Konu özeti
Konu 1
DERSİN HAZIRLANMASINDA; NÜZHET ŞENBAY'ın, MEB YAYINLARINDAN ÇIKAN DİKSİYON SANATI KİTABI, BİLGİ ve TANIMLAMALAR İÇİN TEMEL KAYNAK OLARAK ALINMIŞ, ÖRNEKLER ve METİNLER ise ÖZGÜN OLARAK DERLENMİŞ, METİNLERDE ÖĞRETİM GÖREVLİSİNİN YAYIMLANMIŞ YAZILARINDAN YARARLANILMIŞTIR.
KONUŞMA SANATININ İLKELERİ, ÖNEMİ, TARİHÇESİ ve KONUŞMA TERİMLERİ:
SOLUNUM/ SES /SÖZDiksiyonun Önemi ve Tarihçesi
Diksiyon Terimleri - Tanımlar
Diksiyon/Solunum
Diksiyon/Ses
Diksiyon/Sözcük
Diksiyon/Boğumlanma Yanlışları
Diksiyon/Söz Akımı, AnlatımJest ve Mimik (Beden Dili)
Diksiyon/Anlatım ve Beden Dilini kapsayan ‘’Doğru, Güzel ve Etkileyici Konuşma ‘’ sanatı yukarıdaki başlıklarda sıralandığı şekilde sınıflandırılabilir.
Genel olarak dil ve Türkçemiz ise okuma, yazma, anlama, dinleme ve konuşma olmak üzere sınıflandırılır; ilk dört grupta yer alan başlıklar Türk Dili derslerinde öğrenilmesine karşın sonuncu sırada yer alan konuşmaya dil derslerimizde çok az yer verildiği ve uygulama çalışmaları yapılamadığı için eksik kalmaktadır. Türkiye’de konuşma dersleri ne yazık ki örgün öğretim kurumlarında değil TRT, DT gibi sanat kurumlarında önemsendiği ve öğretildiğinden yaygınlaşamamış ve çok az kitleye seslenebilmiştir.
Günümüzdeyse dernekler, kurslar ve bireysel /özel dersler aracılığıyla ticarileşmiştir. Gönül isterdi ki konuşma dersleri laboratuvarlarda yabancı dil öğrenirkenki gibi kulaklıklarla, diyaloglarla, dramayla uygulamalı öğretilsin ancak bunun için de donanım, uygun mekan, salon, sahne, mikrofon vb araç-gereçler gerekmektedir.
Ülkemizde ilk olarak 1936 yılında Musiki Muallim Mektebi’nin Tiyatro Bölümü’nde Muhsin Ertuğrul ve Ercüment Ekrem Talu; Konuşma Tekniği ve Mimik dersleriyle Retorik ve Okuma Dersleri vermiştir. Prof. Carl Ebert, Prof. Kuhenbuch, Prof. Tahsin Banguoğlu ise fonetik dersleri vermişlerdir.
1945-46 yıllarında Nüzhet Şenbay Diksiyon derslerine başlamış. MEB Kanalıyla Fransa’ya gönderilerek konunun uzmanı olmuş ve bir ilk kitap yazmıştır. Bu kitap bugün konuşma üzerine kitap yazan birçok kişiye ana kaynak olmuştur. Alıştırmalı Diksiyon Sanatı adlı kitap yıllarca Devlet Konservatuvarında ders kitabı olarak okutulmuştur.
Konuşma sanatı deyince Demosthenes ile Çiçero’nun bu alandaki çabalarını da göz ardı etmemek gerekir.
Diksiyonun amacı söz söyleyeni ‘anlatmaya ‘alıştırmaktır.
Dinleyeni inandırmak ve heyecanlandırmaktır.
Dinleyenin hoşuna gitmek ve etki uyandırmaktır.
Konuşmada açıklık, konuşmada gerçeklik ve güzellik olmalıdır.
Konuşma pratikleri yapabilmek için uygun ve iyi metinler çok önemlidir, metin seçiminde titiz olunmalıdır. Derslerimizde seçkin metinlerle, uygulama ağırlıklı çalışmalarla doğru ve güzel konuşan birey olma pratiğini geliştireceğiz.
İyi Bir Konuşmacı Yapıcıdır :
• ‘’Yapmak zorundasın/yapmadığın zaman………..karşılaşabilirsin.
• Söylemelisin/söylediğinde eline geçecek fırsatlar şunlar……
• Olması gereken/olursa kazanacaklarını bir düşün’’
vb. motivasyon cümleleri kurar, korku cümlelerinden kaçınır.
İyi Bir Konuşmacı;
• Bu koltuğa her oturuşunda sanki yüzünde bir tebessüm oluşuyor.
• Şu kapıdan içeri giren herkes bizim için değerlidir ve mutlaka bizden bir yarar görmüştür.
• Ne zaman bir telefon sesi duysam içimde huzur ve sağlık sinyalleri çalıyor gibi geliyor.
• Her geçen gün kendimi daha iyi hissediyorum
• Zaman ilerledikçe arkadaşlarımla daha iyi iletişim kuruyorum.’’
vb. olumlu cümleleri sık kullanır.
*BAĞLI cümleler ve ZAMAN cümlelerinden yararlanır.
OLUMLUYU ŞİMDİKİ ZAMANDA – OLUMSUZU GEÇMİŞ ZAMANDA KULLANIR !
İyi bir konuşma dört temele dayanır:
Solunum
Ses
Sözcük ve söz akımı
Anlatım
Bunların dışında beden dili; jest ve mimik kullanımından söz edebiliriz.
Araştırınız!
KONUŞMA TERİMLERİ: DİKSİYON, TON, DURAK, VURGU, DİYAFRAM, TINI, ANLATIM, RETORİK, NAZAL SES, ARTİKÜLASYON, FONETİK ...
DİKSİYON: Söz söylerken duygu ve düşünceleri doğru, üslubuna uygun olarak anlatmak için sesin ahengini, söylenişi, jesti, mimiği,alınacak tavırları yerinde ve güzel kullanma sanatıdır.
FONETİK: Diksiyonda seslerin oluşmasını ve ses organlarının gerekli durumlarını inceleyen, konuşma yanlışlarını , şive bozukluklarını düzeltmek için yararlanılan, sözün yalnızca söyleniş bölümünü göz önünde tutan yardımcı alan, ses bilimi.
BÜKÜM:
Sesin müziği, ezgisi
Pes, orta ve tiz sesler arasında perde değişikliği, notalandırma.Düşüncelerin oluşum sürecinden kaynaklanan ve iletişim eylemini dinleyicinin niteliklerine uydurma gereğini belirleyen ton ve hız değişiklikleri
TONLAMA
seste perde değişikliği(ENTONASYON)
kar deşim ku zum ca nım an ne yükelen ton alçalan ton
arkadaşlar çocuklar dikkat yükselen ton
soru ve seslenme tümceleri yükselen tonla biter.TINI
Yüksekliği ve şiddeti aynı olan sesleri birbirinden ayıran özellik BOĞUMLANMA (articulation)
Söz söyleyenin her sözünün tek kelimesine,kelimelerin tek hecesine kadar iyice anlaşılır olması demektir.Konu 2
DOĞRU SOLUNUM:
İyi bir konuşmanın olabilmesi için doğru solunum şarttır. Diyafram solunumuna geçerek hayat akışımızda da bunu içselleştirmeliyiz. Önce solunum aygıtını tanımalıyız ve bu organların işlevlerini, doğru kullanımlarını öğrenmeliyiz.
Solunum Aygıtı ve Ses Aleti:
1. GIRTLAK
2. AKCİĞERLER ve SOLUK BORUSU
3. REZONANS BOŞLUKLARI BOĞAZ AĞIZ ve BURUN’dur.
Üç solunum yöntemi vardır.
1. Kaburgaların üst tarafıyla yahut köprücük kemiklerinin hareketiyle
2. Kaburgaların alt tarafıyla yahut yanlarıyla
3. Diyaframla yahut karınla ki doğrusu budur.
SOLUK ALMA:
1.Derin
2.Sık
3.Çabuk
4.Düzenli
5.Sinirlenmeden
6.Gürültüsüz
Gürültülü soluk alma bir kusurdur.
Burundan ve ağızdan soluk alma:
Doğal solunumda ağız kapalıdır burundan alınır. Burun havayı ısıtır ve temizler, küçük kıllar süzgeç işlevindedir. Ağızdan soluk almak burun yolundaki bir aksaklıktan oluşur ve ameliyat gerektirir.
DİYAFRAMLA ve GÖĞÜSTEN SOLUK ALMA
Diyafram alçalıp yükselir.(erkekler)
Göğüs kaburgalar alçalıp yükselir(kadınlar)
En doğrusu; göğüsten soluk almanın aşağı kısmı ve akciğerlerin alt kısmıyla yani diyaframın hafif büzülmesiyle yapılanıdır.
