Türk Dili ve İçinde Yer Aldığı Dil Ailesi
Türk Dili ve İçinde Yer Aldığı Dil Ailesi
Kaynaklar bugün yeryüzünde 2500-5000 arasında dilin varlığından söz etmektedir. Günümüzde hâlen dil-lehçe ayrımının yapılamamasından ve yeryüzünün çeşitli yerlerinde yazıya geçirilmemiş, işlenmemiş dillerin bulunmasından dolayı dil sayısı netlik kazanmamıştır. Bu diller, yapı (biçim) ve köken (kaynak) bilgisi bakımından değişik gruplandırmalarda incelenmektedir. Yapı bakımından dünya dilleri yalınlayan diller (Çince, Vietnam dili vb.), bağlantılı ve kaynaştıran diller (bağlantılı diller: Türk dili ve köken bakımından içinde yer aldığı Ural-Altay dilleri ile bazı Asya ve Afrika dilleri; kaynaştıran diller: Eskimo, Gürcü dilleri vb.) ile bükümlü diller (Arapça ve içinde yer aldığı Hami-Sami dilleri ve Hint-Avrupa dilleri vb.) olmak üzere üç gruba ayrılır.
Yapı bakımından ortak özellikler taşıyan dillerin köken bakımından da aynı kaynaktan, aynı aileden çıktığı kabul edilmiş ve bu diller bir grup altında toplanmıştır. Aynı aile içinde yer alan dillerin, çeşitli tarihsel olaylar nedeniyle ayrılıp, farklı gelişme yolları izlediklerine ve birbirleriyle akraba olduklarına inanılır. Böyle diller, dil aileleri oluşturur. Dünya dilleri bu şekilde çeşitli dil ailelerine ayrılmıştır. Dillerin, bir dil ailesi içinde yer alması, o dilleri konuşanların hiçbir şekilde ırk birliğini göstermez.
Yeryüzündeki dillerde olduğu gibi dil aileleri konusunda da kesin bir sayı vermek mümkün değildir. Günümüze kadar üzerinde en çok araştırma yapılan ve akrabalığı kesin olarak ortaya konulan dil ailesi, Hint-Avrupa dil ailesidir. Ondan sora Ural-Altay, Hami-Sami ve Çin-Tibet dil aileleri gelir.
Bir dil ailesine giren diller arasında ses (fonetik), yapı (morfoloji), sözlük (leksikoloji) ve cümle bilgisi (sentaks) bakımlarından ortak özelliklerin olması beklenir.
Ural-Altay Dil Ailesi
Asya’nın Büyük Okyanus kıyılarından, Orta Avrupa’ya ve Akdeniz kıyılarına kadar uzanan alanda konuşulan Ural-Altay dil ailesi, Ural ve Altay dilleri olmak üzere iki gruba ayrılır. Türk dili, Altay grubundadır.
Ural-Altay Dil Ailesi
Ural Altay
1. Fin-Ugor Dilleri 1. Türkçe
Fince 2. Moğolca
Ugorca 3. Mançu-Tunguz
Macarca 4. Korece (?)
2. Samoyed Dilleri 5. Japonca (?)
1938 yılında Estonyalı bilgin F. Wiedemann, Ural-Altay dil ailesinin ortak özellikleri üzerinde çalışmış ve bu dil ailesinin Hint-Avrupa dillerinden farklı özelliklerini aşağıda verilen 14 maddede toplamıştır.
1. Ural-Altay dillerinin en başta gelen özelliği ses uyumudur.
2. Bu dillerin sözcüklerinde gramatikal cinsiyet yoktur, yani eril, dişil ve nötr diye ayrılmaz: müdir (eril) - müdire (dişil), he (eril) - she (dişil) gibi.
3. Sözcük belirleyici işleviyle sözcüğün başına yazılan Arapçada “el-”, İngilizcede “the” gibi ulamalar (artikeller) yoktur.
4. Sözcük yapımı eklerledir, Ural-Altay dil ailesine giren dillerin hepsi bağlantılı (eklemeli) dillerdendir. Türetme ve çekim eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz.
5. İsimlerin çekiminde iyelik ekleri kullanılır.
