Mutluluğu Elde Etmenin Yolları
Mutluluğu Elde Etmenin Yolları
Mutluluğun bu dünyada elde edilmesi ve hatta öteki dünyada elde edilecek olan en yüce mutluluğun yine bu dünyadaki hayatta yapılanlarla kazanılması meselesi beraberinde insanın nasıl bir varlık olduğu ve bunu nasıl yapacağı sorusunu gündeme getirmektedir. İşte İslâm filozofları, insanın diğer canlılardan farklılığını dile getirerek, insana mutluluğu kazanmak için birtakım güçlerin verildiğinden söz etmektedirler. Onlara göre insan beden ve nefisten (ruhtan) oluşan bir bütündür ve her ikisi bu dünyada birbirine muhtaç durumdadır. Öte yandan beden ve nefisten oluşan insanın üç temel gücü vardır: İstek (arzu, şehvet) gücü, öfke (gazap) gücü ve akıl gücü. Gerçekte tek bir gücün yan kolları olan bu üç güç hep birbiriyle ilişki halindedir ve ilk ikisi, yani istek ve öfke gücü oldukça kuvvetlidir. Çünkü insan bu güçleri sayesinde hayatta kalmaya çalışacaktır. Ancak onu diğer canlılardan ayıran akıl gücü diğer iki gücü de kontrol edebilecek bir yapıdadır. Zaten gerçek mutluluk için de yapılması gereken şey nefsin diğer iki gücünü, yani istek ve öfke gücünü akıl gücünün emrine vermektir. Eğer bu gerçekleşmezse o zaman insan akıl dışındaki diğer iki gücün kontrolüne girecek ve muhakeme yeteneğinden ve doğru bir şekilde bilgi elde etmekten uzaklaşacaktır. Bunun sonucunda da insan, gerçek mutluluğun ve ona ulaştıracak iyilerin ne olduğunu bilemeyecek ve sonuçta geçici hazları ve mutluluk sanılan şeyleri gerçek mutluluk şeklinde algılayacaktır (Bircan, 2001, 248-9). O halde insanın akıl gücünün diğer güçlerine hakimiyet kurabilmesinin yolunu araştırmak gereklidir. İşte İslam filozofları, bunun yolunu göstermek için, akıl gücü, onunla ulaşılan hakikat bilgisi ve bunun yetkinleştirilmesi konusunda detaylı bilgiler vermişlerdir.
Akıl Gücü: Bilgi ve Hikmet
İslam filozofları insanı mutluluğa götüren temel unsur olarak aklı kabul etmişlerdir. Onlara göre gerçek mutluluk hissî değil aklîdir. Meselâ, Kindî, mutlu olmanın temel şartını aklı kullanmak olarak görürken; Fârâbî, aklın gerçek mutluluğu ve iyiliği idrak etme gücüne sahip olduğunu belirtmektedir. İbn Sînâ da aynı çizgiyi takip ederek aklî idrak ile mutluluk arasında birebir bir ilişki kurmaktadır. Gerçek mutluluğu elde etmenin yolu insanın aklını kullanmasından geçtiğine göre bu nasıl gerçekleşecektir? Filozoflar bunun yolunu göstermeye aklın mâhiyetinden başlamışlardır. Onlara göre aklın bir düşünen teorik ve metafizik yanı bir de eylemi ilgilendiren pratik yanı vardır. İşte insanın yapması gereken şey öncelikle bu iki aklın da yetkinleştirilmesidir. Çünkü insanı gerçek mutluluğa götüren temel erdemler insanın akıl gücünün diğer iki güce hakim olması ve onun itidâl olarak adlandırdığımız iki aşırılığın (ifrat ve tefrit) ortası olan “orta erdem”li davranışları yapmasına vesile olacaktır. Bunun sonucunda da hikmet ortaya çıkacaktır, yani mutluluğa götüren ahlâkî eylemlerin belirleyicisi hikmet erdemine ulaşmış bulunan akıl olacaktır. Bunun temel sebebi aklın hislerden daha geniş, daha kuşatıcı olmasıdır. Ancak mesele bununla da çözülmemektedir. Her insanda akıl olduğuna göre insan söz konusu bu kontrolü nasıl gerçekleştirecektir?