DİYAFRAM:
SOLUNUMUN % 75’ ini kontrol eden bu kaslar aynı zamanda duygularımızı belli eder, duygularımızdan etkilenir; örneğin korku durumunda gerginleşir ve kasılır, SOLUNUMU kilitler.
Gün içinde normalde…
Dakikada 14, 24 saatte 20 binden fazla nefes alırız.
Nefes, derin, sık, düzenli, yumuşak, gürültüsüz alınmalıdır, eşit ve sarsıntısız verilmelidir.
Kontrolsüz heyecan ve gerginlikte ses keçi sesi gibi titrer. Bu, nefes yolu kaslarının aşırı gerginliğindendir.
Nefes basıncı zayıfsa, ses de zayıf olur.
SOLUK VERME:
Soluk verirken tutumlu davranmalı, çabuk yorulmamak için birden vermemelidir. Soluk verirken söz söylenmemelidir. Soluk verme ve soluk alma sonunda söz söylenmez. Söze soluk vermenin başlangıcında başlanmalıdır.
Soluğun sonuna kadar söz söylenmez.Eşit ve sarsıntısız olmalıdır.
UYGULAMA:
SOLUNUM ALIŞTIRMALARIYLA SOLUĞUNUZU GÜÇLENDİRİNİZ ! SOLUK ALIRKEN AĞIR, DERİN BİR SOLUK ALIP KONTROLLÜ, YAVAŞ YAVAŞ BIRAKINIZ; SONRA KESİK KESİK DAHA HIZLI BIRAKINIZ!
Konu 3
SES, SELEN:
Ses kusurları genel bir sağlık bozukluğundan, gırtlağın fazla yıpratılmasından yorgunluktan, soluk borusu, bronş, akciğer hastalıklarından ya da doğru soluk alamamaktan meydana gelebilir. Bu durumlarda polip, ahtopot, hım hımlık diye adlandırılan zayıf ve tıkanık sesler çıkar.
SES KUSURLARI:
1.KUVVETSİZLİK,
2.SES TİTREKLİĞİ,
3.TİZ ve KESKİN SES olarak görünür.
*Dışarıya akseden kişiliğimizin temeli, soluğumuzun taşıdığı tonlarda gizlidir.
* Sesi maskelemek, yüzü maskelemek kadar kolay değildir.
* Bir insanı tanımak istiyorsan, sesinin titreşimlerini dinle.
* Ses, dünya üzerinda nasıl bir role soyunduğumuzla uyum içindedir.
İYİ KONUŞMACI OLAN MESLEK GRUPLARI:
Din adamı, Doktor, Öğretmen, Mühendis, Hizmetli, Asker, Hakim, Avukat, Satıcı …
Aldatıcı olmayan içtenlikli, samimi sesin özü aynıdır.
Duygu ve düşünceleri en iyi şekilde taşıyan zengin, doyurucu bir ses tonu dikkatle dinlenildiğinde zengin bir iç dünyasının ve kimliğimizin ayırıcı ifadesidir.
Konu 4
TON VE DURAK
Sesin gürlüğü değil yüksekliğiyle ilgilidir. Kötü bir konuşmanın monotonluktan ileri geldiğini söyleyebiliriz. Duygu ve anlatımdan uzak aynı tonlar monotondur.
Şarkı sesi iki ton konuşma sesi bir tondur.
Pes
Orta
Tiz olmak üzere üç yükseklik tonu vardır.
Pes göğüs sesi, tiz kafa sesidir. Bütün tonlar ses kirişlerinden meydana gelir. Genellikle orta tonda konuşmak rahattır ve yormaz.
TONLAMA UYGULAMA:
Kapıyı kapatmanızda bir sakınca var mı?
Rica etsem kapıyı kapatır mısınız?
Zahmet olmazsa kapıyı kapatır mısınız?
Kapı kapanabilir mi acaba!
Kapıyı kapatıver!
Kapı kapı…
BÜKÜM:
Tondaki ayırtılar ses perdelerinin değişmesiyse bükümdür. His ve düşünceyle bütünleşmiş doğal büküm doğrudur. Taklit yapay bükümler yapaylık uyandırır. Ses tonunu yükseltmek, cümle sonlarını titretmek, kelimeleri uzatmak bazı kürsü konuşmacılarının yaptığı kusurlu bükümlerdir.
UYGULAMA, DİYALOG:
• Yeterince açık konuşmuyorsun, benden ne gizliyorsun?
• Ben açığım da sen anlamıyorsun beni. Gitmek istemememin nedenini söyledim sana!
• Niye bağırıyorsun, sağır mı var!
• Hadi yaaa, git şurdan!
DİYALOG 2:
• Ali Bey, acil bir durum varsa sizsiz de sürdürebiliriz. Hayır efendim, açık unutmuşum.Çok özür dilerim.
• Uygun değilim, sonra görüşsek olur mu ? Çok vaktinizi almayacağım ama… Pekiyi, biraz zaman ayırabilirim.
• Gecikince kaygılandım.Trafikte oyalandım, özür dilerim.
DİYALOG 3:
Günümü sana ayırdım. O oyunu senin de izlemeni çok istiyorum.
Bugün hiç keyfim yok, dinlenmek istiyorum; ama söz haftaya gideriz.
Canım, senin için ne yapabilirim?
Sağol, iyiyim.
DURAK:
Sesi çıkarmak için soluk almaya ihtiyacımız vardır. İşte duraklarsoluk alma zamanlarımızdır. O halde soluğumuzun tükenmemesi ve konuşurken hava alma ihtiyacımızın giderilmesi için duraklar yaparız.
Duraklar gelişigüzel yapılmaz. Doğru yerde durup soluk almadığımızda yanlış yerde duraklamak zorunda kalıp anlam ve duyguyu yerinde veremeyiz.
1. Virgül : Tek çizgi yarım duraktır.
2. 2. Nokta: İki çizgi bir tam duraktır. Cümle sonlarında olur.
3. Paragraf ve kıta geçişleri üç çizgi bir buçuk durak gerektirir.
Sık sık ve kısa duraklamalar yapmamak, gürültülü soluk almamıza neden olur ve bu kusurdur.
DURAK ÇALIŞMASI İÇİN UYGULAMA METNİ:
Bir insana verdiğiniz değerin, onun gerçekten değerli olmasıyla ya da
bunu hak etmesiyle hiçbir ilgisi yoktur.//Değer vereceğiniz insanları
kendiniz seçersiniz/ ve /bunu yaparken çoğu zaman ne durumda olduklarına
aldırmazsınız.//Bunun adı değer yüklemesidir./Yani ona verdiğiniz değerin
kaynağı siz olduğunuz için/ asıl değerli olan /karşınızdaki değil /
sizsinizdir.//En azından bir süre öyledir./Ama /şunu da gözardı etmemek
gerekir;//Birine gereğinden fazla değer verirseniz eğer,/artık sürekli
kendinizden verdiğiniz için /siz değer kaybetmeye başlarsınız /ve /onun
gözünde /ona verdiğiniz değer ölçüsünde değersizleşirsiniz.//Soylu ve
tutkulu başlayan pek çok yakınlaşmanın/ son derece sefilce sonlanmasının
en büyük nedeni de /işte bu durumdur.//
(Değer yüklemesi, Cesare Pavese)
Konu 5
BOĞUMLANMA (ARTİKÜLASYON), SÖZCÜKLER
Hece ve harf sözcüğün temel elemanlarıdır. Ünlü ve Ünsüz harflerin özelliklerini aşağıdaki uygulamalarla görelim:
SÖYLENİŞ: Ses ve solunum aygıtının hareketiyle birçok hecenin farkları belirtilerek işittirilmeye çalışılır.
Dilimiz Türkiye’nin her yerinde aynı sesleri vererek konuşulmaz. Bu sesler bölge ve yörelere göre değişik seslere dönüp yaygınlaşırlar.
O halde bu farklı söylenişlerden hangisini ölçüt almalıyız. İstanbul Türkçesi standarttır. Ancak o da dış etkilerle bozulmaya uğramıştır. Kültür dili dediğimiz dili araştırıp öğrenmeli, bu alandaki kitapları incelemeli, dilimizin gramerini ve fonetiğini(sesbilimi) iyi bilmeliyiz.
SELEN
Ses kirişlerinin düzenli titreşimiyle oluşan ünlüler
aouıeöüi
GÜRÜLTÜ
Havanın sızması,patlaması, hışırtısıyla oluşan bazı ünsüzler
çfhkpsştFONETİK ve DİKSİYON ARASINDAKİ FARK:
Fonetik dilin sadece söyleniş yönünü önceler, ele alır oysa diksiyon için bu yeterli olmaz. Diksiyon güzel bir söylenişine esas kurallarını verir ve söylenişte yapılan hataları ihmalleri yenmeye çalışır.
Fonetikse diksiyonda seslerin oluşmasını ve ses organlarının gerekli durumlarını inceler.
