Mutluluğa Ulaşmak İçin Gerekli Dış Şartlar

Mutluluğa Ulaşmak İçin Gerekli Dış Şartlar

 

İslam filozofları mutluluğa bu dünyada ve ancak bir toplum içerisinde ulaşılabileceğini, insanın diğer varlıklara muhtaç bir tabiatta yaratıldığı için bu varlıklarla işbirliği içerisine girmeden yetkinliğini gerçekleştiremeyeceğini savunmuşlardır. Öyleyse insanlar bir toplum içinde yaşamak ve işbölümü yapmak zorundadırlar. Toplum içinde yaşama ve işbölümü ise beraberinde birtakım kuralları ve tabii ki yönetimi, yani siyaseti gerekli kılacaktır. İnsanlar, ancak bu toplum içerisinde erdemli eylemlerde bulunarak, kötü fiillerden uzak durarak kendilerini mükemmelleştirdiklerinde hem bireysel hem de toplumsal mutluluğu tatmış olacaklardır. Meselâ, Fârâbî açısından mutlu bireylerden meydana gelen bir toplum, mutlu bir devleti ve nihaî olarak da mutlu bir dünyayı meydana getirecektir. O halde mutluluğun gerçekleştiği ilk ortam toplum, ikincisi ise siyasettir.

Toplum

İslam filozoflarına göre mutluluk sadece bireyin değil aynı zamanda toplumun da temel gayesidir. Evrendeki bütün varlıklar birbirine muhtaç olarak yaratılmıştır. Bunlar içerisinde insanlar ise hem diğer varlıklara hem de kendi türlerine muhtaç olarak yaratılmışlardır. Her bir insanın eşit özelliklerde değil de farklı özelliklerde yaratılmış olmaları da birbirlerine muhtaç olduğunun en önemli göstergesidir. O halde insanlar bu muhtaçlıklarını giderme konusunda yardımlaşmalı, birbirine hizmet etmeli ve herkes böylece kendi yaptığı işten mutlu olmalıdır.

Mutluluğun elde edilmesini toplum halinde yaşamaya bağlayan İslam filozofları, toplumları da genelde büyük, orta ve küçük olmak üzere üçe ayırmışlardır: Büyük toplumlar, birbirleriyle ilişkilerde bulunan ve birbirlerine yardım eden birçok uluslardan oluşan toplumlardır. Orta büyüklükte olanlar, bir tek ulustan meydana gelirken, küçükleri ise bir şehirde bulunanlardır. Meselâ, Fârâbî’ye göre şehirde yaşayan bu toplumlar nicelik bakımından yetkin toplumlardır. Köylerde, mahallelerde, sokaklarda vb. yaşayan toplumlar ise eksik toplumlar olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle Fârâbî’ye göre en yüksek iyiye, en büyük ve en son yetkinliğe, dolayısıyla da en yüce mutluluğa ancak şehirde ulaşılabilir, şehirden daha küçük yerlerde buna ulaşmak mümkün değildir (Fârâbî, 1990, 69-70). Ancak bir şehrin de büyüklük açısından yetkin olması demek orada mutlak anlamda mutluluğa ulaşılacak demek değildir. Yani toplumun büyüklük bakımından yetkin olması, nitelik bakımından da yetkin olmasını gerektirmemektedir. Çünkü insanlar bir gâyenin gerçekleştirilmesi için bir araya gelmektedirler, bu gâyeler iyi olabileceği gibi kötü de olabilir. Bu nedenle mutluluğun bazen şehirde de elde edilmemesi mümkündür. O halde, insanların hakiki anlamda mutluluğu elde etmek için birbirlerine yardım etmeyi amaçladıkları bir şehir erdemli, mükemmel bir şehirdir (el-medînetü’l-fâzıla). Böyle bir şehir ahalisi de erdemli ve mükemmel bir toplumdur (el-içtimâu’l-fâzıl). Bütün şehirlerinin mutluluğa ulaşmak için birbirleriyle yardımlaştığı millet de erdemli millettir (el-ümmetü’l-fâzıla). Bu tür toplumlardan oluşan bir dünya da erdemli ve mükemmel bir dünyadır (el-ma’mûratü’l-fâzıla). Görüldüğü gibi İslam düşünürlerinin mutluluk anlayışı gerçekte evrensel bir dünya görüşünü barındırmaktadır (Fârâbî, 1990, 70).

