Bölüm anahatları
-
Evrim II
Subhi Edhem
Doğumu ve gençlik yıllarına dair pek bir bilgimizin olmadığı Subhî Edhem, 1908 yılında Askerî Baytar Mektebi’ni bitirdikten sonra, çeşitli askeri birliklerde görevler almış ve parazitoloji muallimi İsmail Hakkı Bey’in muavinliğine getirildiği yıllarda botanik dersleri vermiştir. 1919 yılında Almanya’ya gitmiş ve burada felsefe ile ilgili çalışmalar da yapmıştır. Üç yıl sonra,1922 yılında genç denebilecek bir yaşta hayatını kaybetmiştir. Ölümünün ardından İbrahim Nâmî Bey adında bir arkadaşı, Subhî Edhem’in bazı kişisel özellikleri ile çalışmalarını kısaca anlattığı bir yazı kaleme almış ve “Merhûm Subhî Edhem Bey” başlıklı bu yazı, Askerî Tıbb-ı Baytarî Mecmû‘ası’nda 1923’te yayımlanmıştır.
Seçkin felsefe tarihçilerimizden Hilmi Ziya Ülken’in ilk Osmanlı Sosyalistleri (Ülken, 1999, s. 206) arasında saydığı Subhî Edhem, yazın hayatında çok üretken olmuş ve diğer çalışmalarının yanı sıra bilim ve felsefeyle ilgili olarak sırasıyla şu eserleri yayımlamıştır: Darwinizm (Manastır 1911), Sosyoloji (Manastır 1911), Târîh ve Müverrihler (Selanik 1912), Hayât ve Mevt (İstanbul 1913), Lamarckizm (İstanbul 1914), ‘İlm-i Hayvânât-ı Umûmiyyeye Medhal (İstanbul 1917), ‘İlm-i Hayvânât Dersleri, Fen Adamları (İstanbul 1917), ‘İlm-i Nebâtât Târîhi (İstanbul 1917), Tıbbî ve Zırâ‘î ‘İlm-i Nebâtât Dersleri (İstanbul 1917), Nevsâl-i Baytarî (İstanbul 1918) ve Bergson ve Felsefesi (İstanbul 1919).
Subhî Edhem 1911 yılında Felsefe Mecmuası’nda “Lamarck ve Lamarckizm” başlığı ile kaleme aldığı yazı dizisini, bazı bölümlerini ve dipnotlarını çıkararak ve bazı yerlere eklemeler yaparak, üstelik ilk yayınladığı sırayı da değiştirerek Lamarckizm adıyla 1914 yılında yayımlamıştır.[1] Eserin başlığının hemen altında Montaigne’nin “Muhakeme değil, hikâye ediyorum.” sözüne yer veren Subhî Edhem’in eserde sadece “hikâye etmediği” ve yeri geldikçe kendi düşüncelerini de söylemekten kaçınmadığı görülmektedir. Lamarckizm’in içeriğine geçmeden önce, eserde muhtemelen baskıdan kaynaklanan hatalara rastlandığını da belirtmeliyiz. Örneğin Lamarck’ın 1802 yılında yayımladığı Hydrogéologie, metinde 1582 tarihli olarak verilmiştir. Yine Lamarck’ın ölüm tarihi 1829 olmasına karşın metindeki tarih 1819’dır. Ayrıca Marie François Xavier Bichat’ın (1771-1802) Recherches physiologiques sur la vie et la mort adlı eserinin yayım tarihinin 1800 olmasına karşın metinde bu tarih 1880 olarak verilmiştir.
Lamarckizm’e Darwin ile Lamarck’ın hem Osmanlılarda hem de Batı’da ne ölçüde tanındıklarına ve ne şekilde kabul edildiklerine dair bir giriş yaparak başlayan ve böylece kitabın yazılış gerekçesini de veren Subhî Edhem, aralara “üç yıldız” koymak suretiyle bir nevi 4 kısımdan oluşturduğu eserinde şu konulara değinmektedir:
Birinci Kısım: Lamarck’ın bilimsel kimliği, botanik ve zooloji dallarına verilen önemin azlığı, bitkileri sınıflandırma çalışmaları ve Lamarck’ın sınıflandırma çalışmalarına katkısı, Lamarck’ın evrim kuramının üç temel direği, Yeni Lamarckçılar ve Yeni Darwinciler’e uzanan tartışmalar.
İkinci Kısım: Lamarck’ın evrimin nasıl gerçekleştiği hakkındaki düşüncelerini içeren dört kanunu.
Üçüncü Kısım: Türlerin dönüşümünde evrimin etkisi, türlerin çevreye uyumunda temel olan ilkeler.
Dördüncü Kısım: Lamarck’ın omurgasızlar sistematiği, Lamarck’ın diğer bazı eserleri ve yaşamının sonlarından kesitler, Georges Cuvier’nin bazı eserleri ve bunların Lamarck’ınkilerle karşılaştırılarak değerlendirilmesi.