UYGULAMA:
Laridasetüköcü larida setüköleri laridasetükölemem derse laridasetüköleri laridasetüköcüden laridase tüköletmeden al da gel
Rariroru rarerırü
rarurire rerirüri
rarariro rareruri
rerorirüri rarurırrerür
erirörürraÜNSÜZLERİNİZİN FARKINDA MISINIZ?
Bi be ba bo / bu bö bü bı
bip bep bap bop/ bup böp büp/bıp
bil bel bal bol/ bul böl bül bıl
bir ber bar bor/ bur bör bür bır
bit bet bat bot/ but böt büt bıtDİKKATLİ KONUŞUNUZ !
Aslında, ondan sonra, yani, ciddi misin, şaka gibi,inanmıyorum, inanılmaz …moda sözcüklerini sık ve gereksiz kullanmayın.
Aaa,ııı, eee… gibi doldurma sesler çıkartmayın
Konuşmanızı kasete alın, dinleyin, yanlışları belirleyip doğrusunu tekrarlayınız!
AŞAĞIDAKİ METNİ BOĞUMLANMA NOKTALARINA ODAKLANARAK OKUYUNUZ.''Bernard Shaw, İngilterenin ünlü devlet adamı Churchill’i kendi yazdığı Pgymalion oyununun ilk gecesine davet eder ve davetiyeye şu notu yazar:
İlişikte iki kişilik bilet bulacaksınız, bir dostunuzu da getirebilirsiniz, eğer bir dostunuz varsa!Churchill daha önce başka bir yere söz verdiği için oyuna gelemeyeceğini belirterek özür dileyen bir mektup yazar, biletleri iade eder ve bir not ekler:Piyesinizin ikinci gecesine gelebilirim, eğer ikinci gece oynarsa! ''Konu 6
YAZI DİLİ VE KONUŞMA DİLİ ARASINDAKİ FARK:
YAZILDIĞI GİBİ Mİ OKUNMALI ?
HAYIR !
Örnekler:
'ğ' kendisinden önceki ünlüyü etkileyen, ünlünün uzun okunmasına yol açan bir sestir. Kimi zaman geniş ünlüler söyleniş kolaylığı açısından daralır. e/i, a/ı
Edeceğim edice:em
savaşmayacağım savaşmı:ca:am
acıtmayacağım acıtmı:ca:am korkmayacağım korkmı:ca:am
olacağım oluca:amİnsan düşüncelerini ve hislerini yazıyla anlatmadan önce sözle anlatmaya çalışmıştır. İlk dilciler konuşma dilinde işittiklerini yazı dilindeki işaretlere çevirerek kayıt ve tespit etmişlerdir. Tarih bize konuşma dilinin yazı dilinden önce olduğunu göstermiştir. Bu yüzden ikisi birbirinden pek de farklı değildir faka yazı dilindeki alfabe sistemi bütün sesleri göstermeye yetmediğinden fonetik konuşma dilinin seslerini kayda çalışır.
Fonetik diksiyonun önemli bir yardımcısıdır.
AŞAĞIDAKİ METNİ TONLAYALIM.
''Bir gün insan “virgül”ü kaybetti. O zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı. Cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti.
Sonra “ünlem” işaretini kaybetti. Alçak bir sesle, ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı. Artık ne bir şeye kızıyor ne de bir şeye seviniyordu. Hiçbir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra “soru işareti”ni kaybetti ve soru sormaz oldu. Hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu: Ne evren ne dünya ne de kendisi umurundaydı.
Birkaç yıl sonra “iki nokta” işaretini kaybetti ve davranış nedenlerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna doğru elinde sadece “tırnak işareti” kalmıştı. Kendine özgü tek düşüncesi yoktu. Yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.
Düşünmeyi de unutunca son “nokta”ya ulaşmıştı…''
(Kanevsky - “ Kaybedilenler )AŞAĞIDAKİ METNİ SESLENDİRME ve YAZILIŞ FARKLARINI GÖZETEREK OKUMAYA ÇALIŞINIZ.
''Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok,
"Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar,
Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam sakalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?''MÜŞFİK KENTER
Konu 7
BOĞUMLANMA
İyi bir boğumlanma hecelerin iyice anlaşılarak oluşturulmasıdır. İnsanlarda giderek dudak tembelliği olur ve dudaklarını hareket ettirmeye üşenerek güçsüz anlaşılmaz şekilde konuşmaya alışırlar.
Konuşurken boğumlanmaya yeterince dikkat edilmez ve önemsenmezse karşıdaki insan sürekli efendim, ne dediniz diye sormak zorunda kalır. Dinleyici anlamadığı zaman sıkılır ve ilgisi dağılır dinlememeye başlar. Bu hepimizin başına gelmiştir. Boğumlanma bağırmak değildir, harf ve hecelerin ses ve solunum aygıtından doğru yerlerden çıkak noktalarından çıkarak anlaşılır şekilde hecelenmesidir. Fransızca artucilation terimiyle ifade edilmiştir.
BOĞUMLANMA KUSURLARI:
GEVŞEKLİK:
Heceleri iyice anlaşılamaması
UYGULAMA: METİNLERİ KURŞUN KALEMLE ÇALIŞMAK
ATLAMA:
Konuşurken bazı harf ve heceleri atlamak, söylememektir. İhmal ve gevşeklikten oluşur. Ünlü ve ünsüzlerin çıkarılmasında dikkatli boğumlandırma alıştırmalarıyla aşılır.
Örneğin: Kilitledim yerine kitledim, kalk oradan yerine kakordan, nasılsınız yerine nasısınız, hanımefendi yerine hamfendi, bir dakika yerine bidakka gibi…
DEĞİŞTİRME ya da PELTEKLİK: Bir hece ögesinin bir diğer hece ögesiyle değiştirilerek söylenmesine denir. Dr Chervin şöyle örnekler:
Ünsüzlerle değiştirme
1) Zeleştirme: j yerine Z ile: Jale/Zale, Jilet/Zilet
2) Seleştirme: Ş yerine S : Paşam/Pasam, Şapka/Sapka (Rumca)
3) Jeleştirme: C yerine J : Ancak/Anjak, Kucak/Kujak ( Yeşilçam)
4) Şeleştirme: S yerine Ş : Sana söylüyorum / Şana şöylüyorum, örneğin eski Türk filmlerindeki seslendirmeler böyledir.
DİĞER ÜNSÜZLERDE DEĞİŞMELER:
Leleştirme: R yerine L
Terlik/Tellik, Berber/Belber, Merhem/Melhem, Birader/Bilader vb…
N yerine L : Fincan/ Filcan Mintan/ Miltan
Kibrit /kirbit, kirpik/ kiprik
ŞİVE: Habunu/ Hapuni, Dayısı/Tayisi
ÜNLÜLERDE DEĞİŞMELER:
Kemal, Cemal, lastik, lacivert, lamba, biyoloji, psikoloji vb. sözcüklerinde a’nın üzerinde inceltme imi varmışcasına okunmalıdır.
Konu 8
DİL ZEKASI ve KONUŞMA KUSURLARI (TUTUKLUK, KEKEMELİK)
Bu kusur; düşüncede kararsızlık, heyecan, sıkılganlık veya sinir bozukluğu gibi nedenlerle bir hece üzerinde takılıp birkaç defa o heceyi tekrarlamak, baştan almak şeklindedir.
Boğumlanma organları üzerinde hareketi sağlamak, bu hareketi bir az abartmalı bir ağırlıkla düzenli bir boğumlanmayla yapmak, bir şiirin ölçüsünü göz önüne alarak okumak ve sonra da düşüncelerini belirterek konuşmaya çalışmak yoluyla bu kusurun önüne geçebiliriz. Tutukluğumuz aşağıdaki gibi psikolojik nedenlere dayanıyorsa;
YA YANLIŞ BİR ŞEY SÖYLERSEM
ALAY EDERLERSE
DUYGULARIMI ANLATAMAZ, DENETLEYEMEZSEM
BU İNSANLARI TANIMIYORUM
BANA YABANCI BİR ORTAM
HEYECANLANIRIM
BEN YAPAMAM vb…
düşünce ve duyguları çalışarak, alıştırmalar yaparak aşabiliriz.
Kimi zaman da;
Devamlı tiz ton kullanmak ve çocuk sesleriyle konuşmak oturmamış kişiliğin belirtisidir.
• Sürekli alt tonları kullanmak aşırı kibir ve kendini beğenmişlik gibi kişisel duygu durumlarıyla da ilişkilendirilebilir.
KEKELEME KUSURU:
Sözü söylerken birdenbire duraklarız ve yüzümüzü buruşturarak bir gerilme duygusuyla heceleri tekrarlarız.
Nedeni: Sözcüklerin boğumlanmasıyla soluğun çıkışında bir beraberlik olmamasından kaynaklanır.
Kekemeler ya soluk aldıkları ya da pek geç soluk verdikleri sırada konuşurlar.
Dr Chervin kekemelik kusurunun üç haftada düzeltilebileceğini söyler.
