Konu özeti

  • 1.KENTSEL DÖNÜŞÜM

    Kentsel dönüşüm gibi değişiklerin çevrede dolayısıyla geleneksel kültürde yarattığı değişimin anlaşılmasını sağlayacaktır. Kentleşmeye dair eleştiriler sadece bir alan yaratma meselesi üzerinden değil bu alanların kullanımı üzerinde de değerlendirilir. Kentin; ‘insanlığın gelişmesi’ hususunda gözümüzün önünde olan bir gerçeği, pencereden dışarı baktığımızda gördüğümüz büyüme sosyal antropolojik yöntemlerle çalışılacaktır. Kente göçün temsillerinin yapılar üzerinden ilişkilendirilmesi ve göçün etnografik yöntemler ile çalışılması.  Neredeyse birbirinin kopyası yapıların tek tipleştirilmesi dolayısıyla insan yaşamının da rutinleştirilmesi sorununa ilişkin araştırmalar planlanacaktır.  Kentleşmenin getirdiği kaos ile birlikte yapay sınırların oluşması, uzaklaşılmasını göstermektedir.  Bu ders kapsamında kentlere ilişkin yapılmış etnografik çalışmalar üzerinde okumalar yapılacaktır. 

    • II. KENT KİMLİĞİ

      Kent belli koşullarla oluşan bir yaşam alanıdır ve bu koşullar; mimari, sosyal, kültürel, tarihsel, dini vb. olarak sıralanabilir. Yaşam alanı dediğimiz için özünde toplumsal ve kültürel olduğunu belirtmekteyiz. Kent aynı zamanda sanayi üretiminin yapıldığı karmaşık toplumun bir sembolü olarak görülür. Kentin önemli görünümlerinden biri ayrışmayı doğasında taşımasıdır ve farklılıkları içinde barındırmaktadır. Bu farklılaşmalar yapılar veya doğal çevre gibi faktörler sonucu oluşur ve böylelikle her kentin kendine özgü bir kimliği oluşur. Bu kimlik bir dil gibidir ve kentte yaşayanlar bu dili öğrenerek hayatta kalırlar. Genel bir kent tanımına baktığımızda zaten kent içindeki kültürel veya sosyal farklılaşmalar sonucu ve aynı zamanda yapılar ve doğal çevrenin de etkisiyle bir kent kimliği oluştuğunu görmekteyiz.

                  Kimlik bir nesnenin veya bir kişinin ayrımsanabilir karakteri olarak tanımlanır. Yer kimliği de diğer yerlerden ayrışabilmeyi ve bu yerlerin insanlar için anlamlı hale gelmesini sağlayan niteliklerdir. İşte kentsel kimlik de yer olarak kendi farklılıklarını ve özgün karakterini yansıtır. Kent kimliği çoğunlukla kentin görsel özellikleriyle ilişkilendirilerek açıklansa da kimlik sadece ayırt edilebilir biçimsel özelliklerle değil kente bireyin yüklediği anlamla oluşur. Burada kent kimliğinin aslında sadece yapısal özelliklere bakılarak anlaşılmayacağını aynı zamanda anlamsal boyutunun da önemli olduğu sonucuna varmaktayız.

                  İmge ise çevrenin zihindeki bir temsilidir. Bellekte saklanan imge insan ve çevre arasındaki ilişkide önemli bir rol oynamaktadır. “ Kentte yaşayan her bireyin belleğinde o kente dair bir imge yer aldığı gibi toplumsal olarak da o kentin çevresel bileşenleri ve o bileşenlere atfedilen anlamlar ile oluşan bir toplumsal imge bulunmaktadır.” (Eraydın, 2016). Kent imgesi çevre ve insan arasında duyum, algı ve biliş süreçlerini barındırmaktadır. İlk olarak çevre duyu yoluyla deneyimlenmektedir ve Lynch buna “okunabilirlik” kavramı etrafında değinmektedir. İkinci etkileşim ise algı ve biliştir. Bunlar kişiler özelinde değişiklik göstermekte ve bu farklılaşma kültür ve toplumsal benliğe dayanmaktadır. Böylece imge kişiden kişiye değişkenlik göstermekte, her birey kendi kent imgesine sahip olmaktadır (Eraydın, 2016). Kişisel imgelerin çakışımında ise toplumsal imge oluşmaktadır. Toplumsal imge kültür ya da ortak ihtiyaçlarla kişilerin sahip olduğu imgelere yön vermektedir (Lynch’ten akt. Eraydın, 2016).