Kısımların ayrıntılarına geçmeden önce kitabın dergide yayımlanan sıraya göre oluşturulmamasının olası nedenine dair bir iki şey söylemek istiyoruz. Subhî Edhem’in yazı dizisini hazırladığı dönemde söz konusu iki bilginden Darwin’in daha ön planda olması doğaldır. Bilindiği üzere Darwin, Türlerin Kökeni adlı anıtsal yapıtını yayımlamasından kısa bir süre sonra dünya çapında tanınan bir bilgine dönüşmüş ve eseri bilim ve düşün çevrelerindeki tartışmaların odağına oturmuştur. Lamarck ise Subhî Edhem’in de eserde kısaca değindiği üzere hem yaşarken hem de ölümünden itibaren uzun bir süre görmezden gelinmiştir. Lamarck’ın bu şekilde değerlendirilmesinde yaşadığı dönemde biyolojide en yetkin kişi olarak görülen Georges Cuvier’nin payı büyüktür. “Biyolojinin diktatörü” olarak anılan Cuvier’nin Lamarck’ın ölümünden sonra kaleme aldığı “methiye”, Lamarck’ın hak ettiği itibarı uzun bir süre görememesine yol açmıştır. Cuvier burada Lamarck’ın tüm konulardaki fikir ve kuramlarını kabul edilemez oldukları gerekçesiyle lanetlemiştir. Akademi için hazırlanan ve geniş bir kesim tarafından okunmuş olan bu methiye, Lamarck’ın düşüncelerinin sonraki yıllarda çarpıtılmasının da ana sebebidir. Bu noktadan hareketle, aşağıda da göreceğimiz üzere, Lamarck’a verdiği önemi ve onunla kurduğu düşünsel bağın izlerini Lamarckizm’de yer yer gösteren Subhî Edhem’in, kitabın başı ile sonunu örtük bir biçimde birbirine bağladığını söyleyebiliriz. Lamarckizm’in son sayfalarında Cuvier’yi tanıtan, onun bilimsel çalışmalarından bahsederek yapıtlarındaki eksik ve hatalı yönlere dikkat çeken Subhî Edhem, Lamarck’ın adına adeta onunla hesaplaşmakta ve kitabın başında dile getirdiği Lamarck’a dair olumsuz yaklaşımın nedeninin Cuvier olduğunu gözler önüne sermektedir.
Subhî Edhem, birinci kısımda, Lamarck’ı kısaca tanıttıktan sonra var olanın hemen hepsini kapsadığını söylediği botanik ve zoolojinin önemine dikkat çekmekte ve İlk Çağ ve Orta Çağ’da çok yüzeysel incelenen canlı varlıkların bu dönemleri takip eden yüzyıllarda da pek önem kazanamadıklarını ileri sürmektedir.
René Antoine Ferchault de Réamur’un (1683-1757) açtığı yolda ilerleyen Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon (1707-1788), Michel Adanson (1727-1806), Bernard de Jussieu (1699-1777), Antoine de Jussieu (1686-1758) ve René Louiche Desfontaines (1750-1833) gibi bilginlerin bütün çabalarına rağmen doğa bilimlerinin hak ettiği noktaya gelemediğini söyleyen Subhî Edhem, botanik ve zoolojiye dair paylaştığı anekdotlarla bu dallara yönelik dönemin anlayışını/algısını ortaya koymaktadır.
Bilginlere değer veren ve onları destekleyen hükümdarların da az olmadığını örneklerle vererek, bir ülkede bilimin gelişebilmesinde ve kalıcı olarak yerleşebilmesinde yöneticilerinin de payı olması gerektiğini gözler önüne seren Subhî Edhem, Fransa’da On Beşinci Louis’nin botaniğin ülkesinde bir değer kazanabilmesi için yaptıklarını anlattıktan sonra, sınıflandırma çalışmalarına geçmekte ve Carl von Linné’nin (1707-1778) bitkileri sınıflandırma yöntem ve sistemine değinmektedir. Ardından Bernard de Jussieu’nun kendi gözlemleriyle Linne’nin yöntemini birleştirerek geliştirdiği yaklaşımı ele almaktadır. Sınıflandırma çalışmalarına katkıda bulunan Adanson ve Antoine Laurent de Jussieu’dan bahsettikten sonra da Lamarck’ın Antoine Laurent de Jussieu ile birlikte bitkilerin sınıflandırılmasında kullanılması gerektiğini düşündüğü üç kanunu sıralamaktadır. Subhî Edhem, de Jussieu’nun buna dayanarak bitkilere dair yaptığı sınıflamaya da kısaca değinmektedir.