• Bu gibi durumlarda fizyolojik nedenler söz konusu olduğundan doktor desteği alınmalıdır. Örneğin beyin fonksiyonlarındaki bozukluklar, çene, diş, ağız yapısı bozukluklar gibi... Kimi zaman da fizyolojik nedenler psikolojik tutukluklara yol açabilir.
• Ses telleri, gırtlak, dil ve dudak sorunları ; Sesin çıkışına
• Kulak sorunları; Vurguya , tonlamaya
İç salgı bezlerinin görevini tam yapmaması; Zihinde durgunluğa, geriliğe, konuşmada, okumada aksaklığa, görmede eksikliğe neden olur.
DİL ZEKASI (LANGUAGE Q):
Sözel zeka yeteneğine sahip olan kişiler güçlü bir kelime haznesine sahiptirler. Kelimelerle düşünme ve ifade etme, dildeki kompleks anlamları değerlendirme, kelimelerdeki anlamları ve düzeni kavrayabilme, şiir okuma, mizah, hikaye anlatma, gramer bilgisi, mecazi anlatım, benzetme, soyut ve simgesel düşünme, kavram oluşturma ve yazma gibi karmaşık olayları içeren dili üretme ve etkili kullanma becerisine sahiptirler.
Kelimelerin anlamları,
Dil bilgisi kurallarına uyma,
1) Dilin yazılı ve sözlü kullanılması konularında hassaslardır.
DİL ZEKASI GELİŞTİRİLEBİLİR, AŞAĞIDAKİ UYARILARA DİKKAT EDİNİZ!
Kendi duygularınıza ve ruh halinize dikkat edin ve karşınızdaki kişiye bakıp onu dinleyin.
2) Sözel bilgilere dikkat edin
a. Duygu sözcükleri
b) Hız ve tonlama
c ) Kelime hız ve perdesi
3) Sözsüz bilgiler
Yüz ifadeleri
Gözler, ağız
Duruş
Bir bağlam içindeki hareketler
4) Tutarlılık ve tutarsızlıklar: kelimelerle tonlamaları eşleştirin.
5) Çelişkileri analiz edin:
İnsanlar acı çekerken güler
İnsanlar hislerini kabullenmek istemez…
6) Bazen başkalarının duygularını taklit ederiz.
7) Belirli duygusal sergilemelerde rahatsız olabiliriz.
8) Diğer insanların duygularını doğrulamak için ‘ görünüyorsun ‘ gibi bir dil kullanın.
FARKINDA OLUN KONTROL EDİN ve EMPATİ YAPIN!
Ruh Hali Günlüğü/FARKINDA MIYIM???
KARŞIMDAKİ KİŞİ/KONUŞMACI
Canlı, heyecanlı, hüzünlü, yorgun, ilgili, memnun, keyifsiz, korkak, uykulu,şikayetçi, enerjik, endişeli, sakin, bıkkın, aktif, sosyal/ Mİ???
Konu 9
ULAMA:
Bir sözcüğün sonundaki ünsüzün ondan sonraki sözcüğün başındaki ünlüyle beraber boğumlandırılmasına denir.
Akşamoldu, güneşaçtı, sabaholdu vb…
Yazım kılavuzlarında eşsesli sözcüklerimizde; b c d g ile biten sözcüklerin de p ç t k sert sessizleriyle yazılmaları kabul edildiyse de konuşma sırasında ulama yapıldığında aslına yumuşak sessizlere dönüşürler.
Harbokulu, mesudolmak mektubalmak gibi.
Gerilek benzeşme:
Sözcük sonunda bulunan ve ön damakta meydana gelen ‘K’ sesi kendinden sonraki kalın ünlüye uyar:
Köpekaldım, Büyükadayagittim, İyiörnekolmalısın, Ekmekayvası vb.
‘K’ sesinden sonra ‘ha ho hu hı’ heceleri geliyorsa ‘ h’ sesi düşer.
Yüksekavasıcaklığı, küçükanım, yemekane, ekmekırsızı, erikoşafı vb.
· Söz içinde sözcükler arasında bir durak yapıldığında ULAMA olmaz; ULAMA ancak bazı sözcüklerin değerini belirtmek istediğimiz zaman bozulur. Örnek:
· Benim en büyük arzum, öğretmen olmaktır. Burada ulama yoktur, olmaz!
· N’oldum dememli, n’olacağım demeli! Burada ünlü düşer ve diğer sözcüğün başındaki ünlüye ulanır.
UYGULAMA:
İSTİKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal,
Hakkıdır, Hak’ka tapan, milletimin istiklal!Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım;
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar.
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler Hak’kın;
Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın.Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı!
Düşün, altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım;
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal!
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hak’ka tapan milletimin istiklal! ''MEHMET AKİF ERSOY
Konu 10
SAĞDEYİ(PROZODİ) VE VURGU:
Bir sözcükteki heceler her zaman aynı şiddet ve aynı sürede değildirler. Sağdeyi işte bu hecelerin değerini söyleyişini ve birbirinden ayırt edilişlerini inceler. Her sözcükte bir hecenin üzerine ses baskısı yapılır. Uzun kısa hecelerin vurgulu vurgusuz hecelerin farkını belirler.
Katil, cahil, kiracı, kase,muhabir, Sami vb.
TÜRKÇEMİZDE ‘ ğ ‘ ünsüzü kendisinden önce gelen ünlü üzerinde etki yaparak önceki ünlünün uzamasına neden olur:
· Yağmur/yaamur(a sesi bir buçuk değer uzun söylenir.)
· Öğretmen/öretmen vb.
İlk hecelerde ‘y’ nin de gevşeyip kendisinden önceki ünlüye etki yaparak heceyi uzattığı görülür. Böyle/böle, şöyle/şööle, söylemek/söölemek vb.
VURGU:
SÖZCÜK VURGUSU:Türkçemizde genellikle son heceler vurguludur; bazı kural dışı durumlar söz konusudur.
Her sözcükte bir hecenin üzerine ses baskısı yapılır ve buna şiddet vurgusu denir. Sözcük ek ve takı aldıkça vurgu değişerek son heceye gider. Son hecede olmayan vurguya gerilek vurgu denir.
Yer adlarında, zarflarda, olumsuzluk eklerinde, soru eklerinden önce, emir kiplerinde seslenişlerde ise vurgu daima ilk heceye doğru kayar.
Ankara, İzmir, İstanbul
Belki, henüz ,ansızın
Haydi, Varda, destur
Yapma, yazma, gelme
Geldi mi, söyledi mi, okumuş mu vb.
CÜMLE VURGUSU:
Bir de cümle vurgusu vardır ki cümle içindeki bir sözcüğün - genellikle yüklemden önceki sözcüktür bu- tamamı vurguludur, şiddetli, baskılı sesletilir. Örneğin:
· ‘’Babam dün trenle İstanbul’a gitti.’’ İstanbul’a sözcüğünün tamamı vurguyu çeker bu cümlede.
· ‘’İstanbul’a babam dün trenle gitti.’’ dersek trenle sözcüğü vurguyu çeker.
SOLUK NOKTALAMASI ve VURGU İÇİN UYGULAMA METNİ
Nasıl/ Başarıyla Acı Çekebiliriz?
Ne kadar bilge olursa olsun/ gençliğinin bir döneminde söylediği bir şeyden, /hatta edindiği hayat tarzından hoşnutsuzluk duymayan kişi yoktur. // Öyle ki /mümkün olsa bunları belleğinden zevkle silerdi //ama/ kişi/ yaşadıklarından tümüyle pişmanlık duymamalıdır;/ / çünkü bütün o aptalca ve mutluluktan uzak evreler/ aslında/ onu nihai evreye vardırır// ve /kişi/ bu evrelerden geçmeden bilgeliğinden emin olamaz /– bizler ne kadar bilge olabilirsek tabii.//
Bazı genç insanlar tanıyorum./ Öğretmenleri /onlara okula başladıkları andan itibaren zihinsel soyluluğu, ahlaki inceliği aşılamış.// Belki de onların geriye bakınca pişmanlık duyacakları hiçbir şey yok.// Eğer isterlerse o ana kadar söyledikleri ve yaptıkları her şey için /imzalı bir ifade verebilirler /ama /zavallı yaratıklar bunlar, /öğreti sahiplerinin kötü takipçileri. //Bilgelikleri olumsuz, verimsiz.//
Bilgelik öğretilemez,/ biz kendimiz keşfetmeliyiz onu.// Kimse bizim yerimize o yolculuğa çıkamaz,/ kimse böyle bir çabayı bizim yerimize harcayamaz.//(Alain de Botton, Proust Yaşamımızı Nasıl Etkiler)
Konu 11
SOLUK NOKTALAMASI:
*Bazı parçalarda yazı noktalamasına güvenmek doğru olmaz. Yazı noktalaması cümlenin ögelerini ayırır. Oysa soluk alma yerlerini, uzunluğunu, kısalığını göstermediği için bunu işaretlemek söyleyiciye düşer. Uzun cümlelerde noktaya kadar soluk almazsak altı kat merdiven çıkmış gibi soluk soluğa kalırız. Bazı sözcük ve cümlelerde soluk soluğa gelmemek için gereken yerlerde yeterince hava, soluk almak konuşmacının önceden işaretleyerek ayarlayabileceği bir durumdur.
