Çağdaş İslam Düşüncesinde Tecdid I

Çağdaş İslam Düşüncesinde Tecdid

Çağdaş İslam düşüncesi İslam düşünce tarihinin halen tecrübe ettiğimiz bir safhasını oluşturmaktadır. İçinde halen bir aktörü olduğumuz bu dönemin, her bölgede kendi içerisinde de bazı dönüşümler geçirdiğini kabul etmek ve esasında Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’den başlayarak tarihsel süreçteki gelenekten beslenmiş olduğunu unutmamak kaydıyla, temel fikrî çizgisi ve ortaya attığı kavramlar bakımından 18. asırda Hint alt kıtasında Türk-Babür Devleti’ndeki tecdit düşüncesinden, diğer bir ifadeyle Şah Veliyullah Dihlevî (ö. 1762)’den başlatılabileceğini söyleyebiliriz. Bu dönemden başlatmamızın en önemli gerekçesi Şah Veliyullah’ın sıradan bir ceditçi veya ıslahçı olmamasında yatmaktadır.

Türk-Babür Devleti’nin artık zayıflamaya başladığı, içtimâî, iktisadi ve dinî sıkıntıların her geçen gün arttığı bir vakitte yaşayan Şah Veliyullah, yenilikçi ve uzlaştırıcı bir görüşle ortaya çıktı. Bir taraftan sûfî kişiliği olmakla birlikte sûfîleri eleştiren, diğer taraftan da Hanefilikle Şafiiliği uzlaştırmaya gayret gösteren Şah Veliyullah, fikirleriyle sadece Hint alt kıtasındaki İslâmî düşünceyi belirlemekle kalmadı kendisinden sonraki dönemde hem aynı bölgedeki Seyit Ahmet Han, Mevlana Ubeydullah Sindî, Muhammed İkbal, Mevdudi ve Fazlurrahman gibi önemli ıslahçıları, hem Mısır’daki Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh gibi düşünürleri, hem başta çağdaş İran düşüncesini, hem de Kazan bölgesindeki ceditçilik hareketini beslemeye devam etti. Halen de günümüz İslam düşüncesini etkilemeye devam etmektedir. Bunu aşağıda biraz daha detaylıca incelemeye çalışacağız, ancak vereceğimiz sadece basit bir örnek bile Şah Veliyullah’ın nasıl çağdaş İslam düşüncesinin başlatıcısı olduğunu ortaya koymakla kalmayıp aynı zamanda bölgeler arasındaki ilişkide dahi nasıl belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır. Şah Veliyullah ile ilgili çalışmalarıyla meşhur A. J. Halepota, bir makalesinde Şah Veliyullah’ın Muhammed İkbal üzerindeki yoğun etkisini izah etmekle kalmamakta aynı zamanda İkbal’in, Şah Veliyullah’ın en önemli yorumcularından birisi olan Mevlânâ Ubeydullah Sindî’nin etkisindeki Musa Carullah’ı da bildiğini söylemektedir[1]. İkbal’in sadece Carullah değil, yine bir Kazanlı olup İstanbul’da yaşayan ve ikinci Meşrutiyet döneminin meşhur dergilerindeki yazılarıyla bildiğimiz, Halim Sabit’ten ve onun Ziya Gökalp ile yaptığı ictihad tartışmalarından da haberdar olduğunu bilmekteyiz[2].

Tek başına yukarıdaki örnek bile çağdaş İslam düşüncesinin ve dolayısıyla da onun en ağırlıklı yönünü oluşturan tecdit hareketinin günümüzdeki pek çok araştırmacı ve yazarın iddia ettiği gibi bir tecdit hareketi olmaktan çok bir “yeniden inşa” hareketi olduğu veya “modernizmin ve modernitenin etkisi”[3] altında geleneksel anlayıştan tamamen savrulduğu veya saptığı vs. gibi iddialar[4] temelsiz kalacaktır. Bu makale denememiz tam da bu nokta üzerinde duracak ve genel olarak çağdaş tecdit hareketinin, özelde de Kazan bölgesi ceditçiliğinin temel fikirlerinin; sadece modernitenin henüz yaşanmadığı 18. asır Türk Babür Devleti’nin en önemli düşünürlerinden olan bir kişinin “modernist” fikirlere (!) tekabül ve tekaddüm eden düşüncelerine dayandığı tezi üzerinden değil, aynı zamanda diğer birçok sebepten dolayı, asla gelenekten bir sapmayı temsil etmediği, bilakis geleneğin sadece tarihsel süreçte hakim duruma geçen belirli bir zihniyetini temele almaksızın gelenekteki farklı bakış açılarının, bu düzlemde felsefî ve tasavvufî ve hatta, başta Maturîdîlik olmak üzere, kelamî görüşler vb.lerinin, daha dikkatli bir okuyuşla yeniden ele alınması ve bunlara dönemlerinin bakış açısıyla yeniden bir yorum getirilmesi çabasından kaynaklandığı kanaatini ispata çalışacaktır.



