Bölüm anahatları
-
Astronomi I
Osmanlı Türkleri’nin modern astronomi ile ilk temasları 17. yüzyıl ortalarında başlamıştır. Bu yüzyılda modern astronominin Osmanlılara girişini sağlayan ilk eserler, genellikle zîc ve coğrafya tercümeleridir. Yeni astronomiye ilişkin bu temaslar, 18. yüzyılda Batı coğrafya literatürünün, 18. yüzyılın ikinci yarısında ise Fransız zîclerinin çevrilmesiyle devam etmiştir.
Kopernik sisteminden bahseden bugüne değin tesbit edilebilen ilk eser, Tezkireci Köse İbrahimEfendi’nin, 1660-1664 yıllarında Secencel el-Eflâk fî Gâyet el-İdrâk (Feleklerin Aynası ve İdrâkin Gâyesi) adıyla çevirdiği Fransız astronom Noel Durret’nin zîcinin çevirisidir. Bu eser, astronomi cetvelleri konusunda Avrupa dillerinden nakledilen ilk eser olarak kabul edilmektedir. Tezkireci Köse İbrahim Efendi, Durret’nin zîcini ilk önce Arapça’ya çevirmiştir. Daha sonra Kazasker Ünsî Efendi’nin teşvikiyle eseri yeniden gözden geçirerek, birtakım düzeltmeler yapmış ve bazı dostlarının isteği üzerine eserin giriş kısmını Arapça’dan Türkçe’ye çevirmiştir.
Modern astronomiden bahseden ikinci eser Ebû Bekr ibn Behrâm ibn Abdullah el-Hanefî elDimaşkî’nin Janszoon Blaeu’nun kısaca Atlas Major olarak tanınan Latince eserinden Nusret el İslâm ve’l-Sürûr fî Tahrîr Atlas Mayor adı ile hazırladığı eserdir.
17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlılar, Batı’dan yapılan zîc ve coğrafya eserlerinin çevirileri ile Güneş Merkezli Sistem’i tanımaya başlamışlardır. Bildiğimiz kadarıyla, bu alanda ilk katkıları ise Kâtip Çelebi’nin Cihânnümâ adlı eserine yaptığı eklerle İbrahim Müteferrika yapmıştır. Bununla birlikte, Osmanlıların geleneksel astronomiyle bağlarını tam anlamıyla koparması ve Kopernik Sistemi’ni kabul edişi 19. yüzyılın ortalarını bulmuş, yeni astronomiye kuşkulu bakış açısı bu döneme kadar devam etmiştir. Kopernik Sistemi’nden ayrıntılı olarak ilk bahseden ve bu kuşkulu bakış açısını terk eden Hoca İshâk Efendi (1774?-1836) olmuştur. Kopernik Sistemi’nin derslerde okutulması da onun sayesinde mümkün olabilmiştir.
Hoca İshâk Efendi, 1817 yılında Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’da matematik hocası olarak göreve başlamıştır. Bu görevini 1824’te bırakmış, Divân-ı Hümâyun tercümanlığına getirilmiş, ancak bu görevden 1828’de azledilmiştir. 1830 yılında Mühendishâne Başhocalığı’na getirilmiş ve kurumdaki ehliyetsiz hocaları uzaklaştırmıştır. Hoca İshâk Efendi, 1834’te Medine’deki bazı kutsal binaların tamiriyle görevlendirilmiş ve Başhocalığa yeniden Seyyid Ali Paşa atanmıştır.