                  Kent imgesinin nasıl belirlendiğini Lynch 1960 yılındaki çalışmasında üç kentte bilişsel haritalama yöntemini kullanarak toplumsal imge bileşenlerini ortaya koymayı amaçlamıştır. Kent imgesini iyi bir şekilde çıkarabilmek için yapı, kimlik ve anlam kategorileri içinde kenti incelemiştir. Ancak bu çalışmasında çoğunlukla fiziksel ilişkiler üzerine yoğunlaşmıştır. Mekânsal belirleyicilerini -yol, kenar, bölge, düğüm noktası ve işaret öğeleri- ortaya koymuştur. Bu beş elemanın algılanabilirliği ve bir araya gelme biçimleri güçlü bir kent imgesini oluşturmaktadır. Fiziksel unsurlarının önemi yanında daha sonraki çalışmalarda anlama da önem verilmeye başlanmıştır (Eraydın, 2016).

                  Sonuç olarak kent imgesi çevre ve insan arasındaki ilişkinin sağlıklı yürütülmesi için önemli bir kavramdır. Kent imgesiyle birlikte en basit ama çok önemli olan yön kabiliyetini kazanıyoruz. Böyle önemli bir kavramı araştırmak için de kentin hem fiziksel hem de anlamsal boyutuna bakmak gerekmektedir. Lynch ise bu konuda bir yöntem ortaya koyarak kent imgesinin doğru bir şekilde ortaya koyulmasını amaçlamıştır.

      Kentler kimlik yapılarıdır. Bireylerin, grupların ya da toplumların olduğu gibi, kentlerinde birer kimliği vardır. Kentsel kimlik oluşturmada doğal çevrenin önemi açıktır, ancak tüm özelliklere anlam veren ve onu sosyal ve kültürel bir olgu haline getiren insanlar, toplum ve yaşamdır. Her kent benzersiz bir kimlik, kişilik, imaj ve yaşam giyinir. Kent kimliği; kentin diğer kentler arasından sıyrılıp tanınır hale gelmesini sağlar, büyüme modellerinin kimliğe uygun biçimde gelişmesini sağlar, kentin var olan kimliğine zarar verecek kullanımları en baştan reddeder, toplumsal duyarlılığı artırır, yapılması düşünülen yatırımlarda nitelik ve uygunluk aranmasını teşvik eder ve kentsel kaynakların kullanımını kimliğe paralel olarak gerçekleşmesini sağlar. Bir kentte bulunan mimari değerler, kent kimliğinin önemli bir parçasını oluşturmakta ve kentin özgün kimliğine zarar verme potansiyeli taşıyan her türlü kentsel müdahale başarısız olmaktadır.

      Kentsel kimlik bir bileşendir ve ana aktörler tarafından ortaklaşa yaratılmış bir zemindir. Kimlik oluşumu bir süreç anlamına gelir; bir yaşanmışlık yani tarihsellik ve bir dünya algısı, tasavvur, hayat anlayışı kimliğin yapıcı unsurlarıdır. Kent kimliği dinamik bir yapıdır; bir kez oluşup öylece kalmaz, zamanla kimlik unsurlarında değişmeler olabilir. Kent kimliğinin kaynakları arasında coğrafi ve mekânsal özellikler, tarih, toplumsal ve kültürel özellikler, nüfus karakteri, üretim ve tüketim biçimleri, iklim ve elbette hayata yön veren tüm değerler sayılabilir. Kentin oluşumunda yer alan bütün hususlar, aynı zamanda o kentin kimlik göstergeleridir. Bütün mekânsal organizasyonlar ve faktörler, bütün hayat şekilleri, bütün insanlar, kent kimliğinin esaslı elemanlarıdır. Kent kimliği aynı zamanda dinamik bir oluşumdur; hayat o kimliğe yeni yüzler, yeni bakışlar ekler durur. Kevin Lynch, kimliği bir objenin diğer objelerden farklı ve özgün olma durumu olarak açıklamakta ve kimliğin, hiçbir şeyle eşit olmadığını, tek, biricik olduğunu savunmaktadır.

