırlaması istenmiştir.

    Malche, davet üzerine 16 Ocak 1932’de İstanbul’a gelmiş ve derhal son derece nesnel olarak ve hiçbir önyargıya sahip olmadan ülkenin gerçekleri hakkında bilgi toplamaya başlamıştır. Fakülteleri, klinikleri ziyaret etmiş; laboratuarları, seminerleri ve kütüphaneleri görmüş; politikacılarla, profesörlerle, idari memurlarla ve öğrencilerle konuşmuştur. 18 Şubat 1932’de Rektöre, yetkili makamlara iletilmesi ricasıyla, ayrıntılı bir sorular listesi sunmuş; bu isteğine uyulmuştur. Malche, bu sorulara karşılık elde ettiği neticeleri değerlendirmiş, 29 Mayıs 1932’de tekrar raporunu bitirerek, 1 Haziran 1932’de Türk Hükümeti’ne sunmuştur.

    Bilimsel Gerekçeler

                Malche’ın, Darülfünûn’a yönelik eleştirilerinin başlıcaları şunlardır:

    * Darülfünûn, kendisine tanınan bilimsel özerklik ve tüzelkişilik hakkındaki yasalara pek bağlı ve taraftar görünmemektedir.

    * Öğretim üyeleri bilimsel sayılabilecek nitelikte ciddi hiçbir araştırma yapmamaktadır. Seminer, laboratuar ve uygulama çalışmaları yetersizdir. Tıp öğretiminde klinik uygulamalara az yer verilmektedir. Öğretim üyeleri basit çevirileri bile tez olarak kabul edebilmektedir. Darülfünûn’un fakülteleri arasında bilimsel işbirliği bulunmamaktadır. Fakültelerin bir kısmı kendini yalnızca öğretimden sorumlu tutmaktadır. Batı dillerine yeterince önem verilmemekte, öğrenciler yabancı dil bilmemektedirler.

                Yurdumuzda yetişmiş ilk kadın matematikçi Paris Pişmiş’in Darülfünûn ve daha sonra gelen yabancı profesörler üzerine düşünceleri bu hakikate dikkat çekmektedir:

    “Alman hocalar varken eğitim iyiydi, ancak onlar da fazla kalmadılar.Kontratları genellikle üç ya da dört yıllıktı. Bunun üç yılı mecburi idi, sürenin beş yıla uzatılabilmesi de mümkündü. Çoğu beş yıldan uzun kalmadı zaten. Onlardan ne kadar istifade edildi bilmiyorum, ama ben şahsen çok istifade ettim: önümde bir pencere açılmış gibiydi, bu pencereden yeni bir dünyaya bakıyordum sanki. Önceden de hocalarımız iyiydi. Fakat onlar sadece ders okutuyorlar, alıştırma veriyorlardı, hiç araştırma yapmıyorduk. Aslında hocalarımız da araştırma yapmıyorlardı. Alman hocalar geldiğinde bir de baktık ki, araştırma yapıyorlar, neşrediyorlar. ‘Biz de onlar kadar akıllıyız, onlar yapıyorsa biz de yapabiliriz!’ dedim kendi kendime. Hitler Almanya’sından kaçan bu profesörlerin her şeyden önce araştırmayı teşvik bakımından bize çok yararları oldu.”

    * Öğretim yöntemleri Ortaçağ’dan kalmadır. Darülfünûn’da çok sayıda ve geniş derslikler bulunmasına rağmen, bunlar yeterince kullanılmamaktadır. Laboratuar, seminer, klinik ve enstitülere ayrılan yerlerin bir kısmı eski ve ilkel kalmaktadır.

    Esas eleştirilerini öğre­tim programları ve yöntemleri üzerinde yoğunlaştıran Malche, ders programlarının hem fazla yüklü hem de ansiklopedik nitelikte oldukları­nı, ders notlarının hiç değiştirilmeden ve geliştirilmeden uzun yıllardan beri aynen okutulduklarını, kişisel çalışma ve araştırmalara, düşünme ve konuşmaya yer vermeyen, mevcudu tekrar etmekten ibaret olan ortaçağ yönteminin kullanıldığını ısrarla vurgulamıştır. Hocanın kürsüde oturarak önceden hazırladığı metni öğrencilere okuması veya hızlıca takrir etmesi, öğrencilere soru sorma fırsatı vermemesi ve hocanın da öğrencilere soru sormaması esaslarına dayanan bu yöntemin bir an önce terk edilmesini, buna karşılık öğrencilerin okumasını, düşünmesini, araştırmasını, konuş­masını ve dolayısıyla zihinsel gelişimini sağlayan ve bilimsel zih­niyeti yaratan aktif bir öğretim yönteminin kullanılmasını tavsiye etmiş­tir.

    * Eminin görevleri ağır ve çeşitlidir. Darülfünûn’un izlediği pedagojik programın üzerinde, yürütmeyi etkileyecek, bilinçli bir doğrultuda çalışma yoktur. Bazen kamuoyu, bazen bir profesör veya bir profesör grubu kendi fikirlerini kabul ettirmektedir. Öğretim üyesi kadrosu çok kalabalıktır. Profesörlerin birçoğu pek önemsiz bir maaş almakta ve Darülfünûn üzerinde gerçek bir etki oluşturamayacakları kesin bulunmaktadır. Öğretim üyeleri dışarıdaki işlerini birinci, esas görevlerini ikinci planda tutmaktadırlar. Aralarındaki gruplaşma nedeniyle akademik yönetim grupların elinde bulunmaktadır. Öğretim üyeleri arasında fikir ve ideal birliği yoktur.

    Batı örneğine uygun biçimde yeni kürsüler kurmanın yeterli olmadığını söyleyen Malche, esas olanın, yeni bir ruh yaratacak profesörler olduğunu her fırsatta vurgulamıştır!