Örnek Metinler- Kindî
KİNDÎ
İlk örnek metnimiz Kindî (ö. 866)’ye aittir. Kindî, ilk İslam filozofu olarak bilinmektedir. Kindî’nin ahlâkla ilgili altı eserinden günümüze kadar gelmiş olan yegane risalesi Risâle fî’l-Hîle li-Def’i’l-Ahzan (Üzüntüyü Yenmenin Çareleri Hakkında Risâle)’dır. Bu küçük eser, ahlâk felsefesinin bütünü ile ilgili olmayıp sadece üzüntü ve çareleri konusunu ele almaktadır. Kindî bunun dışında Risâle fî Hudûdi’l-Eşya isimli eserinde bazı ahlâkî kavramlara dair açıklamalarda bulunmuştur.
Kindî’ye göre üzüntü; hastalık, umduğuna ulaşamama, elde edilenlerin, sevilenlerin kaybı ve uğranılan birtakım zararlardan dolayı ortaya çıkan psikolojik bir rahatsızlıktır. Bu tür durumlarda kişilerin duyduğu acıların doğurduğu rahatsızlığın nasıl giderilebileceğinin yollarını tarif etmeye çalışan Kindî, öncelikle bu tür acıları ortaya çıkaran olumsuzlukların doğallığına işaret etmektedir. Ona göre insanın ve evrenin geçiciliği şüphe götürmez bir gerçektir, süreklilik ve değişmezlik asla bu dünya için mümkün değildir. Dolayısıyla herhangi bir kayıptan dolayı aşırı derecede üzüntüye kapılmak, bir şeyin tabiatında olmayan şeyi istemektir. Burada Kindî, iki türlü üzüntünün de gereksizliğinden bahsetmektedir. Birincisi, bir nesnenin tabiatında olmayan bir şeyi istemek, ikincisi ise gelip geçici olan her türlü nesneye ve hayatın kendisine aşırı derecede bağlanmak ve adeta hiç yok olmayacağını düşünmektir. Hâlbuki eğer insan bu geçiciliğin farkında olursa, kayıplardan ve isteklerin gerçekleşmemesinden kaynaklanan şeylere direnç gösterebilecek ve sürekli mutlu olmanın yolunu da bulmuş olacaktır. Aksi takdirde sürekli mutsuz olacaktır, çünkü insan hayatında kaybın olmadığı, arzunun gerçekleşmediği bir an söz konusu bile edilemez. Kindî, bu görüşleriyle dünyevî hayatı reddetmemekte, bilakis dünyevî hayatın geçiciliğinden dolayı gaye edinilmemesini istemektedir. O halde gaye edinilmemesi gereken bu duyular âleminin ötesinde, esas gaye edinilmesi gereken bir akıl âleminin varlığından söz etmektedir. Onun buradaki amacı, nefsin istek ve öfke gücünü akıl gücünün kontrolü altına sokarak gerçek mutluluğu ve ahlâki erdemleri yakalamasını sağlamaktır. Bu ise ancak söz konusu davranışı alışkanlık haline getirmekle mümkün olabilir. Bunun dışında üzüntülere direnç gösterilemediği gibi akıl gücünün hâkimiyeti de sağlanamaz. Böylece Kindî, İslam ahlâk felsefesinin en önemli yönüne, yani dünyaya gereğinden fazla önem vermemeye vurgu yapmakta ve metafizik bir ahlâkı ön plana çıkarmaktadır.
Şüphesiz sebebi bilinmeyen hiçbir acının şifâsı da yoktur. O halde üzüntüyü tedavi edecek hususları açıkça ortaya koymak ve kullanılmasını kolaylaştırmak için önce üzüntünün ne olduğunu ve sebeplerini açıklamamız gerekir.
