Bölüm anahatları
-
Evrim III
Subhi Edhem II
İkinci kısımda Subhî Edhem, Lamarck’ın evrim kuramının temelindeki kanunları açıklamadan önce bir özet yapmakta ve Lamarck’ın şu görüşlerine yer vermektedir: Başlangıçta canlılar bugünkü biçimleriyle yaratılmamıştır. Başta hayat kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Hayattan önce doğada madde cansız idi. Madde aynı zamanda kuvvete bağlı idi. Canlılık bu kuvvet sayesinde meydana gelmiştir. Özde kuvvetlerin hareketi sürekliydi. Canlılık bu tarihten itibaren teşkil etmiştir. İlk önce Yer’de bulunan canlılık maddesinin şekli bir kütleden ibaretti. Yapısı ise protoplazmadan başka bir şey değildi. Canlılıktan doğan ihtiyaç, organları meydana getirdi. Yine ihtiyaca bağlı olarak davranışlar gelişti. Davranışların çoğalmasıyla organlar tamamlandı, şekilleri mükemmelleşti. Organlar bu mükemmel halini şu dört kanun etkisiyle kazandı:
Birinci Kanun: Hayat, kendi gücüyle, kuvvetinde bulunan cisimlerin hacmini artırmaya sürekli yatkın olup, yöneldiği amaca ulaşıncaya kadar çare sınırlarını genişletir.
İkinci Kanun: Bir hayvanın vücudunda, yeni bir organın üremesi, gelişimini sürekli devam ettiren yeni bir ihtiyacı gerektirir. Bu ihtiyaç yeni bir hareketten doğar ve korunur.
Üçüncü Kanun: Organların çoğalması ve etkilerinin gücü onların sürekli kullanılmalarına bağlıdır.
Dördüncü Kanun: Şahısların hayatları boyunca duyularında kazanılmış, değişmiş ve hatta hareketi tasarlanmış olan şeyler, üreme vasıtasıyla korunur ve bu dönüşümlerden etkilenerek üreyen yeni fertlere geçer.
Birinci kanuna göre, bütün canlılar çoğalmalarını destekleyecek bir neden olmadığında, sürekli bir biçimde gelişecek ve bu gelişme bizzat hayata dair bir amacı doğuracaktır. Bu neden, hayat faaliyetleri yardımıyla, uzuvlarda meydana gelmiş değişiklikten başka bir şey değildir. Bir kişi ölmeden önce, ilk olarak çoğalma duyusunu, sonra da yaşadığı süre boyunca sahip olduğu herhangi bir değişikliği evladına aktaracaktır. Fakat ilk duyuda, bu oluşum mekanik bir nedenledir. Canlılardaki yeni ihtiyaçlar, onların, toprağın, iklimin, gıdanın, ışık ve ısının değişmesi gibi çeşitli durumlar arasında bulunmalarıyla açıklanabilir. Lamarck’ın diğer iki kanunu ise, veraset yoluyla evrimi yöneten ve yönlendiren, zaman geçtikçe yeniden organları oluşturan ve yeni türleri var eden sebepleri göstermektedir.
Üçüncü kısmın başında, çevreye uyum konusunun tamamıyla anlaşılması için Lamarck’ın Zooloji Felsefesi adlı eserini bilmenin gerekli olduğunu söyleyen Subhî Edhem, önce bu konuda türler arasında bir varlık zinciri olduğunu ve türlerin doğa kadar eski olmadıklarını belirtir. Belki, biri diğerinin ardından oluşmuştur. Bu böyle olunca, bir şekilde ve aynı halde sebatları göreli, değişimleri de geçicidir. Lamarck ve taraftarlarına göre, dış çevrenin etkisi altında türlerin değişimi oldukça açıktır. Yeni dâim olan varlıkların durumu, örnekleri tanınmayacak bir raddeye kadar değiştirilmiştir. Gerek nesli tükenmiş ve gerek bugün yaşamakta olan türler, kendi aralarında tam ve uygun bir akrabalığın açık olmayan ilişkilerini gizlemektedir. Bitkisel ve hayvansal örneklerin çoğu ilkel değildir. Fakat bunlar, devamlı başkalaşım aracılığıyla yaşayan veya fosiller halinde bulunan diğer eski şekillerden meydana çıkmışlardır.