6. Fiil şekilleri zengindir.
7. Hint-Avrupa dillerindeki önek (preposition) yerine sonek (postposition) kullanılır.
8. Sıfatlar isimlerden önce gelir: güzel çocuk gibi.
9. Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmaz. Türkçede kırk haramiler, yedi cüceler gibi istisnaî durumlar söz konusudur.
10. Karşılaştırma, -den çıkma durumu (ablative) eki ile yapılır: Ayşe’den çalışkan gibi.
11. Yardımcı fiil olarak i- kullanılır. çalışkandı gibi.
12. Ural-Altay dillerinin çoğunda olumsuz hareket için ayrı bir fiil vardır.
13. Soru eki bulunmaktadır.
14. Bağlar yerine fiil şekilleri kullanılır.
Bu özelliklerden, Türk dilini dünya dillerinden ayırt eden bir özellik olan ses uyumunun sadece Türkçe için değil, Türkçenin içinde yer aldığı dil ailesine bağlı diğer diller için de geçerli olduğu anlaşılıyor.
Ural-Altay Dil Ailesi Hakkında Yapılan İlk Çalışmalar
Ural-Altay dil ailesinin varlığı, bugün için hâlâ kesinleşmediğinden bir teori konumundadır. Bu alanda ilk çalışan kişi olarak İsveçli subay Philipp Johann von Strahlenberg (1676-1747) gösterilir. 1709 Poltava savaşında İsveç’in Rusya karşısında yenilgiye uğraması üzerine tutsak edilen İsveçli askerler arasında Strahlenberg de vardır ve Batı Sibirya’ya sürgün edilmiştir. Sürgünde bulunduğu on yıldan fazla süre boyunca Strahlenberg, Sibirya hakkındaki türlü çalışmalar ve özellikle de hazırladığı Sibirya ve Orta Asya haritasıyla dikkatleri çekmiştir. Bu arada Rusya tarafından Sibirya’ya araştırma yapmak üzere gönderilen D. G. Messerschmidt’in yanına yardımcı olarak verilmiştir. Sibirya’da toplamış olduğu bilgi ve gözlemlerle ülkesine dönünce adı Türkiye Türkçesine Asya ve Avrupa’nın Kuzey ve Doğu Kısımları olarak çevrilen bir kitap yayımlar (Das Nord und Ostliche Theil von Europa und Asia, Stockholm 1730.).
Bu kitapta, Rusya tarihi ve kültürü konusunda verilen bilgilerin yanı sıra özellikle söz konusu coğrafyada yerleşmiş halklar ve onların dilleri de konu edilmiştir. Strahlenberg’in eserinin 13. bölümünde, Türklerden kalan mezar taşları ve yazıtlardan söz edilmekle birlikte bunların çizim ve gravürlerine de yer vermiş olması eseri, Türkoloji açısından önemli kılan bir özelliktir. Bu yazıtlar, bugün bilim çevresinde Yenisey yazıtları olarak geçer. Yenisey yazıtları hakkında ilk bilgileri vermesi bakımından Strahlenberg ve eseri önemlidir.
Eserin önemi kadarla sınırlı değil. Eserde, Türk dilleri arasında Yakutça ve Çuvaşçadan da bahsedilerek bu dillerden sözcük listeleri verilmiştir. Bu durum, Strahlenberg’in ne derece iyi gözlem yapabildiğinin kanıtıdır. Çünkü Türkolojinin kurucularından olan Wilhelm Radloff, 1888 yılında yayımladığı Türk Diyalektlerinin Karşılaştırmalı Sözlüğü’nde (Versuch eines Wörterbuches der Türk-Dialecte) ne Yakutça ne de Çuvaşçaya yer vermişti.
Strahlenberg, eserinde Kuzey Avrupa ve Sibirya arasında konuşulan Ural-Altay dillerini “Tatar” adı altında toplamış ve bu diller ile dilleri konuşan halkları altı gruba ayırmıştır:
1. Fin-Ugor
2. Türk-Tatar
3. Samoyed
4. Moğol-Mançu
5. Tunguz
6. Karadeniz ve Hazar Denizi arasındaki halklar.
Strahlenberg’in Ural-Altay dilleri için yapmış olduğu bu tasnif, 19. yy’ın ortalarına kadar kullanılmış.