Modern Bilimler’in Osmanlılara aktarılmasında öncülük edenlerden biri olan Hoca İshâk Efendi’nin en önemli eseri Mecmûa-i ‘Ulûm-ı Riyâziyye’dir. Osmanlıca literatürde ilk defa modern matematik, fizik, astronomi, biyoloji, botanik, zooloji ve mineraloji gibi bilimlere ait bilgileri bir arada sunmasıyla ve modern kimya konusunda basılmış ilk Türkçe makaleyi içermesiyle dikkat çeken eser, 1831-1835 yıllarında İstanbul’da Matbaa-i Âmire’de ve 1835-1845 yıllarında da Bulak’ta basılmıştır. Hoca İshâk Efendi, bu eserinin dördüncü cildini astronomiye ayırarak ağırlığı Kopernik Kuramı’na vermiş ve bu sistemin o zamana kadar Osmanlılarda en uzun ve belki de en teknik izahına girişerek “hatalı olması muhtemel ise de” Güneş Merkezli Sistem’in “ilm-i hikmete” daha uygun olduğunu kesin bir şekilde belirtmiştir.
Mecmûa-i ‘Ulûm-ı Riyâziyye’den sonra yeni astronomiden bahseden bu tür eserlerin sayısı artmıştır. Hoca Tahsin Efendi ise bu alanda önemli bir adımı temsil etmektedir. Çünkü hem kesin olarak Kopernik Sistemi’ni benimsemiş ve hem de yeni astronomi kavramlarını halka tanıtma çabası içerisine girmiştir.
Hoca Tahsin’in konumuza ait en önemli eseri olan Esâs-ı ‘İlm-i Hey’et (Astronominin Esasları, 1880) kendinden önce yayımlanmış kozmografya kitaplarına göre yeni ve oldukça farklı bir özellik taşımakta ve teknik ayrıntıya girmeden konuyu kolayca kavranacak şekilde derli toplu anlatmaktadır. Buna ilaveten, Hoca İshâk Efendi’nin konuya biraz şüpheli yaklaşmasına ve Kepler’e de fazla yer vermemesine karşın, Hoca Tahsin bu eserde, tamamen Kopernik yanlısı yorumlarıyla hiçbir şüpheye mahal bırakmadan konuyu ele almakta ve Kepler’in Yasaları ile Newton’un Evrensel Çekim Yasası’nı da tanıtmaktadır.
Modern astronomin halka ulaşmasında -dolaylı da olsa- eserlerinin Türkçe’ye çevrilmesiyle etkili olan diğer bir kişi de Camille Flammarion’undur (1842-1925). Şimdiye kadar yürütülen araştırmalar sonucu Flammarion’un sekiz eserinin Türkçe’ye çevrildiği tespit edilmiştir. Bu alanda yapılan diğer çevirilerle birlikte yeni kavramlar bu yolla da Osmanlıların gündemine girmiştir.
Daha önce de değindiğimiz üzere, Hoca İshâk Efendi’nin en önemli eseri Mecmûa-i ‘Ulûm-i Riyâziyye’nin Dördüncü Cildi’ni astronomiye ayırarak ağırlığı Kopernik Kuramı’na vermesi ve “hatalı olması muhtemel ise de” Güneş Merkezli Kuram’ın ilm-i hikmete daha uygun olduğunu kesin bir şekilde belirtmesiyle derslerde Kopernik Kuramı okutulmaya başlanmış ve Tanzimat Dönemi’yle birlikte bu dönemde açılan idadiler ve rüştiyelere astronomi bağımsız bir ders olarak konulmuştur. Bu arada, Harbiye Mektebi’ne 1845 yılında İngiltere’den 100 cm çaplı, 5 m boyunda mercekli bir teleskop alınmıştır. Bu teleskopun sadece eğitim-öğretim amacıyla kullanıldığı sanılmaktadır. Çünkü bu teleskopla yapılan bilimsel çalışmalara ilişkin herhangi bir kayda, şimdiye dek rastlanmamıştır. Kırım Harbi sırasında Harbiye binasıyla beraber bu teleskop da tahrip olmuştur.