Subhî Edhem’e göre, ‘doğa bilimlerinin Aguste Comte’u olan Lamarck, bu hususları dikkate alarak doğal sınıflamasını, hayat sahibi olanların çevreye uymaları niteliğini araştırma ve bu uyumu açıklama gibi iki düşünce yardımıyla yorumlamada başarılı olmuştur. Birinci düşüncenin sonucunda, bitkisel ve hayvansal her türün, karada ya da suda, karanlık ya da aydınlık, sıcak ya da soğuk bir çevrede olmasına göre bir yapısının olduğu yani türlerin kendi çevresine uygun bir yapıya sahip olduğu ilkesini ortaya koymuştur. Bu konuda birçok örnek vardır. Örneğin ilkel ve kara kurbağaların, yavru halindeyken solungaçları vardır. Ancak sonradan kuyrukları kopunca, ayaklara ve ciğerlere sahip olmuşlardır. Balıkların bazıları hem karada, hem de suda yaşadıkları için dipnoïque adını almışlardır. Çevreye uyma niteliği bunların karada yaşamaları niyetiyle ciğerlerinin, suda yaşamaları isteğiyle de solungaçlarının oluşmasını gerektirmiştir.
Türlerin çevreye uyması iki biçimde açıklanmıştır. Bunlardan ilki doğaya aykırıdır, diğeri ise doğaldır. İlk usulü takip edenler, çevreye uyum niteliğini önceden ispatlanmış bir ahenge atfederler ve bu ahenk doğrudan doğruya Tanrısaldır. Ancak Lamarck, bunun aksine, kuvvette, madde ve hayat kanunlarında uyumun derecesini kısmen araştırabilmiş ve her vakit, daima iç ve dış şartlarla mevcut olan sebepleri dikkate almayı unutmamıştır.
Lamarck, ayrıca, çevreye uyumun doğal bir yöntem ile açıklanabilmesi için yedi ilke kabul etmiştir:
1. Dış çevrenin etkisi: Lamarck, dış çevrenin etkisini anlatırken, gölgede ışıksız kalan bir bitkinin solmasının, sap ve dallarının ışığın geldiği tarafa yönelmesinin organizmanın bir tepkisi olduğunu, karada ve denizde yaşayan bitkilerin bulundukları yerlerde, bazı tesadüflere dayanarak, yapılarını yenilemelerinin de bu tepki çerçevesinde olduğunu söylemektedir. Bitkilerin iç kuvvetlerinden kaynaklanan hareketleri ise, çevrenin, yok edici değişikliklerine uyum sağlamak için yaptıkları, kendi çabalarından başka bir şey değildir.
2. Alışkanlık, amel, doğal ve tekrar eden alışkanlık: Lamarck bu husus ile çevreye uyumu açıklarken özetle şunu söylemektedir: Bir organ, kendi faaliyetine göre hazırlanır ve gelişir. Lamarck’ın bu ilkeye uygun olarak verdiği örnekler arasında kuşlardaki görme gücü ile yarasanın kolları, parmakları ve kuyrukları arasında oluşmuş olan perdeler bulunmaktadır.
3. Amelin kaybolması ve alışkanlığın giderek tükenmesi: Nesillerden beri karanlıkta yaşayan türlerin gözleri körelmektedir. Balina gibi hayvanlar beslenme tarzlarına bağlı olarak bu durumda kalmışlardır. Yani Lamarck’a göre bir organın kullanımındaki eksiklik bedende bazı parçaların yavaş yavaş yok olmasını sağlar.