Buraya kadar öğrendiğimize göre İslam filozofları toplumsal örgütlenme ve bir toplum içinde karşılıklı işbirliği olmadıkça mükemmelliğe ve mutluluğa ulaşılamayacağını düşünmektedirler. Buna göre insanlar, hem tabii ihtiyaçlarını karşılayıp varlığını devam ettirebilmek, hem de yetkinliğini tamamlayıp en yüksek gayeleri olan mutluluğa ulaşabilmeleri için toplu halde yaşamak durumundadırlar. Ancak insanın bu toplu yaşama mecburiyeti diğer canlılardan ayrıdır. Diğer canlıların bir araya gelip yaşamaları içgüdüye dayalı bir zorunluluk sonucu gerçekleşirken, insanların bir araya gelip yaşamaları iradî ve ihtiyarî olmaktadır. Yani insanlar, iyi veya kötü bir gayeyi gerçekleştirmek için bir araya gelmektedirler. Öyleyse insanların, yukarıda bahsettiğimiz gibi; büyük, küçük ve orta toplumları mutlak anlamda oluşturmaları yeterli değildir. Önemli olan bunu iradi olarak ve hangi gaye için yaptıklarıdır. (Bircan, 2001, 402-408)

Meselâ Fârâbî’ye göre; her bir insan kendi varlığını devam ettirebilmek ve en son yetkinliğe ulaşabilmek için çok fazla şeye muhtaç olan bir yaratılışta varlığa getirilmiştir. Onun bu şeyleri tek başına sağlaması mümkün değildir. Bunun için de o, her birisi kendisinin özel bir ihtiyacını karşılayacak, birçok insana muhtaçtır. Bu yüzden insanlar ferdi güçlerini değişik konularda birleştirerek farklı topluluklar teşekkül ettirmelidirler. Her insanın hayatında başka insanlara bağlanması veya diğer insanlara ihtiyaç duyması onun doğuştan bir meylidir. Bundan dolayı insanî yetkinliğe, ancak birbirleriyle yardımlaşan birçok insanın bir araya gelmesiyle ulaşabilmektedir. Toplum içindeki insanlardan her biri diğerinin ihtiyacını karşılamaktadır. Toplumun tamamının bu karşılıklı katkısı sonucunda herkesin varlığını devam ettirmek ve yetkinliğine erişmek için muhtaç olduğu şeyler sağlanmış olmaktadır. İnsanların büyük sayıda varlığa gelmesinin ve bazısı mükemmel, bazısı eksik, kusurlu olan insanî toplumlar kurarak dünyanın oturulabilir kısmında bir araya gelmelerinin nedeni de budur. Fârâbî’ye göre her toplumsal yapılanma bir çeşit mutluluk arayışıdır ve her bir toplumsal yapılanmanın çeşitli mutluluk idealleri bulunmaktadır (Aydınlı, 2000, 167). Bir insanın mutluluk hakkındaki düşüncesi, o insanın hedeflemiş olduğu siyasi yönetimi de belirleyecektir. Eğer bu kişi, mutluluğu, Allah’ı ve ilk prensipleri bilmek olarak anlıyorsa, yani maddî olmayan, metafizik bir gayesi varsa erdemli (fâzıl) şehri arzu edecektir. Böyle bir mutluluğu arzu eden kişi de erdemli (faziletli) bir insandır. Bunu değil de maddî bir takım şeyleri arzu eden kişiler ise erdemli (faziletli) şehrin dışındaki şeyleri arzu etmiş olacaklar. Böyle insanlar erdemli kişi statüsünde olmayacaklar onlar da durumlarına göre birtakım isimler alacaklardır. Bunların tamamı dünyevî mutluluğu, yani eksik mutluluğu hedefleyenlerdir. O halde en son yetkinlik ve en yüksek iyi olan en yüce mutluluğa erişmenin yolu bu gaye için bir araya gelmiş olan toplumun iyi yönetilmesidir. (Fârâbî, 2005, 61-71 ) Bu da, tabii ki siyaseti gündeme getirecektir.

 

En son değiştirme: Salı, 14 Ocak 2020, 1:35 ÖS