      Kevin Lynch’in tanımlamalarının temelini ve yöntemini kentin imajını belirleyen görsel unsurlar oluşturmaktadır. Bu fiziksel unsurlar, yollar, düğüm noktaları, kenarlar, bölgeler ve anıtlardır. Kentin okunabilmesi ve hafızada yer edinebilmesi bu kentsel unsurlar ile daha kolaydır. Kentlerin belli kimlikler etrafında değerlendirilmesi, her kente özgü bir kimlik yapısının belirlenmesi bir ölçüde imaj kavramıyla da ilgilidir. Kent imajıyla anılmaktadır. Kentin imajı ise kültürel kodlar etrafında belirlenmektedir. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Kastamonu, Mardin, Van, Erzurum gibi kentlerin her birinin daha adları anılır anılmaz bir imajla, bir kimlikle karşılık bulmalarını biraz da kendi kültürel kodlarıyla anlamak gerekir. Bir aidiyet ortamıdır kent kimliği. Kent basit bir taş ve beton meselesi değil, bir imgeler bütünüdür. Kent kimliği imge olduğu kadar gerçekliktir de.  Elbette bir kentin kimliği zaman içinde oluştuğu, değiştiği, başkalaştığı için farklı kuşaklarca algılanması da değişiklik arz edebilir.

      Kevin Lynch kent kimliğini, “bir kenti başkalaştırmaya yardımcı olan nitelikler ve kente özgü olduğu tartışma götürmeyen öğeler” olarak tanımlamaktadır.  Kent kimliği, kentin sahip olduğu sosyal alışkanlıklarına ve bulunduğu bölgeye göre farklı kent kimliği belirleyicileri ile farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır.  Kent kimliği yalnızca bulunduğu bölgeye göre değil,  sahip olduğu farklı doğal faktörlere, çoğunlukla doğal faktörlere bağlı gelişen yapay faktörlere,  tarihi,  kültürel,  ekonomik özellikleri içeren sosyal faktörlere ve bu faktörlerin yanında kentte bulunan  duyusal faktörlere  bağlıdır.  Ve her kentte farklı belirleyiciler  öne çıkarak farklı bir kent kimliği türü ile kent kimliğini etkilemektedir. Kent kimliğini oluşturan kent kimliği  türleri ve belirleyicileri birbiri  ile sürekli bir  etkileşim halindedir.  Bu etkileşim farklı  kimlik  türlerinin fiziksel,  tarihsel, sosyo-kültürel  ve  sosyo-ekonomik kimlik birbiri içine geçmesini, kimi yerde kesişmesini ve yoğunlaşmasını sağlamaktadır.

      Kültürel kimlik; kültürel edinim, insanın tüm yaşamsal faaliyetlerinin önemli bir yanıdır. Kültür toplumsaldır ve ekonomik, siyasi, ideolojik (dinsel, felsefi),coğrafi, etik, sanatsal olan eylemin diyalektik bileşkesidir. Kültür doğrudan insanın yaşamsal alanı olan kente yansır. Onun biçimleniş sürecinde önemli rol oynar. Ancak bu noktada görülmesi gereken, kentsel yapının biçimlenmesinde, toplumsal kültürün tüm öğelerinin, eşit oranda rol oynamadığıdır. Kültürün öğesi olan iktisadi, siyasi, dinsel, coğrafi unsurlar kentin dokusunu oluşturmada belirleyici rol alırken, toplumsal kültürün diğer öğeleri kentin yapısal biçimlenişinde etkileyici unsur olarak sürece katılırlar. Tarihsel kimlik; kentlerin kuruluşundan günümüze kadar yaşadığı tarihsel süreç ile  bu süreç içinde görülen toplumsal eylemlerin tasarıma yansıması ve süregelerek devam etmesidir. Biçimsel kimlik; biçimsel kimliğin kazanımında kentleri üç bölümde inseleriz; Biçimin önceden belirlendiği, Mekansal kimlik kazanmış kentler, Doğal şartların zorunluluğundan oluşmuş biçimsel kentler.