Yukarıda söylediğimiz üzere Strahlenberg, Sibirya’da Messerschmidt’e araştırmalarında yardım eder. Strahlenberg eserinde, konu edilen ülkelerde daha fazla kalıp bu işlere daha çok vakıf olan Messerschmidt’le beraber bu malzemeyi topladıklarını, fakat döndüğünden beri ondan haber alamadığından bu yayıma karar verdiğini ve aslında bu malzemeyi onun yayımlaması gerektiğini söyler. Kısacası, Messerschmidt ile kurduğu ilişki, onun çalışmasının bilimsel özellik kazanmasını sağlar.
D. G. Messerschmidt (1685-1735), 1720-27 yılları arasında Rus Çarı I. Petro’nun emriyle, yeni kurulmak üzere bulunan Bilimler Akademisinin teşebbüsüyle, Sibirya’da araştırmalar yapmak üzere görevlendirilmiş. Titiz bir bilim adamı olarak çalışan Messerschmidt, araştırma gezisi sırasında günlük notlar tutar. Bu notlarda, Sibirya’nın 18. yüzyıldaki durumunu inceler. Ancak onun tutmuş olduğu notlar, Strahlenberg’in notları gibi hemen yayımlanmaz. Yayımlanması için 240 yıl beklemesi gerekmektedir. Bu notlar, üç cilt olarak 1962 yılında Berlin’de yayımlanmıştır. Messerschmidt’in topladığı malzeme botanik, zooloji, mineraloji, tıp, dilbilgisi, tarih, arkeoloji ve etnografyayı içine almaktadır. Onun notlarının Türkoloji açısından önemi, Yenisey yazıtları hakkında ilk bilgilerin bu notlarda verilmiş olmasıdır. Yukarıda Yenisey yazıtları hakkında bilgi veren kişi olarak Strahlenberg’in adı geçmişti. Strahlenberg’in notlarını gezi sonrası hemen yayımlaması, ona bu sıfatı kazandırmıştı. Aslında bilimsel olarak yazıtların planlarını çizen, onlar hakkında bilgi veren Messerschmidt’tir (S. Çağatay, “D. G. Messerschmidt: Forschungsreise durch Sibirien 1720-1727 I. Cilt: 379 sayfa 9 resim 1 harita, 1962; II. Cilt: 270 sayfa, 10-31. resim ve levhalar, 1964; III. Cilt: 274 S. 8 resim ve levha, 1966, Akademie-Verlag, Berlin”, Türkoloji Dergisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Enstitüsü, C. III, S. 1, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1968, s. 133-139.).
Yenisey yazıtlarının varlığı, Messerschmidt ve Strahlenberg zamanından beri biliniyordu ise de, 170 yıl sonra yani 19. yüzyılın sonlarında Yadrintsev ve arkadaşlarının yardımı sayesinde ve bir heyetin araştırmaları sonucu çıkarılmıştır.
Ural ve Altay Dilleri
Ural-Altay dilleri, dil bilginlerinin yapmış olduğu çalışmalarla Ural ve Altay dilleri olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bu ayrımı başlatan W. Schott’tur. O, ilk olarak Ural-Altay dilleri arasındaki benzerlikler üzerinde durmamış, bu dilleri öğrenmeye çalışmıştır. Leksik (sözlük bilgisi) malzemenin uygunluğuna ve morfolojik (yapı bilgisi) özelliklere dayanarak dil ailesine giren dillerin karakteristik özelliklerini tespit eder. Schott, bu sahanın alanını daraltır ve Ural-Altay dillerini iki grupta toplar:
1. Çud Dilleri: Fin-Ugor Dilleri
2. Tatar Dilleri: Türk, Moğol, Tunguz Dili
Schott, Ural-Altay dillerini bu şekilde iki gruba ayırır ve bunlara Altay veya Çud-Tatar Dilleri adını verir.