Takîyüddîn’in İstanbul’da kurduğu İstanbul Gözlemevi’nden yaklaşık 300 yıl sonra, Fransa’dan demiryolu yapımı için gelen Fransız mühendis Aristide Coumbary’nin girişimleriyle, 1867 yılında İstanbul-Beyoğlu’nda Parmakkapı’daki bir handa bir gözlemevi daha kurulmuş ve müdürlüğüne Coumbary getirilmiştir. Bugünkü Kandilli Gözlemevi’nin temelini oluşturan ve Rasadhâne-i Âmire (Devlet Gözlemevi) adıyla tanınan bu gözlemevi, 1873’te Viyana’da toplanan uluslararası meteoroloji ve astronomi kongresine Osmanlı delegesi olarak Coumbary’yi göndermiş ve burada alınan kararlar uyarınca Avrupa gözlemevleri ile resmi bağlantılar kurulmuştur. Kurumda her yıl hava tahmin özetleri ile Osmanlı topraklarındaki depremlere ve etkilerine ilişkin raporlar yayımlanmıştır. 1887 yılında ise 20 senelik meteorolojik gözlem sonuçlarını derleyen Dersaadet Rasadhâne-i Amire’sinin Cevv-i Havaya Dâir 20 Senelik Tarassudun Neticesi (1868-1887) adlı bir kitap çıkarılmıştır.
Ayrıca bu gözlemevi, namaz vakitlerinin belirlenmesi ve duyurulması, Ay ve Güneş tutulması vakitlerinin saptanması, Tophane ve Dolmabahçe’deki kulelerin saatlerinin ayarlanması, her sabah, İstanbul’un hava durumunun Paris, Roma, Petersburg, Viyana, Odesa, Atina, Sofya ve Belgrad gözlemevlerine duyurulması ve oralardan gönderilen bilgilerin işlenerek değerlendirilmesi görevlerini de yürütmüştür.
Coumbary’den sonra gözlemevinin müdürlüğüne, tahminen 1896’da Sâlih Zeki Bey getirilmiştir. Yaklaşık 10 yıl sonra, yani 1906 yılı sonlarına doğru Sâlih Zeki Bey, bu görevi bırakarak Dârü’l-Fünûn müdürlüğüne geçmiştir.
Rasadhâne-i Âmire, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra (1908) Maçka Kışlası’nın karşısına taşınmış ve 1909 yılına kadar aralıksız olarak özellikle meteorolojik gözlemlere yönelik etkinliklerini sürdürmüştür. Ancak bu tarihte patlak veren 31 Mart Olayları sırasında binası ve âletleri tahrip edildiği için çalışmalarını kısa bir süre durdurmak zorunda kalmıştır. 1910 yılında dönemin Maarif Müsteşarı Sâlih Zeki Bey’in önerisiyle Maarif Nâzırı Emrullah Efendi gözlemevinin yeniden kurulması ve işletilmesi görevini, dönemin önde gelen bilginlerinden Mehmed Fatin Gökmen’e (1877-1955) vermiştir.
Rasadhâne-i Âmire’de Cumhuriyet Dönemi’ne dek önemli bir gelişme görülmemiştir. Ancak Cumhuriyet Hükümetleri’nin kültür sorunlarını ele almasıyla rasathane bir plan çerçevesinde yeniden şekillenmeye başlamıştır. Fatin Gökmen de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından hükümete verdiği bir öneride, gözlemevinden ayrı bir meteoroloji teşkilâtı oluşturulmasının gerekli olduğuna değinmiş ve gözlemevinin Belçika’daki Uccle Kraliyet Gözlemevi gibi bir astronomi ve jeofizik gözlemevi olması için gerekli binaları yaptırmış ve aletleri satın aldırmıştır. 1935 yılında da monte ettirdiği teleskop aracılığıyla astronomik gözlemlerin düzenli bir biçimde yapılması sürecini başlatmıştır.
Burada yeri gelmişken şunu da söylemek gerekmektedir: Gökmen’in uzun uğraşlar sonucu getirttiği teleskopun hangi astronomi olayını gözlemek için alındığı hakkında hiçbir resmi yazı mevcut değildir. Bununla beraber, bu teleskop 19 Haziran 1936 Tam Güneş Tutulması olayında kullanılmıştır.