*Örneğin: kötü söyleme eşine ağu katar aşına’ cümlesinde eşine sözcüğünden sonra soluk almayı gerektirmeyen bir durak yapılır ama;
Bu son harem odaları sıcak, cana yakın şeylerdir;(SOLUK)onları düşünürken hatırıma, Kur’an gibi göbekten üste konan ipek namaz seccadeleriyle(SOLUK)ahretliklerin gergefte işledikleri namaz bezleri gelir. Cümlesinde söz noktalaması ve işaretler dışındaki soluk alma yerlerini biz belirleriz.
1)Okunan her parçanın her bölümü arasında, noktalardan sonra ve satır başlarında
2)Alıntı sözlerden önce ve sonra
3)Soru ile cevap arasında
4)Tırnak ve iki nokta üst üste işaretlerinden sonra
5)Ve bağlacı sonraki cümlenin anlamını pekiştireceği zaman
6)Bağlaçlardan sonra
7)Okunan cümle uzunsa özneden sonra
8)Parantez ve ara cümlelerden önce ve sonra
9)Karşıt anlamları vurgulamak için
10)Tekrarlanan ögelerin arasındaSOLUK NOKTALAMASI yapılmalıdır.
UYGULAMA: METİNLER ÜZERİNDE GÖSTER !
DUYGU PARAGRAFI, DÜŞÜNCE ve BİLGİLENDİRME PARAGRAFI GEÇİŞLERİ/DURAKLARA /SOLUK NOKTALAMASINA/VURGULARA
DİKKAT EDEREK DİNLEYİCİNİN GÖZÜNE BAKARAK /BEDEN DİLİNİ KULLANARAK OKUMA ÇALIŞMASI:
YAZARAK YAŞAMAK
Bir yazarın takviminden...
''Günlük yazılacak, radyo oyununun son bölümleri yetiştirilecek, şiir yarışması dosyaları okunacak, biten öykünün düzeltmeleri yapılacak, romana yeni bölüm yazılacak, söyleşi için hazırlanılacak. Öğleden sonraki etkinliği unutma! Akşam galerideki sergiye katıl. Kör Melek ve Silgiler’i okumaya devam. Kar ve Kaplan filmine git!
Hiç kimse ona “Ne zaman yazıyorsunuz?” diye sormamalı, “Ne zaman yazmıyorsunuz?” daha uygun düşer. Aynı evde yaşasak da birlikte olduğumuz zamanlar yazıdan geriye kalanlar… Genellikle akşam yemeğinde ya da kahvaltıda. Geceleri yazmayı yeğleyip gündüz saatlerinde uyumaya çalışan eşimin önce yazmak sonra yaşamak olan düzeni bozulduğunda dengeleri de bozulur. Bu nedenle birlikteliğimiz sımsıkı bağlı ama alabildiğine özgür yaşantıların güçlendirdiği özlemekli, tutkulu ama çok zor bir ilişkidir. Özgürlük ve bağımsızlık onun gibi benim de karakterim olduğundan hayatı paylaşmayı uzun zamandır sürdürüyoruz.
O, bu dünyada yaşamayan bir dünyalı. Yaşamı iki perdelik sürekli bir yolculuk. Birinci perde içine kapandığı, yaratma ve yazma süreçlerinin tamamında etkin içsel yolculuklarından oluşuyor. Yaşamdan uzaklaşarak imgelemindeki yaşamı var ettiği “değiştirme-dönüştürme-arındırma” zamanlarının sonsuz yolcusu, kaptanı olan Burhan Günel. İkinci perde yaratılarını toplumla paylaştığı, somut yolculukları; zorunlu ya da geçici yer değiştirmeleri, yazın yolculuklarından oluşuyor.
Birbirinin ardılı her iki zaman diliminde de yazarın gittiği yer aynı. Kendisi ve başkaları. Eriştiği uzaklık insan. Yazarın “yaratmak ve yazmak “serüveninin temelini oluşturan” insana, dolayısıyla kendisine ulaşma çabası aynı zamanda yazarı da insanlığın yücelerine taşıyan, sıra dışı, birikimli, farklı kılan eylem. Yazmayı çıkardığınızda yazarın yaşamı nedir ki? Anlamsız, boş zamanlar toplamı, angarya. Oysa yazma tutkusu taşımayanlara göre yazar yarım, eksik yaşıyordur hayatı, daha da ilerisi kağıt üzerindeki yaşamdır onlara göre yazmak eylemi; kuru, sıkıcı, eğlencesiz. Oysa yazın adamı iki kez yaşar hayatı. Gerçek yaşamı ve imgelemindeki yaşamı. Onun için renkli olanı, öncelikli olanı yazdığı yaşamdır. Sonsuz yaşantıları barındıran, bin bir kimlikli, gerçek yaşamın izlerini süren, kimi zaman kalabalık kimi zaman yapayalnız ama hep değişen, dönüşen bir canlıdır imgelem. Düşleri, umutları olmadığında kurur, solar yazar. Yazmak yaşamaktır bu bağlamda. Ve denge… Gerçekle düş arasındaki bu incecik ipte ne çok hırpalar kendini yazar ne çok öldürür ve yaratır yeniden.
Kendini yazıya adamış bir yazarın eşi olarak onun yazma süreçlerine ilişkin gözlemlerimden olabildiğince nesnel bir bakışla, insanın kendisinden söz etmesinin zorluğunun da ayırdında olarak, içtenlikle söz etmeliyim… Şunu söyleyebilirim ki, onun yaratma süreçlerinde çektiği sancıları anlıyor, o denli olmasa da ben de çekiyorum. Burhan Günel yapıtlarının özünü toplumundan alan, toplumcu gerçekçi sınıflandırmada yer alan bir yazar. Oysa yalnızca serüven, polisiye, fantazya, popüler edebiyat yazan bir yazarın eşi olsaydım hayatım oldukça eğlenceli ama insansız geçecekti.. İçinde yaşadığım toplumun bireyi, bütünün parçası olarak mutsuzlukları görmezden gelmem, aldırmazlık ve duyarsızlıkla hayatı bir film izler gibi yaşamam insanlığımı tartışılır kılardı. Daha çok gören, gözleyen, duyumsayan, düşünen ve acı çeken bir yazarın eşiyseniz bu sorumluluğunuz ikiye katlanıyor. Yazar ağır bir dünyanın yükünü hepimiz gibi hepsini kullanamadığı beyninde taşıyan, zor hayatlar saklayan acıyı umuda dönüştürmeye çalışan bir işçidir aslında. O, gerçeğin izdüşümlerini yaratır, çok boyutlu bakmaya çabalarken bütün boyutların bedelini ödeyerek yazar, yazar… Gerçekler çirkinse öfkeyi, tepkiyi, başkaldırıyı yaşamadan yansıtamaz, üstelik çirkin için umut yaratmalıdır aynı zamanda. Gerçekler, iyiyse, güzelse karşıtlarını gösterebilmelidir ki sorumluluğunu yerine getirsin. Böylece yorgun beyniyle dünyayla uyumsuzluğunun, muhalif oluşunun, karşı duruşunun boyutlarını her gün daha da genişleterek acıların doruğunda kendini tüketir yazar.