Schott, çalışmaları ile daha çok bir Altayist yani Altay dil grubuna –Schott’un yapmış olduğu gruplamada “Tatar dilleri” olarak- giren diller arasındaki yakınlık ve benzerlikleri tespit etmeye çalışan biri olarak tanınmıştır. Schott, bu konudaki eserini 1836’da vermiştir (Versuch über tatarischen Sprachen -Tatar Dilleri Üzerine Tecrübe-, Berlin 1836.).
Bu eserde Tatar adını verdiği grubun (Türk, Moğol, Tunguz) akrabalık derecesini tespit etmeye çalışmış, ancak gerektiğinde Fin-Ugor dilleri ile de karşılaştırmaya ver vermiştir. Sonuçta, Altay dilleri için en karakteristik özellik olan Türkçe /z/ = Çuvaşça /r/
“ /ş/ = “ /l/ fonetik kuralını ortaya koymuştur. Schott, bu tespiti ile Çuvaşçanın Türk dillerinden biri olduğunu ispatlamıştır.
(Ortak Türkçe tuz : Çuvaşça tıvar Ortak Türkçe tiş : Çuvaşça şil
" kız : " hır " eşik : " alik
" buz: " pır " yetmiş : " sıtmil )
Çuvaşça bu özelliği ile diğer bütün Türkçelerden ayrılıp Moğolca ve Tunguzca ile birleşiyor. Schott’un tespit ettiği bu denkliği G. J. Ramstedt geliştirmiştir.
Finlandiyalı bir dil bilgini olan ve Grekçe ile bazı doğu dillerini öğrenen M. A. Castrén (1813-1852), kısa süren hayatının neredeyse tümünü bu dilleri incelemeye adamış. Daha önce adlarını andığımız Strahlenberg ve Messerschmidt dil bilgini (filolog) olmayıp, birisi subay ve diğeri doktordur. Castrén, yaptığı ilmî gezilerle bu dilleri konuşuldukları yerlerde incelemiş, bazılarını öğrenmiş, çalışmalarını derleyerek ortaya koymuş.
(Derleme yapmak, Derleme Sözlüğü bunun yanısıra Tarama Sözlüğü ne demek? Derleme ve Tarama çalışmaları hakkında bilgi veriniz.)
Halk ağzına ait birçok malzeme toplamış. Sibirya’ya yapmış olduğu gezide Türk dilleri üzerinde de durmuştur. Kızıl, Sagay, Beltir, Kaça, Koybal, Soyot ve Karagaslar hakkında birtakım bilgiler toplamış. Onun 1888’de yayımladığı gramer kitabı, Karagas ve Koybal diyalektleri üzerine yapılmış ilk gramer kitabıdır.
Castrén’in 1850 yılında yayımladığı, Türkçeye çevirisiyle Altay Dillerinde Zamir Ekleri adlı çalışması (Über die Personalsuffixe in den altaischen Sprachen, Helsingfors 1850.), konumuz açısından önemlidir. Aynı zamanda doktora tezi olan bu çalışmada, Ural-Altay dillerinin hepsine birden Altay adını verir ve 5 gruba ayırır:
1. Fin-Ugor
2. Samoyed
3. Türk-Tatar
4. Moğol
5. Tunguz dili.
Eserde asıl amaç, bu dil ailesine giren dillerde zamir ekleri bakımından belli bir benzerliğin olduğunu ortaya koymaktır. Castrén bu amacına ulaşmış, ancak Ural-Altay dillerinin akrabalığı konusunda kesin bir hüküm vermemiştir. Hatta bu dillere akraba gözüyle bakılamayacağını ileri sürmüştür.
Ural-Altay dillerinde zamir ekleri üzerindeki çalışmasıyla ünlenen Castrén, bu diller arasında benzerlikler bulsa da akrabalığa inanmıyordu. Schott da bu iki grup arasında genel bir benzerlik göremiyor. Castrén ve Schott’un düşüncesine göre, her gruptaki diller arasındaki gerçek yakınlık ve benzerlik, birbirinden ayrı olmak üzere bir taraftan Fin-Ugor ve Samoyed diğer taraftan da Türk, Moğol ve Tunguz dil grupları arasında vardır. Yani bu iki bilim adamının çalışmaları sayesinde Ural-Altay dil ailesi Ural ve Altay dilleri olarak gruplandırılmıştır.