      • III. Hafta: KENT İMGESİ

        Kentsel imge, kenti oluşturan unsurların; binaların, simge mimarinin, yolların, parkların, kentin düzeninin, semptomlarının bütünüyle içine aldığı, insanın kente dair zihninde oluşan algısal bir yapıdır. İnsanın imgeleme yetisi sayesinde kentteki tüm nesneler kişisel bir kimliğe bürünürler.

                  Kentin zihinde de gerçekte olduğu gibi sınırları bulunur. Kentin kendi içinde de zihnimizde oluşturduğumuz sınırları bulunabilir ve bu sınırlar görece ortak olmakla birlikte aslında özneldir.  Kişilerin zihninde kentin bir bölgesine dair olumsuz bir yargı bulunabilir bu yargı geçmişte o bölgede yaşanan olumsuz bir olayın tezahürü olabilir, zamanla o bölge kenti yapılandıranlar tarafından müdahale edilerek ya da hayatın akışı doğrultusunda dönüşüm geçirerek bambaşka bir imgeyi çağrıştırabilir de, bu sınırları genelde zihnimizde o bölgeyi “güvenli”,  “tehlikeli”  bulmamız etrafında ya da sosyoekonomik olarak kendi sosyoekonomik düzeyimizden uzak yerleri işaretleyerek çizebiliriz, bir nevi o bölgeyi yabancılarız denilebilir.

                  Kevin Lynch kişinin kentle kurduğu duygusal bir bağdan bahseder, kişinin kentsel bir imge kurarak bulunduğu çevreyi tanıması güvende olduğunu hissetmesi ve çevresine uyum sağlaması açısından gerekliliktir. Zaman içinde değişen kent ile birlikte kent imgesi de değime uğrar ve o bölgede uzun yıllar yaşayanlar bunu kente yabancılık hissetmeye başlayarak deneyimleyebilirler.

                  Bazen doğduğumuz çevre bize yabancı gelir ve tam olarak bağ kuramadığımızı hissederiz, bazen de daha önce hiç bulunmadığımız bir ülkeye seyahat ettiğimizde o bölge bize tanıdık ve sıcak gelir, bizde güvenlik hissi oluşturur, bunun nedeni esasen o bölgeyle kurduğumuz kültürel bağdır. O bölge ile ilgili bildiklerimiz o bölge de güvende ya da güvensiz hissetmemizi doğrudan etkiler, bazen de bilmediklerimiz bizi o bölgeyle ilgili ön yargılardan uzak tutar.

                  Bireysel olarak kente dair oluşan imgelerin yanı sıra, kentte ortak yaşamanın getirdiği bir takım ortak imgeler de bulunur.

        • IV. KENT İMGELERİ

          Kevin lynch’e göre kentin ortak imgeleri farklı başlıklar altında toplanabilir. Bu başlıklar; yollar, sınırlar/kenarlar, bölgeler, düğüm/odak noktaları ve işaret öğeleri olarak ayrılabilir.

          1.Yollar:

          Yollar kişilerin bir yerden bir yere giderken kullanmayı seçtiği alanlardır. Bunlar; sokaklar, yaya yolları, toplu taşıma alanları, kanallar ve demiryolları olabilir. Kişiler genelde sürekli gittiklere yerlere aynı yoldan gitme eğilimi taşırlar. Kişiler bu yollardan geçip giderken aynı zamanda kenti gözlemle şansına sahip olurlar ve kente dair imgelerinin oluşmasında bu büyük rol oynar.

          2. Kenarlar:

          Kenarlar kişiler tarafından ulaşım amacıyla kullanılmazlar. İki bölgeyi birbirinden ayırır denilebilir. Kıyılar, demiryolları, gelişme bölgesi sınırları ve duvarlar kenar öğelerine örnektir.

          3. Bölgeler:

          Kentin orta veya büyük ölçekli alanlarını oluştururlar. Kişiler bu bölgelerin içine girdiklerini ve çıktıklarını duyumsarlar.