Subhî Edhem, bitkilerin sınıflandırılmasına dair bu bilgileri ve Lamarck’ın konu üzerindeki yaklaşımını ele aldıktan sonra, on dokuzuncu yüzyılın başında bilimin ulaşmış olduğu noktadaki eksikliklerden Lamarck’ın da etkilendiğini ve bu nedenle de Zooloji Felsefesi adlı eserinde bazı hatalar bulunduğunu, ancak bunların düşünüldüğü ve iddia edildiği kadar büyük ve önemli olmadığını ileri sürmektedir.
Lamarck’ın her bilimin kendine özgü bir felsefesi olması gerektiğine inandığını ve hakiki gelişmelerin bu yöntem ışığında elde edilebileceklerini, aksi taktirde felsefesi olmadan bir bilimin ilerlemede sıkıntı çekebileceğini ve ortaya konulacak çalışmaların da mükemmel olamayacağını savunduğunu belirten Subhî Edhem’e göre, zooloji felsefesi Lamarck’ın çabaları sonucu yeni bir alan olarak ortaya çıkmış ve botanik ile zoolojinin doğa tarihi üzerine inşa edilmesi de Lamarck’la olmuştur. Öte yandan, Lamarck’a göre, botanik ve zooloji uzmanları sadece yeni türleri göstermeye çalışmakla zamanlarını boşa harcamaktadır. Öncelikle yapılması gereken, bir zooloji felsefesi ortaya koymaktır.
Subhi Edhem, birinci kısmın geri kalanında şu konulara değinmektedir:
Lamarck, bugün mevcut olan türlerin eskiden var olup sonra yok olmuş türlerden oluştukları düşüncesini paleontolojiye dayandırarak doğa felsefesinde çığır açmış ve sonuçta bugünkü varlıkların derin bir değişimin ürünü olduğunu herkese kabul ettirmiştir. Yani canlılar, çevreye uyumun etkisiyle, nesilden nesile kesintisiz bir biçimde değişime uğrayarak bugünkü hallerine kavuşmuşlardır. Dolayısıyla, Lamarck değişim ve başkalaşımda çevrenin çok büyük bir etkisi olduğunu kabul etmektedir. Başkalaşım, dış etkenlerin tesiri altında bulunan dirimli maddelerde ters etki sonucu meydana gelir. Canlılar, çevrenin durumuna uyarlar. Bu uygunluk aracılığıyla, kazanılmış özellikler, veraset yoluyla evlada geçer ve ardından türler meydana çıkar.
Lamarck taraftarlarının belirtikleri başkalaşım kuramının üç temel direği çevreye uyum, evrim ve kazanılmış karakterlerin kalıtımıdır ve Subhî Edhem’e göre, bunlar, insanlığı, en sade ve açık biçimde söylemek gerekirse, dinin mugalâtasından kurtardığı için de dünyaya değerdir.
Lamarck, çevreye uyum düşüncesine dâhice bir keşif ile ulaşmış ve sonuçta her organın oluşumunun kendi faaliyetine bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Ancak kullanılan organın gelişiminin mekanizmasını ortaya koyacak bir dönemde yaşamadığından, yani kesin bir delil elde edemediğinden bilim çevrelerinin dikkatini bu noktaya toplayamamıştır. Bununla beraber Lamarck, bu konuda bilimin büyük bir müjdecisidir.
Subhî Edhem, bu kısımda, Yeni Lamarckçılar ve Yeni Darwinciler’e uzanan tartışmaları da söz konusu etmekte ve Yeni Lamarckçıların, Lamarck’ın esas düşüncelerine pek sadık kalmadıklarını, oysa Yeni Darwincilerin, Darwin’in açıklayamadığı hatta ileri sürmediği düşünceleri bile kendisine atfettiklerini ve bu suretle de Darwin’in kuramının önem kazandığını belirttikten sonra tarafların, kelebeklerin kanatlarındaki siyah lekeleri, tavus kuşunun göz yanıltan renklerini inceleme gibi şekillerdeki değişime önem vererek evrimde bir sonuca ulaşmaya çalıştıklarını, oysa bunların evrimin aslını anlamak varken pek de önemli olmadığını, yüksek hayvanların hayatında önemli bir görevi olan organların oluşumu, beynin yapısının ve gelişiminin nedenlerini araştırmak birinci amaç iken, örneğin kuş tüylerini enine boyuna araştırmanın faydasız olduğunu söylemektedir.
Bu noktada iki grubun asıl önemli olanla değil de ikinci dereceden önemli şeylerle zaman harcadıklarını örneklerle gösterdikten sonra, konunun bu noktaya gelmesinin nedenini fizyolojiye gerektiği kadar önem verilmemesine bağlayan Subhî Edhem, evrim ya da değişim kuramında bir noktaya saplanıp kalmanın hakikati tamamıyla görmeye engel olduğunu, çünkü böyle bir anlayışın bir bilime, bir mesleğe dönüşemeyeceğini, belki sadece materyalizm kisvesi altında içeriği değişmiş bir metafizik olacağını ve faydasının da içeri ile değerlendirileceğini ileri sürerek evrimin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