Altay Dil Teorisi
Ural-Altay dillerinin Altay dil grubunu oluşturan, Türk, Moğol, Tunguz-Mançu (belki Kore ve Japon) dillerinin akrabalığına inanan yani bu dillerin ortak bir kaynaktan geldiği görüşünü savunan ve bunu tespit etmeye çalışan teoriye, Altay dilleri teorisi denir. Buna göre, bu dilleri konuşan halkların tarih, dil, edebiyat, folklor yani kültür malzemelerini araştıran bilim koluna Altayistik, bunlarla uğraşan bilim adamına ise Altayist denir.
İlk Altayistler
G. J. Ramstedt (1873-1950), karşılaştırmalı Altay dilinin kurucusu Finli bir bilim adamıdır. Ramstedt, klâsik dillerin yanında Korece ve Japonca dahil olmak üzere bütün Altay dillerine hâkimdir. Helsinki Üniversitesinden aldığı “Altay dilleri profesörü” unvanıyla birlikte Tokyo elçiliğinde 10 yıl süre ile görevlendirilmiş, bu süre içerisinde Japonca ve Korece öğrenmiştir.
Ramstedt, ilk çalışmasını Fin-Ugor dilleri üzerine yapar, daha sonra Moğol ve Türk dilleri üzerinde durur. Aynı zamanda Mongolistik biliminin kurucusudur. Özellikle Moğol diyalektolojisi üzerine pek çok çalışması vardır. Fakat bu alanda vermiş olduğu en önemli eseri, Kalmukça sözlüktür (Kalmückisches Wörterbuch, Helsinki 1935). Daha sonra ise karşılaştırmalı çalışmalara yönelmiştir. Bu çalışmalarında, Moğol ve Türk dili fonetiğinde pek çok problemi konu edinir. Özellikle Moğolca ve Türk dilindeki paralellikler üzerinde durur. Altay dillerini Japonca ile karşılaştırdığı bir makalesi ve Korece etimoloji çalışmaları (1949) konusundaki yazısı, bu alanda çığır açıcı olmuştur.
(Etimoloji ne demek? Türkçenin etimolojik sözlük çalışmaları hakkında bilgi veriniz.)
Ramstedt, Türk diyalektlerinden Kumuk ve Nogay Türkçeleri üzerinde de çalıştı. Onun derlediği notları, Emine Gürsoy Naskali ve Harry Halén değerlendirerek 1991 yılında yayımladı (Cumucica Nogaica, G. J. Ramstedt’s Kumyk and Nogay materials edited and translated by Emine Gürsoy-Naskali, Harry Halén, Memoires de la Societe Finno-Ougrienne, Helsinki 1991.).
Ramstedt, çalışmalarının başlangıcında, Altay dillerinin ortaya çıktığı Ana Altay dili diye bir dilin varlığından şüphe duymakta, aynı zamanda Moğolca ve Türkçe arasındaki benzerlikleri sözcük alış-verişine bağlamakta idi. (Ana dil: Bir dil ailesine kaynaklık eden dile denir.
Ana Altayca: Türkçe, Moğolca, Tunguzca -belki Korece ve Japonca-nın dahil olduğu Altay grubuna kaynaklık eden dil.
Ana Türkçe: Türk dil ve diyalektlerine kaynaklık eden dil.
Bir de bunun yanında ana dili terimi var ki o da bireyin doğuştan itibaren anasından veya yakın çevresinden edindiği dil anlamına gelir.)
Ancak bu görüşünü değiştirdi ve Altay dillerini ortak bir atadan yani Ana Altaycadan getirdi. Ramstedt’in Einführung in die altaische Sprachwissenschaft (Altay Dilbilimine Giriş) adlı eseri ölümünden sonra basılmıştır. Bu eser, Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korecenin ses ile şekil yapılarını karşılaştırmalı olarak işlemektedir. Üç bölümden oluşan bu çalışmanın şekil bilgisi (II. Formenlehre) 1952’de, ses bilgisi (I. Lautlehre) 1957’de, örnek metinler (III. Register) ise 1966’da yayımlanmıştır. Ramstedt’e göre Ana Altaycanın dört diyalekti vardır: Ana Türk dili ve Ana Kore dili asıl dil grubunun güney, Ana Moğolca ve Ana Mançu-Tunguzca ise kuzey kısmını oluşturmaktadır.