          4. Düğüm/Odak Noktaları:

          Kentin bir bölgesinden başka bir bölgesine geçiş noktası işlevini karşılarlar. Odak noktaları; kişilerin kente girdiğini hissettiği noktalardır bir simge mimari ile karşılanabilirler. Melih Gökçek’in yaptırdığı Ankara kapıları buna örnek olabilir.

          5. İşaret Öğeleri:

          Kişiler, bölgelerde olduğu gibi bu noktaların içine giremezler bunlar şehirde kolay tanınabilen sembolikleşmiş unsurlardır. Bir bina, levha, anıt, heykel, dükkan, kubbe gibi o şehirde bir bölgede öne çıkmış herhangi bir unsur olabilir. Örneğin Ankara’da,  Kızılay’da buluşma yeri olarak Dost Kitapevi ve son zamanlarda Kızılay avm öne çıkmış durumdadır.

           Kevin Lynch’e göre bu unsurlar birbirlerinden tamamen ayrı olarak bulunmazlar. Bu unsurlar birbirleriyle iç içe geçmiş,  birbirlerini etkiler durumdadırlar ve hep birlikte bir bütünü oluştururlar.

           Kente dair ayırt edici unsurlar o kenti diğer kentlerden ayıran unsurları belirtir, genellikle simge mimariden oluşur ve o kentin içinde yaşamakta olan ya da hayatının bir döneminde yaşamış olanlar tarafından bilinmektedir. Kent imgesini oluşturan unsurlar kentin dışında yaşayan ya da o kente hiç uğramamış insanlar tarafından da bilinebilir bu unsurlar kendin ününe işaret ederler. Örneğin Ankara’ya gelmeden önce Ankara’yı düşündüğümde kente dair aklıma ilk gelen unsur Anıtkabir olurdu ve zihnimde kasvetli, tek düze renksiz yapıların bulunduğu çekici olmayan bir şehir canlanırdı.Kaynak: Kevin Lynch, Kent İmgesi, Çev: İrem Başaran. İş Bankası Yayınları

           

          • V. ÇEVRENİN İMGESİ

             Kimlik; bir objenin diğer objelerden daha farklı ve özgün olma durumudur. Kentlerin farklı karakterleri, kimlikleri, profilleri ve imgeleri vardır. Kent hareketli, hareketsiz, doğal ve yapısal çevresiyle bize kendini anlatır, toplumsal kimliğini sunmuş olur. Kentin sunmuş olduğu ilk görüntü, hem doğal, hem yapısal olandır. Toplum ve insan arasındaki ilişkiler, bu kent kimliğinin sürekli olarak tanımlanması ya da üretilmesini gerektirir. Her dönemde toplumların oluşturduğu bu tanımlamalar, geçmişten birtakım öğeler ve bu öğelerin yorumlanmalarını ayrıca tamamen yeni öğeleri içerir. “Kent imajını etkileyen her kentte farklı ölçek ve yorumlarla kendine özgü nitelikler taşıyan fiziksel, kültürel, sosyo-ekonomik, tarihsel ve biçimsel özellikleri ile şekillenen; kentliler ve onların yaşam biçimini oluşturan, geçmişten geleceğe uzanan büyük bir sürecin ortaya çıkardığı anlam yüklü bütünlüktür” (Karadağ 2007). Esasında çoğu zaman kentler insanlara benzetilmiştir, bu noktada kentlere yeni sıfatlar ve kimlikler kazandırılmıştır. Doğal ya doğal olmayan, farklılıkları yaşamak ya da yaşatmak için doğal çevreyi oluştururlar. Coğrafi konum, iklim, bitki örtüsü vb. kent kimliğinin oluşmasında ve belirlenmesinde önemli olan ayrımlardır. Her kent bu belirleyici unsurlar sayesinde bir diğerinden ayrılır ve kimlik kazanır. Bu öğelerin doğru bir şekilde algılanması ve tanımlanması da kent kimliği açısından önemlidir. Kent kimliklerini beş yüzeysel başlık altında toplayacak olursak eğer bunlar: Fiziksel kimlik, kültürel kimlik, tarihsel kimlik, biçimsel kimlik ve sosyal kimlik olarak açıklanabilir.