Sonlandırılmış her yapıt bir moladır onun için. Bütün yorgunluğunu unutarak yeniden yaratmaya koyulur. Bu bir tutkudur. Bu tutku olmadığında yazmak işkencedir. Bir ömür böyle sürer gider.Yazma sürecini bir romanla somutlamam gerekirse Ateş ve Kuğu iyi bir örnektir. 1993 Sivas Kıyımı’nı konu alan 2005 Yunus Nadi Roman Ödülüne değer görülen yapıtın kahramanları gerçek hayattan, buna yazar da dahil. Kurgusal bölümün kahramanı Baharten ise yazarın türevi. Çoğu okurun kolayca yakıştırdığı gibi yazarla anlatıcıyı, yazarın yaşamıyla anlatıcının yaşamını özdeşleştirmeye bile gerek kalmadan yazar gerçek kimliğiyle katılıyor romana. Kitabı bitirdiğinizdeyse ne anlatıcı Burhan Günel’dir ne de kurgu kahramanı Baharten. İkisi de yaşamın gerçekliğinden roman gerçekliğine taşınmışlardır. Gerçek hayattan alınmış bir olayın, gerçek kişilerin kurgusal anlatıda sanatın birer öğesi durumuna dönüştürülmeleri, roman bütünlüğünü, dengelerini koruyabilmek için olmazsa olmaz bir kuraldır bu. Oysa yazma eyleminin içinde olmayan ya da bu sürece tanıklık etmeyenler ne yazık ki sorarlar hep: “O, siz misiniz?” Bana da çoklukla yöneltilen bu sorunun yanıtı şudur: “Hem benim hem ben değilim.” Burhan Günel’in yaratma sürecinde yaşadığı değişimlere uyum sağlayabilmem, onu anlayabilmem hatta anlayış göstermem bu gerçekliği kavradıktan çok sonraydı. İlk günlerde yanılgılara düştüm, roman kişilerini kıskandım, içimi acabalarla doldurdum, ondan kuşku duydum. Sonra anladım ki yazar dünyadan aldıklarını bize verirken insana, olgu ve olaylara bilinçli ya da bilinçaltı bir büyüteçle yeniden bakıyor, ardından bir dürbünle uzaklaşıyor ve kendi cehennemine tutsak yazma odasına kapanarak, dünyayı unutarak yeni bir dünya yaratıyor.Yaşamdaki “şimdi”yi yazıda dün ve yarınla harmanlayarak belleğini yitiriyor. Yaşam duruyor orada öylece yalnızca yaratmak ve yazmak kalıyor ve artık yazma zamanı Burhan Günel’in. Birlikte yaşadığım adam çekildi kabuğuna. Silindi yeryüzünden. Çalkantıları, huzursuzlukları başladı yine. Yazarak kurtulmak istiyordu hem kendini hem dünyayı taşımaktan, eli tutuştu yazma isteğiyle. Artık alışmıştım onun bu durumuna kabullenmiştim. Ama bu kez farklıydı. Yazarak da kurtulamadı ateş çemberinden. Gecelerce uyumadan yüzü bembeyaz, boşluğa asılı bir ampul gibi sallandı, silindi zamandan. Niçinini bilmeden saatlerce donmuş oturdu yazı masasında gece yarıları. Acılı, mutsuz, dipsiz bir karanlıkta yitti gitti sevdiğim adam. Boşlukta gidip geldiği yerlerden gözlerinde, ellerinde, göğsünde taşıdığı ateşleri bana da uzatıyor, durmadan yaşıyordu, durmadan yazıyordu. Bir türlü aklının almadığı, kabullenemediği, zaten bir insan aklının hiçbir zaman kabullenemeyeceği bir görüntüyü; kendilerine genç, kendilerine aydın, kendilerine sanatçı dediğimiz insanların bir otele doldurularak yakılması gerçeğini, Sivas Madımak kıyımını yazıyor yazdıkça da daha beter gömülüyordu içine. Olaya daha nesnel bakabilmek için on yıl beklediğini ve bu sürenin acısını daha da bilediğini seziyordum. Zaman nasıl köreltebilirdi ki o her yanları kara, kapalı, yalnızca gözleri görünen elleri meşaleli şeytanların yaktığı insanların acısını. Üstelik hâlâ yakıyorlardı bizi…
Yıl 1993, AMASRA, Canlı Balık Lokantasındayız.Yeni tanışmışız. O zamanlar aramızda nergislerden başka hiçbir şey yok. Bir de sezgilerimiz. Özgür ve coşkuluyum. Oturduğumuz bölüm akvaryum gibi. Önümüz deniz ve silme kuğu… Akşamın buğusu kuğuların beyazına vurmuş. Hiç yazar tanımamışım yakından. Mutsuzluklarına tanık olmamışım. Karşımda suskun bir adam .Yüzü akşamdan da kara. Öylece oturuyor. Aklı başka bir yerde gibi ağır davranıyor, yitik bakışlı, ilgisiz, umarsız bir gülümseyişte kalmış. Sessizce kuğuları izliyoruz, balık yiyor, rakı içiyoruz. Ne biçim bir adam bu, oysa o getirdi beni buraya, niye konuşmuyor diye geçiriyorum içimden. Ateş ve Kuğu’yu okurken anlıyorum ki Burhan Günel bir romana başlamış orada, hayattan kopmuş, denizle, kuğularla birlikteymiş benimleyken. Beni mi merak ettiniz? Bu hüzünlü, yaralı, çekingen, derinden de olsa hayata gülümseyen o adamı terk etmedim o gün, ama kuşkulu, güvensiz, klasik bir hesaplaşmayla “daha önce buraya getirdiği kadını düşünüyor, onu unutamamış herhalde” dedim. Ve yüzünün izlerini sürdüm hep. Dalışlarında, susuşlarında beynini okumaya çalıştım. Romantizminden hoşlandığım, uzun, derin susuşlarında boğulduğum Burhan Günel’i tanıdım sonra. Bir yazarın birçok yaşam ve birçok karakter barındıran sınırsız evrenine girdikçe, yazarak yaşamanın zorluğunu daha iyi anladım. Amasra’ya daha sonra pek çok kez gittik. Orası benim için çocukluğumda çok sevdiğim gizemli, yağmurlu bir koydu. Satıcı kadınların bir kavanoz reçeli satmak için döktükleri dili, şivelerini seviyordum. Burhan’ın yazma zamanları benim geçmişime dönme, düşünme zamanlarım olmuştu. Artık sıkılmamam, susan bir yazarı anlamanın, desteklemenin ilk adımıydı. Romanın bitme aşamasına doğru bir kez yalnız gitmek istemişti. Döndüğünde başka bir dünyadan gelmiş, enkaz altında kalmış gibiydi. Yazdıklarını yaşayan sorgucu, kuşkulu, güvensiz ve sevimsizdi. Bir yıkıntıya soru sormanın, neden, mantık aramanın anlamsız olduğunu öğrendim o günlerde. Yanıtını kendisi de bilmiyordu çünkü. Romandan kurtuluncaya dek karakterlerini, olayların ağırlığını içinde taşıyacak, bir süre bunalımıyla yaşayacak, sonra bana yeniden doğacaktı. Bir romanının adı gibi “bütün zamanlar”ı barındıran hesaplaşma sürüyordu hâlâ. Bir roman için on yıl, yazarı için ömür boyu sürecek bu durumu gözlemlemem içimi daha da acıttı. Hem ona hem kendime acıdım. Günlerimizi çalan kuğular öylesine güzel, öyle beyaz yüzüyorlardı ki denizde. Durgun, sessiz, incecik duruşlu, doğa harikaları. Onlar için değerdi. Romanda kuğular gencecik semahçılardı yakılan, ateşe verilen. Oysa şöyle bitiyordu roman: “ateşin içinde kuğular yüzüyordu.”
Bir de öykü yazma sürecine göz atalım Günel’in:
Tarih 24 Ocak 2006, saat 20.30. Günel yazmaktan yorulmuş, uyuyor. TV’de tiyatro sanatçısı Mümtaz Sevinç’in öldürüldüğü haberini izliyorum. Burhan’ın yazdığı oyunlarda oynadığını, arkadaş olduklarını biliyorum. Sevgilisi uyurken bıçaklamış, trajik bir ölüm. Çok üzülecek, acaba söylemesem mi… Bütün kanallar alt yazı geçiyor. Birden duyması daha kötü. Uyanınca söylüyorum. Şaşırıyor, inanmak istemiyor, gözlerini boşluğa dikiyor, öldürülme biçimini kabullenemiyor. Mutfak masasına kapanıp kalıyor, hıçkırıyor. Günlerce kopuyor yine yaşamdan, içine kapanıyor. Hep “neden, neden?” diyor. Bilgisayarına sarılıyor, bir ay sonra elinde bir öyküyle çıkıyor odadan. “Bülbülü Öldürelim.”Acısını, yüreğini koymuş öyküye. Yine gerçek bir olay ama gerçeğin kendisi gibi öylesine de gerçek dışı… Bir yazarın öldürülen bir aktörle özdeşleşmesi, yaşamlarının örtüştürülmesi, ölüm, ilişkiler, gerçek ve sanal dünya. Dünya anlamsızlaşıyor, değerlerimizin yitimiyle yaşamak sanal yaşamalara dönüşüyor. Öykünün özü bu. Yazınca dindi mi acısı? Hayır.