Ana Moğolca |
Ana Mançu-Tunguzca |
Ana Türk dili |
Ana Kore dili |
Schott’un Türkçe ve Çuvaşça için bulduğu denkliği geliştirerek, Çuvaşçanın bu özelliği ile Moğolcanın yanında yer aldığını Ramstedt tespit etmiştir. Yani Çuvaşçada olduğu gibi Moğolca /r/ ve /l/’nin Türkçe /z/ ve /ş/’ye denk geldiğini ilk kez Ramstedt fark etmiştir. Bu tespitten sonra hangi sesin aslî (eskicil) ses olduğu, yani hangi sesin hangi sesten türemiş olduğu konusuna geçmiştir. Ramstedt, başlangıçta Moğolca /r/’nin Türkçe /z/’den (rotasizm), /l/’nin de /ş/’den (lambdaizm) geldiğine inansa da daha sonra bunun tersini yani zetasizm ve sigmatizm’i savunmuştur.
rotasizm (r’leşme): Türkçe z’nin asli olduğunu, Çuvaşça ve Moğolcadaki r’nin ise bu asli sesten türediğini savunan görüş.
lambdaizm (l’leşme): Türkçe ş’nin asli olduğunu, Çuvaşça ve Moğolcadaki l’nin ise bu asli sesten türediğini savunan görüş.
zetasizm (z’leşme): Çuvaşça ve Moğolcadaki r’nin asli olduğunu, Türkçe z’nin ise bu asli sesten türediğini savunan görüş.
sigmatizm (ş’leşme): Çuvaşça ve Moğolcadaki l’nin asli olduğunu, Türkçe ş’nin ise bu asli sesten türediğini savunan görüş.
Ayrıca Ramstedt, Altay dilleri arasında başka ses denkliklerine de yer vermiştir:
Türkçe y- = Çuvaşça /ś/ = Moğolca /n/, /d/, /j/, /y/
Tü. –p- ve –b- = Klâsik Moğ. /g/ ve Orta Moğ. /h/ = Man. /f/
Ramstedt’in Altay dilleri teorisi konusunda görüşlerini devam ettirip geliştirenler arasında en önemli isim olarak, onun öğrencisi olan Pentti Aalto (1917-1998) ve Nicholas Poppe’yi sayabiliriz. Ramstedt’in ölümünden sonra onun Altay dilbilimi ile ilgili eserini yayımlayan Aalto olmuştur. Aalto’nun Altayistlikle ilgili çalışmaları, 70. doğum yılı dolayısıyla çıkarılan bir armağanda toplanmıştır (Studies İn Altaic and Comparative Philology, Studia Orientalia 59, 1987.).
N. Poppe (1897-1991) de Ramstedt gibi Altay dilleri uzmanı, aynı zamanda Mongolist ve Türkologdur. Araştırma gezilerine çıkmış, özellikle Moğolcaya ait diyalektoloji materyallerini derlemiştir. Bu konuda pek çok önemli yazısının yanı sıra Moğolcayı öğretmek için İngilizce, Rusça ve Almanca gramer kitapları yazmıştır. Ayrıca Tunguz diyalektolojisi üzerine çalışmaları da vardır.
Türkoloji alanında en fazla Çuvaşça ile ilgilenmiştir. Türk dillerini toplu olarak ele alan ilk kitap olan Filologiae Turcica Fundamenta (Wiesbaden 1959, s. 671-684)’da Yakutça bölümünü o yazmıştır. Poppe’nin Tatarca (1963) ve Başkurtçanın (1964) el kitapları da vardır.
Ayrıca konumuz olan Altay dillerinin karşılaştırmalı ses bilimi üzerine çalışması, 1960 ve 1965 yıllarına aittir (Vergleichende Grammatik der altaischen Sprachen, Wiesbaden 1960. Introduction to Altaic Linguistics, Wiesbaden 1965.). Poppe’nin 1965 yılındaki çalışması, Zeki Kaymaz tarafından 1994 yılında Türkçeye tercüme edilmiştir (Altay Dillerinin Karşılaştırmalı Grameri 1. Kısım, Karşılaştırmalı Ses Bilgisi, İstanbul 1994.).