            • VI. FİZİKSEL KİMLİK

              Doğal ve mekânsal yapı olmak üzere iki farklı faktörle oluşur. Doğal faktör, kimlik kazanımında en önemli faktörlerden biridir. İklim, coğrafi özellikler, kentin yerleşimi ve gelişimi dolayısıyla kentin kendine özgü bir kimlik oluşturmasını doğrudan etkiler. Örneğin İstanbul’un demir kenti olması kıyılarını birbirinden ayıran, aynı zamanda birleştiren bir öğesi olmuştur. Bu da deniz kıyılarını dinlenme ve eğlence için potansiyel hale getirmiştir. Mekânsal yapı, fiziksel kimliğin ikinci boyutunu ifade etmektedir. Sokak meydan bütünleşmesinin oluşturduğu mekanlar, sınırlayıcılar, bu alanların yeşille olan bütünlüğü mekânsal yapıyı oluşturur. Her bir kentin kendisine özgü bir cadde ya da sokak adıyla bilinmesi buna bağlıdır. Yine bir örnek olarak İstanbul’a bir dünya imgesi veren doku özellikleri Bizans ve Osmanlı mimari ve kentsel tasarımlardan başka bir şey değildir. Kamusal mekanlar, özel mekanlar ve sokak düzeninde görülen anıtsal yapıları fark etmek mümkündür. Yüzeysel görünen bütün bu imgeler ise bir kentin varlığını, kimliğini oluşturur. Tüm kentler ya zorunlu olarak ya da isteğe göre belli bir biçim kazanarak gelişmiş ve kimlik sahibi olmuşlardır. Biçimsel kimliğin kazanılmasında üç bölüm etkilidir, bunları kısaca inceleyecek olursak: Biçimleri önceden belirlenen kare, dikdörtgen, ızgara sistemine göre planlanmış kentler önceliklidir. Bu tip kentler genellikle Rönesans ve Antikçağ dönemine aittir. Doğal şartlarda oluşan biçimsel kentlerde ise arazinin sınırları, bitki örtüsü gibi koşullar etkilidir. Biçimsel kimlik bazı kentlerde mekanlara bağlı olarak gelişebilir. Kent, o alanların etrafında oluşur ve bir kimlik kazanır, mekânsal kimlikle özdeştir. Bursa ve Almanya’nın Voltera kenti mekânsal kimlik kazanmış kentlere birer örnektir.

              • VII. KÜLTÜREL KİMLİK

                Kültürel edinimler, insanların yaşamsal faaliyetlerinin önemli bir yanıdır. Kültür toplumsaldır ve siyasi, ekonomik, dini, felsefi, coğrafi eylemin bileşkesidir. Kültür doğrudan inşaların yaşamsal alanı olan kente yansır. Toplumsal kültürün diğer öğelerinin kentin yapısal biçimlenişinde etkileyici unsurlar olduğu aşikardır. Bu sebeple kentin oluşumunda kültürün etkisi araştırılırken, bu noktaya dikkat çekmek gerekir. Kentlerde farklı halkların, ekonomik, siyasi, dinsel varlıklarının sanata bakışını da yansıtır. Dersimiz kapsamında okuduğumuz Ankara kapılarını anlatan makale, bu durumu açık bir şekilde göz önüne serilmiştir.

                Bir kentin sosyal kimliğinde o kentin toplumsal yapısı, ekonomik yapısı, siyasal yapısı ve nüfus hareketleri de önemlidir. Her birinin içinde olan ve birbirinden etkilenen, ayırt edilmesi mümkün olmayan faktörlerin etkileşimi ile kentin sosyal kimliği tanımlanabilir. Toplumun sosyal yönü, sosyal yapısı düşünülmeden tasarlanmış pek çok olumsuz kent örneği maalesef vardır. Aynı zamanda bu duruma bir de kentin yönetiminde etkili olan siyasi baskınlıkların etkisi de eklenmektedir. Yönetimin baskın olduğu ideolojiye yönelik kent üzerinde imge çalışmaları yapılması ve buna bağlı olarak kentlerin kimlik kazanması bu duruma iyi bir örnektir.