Burhan’ın odasına çekilip hiç gözlemlemediğini sandığı bir olayın, insanın,ortamın belleğinden çıkıp kalemine yerleşeceğini, bir anı kaçırma kaygısı taşıdığını, ivecenliğini; kimi zaman da çok içinde olduğu bir konudan uzaklaşıp, çok bildiği bir insanı unutmak için sessizce kalemi elinde masa başına oturmak istediğini sezerim. Bir yazarla yaşamak an’ları kovalamak belki de… Onun izini sürmek, gölgesinde yürümek. Burhan Günel yazmaya tutkundur, yaşamaktan hoşlanmaz pek. Yazarken yaşadığını duyumsar ancak. Çoğu kez korkuya kapılır. Ya yazma tutkumu yitirirsem, nasıl yaşarım? Issız, sessiz gece yarıları, el ayak çekilince, herkes uykudayken çalışmaya başlar. Gündüz çalışması gerekiyorsa bir yokadamdır o; yemez içmez, görmez duymaz… On üç saat bilgisayarının başında oturduğu bir gün en tatlı sesimle “Burhancığım” desem yanıtlamaz, duymaz. Derinlerde, yoğunlaşarak çalışır. Büyülü yalnızlığından sıyrıldığındaysa bulunduğu odayı, oturduğu sandalyeyi algılayıp “belim ağrımış” diyerek varlığımı fark eder. Televizyon izliyor sandığım çoğu zaman başka bir şey düşünüyor olur, bakar görmez. Aklı bir roman çatısı, öykü tümcesi, şiir dizesi ya da oyunundadır. Kahvaltıdaki dalgın adam hoşnut olmadığı bir karakterle boğuşuyordur diye susarım çoğu kez, yine de çok konuşuyor olurum. Çok uzun zaman susmuşsa, pencereden küçücük görünen kenti izliyorsa yeni bir yaratı hazırlığındadır. Yazma aşamasına geçtiğinde kaybolduğu yer bilgisayar odasıdır. Huzursuz, kaygılı bir boyuta geçer, yoğunlaşır iyice. Kendini dış dünyaya ve bana kapatır. Disiplinli, titiz bir işçidir. Odasına girildiğinde, kitaplarına dokunulduğunda, eşyalarının yeri değiştirildiğinde sinirlenir, huysuzlanır. “Masama dokunmayın, ben alırım tozunu” diye yardımcımızı uyarır. Kısacası tapınağıdır yazı odası. Yazarken ilkin arkasında onu izleyen, gözleyen varmışçasına, özgürlüğünü elinden alacaklarmışçasına tedirgindir. İlk yazmalarını en güzel dolmakalemiyle, gerçekten çok güzel bir el yazısıyla yapar. Bir tek silme, karalama ya da değiştirme yoktur bu taslaklarda. Buna şaşırırım hep. Önce kafasında yazdığından olmalı. Sonra bilgisayarına geçirir, değişikliklerini orada yapar. Dil özeni müthiştir. Çok titizdir; sürekli ayıklar, yalınlaştırır, Türkçelerini kullanmaya, hatta yoksa yaratmaya çalışır sözcüklerin.Yazdıklarının sesi olur, şiirlidir. Dil takıntısı nedeniyle TV izleyemez doğru dürüst, bana da izletmez. Kızar, söylenir, yapımın yönetmenini arar. Kurgu mantıksızlıklarına, oyuncu aksaklıklarına ve dil yanlışlarına takılır, insanı sinir eder. Yazdıklarını demlenmeye bıraktığında sevinmeye fırsat kalmadan yeni bir yapıta başlar. Gerek kitap okurken gerek yazarken birçok yapıta başlar, aralıklarla döner. “Oldu” dediğinde bazen “Şuna bir de sen bakar mısın?” der. Söylediklerimi dikkate alır, yeniden elden geçirir. Eleştirilere, başka gözlere saygı duyar. Üslubu olan yeni değerlendirmelere açıktır, tartışırız; ancak çocuğunu koruyan, ürkek, kuşkulu bir tutumu da barındırır içinde. Açıklamalar yapar, savunur yazdığını. Bu özgüvenini severim. Bir eş olarak yazmak tanımı yapmam gerekse: “Bence her şeyden önce eş, baba, arkadaş, dost, sevgili olmaktan da önce yazar olmaktır yazmak.” Öncelik ister. İnsanı özgür kılan, sonsuzluğu çağrıştıran, ömre sığmayan bir uğraştır yazmak. Burhan Günel en çok doğurduğu zaman mutludur. Yüzü aydınlanır, erinçli, dingin gülümser hayata. Yeni bir yapıtı daha olmuştur. Ne zaman asık yüzlü, hoşnutsuz, mutsuzsa bir akraba ziyaretine gidilecektir. Bu onun zamanından çalmaktır. Benimle yazı arasında kalır hep. Yazarak var olan yazarak özgürleşen Burhan Günel ilk yapıtı öykü de olsa, şiir de yazsa bence önce romancıdır. Hayatını roman emeği gibi bedelini ödeyerek var etmiştir. Bir yazar eşi olarak yalnızca duyumsadıklarımı ve gözlemlediklerimi içtenlikle söylemeye çalıştığım bugün, “yazmak için, yaşamaktan vazgeçmektir” diyebilirim.
Saygılarımla. ''
(Hayrünnisa Günel, Yazarak Yaşamak, Koridor Dergisi Sayı 6, 2008, Bahar Sayısı)
Konu 12
SÖZ AKIMI, NEDEN DİNLEMİYORUZ, KONUŞUCU-DİNLEYİCİ ETKİLEŞİMİ
SÖZEL ENGELLER
• KONUŞMAK, TARTIŞMAK
• SORULAR SORMAK
• KONUYU DEĞİŞTİRMEK
• ÇİFT ANLAMLI KELİMELER, İMALI SÖZLER, YABANCI JARGON KULLANMAK
• KONUŞMANIN AYRINTILARINI KAÇIRMAK
• UZUN, SIKICI KONUŞMALAR
• RAHATSIZ EDİCİ SESLER dinleme engelidirler.
• PSİKOLOJİK DİNLEME ENGELLERİ:
• UTANGAÇLIK
• SİNİRLİLİK
• GÖZ KORKUTMAK
• OTORİTENİN YANLIŞ KULLANILMASI
• KİŞİSEL ÇATIŞMALAR
• ÖNYARGILI OLMA
• ADAM KAYIRMA
• AYRIMCILIK YAPMA
• DIŞARIDAN GELEN GÜRÜLTÜ ve MÜDAHALELER
• TEKNİK DONANIMLA İLGİLİ SORUNLAR
• YETERSİZ HAVALANDIRMA
• ÇOK UZUN SÜRE OTURMA
• RAHATSIZ KOLTUK
• AŞIRI SICAK/SOĞUK
• DİĞER KİŞİLER ve DİĞER TOPLANTILAR…
FİZİKSEL ENGELLER
SÖZ AKIMI, ANLATIM:
Sesin bükümleri veya tonlamaları, anlatılmak istenen düşünce ve duygulardan ayrılmaz.
Giriş ve bitirişler iyice duyulup anlaşılmalıdır. Aynı düşünceyi ve duyguyu anlatan birçok cümle veya sözcük birbirini art arda izliyorsa büküm değişmez, hep aynı büküm tekrarlanır. Farklı duygu ve düşüncelerde ise tonlama değiştirilir, ses perdeleri değiştirilir ve anlama göre ayarlanır.
Topluluğa hitap ediyorsak bağırarak konuşmak bir kusurdur, yaygaracılık hatiplik demek değildir.
Bir de kendi başına bir ton tutturup sözlerine ifade, anlatım vermeden konuşanlar vardır ki bu da yanlıştır.
Söylediklerimizi duymalıyız yani kulaklarımız sesimizde ne söylediğimizde olmalı, ses yüksekliğini salonun duyabileceği ölçüde ayarlamalı düşürmemeliyiz.
İlgiyi canlı tutmalı ve hep aynı kişilere bakmamalıyız.
Anlatacağımız metni planlamalı ve önceden yüksek sesle mutlaka çalışmalıyız.
Özgüvenli bir duruş göstermeliyiz.
ANLATIMDA DOĞALLIK, ÜSLUP, İNCELİK, HAREKET:
Doğallık ne boğumlandırma ihmali ne de bayağılığa düşmektir. Yerleşmiş bir manzume ve nutuk okuma şekli vardır ki; cümle sonlarını ve uyak bükümlerini yüksekte bırakıp sözcük vurgularını değiştirerek yapay bir söyleniş biçimidir ama yaygınlaşmıştır. Bundan kaçınmalıyız.
Doğal olup olmadığımızı denetlemek için şu soruyu sormalıyız. ‘’ Bu soruyu günlük yaşamımda böyle mi söylerdim? ‘’
Okuma ve ezbere söyleme edasından kurtulduğumuzda doğallığa yaklaşırız.
DOĞAL SES BÜKÜMLERİ İÇİN ÖRNEK ÇALIŞMA:
‘’Hava güzel’’ gözlem cümlesini;
Şüpheli,şakacı, kavgacı, kızgın, şefkatli, acıklı, beyan eder, öfkeli, inançlı, küçümseyerek, itiraz ederek, bilmeden sorarak, sabırsız, alaycı, güvensiz, neşeli, hayran, övüngen, sevinçli ve zarif duygularla doğal söylemeye çalışınız!
Kesinlikle aynı şekilde konuşan iki kişi olamaz. Konuşurkan yaptığımız ses bükümü bizim kendi hissettiğimize uyar ve o şekli alır.
Doğal bir ton ve bükümle konuşmak için, doğru, etkileyici ve güzel konuşanların konuşmalarına dikkat etmeli, gözlemlemeliyiz. Ses tonu ne zaman alçalır, ne zaman yükselir; hareket ne zaman ağırlaşır ne zaman çabuklaşır, hangi sözcük veya hece üzerinde vurgu yapılmalıdır bunları öğrendiğimizde doğallığa erişmiş oluruz.