Poppe’nin Altay dilleri konusunda, Ramstedt’ten farklı düşünceleri vardır. İlk olarak Poppe, Altay dil birliğinden aynı zamanda dört dilin ortaya çıkmış olabileceğine inanmamaktadır. Ona göre Türkçe ile Moğolca ve Mançu-Tunguzca arasında Korece ile olduğundan daha fazla yakınlık vardır. Yine Moğolca ile Mançu-Tunguzca arasındaki yakınlık diğer diller arasındaki yakınlıktan fazladır. Ayrıca Poppe’ye göre, r // z ve ş // l ses denklikleri, Ana Çuvaşça ve Ana Türkçeyi içene alan bir Çuvaş-Türk dil birliğini yani Ön Türkçe dönemini (İngilizce Pre-Turkic, Almanca Vortürkisch) gerekli kılmaktadır.
Altay Dil Birliği
1. aşama: Çuvaş-Türk-Moğol-Mançu-Tunguz Dil Birliği Ana Kore Dili
2. aşama: Çuvaş-Türk Birliği Moğol-Mançu-Tunguz Dil Birliği
3. aşama: Ana Türkçe Ana Çuvaşça Ana Moğolca Ana Mançu-Tunguzca
4. aşama: Türk Dilleri Çuvaşça Moğol Dilleri Mançu-Tunguz Dilleri Kore Dili
Ramstedt’in görüşünü kabul edip destekleyenler de vardır. Bunlar arasında Leh Mongolisti Wladyslaw Kotwicz ve Boris Y. Vladimirtsov ile Pritsak, Menges, Baskakov, Gombocz ve Németh’in isimlerini anmak gerek.
Macar Türkologu Zolton Gombocz, Altay dillerini karşılaştırmalı çalışmalarla incelemiştir. Ayrıca onun Volga Bulgarcasından Macarcaya geçen sözcükleri tespit ettiği çalışması da önemlidir. Julius Németh ise önceleri Türk ve Moğol akrabalığına şüphe ile bakarken daha sonra Altay dillerini dört devrede ele almıştır:
1. Soy akrabalığı,
2. Karşılıklı Çuvaş-Moğol tesirleri devresi,
3. Karşılıklı Türk-Moğol tesirleri devresi,
4. Yakutçanın Moğolcadan ödünçlemelerde bulunduğu devir.
Tarihte Çuvaş-Moğol devresi hiçbir zaman mevcut olmadığından Németh’in bu açıklamaları kabul edilemez.
Altay Dil Birliğini Kabul Etmeyenler ve Bu Konuda Çekimser Kalanlar
Altay dil birliği teorisine karşı olanlar, yani Türk, Moğol, Tunguz (belki Kore ve Japon) dillerinin ortak bir atadan geldiği görüşüne karşı olanlar da vardır. İngiliz Türkologu Sir Gerard Clauson, Alman dilcisi Gerhard Doerfer ve Sovyet bilim adamı Şçerbak bu teoriye karşı çıkanlar arasında başı çekmektedir. Clauson ve Doerfer’e göre, bu diller arasındaki ortak unsurlar bir dilden diğerine geçen eski ödünçlemeler, yani alıntı sözcüklerdir. Alıntılamalardaki istikamet Türkçeden Moğolcaya, Moğolcadan da Tunguzcaya doğru olmuştur. Clauson ve Doerfer’in kendi aralarında ayrıldıkları nokta, alıntılamaların tarihlendirilmesi konusudur. Yani Altay dilleri arasında ortak bir söz hazinesi yoktur. Buna rağmen Altay dillerinin etimolojik sözlük denemesi 2003 yılında yapılmıştır (Etymological Dictionary of the Altaic Languages, Brill 2003.). Bu sözlükte, her sözcüğün beş Altay dilinde yer alış şekilleri verilmiştir.