                • VIII: TARİHSEL KİMLİK

                  Kentlerin kuruluşlarından günümüze kadar yaşadıkları tarihsel süreci içerir. Bu süreç içerisinde görülen toplumsal olayların kent tasarımına yansıması ve gelecek boyunca sürerek devam etmesini açıklar. Tarihsel kimliğin yanı sıra kentin işlevini ortaya koyduğu bir kimlik de mevcuttur. Günümüzde bazı kentler, o kentin yaşamasını sağlayan ve o kente hayat veren işlevlerin adıyla anılmaktadır. Bu tip kentlerde genelde tek tip iş alanı ve fonksiyon yoğunluğu vardır.

                  Kent tasavvurunu veya imajını oluşturan imgelerin (kentsel imgeler); kimlik, yapı ve anlam olmak üzere üç parça halinde çözümlenebileceğini söyleyen Lynch (1960)’in “iyi şehir yapısı” için belirlediği beş kategoriden biri olan imge elemanı, şehir sakinlerinin hissiyat (mekân veya kimlik hissi) boyutuna tekabül veya işaret etmektedir (Lynch, 1984; Turgut vd., 2012). Lynch’in tanımladığı imge elemanları içinde nirengi noktaları ve bağlantıların diğerlerine göre hâkim karakterde oluşu, bu elemanların aynı zamanda kimliğin oluşumu, algılanması ve ifadesinde de rol oynadığını göstermektedir (Türkoğlu, 2002). Kentsel kimlik, yani bir kentin veya çevrinin doğal ya da yapay elemanları ve sosyo-kültürel özellikleriyle tanımlanmaktadır. Bu özelliklerin içinden belirgin ve etkileyici olabilenler o kentin yukarıda da bahsedildiği üzere kimliğini oluşturmaktadır. Kentsel mekanları sınırlandıran bazı kimlik öğeleri, aynı zamanda o kentin kimlik öğretisini ya da öğelerini de oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, kentin mahiyeti, buna bağlı olarak nasıl göründüğü onun kimliğine yansımaktadır.

                  Kent kimliği sadece yapılar, park ve meydanlardan ibaret değildir. Aynı zamanda üzerinde sosyal ve kültürel ilişkilerin ve olayların gerçekleştiği mekanlardır. Kent imgelerine bu şekilde bakabilmek asıl önemli olan şeydir. Medeni toplum denilince hepimizin aklına gelen kentleşmiş bir toplumdur. Günümüzde toplumun ve kentin ne ölçüde modern olduğuyla ilgilenmek yerine, kent kimliğine sahip olup olmaması esas nokta haline gelmiştir. Bu durum kentin bir kimliğe sahip olup olmamasıdır. Bu sebeptendir ki kentlerin kimlikleri ve halihazırda bulunan mevcut kimliğin sürekliliğinin sağlanması için koruma gereklidir. Bunun için kimliğin kent-insan-toplum ile olan ilişkileri göz önüne alınarak, kent kimliğinin korunmasına yönelik çözüm önerileri geliştirilmelidir.

                   “Kentlerin doğuşu, Batı Avrupa’nın tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını belirlemiştir. O zamana değin toplum yalnızca iki etkin düzen tanımıştı: rahipler sınıfı ve soylular. Orta sınıf onların yanında yerini alarak toplumsal düzeni tamamlamış, daha doğrusu, bu düzende son bir düzeltme yapmıştır. Bundan böyle toplumsal düzenin yapısı değişmeyecekti; kendisini oluşturan tüm öğelere sahipti; yüzyıllar boyunca uğrayacağı değişiklikler ise, dar anlamda, alaşımın içindeki farklı bileşimlerden başka bir şey değildi… Kent gruplarının oluşumu, çok kısa zamanda, kırsal bölgelerin ekonomik örgütlenmesini altüst etti” (Pirenne, 2014).  