[1] A. J. Halepota, “Şah Veliyullah ve İkbal, Modern Çağın Filozofları”, çev. E. Cebecioğlu, Tasavvuf, 1999/1, s. 141-147. 

[2] Muhammad İkbal, The Reconstruction of Religious Thought in Islam, (ed. M. Said Şeyh), Ikbal Academy Pakistan, Islamic Research Institute, Lahore 1989, s. 120 vd.

[3] Modernizm, lügat anlamı itibarıyla çağdaş, güncel ve yeni anlamına gelen modern kelimesinden türetilmiş bir kelime olarak çağdaşçılık manasını taşımaktadır. Ancak modernizmin ıstılâhî anlamı lügat anlamının dışına çıkmış ve oldukça farklılaşarak ideolojik bir düşünceyi ifade eder hale gelmiştir. Buna göre modernizm; “aydınlanma çağı ile gelen zihinsel dönüşümün ortaya çıkardığı bir ideoloji ve yaşam biçimi” olarak, insanı ve aklı tek egemen güç kılan, ilerleme anlayışını temel referans alan ve “kurtuluşu dinde değil bilimde arayan insanbiçimci ve insanmerkezci dünya görüşü” şeklinde tanımlanmaktadır, bkz. Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü,  İstanbul1992, s. 251; Mazharuddin Sıddıkî, İslam Dünyasında Modernist Düşünce, Çev. M. Fırat-G. Korkmaz, İstanbul 1990, s. 11-12.

[4] Bu iddialarla ilgili üç temel örnek zannediyorum yeterli olacaktır; İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul 1986/I, s. XVI;  Özgür Kavak, “Tecdid mi Yeniden İnşa mı? Şah Veliyullah Dihlevî’den Muhammed İkbal’e Hind Alt Kıtasında İctihad ve Taklide Farklı Yaklaşımlar”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2011/17, İmam-ı A’zam Ebu Hanife Özel sayısı, s. 193-206; İbrahim Hatipoğlu, “Rethinking Tradition in Modem Islamic Thought, Daniel W. Brown Cambridge University Press, Cambridge 1996”, kitabının tanıtımı, İslam Araştırmaları Dergisi, 1998/2, s. 225-232. Özellikle sonuncusu Fazlurrahman’ın önerisi ve teşvikiyle Chicago Üniversitesi’nde tamamlanan bir tez olup tezde, tanıtanın da ifadesiyle, “sünnetle ilgili modern tartışmaların sadece yüzeysel bakılınca Batının, akılcı düşüncesinin ya da bazı şarkiyat araştırmacılarının etkisine açık olduğu iddialarına meydan verdiği, oysa ciddi araştırılınca sünnet tartışmalarının tarihi temellerinin bulunduğu; modern dönemdeki sünnet tartışmalarının İslam toplumunda var olan ‘yeniden ihya’ düşüncesine dayandığı” sonucuna varılmıştır. Ancak tanıtan yazar tipik bir gelenekçi bakış açısıyla tez yazarının ulaştığı bu sonuca ve ulaştığı sonucun “tehlikelerine (!)” itiraz sadedinde, yazarın çalışmasının “muhteva bakımından hadise ne ölçüde tenkit getirirse getirsin, hadis karşıtlığı toplum içerisinde temelleri/dayanakları bulunan bir hareket kabul edilecek ve bir ölçüde benzeri yaklaşımların meşruiyetini sağlamlaştıracaktır. Halbuki eserde takdim edilen hadis karşıtı düşünceler açısından müsbet bir tavır anlamına gelen böyle bir yaklaşımın, İslam tarihi boyunca Müslümanlar arasında bulunmaması, böyle bir sonuca ulaşmayı imkansız kılmaktadır” bkz. s. 232. 

En son değiştirme: Salı, 14 Ocak 2020, 4:16 ÖS