Altay dillerinin akrabalığı konusunda çekimser kalanlar ise L. Ligeti, J. Benzing, D. Sinor, K. Grønbech’tir. Bu bilim adamları ise şimdilik akrabalığı tespit için çalışmaktan çok, her dilin kendi bünyesinde araştırılmasının yerinde olacağı kanaatindedirler. Bu görüşlerinde son derece haklılar. Çünkü bu diller arasında en işlek dil olan Türkiye Türkçesinin bugün için gramerin bütün bölümlerini (ses, yapı, anlam, sözlük ve cümle bilgisi) ele alan tarzda bir grameri bile yoktur.
Japoncanın Altay Dil Birliğine Katılması
Japoncanın Altay dil birliğine dahil edilmesi çok sonradır. Samuel E. Martin’in 1966 ve 1996 yıllarındaki iki çalışması ile Roy Andrew Miller’in 1971’deki çalışmaları sonucunda Japonca, Altay dilleri arasında gösterilir olmuştur. Ancak bu konuda çalışmalar, bunlarla sınırlı kalmıştır.
Türkiye’deki Altayistler
Türkiye’de Altayistikle ilgilenen bilim adamları şunlardır: Ahmet Temir, Osman Nedim Tuna ve Talat Tekin. Bunlar içersinde en fazla yayın yapan kişi ise Talat Tekin’dir. Onun özellikle zetasizm ve sigmatizm konularında pek çok yazısı vardır. Konuyla ilgili kaynakçaya bakıldığında adı geçenlerin bu konuda yapmış oldukları çalışmaların bazıları görülecektir.
Altay Dil Teorisinin Bugünkü Durumu
Yukarıda işlendiği üzere; başlangıçta Ural-Altay, daha sonra Altay dil teorisi üzerine pek çok çalışma yapılmıştır. Buraya, bu çalışmaların en belli başlıları alınmıştır. Ancak bu çalışmalar, dillerin akrabalığını kanıtlayacak nitelik ve niceliğe ulaşamamıştır. Hint-Avrupa dilleri üzerine yapılan çalışmalarla karşılaştırılacak olursa bunların henüz yeterli olgunlukta olmadıkları görülecektir.
Bu Ünitede Okunacak Kaynakça
Clauson, Sir Gerard, “The Case against the Altaic Theory”, Central Asiatic Journal 2, Wiesbaden 1956, s. …
_______, “The Relationship between Turkish and Mongolian”, Turkish and Mongolian Studies, London 1962.
Çağatay, S., “D. G. Messerschmidt: Forschungsreise durch Sibirien 1720-1727 I. Cilt: 379 sayfa 9 resim 1 harita, 1962; II. Cilt: 270 sayfa, 10-31. resim ve levhalar, 1964; III. Cilt: 274 S. 8 resim ve levha, 1966, Akademie-Verlag, Berlin”, Türkoloji Dergisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Enstitüsü, C. III, S. 1, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1968, s. 133-139.
Dilâçar, Agop, Türk Diline Genel Bir Bakış, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1964.
Doerfer, Gerhard, “Temel Sözcükler ve Altay Dilleri Sorunu”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1980-1981, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1983, s.1-16.
Ercilasun, Ahmet Bican, Türk Dili Tarihi, Akçağ, Ankara 2004.
Eren, Hasan, Türklük Bilimi Sözlüğü. 1. Yabancı Türkologlar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998.
Tekin, Talat, “Altay Dilleri Teorisi”, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1978, s. 118-130.
Talat Tekin Makaleler. 1- Altayistik, (Yayıma Hazırlayanlar: Emine Yılmaz, Nurettin Demir), Ankara 2003.
Temir, Ahmet, “Türkçe İle Moğolca Arasındaki İlgiler”, DTCF Dergisi, C. III, S. 1-2, Ankara 1955.
_______, “Ural-Altay Dilleri Teorisi”, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1978, s. 114-118.
Tuna, Osman Nedim, “Altay Dilleri Teorisi”, Türk Dünyası Araştırmaları, Ankara 1983.
Yüce, Nuri, “Türk dilinin Ural-Altay dilleri arasındaki yeri”. İA (= İslâm Ansiklopedisi), 12/2, İstanbul 1987, 445b-456b.