İslam filozofları aklın diğer iki güce hakim olmasının yolunu da göstermeye çalışmaktadırlar. Buna göre aklın kendi içinde birtakım dereceleri vardır. Aklın ilk derecesi potansiyel olarak her insanda var olan ve bilme yeteneği anlamına gelen akıldır. Filozoflar buna genellikle bilkuvve, heyûlânî ve münfail akıl isimlerini vermişlerdir. Bu akıl bir tür yatkınlıktır. Aklın ikinci mertebesi, ilk mertebeden belli bir süreç geçtikten sonra faal akıl vasıtasıyla temel ve genel ilkelerin elde edildiği bir mertebedir. Bu akıl İbn Sînâ tarafından bilmeleke akıl olarak isimlendirilmektedir (Alper, 2008, 62-71). Aklın üçüncü derecesi, aklın işlemeye başlamasıyla ortaya çıkan safhasıdır ki, bunun da adı bilfiil akıldır ve bu safha bir yetkinliktir. Kindî bu akıl mertebesine müstefad akıl adını vermiştir. Aklın dördüncü ve son mertebesi ise akletmesi sonucu elde ettiği şeyleri kullanmasıyla oluşan son yetkinlik mertebesidir. Bunun da adı müstefad akıldır. Kindî buna zâhir veya beyânî akıl demiştir. Filozoflara göre aklın bu üç derecesi, aslında üçünün de esas kaynağı olan bir başka akıl sayesinde bu aşamaları katetmektedir. İşte hem aklın esas kaynağı hem de ulaşabileceği son yetkinlik mertebesi olan akıl derecesi faal akıl derecesidir. Fakat bu mertebeye sadece ve sadece öteki âlemde erişilecektir. Bu dünyada iken ulaşılabilecek en yüksek akıl derecesi ise müstefad (kazanılmış) akıl seviyesi, yani faal akılla ittisal (bir çeşit buluşma, dokunma, feyizlenme) noktasıdır ve bu mertebe, insanın dünyada iken ulaşabileceği en yüksek mutluluk derecesine de işaret etmektedir. Öteki alemdeki en yüce mutluluğun teminatı da bu mutluluk olduğu için mecazen buna da en yüce mutluluk adı verilebilmektedir (Bircan, 2001, 330-359).
Yukarıdaki öğrendiklerimizden de anlaşılacağı üzere İslam filozoflarına göre mutluluk, teorik aklın sözü edilen dereceleri faal akıl yardımıyla aşmasıyla gerçekleşmektedir. Yani aklı ve iradeyi sonuna kadar kullanma söz konusudur. Asla dünyadan el etek çekmeden ve maddeye yüz çevirmeden bahsedilemez. Tam tersine maddeyi ve dünyayı aşarak aklı ve iradeyi daha özgürce hareket ettirme çabasının kendisi gerçek mutluluğun anahtarıdır. Mutluluğu yakalamanın yegane yolu diğer iki gücün aklın gücüne hizmet etmesini sağlamaktır. Bu yüzden İslam filozofları geleneğe uyarak akıl gücünü meleğe benzetmişlerdir. Zaten akıl bu dünyada iken ulaştığı bütün mertebelerde olduğu gibi en yüksek mertebe olan müstefad (kazanılmış) akıl seviyesinde de faal akıldan, yani İslam filozoflarına göre melekî akıl veya Cebrail (a.s.) anlamına gelen akıldan feyizlenmektedir. Bu feyizlenme bir çeşit ittisal ile olmakta ve bu durum sıradan bir insanda gerçekleştiğinde felsefe veya hikmet ortaya çıkmaktadır. Eğer seçkin bir insan söz konusuysa, yani bu şahıs bir nebi ve peygamber ise vahiy gerçekleşmektedir. Bu sonuncusu dünyada iken faal akıl ile gerçekleştirilen en üst düzey ittisal örneğidir. Böylece, her ikisi de, yani filozof (hakîm) ve peygamber (nebi, resul) de, gerçek mutluluğa ulaşmış olmaktadırlar.
İslam filozofları akılda bir çeşit orta yol olarak hikmet erdemini belirlemekle kalmamışlar, aynı zamanda bu gücün eksikliği (ifrat) ve fazlalığından (tefritinden) da bahsetmişlerdir. Buna göre akıl gücünün eksikliği aptallık, yani düşünme gücünü bir yana bırakmak iken, fazlalığı ise budalalık, kurnazlık veya sefihliktir, yani düşünme gücünü “gereksiz yerde ve gereksiz bir biçimde kullanmak”tır (İbn Miskeveyh, 1983, 31-32). Bu aşırılıkların dışında bir de orta yol olan hikmetle birlikte; anlayışta kolaylılık, zekâ, kavrayışta hızlılık, ince düşünce gibi yan erdemlerden de bahsetmişlerdir.