Konu 13
ANLATIMDA AÇIKLIK, KUVVET, İMGE:
Anlatım sadece iyi bir söyleniş ya da güzel bir ses değildir. Söyleyici metni iyi anlamalı ve anlatabilmelidir. Amaç sözcüklerin arkasında gizlenen ANLAM’a ulaşmaktır.
Sözcüklerin tek başına bir anlamı yoktur, onlar bir düşünceyi, duyguyu anlattıkları zaman anlamlıdırlar ve değer kazanırlar.
Bir cümlede diğer sözcüklerden daha fazla anlamı kendisinde saklayan değerli bir sözcük vardır.
Örneğin; yaz sözcüğü güneşli bir mevsimi, güzel günleri, tatili hatırlatan bir anlam taşımasına karşın,
Önceki yaz yaşanan bir ölüm ya da depremi hatırlatıyorsa anlatım duygusu ve büküm değişecektir. Sen sözcüğü karşıt anlamlarla bütünleşiyorsa anlatım ve büküm yine değişecektir. ‘’Sen, çok alçak bir adamsın ama sen, zamanında bana çok da yardım ettin, iyiliğin dokundu.’’ cümlesinde olduğu gibi.
KUVVET: Metnin gerektirdiği his ve heyecanın şiddetini doğru ayarlayabilmekle ölçülür. Açıklık yetmediğinde kuvvet niteliği eklenerek metnin canlılığını en üst düzeye çekmelidir. Bu olamazsa soluk kesilir, ses kısılır, boğumlanma kudreti azalır, sönükleşir konuşmacı. Bağırmak zayıflıktır, kuvvetse gerekli ve doğru enerjidir.
İMGE: Söyleyici söylediklerini adeta tasvir etmelidir. Dinleyicinin gözünün önünde anlattıkları canlanmalıdır. Bunun için konuşmacının önceden öykü, portre ve betimleme çalışması gerekir.
İmge yeteneğini geliştirme çalışmaları yapan, zekasını kullanmayı bilen konuşmacılar ilgi odağı olurlar.
AŞAĞIDAKİ METNİ DUYGU ve TONLAMALARINI VEREREK OKUYUNUZ!
TOKO İÇİMİZDEKİ KUŞ
''Bir kitabın içine girmek ve kahramanın serüveniyle özdeşleşmek okumaya başladığınızda birkaç giriş tümcesinden sonra sizi saran bir duygudur. Yeni bir insanla tanışmak gibidir okumak. Sadece bilinciniz değil, bilinçaltınızın saklı bahçeleri de devrededir. Bir kitap okursanız değil bir kitabı çok sever, üzerinde düşünür ve ondan etkilenirseniz hayatınız değişir. Bu anlamda TOKO insanı kendine çeken, çocuk okura katkılar sunan sevimli bir kitap. Daha kapağına baktığınızda bulutlar üzerinde kitabını okumaya dalmış ay yıldız başlı, akıllı, mutluluk kuşları görüyorsunuz. Ayrıca kitap boyunca sevimli Tukanımız TOKO’nun gözleri gagasının üzerinde durduğundan sürekli kitap okuyormuş duygusu uyandırıyor; bir yandan da okurken düşünen, sorgulayan, özeleştiri yapan örnek bir simge algısı oluşturuyor. Gizem Darendelioğlu; TOKO adının iki büyük o harfiyle bütünleşerek büyüyen bir göz odaklanması yaratarak okuru TOKO’yla birlikte o yeşil yağmur ormanına sokup farklı kıtalarda gezdiriyor. TOKO’nun o kocaman gagasının ucundaki küçük emzikle, umarsızca okumaya çabaladığı kitaba ve güneş gözlüğüne gülümseyerek bakıyorsunuz.
Kitabın baskısı ve kitabın ruhunu yansıtan resimlemeler çok başarılı. Kitabı almak için D&R ‘a girip görevli elemana çocuk kitabı bile demeden ‘’ TOKO, var mı sizde?’’ diye sorduğumda aldığım yanıta şaşırdım. Hani şu, gözleri kocaman gagasının üzerinde olan ‘Bay’ Kuş mu?‘’ dedi gülerek ‘’ evet’’ dedim. O’ydu…
Masallar en çok da çocuklarımızın gerçeğidir, hayatımızın temelini, kökünü oluşturan parçasıdır. Bu parçamız yetişkin bir çocuk olduğumuzda da peşimizi bırakmaz . Çocukluğumuzda yaşadığımız , düşündüğümüz, hissettiğimiz, sezdiğimiz, gözlemlediğimiz her şey bizi büyütür ve masalların bundaki payı yadsınamaz. Bu yüzden de masallar çocuklara iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, güzeli çirkini abartılı, katı çizgileriyle değil, doğal ve gerçek haliyle, olduğu gibi anlatmalıdır. Önyargılarımızı, genellemelerimizi ancak öğrenerek ve ayrıştırarak kırarız. Bunda masal yazarlarının kullandığı dilin ve yarattığı kahramanların payı büyüktür. Adı üzerinde okurken bilinçaltımıza konuk olan her kahraman o çocuğun kahramanı olacaktır gelecekte. İşte bu bağlamda Naz Elkorek ; 3-8 yaş aralığındaki çocuklar için abartısız ve yalın, doğal ve iç dünyası zengin, özeleştiri yapan, gerçek, unutulmaz bir masal kahramanı yaratmış. Bu masal aynı zamanda yetişkinler için de… Yazar kurgu ve dildeki başarısıyla, sözcükleri ve kavramları temayı vurgulayacak biçimde yerli yerinde kullanmasıyla okurlarına az sözle bir eğitici, onarıcı bir‘iç dünya’ anlatarak kalıcı bir iz bırakıyor. TOKO bu yönüyle psikolojik masal değeri kazanıyor. Günümüz çocukları artık erken büyüyen çocuklar çünkü…
TOKO, NAZ ELKOREK-GİZEM DARENDELİOĞLU, YAPI KREDİ YAYINLARI, DOĞAN KARDEŞ, 1.BASKI, ŞUBAT 2017, İSTANBUL
'' (H.Günel, TOKO İÇİMİZDEKİ KUŞ, ÇİNİKİTAP, TEMMUZ- AĞUSTOS 2017, YIL:7, SAYI:43, BURSA)
Konu 14
ANLATIMDA JEST, MİMİK ve BEDENİN BİR BÜTÜN OLARAK SÖZLE DOĞAL UYUMU:
Bütün dillerde sözle mimik aynı zamanda meydana gelir. Mimik duygu ve düşüncelerimizin ifadesi olan yüz hareketleridir ama duygu ve düşüncelerimizin yansıması olan el kol hareketleri dediğimiz jesti de kapsar. Yüz mimiklerimiz aynı zamanda yüz jestlerimizdir. Etkilenen dinleyiciler de mimik yapar.
Yalnızca jestle anlatılan sözsüz anlatım pandomimadır.
Ses bükümünü doğru söyleyebilme çalışmaları yaparken doğru jest ve mimikleri de bulmuş oluruz.
İnsanların davranışları ve tavırlarını içeren bu hareketler onların karakterleri hakkında izlenim verirç
Bu yüzden konuşmacının tavrı, üslubu, el kol hareketleri ve yüz mimikleri özgüveninin ya da güvensizliğinin, anlattığına inancının ya da inançsızlığının belirleyicisidir. Etkileşimi ve dinlemeyi etkileyen en önemli unsur sözsüz iletişim yani beden dilidir.
Sonuç olarak; güzel konuşma sanatı doğumumuzdan ölümümüze hayatımız boyunca öğrenci kalmamızı gerektiren bir yaşama sanatıdır aslında.
MİMİK ÇALIŞMALARI:
• Utanma
• Ayıplama
• Kendinden geçme
• Koklama
• Tebessüm
• Kızma
• Kovma
• Gülme
• Burun kıvırma
• Küçümseme
• Çaresizlik
• Onaylamama
• Onaylama
• Üstünlük, kibir
ELEŞTİREL BEDEN DİLİ ÖRNEKLERİ
• Koro elemanlarının şarkı söylerkenki beden dilleri: Şarkının sözleriyle uyumsuz yüz ifadeleri ve duruşları.
• Sunucunun bireysel kalan takdirleri, kullandığı abartılı sıfatlar, gereksiz övgüleri
• Konser başladıktan sonra gelen konukların kasılmış, çekingen, soluksuz , izleyen bakışlarla içeri süzülüşleri
• Koro şefinin bütün elemanlarla konser süresince sözsüz iletişimi, el, kol, göz , beden devinimleri
KAYNAKÇA:
(Önen Akın, Türkçeyi Türkçe Konuşmak, İnkılap Kitapevi, 2004)
(Şenbay Nüzhet, Alıştırmalı Diksiyon Sanatı, Öğretmen Kitapları Dizisi, İstanbul 1989)