4. Veraset: Bir hayvanın, bir bitkinin yapısal ve organlarının işlevine göre kazanılmış karakterleri kendi evladına geçer. Ebeveynine irsen bağlı olan türde, hayat şartlarına göre, bu karakterler azalır, değişir ya da kalıcı olur. Fakat çevreye uyumda, uğraşının eksiklik veya fazlalığı ile bu türde bir yenilik görülse de, babasından intikal eden yine bir kısım kalır ki, doğal sınıflamada en fazla bu aranır. Örneğin, sürüngenler, kuşlar, haşereler, memeliler gibi türlerden uzun süre ışıksız bir yerde yaşayanların yavruları kör olarak doğmaktadır.
5. Çaprazlama: Bir nesil meydana getirmeye müsait iki bağımsız ferdin birleşmesi, türün oluşumuna aracılık eder. Lamarck, Zooloji Felsefesi’nde, bir ırk halini kazanacak türlerin yavaş yavaş oluşumu için çaprazlamanın yegâne araç olduğunu söylemektedir. Bu noktada Subhî Edhem, gerek zooteknide ve gerek kişisel girişimlerde Lamarck’ın bu iddiasını onaylayacak esaslı bir gözleme rastlanmadığını ve beygir, eşek, koyun, keçi ve tavşan gibi memeli hayvanların melezlerinin genellikle kısır olduğunu söylemektedir.
6. Bir türün çok zararlı bir çevre tarafından yok edilmesi: Çevre bazı türlerin dönüşümüne ve canlanmasına, bazılarının da tükenmesine ve yok olmasına çalışır. Araştırmalar gösteriyor ki, hayvanların ve bitkilerin büyük bir bölümünden geriye bugün bir tek nesil kalmamıştır. Türlerin çevre tarafından yok edilmesi çok kolaydır. Bir organ kullanılmazsa, çevresine uymaz ve kullanılmasına dair bir zorlama ve istek de olmazsa bu organ küçülür. Dolayısıyla belirli bir organa uygulanan bu ilke, neden bedenin tamamı ve sonuçta bir ırk için de kapsayıcı olmasın?
7. Rakip türler vasıtasıyla bir diğer türün ortadan kaldırılması. Subhî Edhem’e göre, Lamarck’ın büyük bir gözlem ve tecrübe sonucunda ortaya koyduğu bu ilkeyi, Darwin daha açık ve kesin bir biçimde ifade etmiştir. Öte yandan, Subhî Edhem, Huxley’in Lamarck’a yönelik olarak söylediği “yaşam kavgası” hakkında basit bir düşünceye bile sahip olmadığının iftira olduğunu belirtmektedir. Çünkü Lamarck 1792 tarihinde yayımladığı eserinde, insanın daima hemcinsi ile savaş halinde olduğunu ve bu vesileyle de onu mahvetmeye uğraştığını ileri sürmüştür.
Dördüncü kısmın başında, Lamarck’ın kuramını ileri sürmeden önce sınıflama ile uğraştığını hatırlatan Subhî Edhem, bu sınıflamanın esaslarının organların varlığı, mükemmelliği ve görevleri olduğunu ekledikten sonra Lamarck’ın yayımladığı Botanik Sözlüğü’nden bahsetmeye başlamıştır. Eserin girişinde Lamarck, canlıların hepsinin doğal bir varlık zincirine bağlı olduğunu ve sınıflandırmada bunun da dikkate alınması gerektiğini söylemiştir. Bernard de Jussieu da Versay ve Paris’teki botanik bahçelerinde bitkilerin dağıtılmasına yönelik çizdiği krokiyi bu esasa dayanarak hazırlamıştır. Bu şekilde yapılan sınıflandırma diğerlerine kıyasla daha doğaldır. Ancak varlık zincirine bölünmemiş olmaması da eksik olduğunun bir delilidir. Öncelikle şu akla gelmelidir ki, bir organın parçaları arasında varlık zinciri olduğu gibi bir varlığın organları arasında ve doğada yaşayan bütün canlılar arasında da varlık zinciri bulunur.