Deriz ki: Üzüntü, sevilenlerin kaybından ve isteklerin gerçekleşmesinden kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlıktır. Üzüntünün sevilenin kaybından veya isteğin gerçekleşmemesinden kaynaklandığı ifade edildiğine göre onun sebepleri de ortaya çıkmış oluyor. Bu durum karşısında herhangi bir kimsenin üzüntüye yol açan sebeplerden kurtulmasının mümkün olup olmadığını araştırmamız gerekir. Şüphesiz hiçbir kimsenin bütün isteklerini elde etmesi mümkün olmadığı gibi sevdiği her şeyi [sonuna kadar] elde tutması da mümkün değildir. Zira içinde yaşadığımız oluş ve bozuluş dünyasında değişmezlik ve süreklilik yoktur. Ancak bizim için zorunlu olarak akıl âleminde bulunan değişmezlik ve süreklilik söz konusu olabilir. Öyleyse sevdiklerimizi yitirmemek ve isteklerimize ulaşmak istiyorsak akıl âlemini gözetmeli; seveceğimizi, elde edeceğimizi ve isteklerimizi oradan beklemeliyiz. Eğer böyle yapacak olursak hiçbir kimse bizim edindiğimiz değerleri gasp edemez, hiçbir el bizim aleyhimize onlara sahip olamadığı gibi sevdiğimiz o aklî değerleri yitirmemiz de söz konusu olamaz. Çünkü onlar tehlikeye maruz kalmaz ve ölmezler; bir başkasının talip olması bizim onlara sahip olmamızı engellemez. Zira aklî kavramlar birbiriyle bağıntılı olup değişmeden sabit kalan ve ortadan kalkmayan yani sürekli idrâk olunan şeylerdir. Duyu edinimlerine, duyu haz ve isteklerine gelince bunlar herkes için gelip geçici ve herkesin ulaşabileceği nesnelerdir. Bu yüzden onları korumak, bozulma, değişme ve ortadan kalkmalarını önlemek imkânsızdır. Demek oluyor ki duyu algılarına ait bir alışkanlık peyda ettikten sonra o şey yabancılaşabilir, itaat edeceğine dair güven sağladıktan sonra başkaldırabilir, yüz verdikten sonra sırt çevirebilir. Çünkü [insan] tabiatında bulunmayan bir şeyi [onun] tabiatına katmak mümkün değildir. Bozuluşa uğrayanın bozulmaması, şans ve şansızlıktan sadece şansın var olması ve sürekli değişenin daima sabit kalması gibi yalnız bir kişiye değil herkese ait olan ortak hal ve huyların bize ait olmasını istersek tabiattan kendinde olmayanı istemiş oluruz. Hâlbuki tabiatta olmayanı isteyen kimse var olmayanı istemiş olur. Var olmayanı isteyen arzusunu gerçekleştiremez. İsteğini gerçekleştiremeyen kimse de mutsuz olur. Gelip geçici şeyleri arzulayan, edindiği ve sevdiği şeylerin bu türden olmasını isteyen kimse mutsuz, arzusu tam gerçekleşen ise mutlu olur.
O halde mutluluğa karşı çok düşkün olmalı, mutsuzluktan da kendimizi korumalıyız. Şöyle ki; arzuladığımız ve sevdiğimiz şeyler bizim yapımıza uygun olmalı, elimizden gidene üzülmemeli ve bize uygun olmayan duyusal varlıkları istememeliyiz. Aklın uygun gördüğü şeylerden insanların yararlandığını gördüğümüz zaman ondan yeterince ve en güzel şekilde yararlanmalıyız. Bununla, belirlenmiş süre içinde kişinin kendi varlığını sürdürmesi ve verimli kılması için gerekli olan şeyle ızdırabını giderip onu rahata kavuşturacak miktarı kastediyorum.
Görüp dokunmadan önce, sahip olduğumuz şeylerin hayaliyle avunmamalıyız. Elimizden çıktıktan sonra da artık üzülmemeli ve düşüncemizde onlara yer vermemeliyiz. İşte bu anlayış muhteşem kralların ahlâkıdır; zira onlar her geleni ağırlayıp her gideni uğurlamazlar; aksine gördükleri her şeyden yerli yerinde ve tokgözlülükle yararlanırlar. Bunun zıddı ise ayak takımından bayağı, açgözlü ve haris kimselerin ahlâkıdır. Bunlar her geleni ağırlar ve her gideni uğurlarlar. Akıllı kimselere düşen, muhteşem krallar dururken ayak takımından bayağı kimselerin ahlâkını tercih etmemektir. Yine diyoruz ki, istediğimiz olmadıysa olanı istemeli, olanla yetinmeli ve böylece üzüntünün devamındansa sevincin devamını sağlamalıyız. Çünkü elde edemediklerine ve var olmayan şeylere üzülen kimsenin bu üzüntüsü asla bitmez; zira o hayatının her aşamasında bir sevdiğini yitirmek ve bir arzusunu gerçekleştirememek durumunda kalacaktır. O halde üzüntü ve sevinç iki zıt olup ruhta birlikte bulunmaz; kişi üzgünse sevinçli, sevinçli ise üzgün olamaz. Demek oluyor ki, elden gidenlere ve sevdiğimiz şeylerin kaybına üzülmemeliyiz. Daima sevinçli olmamız için güzel alışkanlıklar edinerek her hali gönül hoşnutluğuyla karşılamalıyız (Kindî, “Risâle fi’l-Hîle li-Def’i’l-Ahzân”(Üzüntüyü Yenmenin Çareleri), Kindî-Felsefî Risaleler içinde, Çev. Mahmut Kaya, İst. 2002, s. 287-289).