                  • IX. “KENT İMGESİ” ARAŞTIRMASI: “BERLİN’İ HİÇ BU YÖNÜNDEN GÖRMEDİNİZ BELGESELİ

                          Sokaklarda yürürken kentin sesinin sıradanlaştığı anları düşünürsek eğer, etrafımız farklı hislerle dolu sayısız insanın aynı portrede farklı amaçlarla buluştuğu bir zamansal biçim barındırmakla beraber, her bakışın yani her bir imgenin görünmez sınırları nasıl etkilediğini ifade edebilmek, tasvir edebilmek oldukça zordur. İşte görünmez sınırlarıyla bu kentler, bilinenin aksine sadece mimari imaj anlamına gelen tanımlamaların çok daha ötesinde anlam setleri barındırırlar. Harvey, Sosyal Adalet ve Kent adlı kitabında kent araştırmalarında kentin toplumsal süreç ve mekânsal biçimler olarak ayrı ele alınmasını eleştirerek başlamıştır.  Gerçekte ona göre toplumsal süreçler ve mekânsal biçimler birlikte olmalarına rağmen zihnimizde ayrıymış gibi algılandığını ileri sürmektedir. Kent çalışmalarında birleştirilemez, bir arada uygulanamaz gibi görünen bu iki yöntem arasındaki ayrım Harvey’in temel sorunu olarak ortaya çıkıyor. Harvey, kent çalışmalarındaki temel sorunun bu yapay ayrım olduğunu dile getirmektedir. Ayrıca kent çalışmalarındaki işaret ettiği sorunların disiplinler arası çalışmaların yetersiz olması ve sosyologların, coğrafyacıların, mimarların, kent planlamacılarının vb. kendi kapalı kavramsal dünyalarında yaşayıp, yalnız olarak yollar çizdiğini belirtmektedir. Bu çalışmada antropologların kent imgesine dair nasıl bir yönelim geliştirebileceğine dair ifadeler geliştirmeye çalışacağız.

                    Belgesel; Berlin’i evsizlerin gözünden farklı bir bakış açısıyla anlatarak rehberlik yaparak, Berlin’de yaşayan veya kent sınırları dışından gelip turuna katılan insanlara imgesel bir paylaşım sağlamaktadır. Bu paylaşım dinleyicilere, bir evsizin kent imgesinin nasıl olabileceğine dair düşünsel süreç yaşatarak, dinleyicilerin kendi imgeleriyle dönüşüm yapmasını sağlayan yeni bir işitim imgesi oluşturmaktadır. Şimdi yavaş yavaş belgesel özelinde değineceğimiz noktalara bakabiliriz.

                    • X. TOPLUMSAL SÜREÇTE MEKANSAL BİÇİMİN OLUŞTURDUĞU TEMALAR

                           Kent kimliğini hakkında yazacağım bu yazıya kimlik, kültür ve kent kavramlarının kısaca tanımlarını yaparak başlamayı gerekli görüyorum. Kimlik, insanlar, toplumları, yaşam biçimlerini, inanışları her şeyden ve herkesten ayıran şeydir. Bizi bir ülkeye, dile, inanca ve kültüre ait kılan, bir anlamıyla sınırlandıran, tanımlanabilir olmayı sağlayan şeydir. Bizi sınırlandıran veya diğerlerinden farklı kılan her şey kimliğimizken, kimlikler bu netliğin içerisinde zaman geçtikçe değişebilme ve yenilenebilme özelliğine sahiptir. Fakat bu değişimin halihazırda varolan kimliği yok etmeden gerçekleşmesi gerekir çünkü kimlikleri yitirmek,  kimliksizlik, bizi herkes olmaya götürür, günümüzde de maalesef olan budur. Yaşanılan aynılaşma her alanda gerçekleşmektedir. Yeme içme şeklimiz, giyim tarzımız ilgi alanlarımız, yaşadığımız kentler gün geçtikçe değişerek, kendine özgü niteliklerini kaybetmektedir. Bu yüzden bence en önemli soru kimliğimizi, kültürümüzü kaybetmeden nasıl modernleşebiliriz sorusu olmalıdır.

                           Dünyada  her alanda yaşanılan ,çoğu olumsuz olmakla birlikte, değişimi en net simgeleyen unsur kentlerdir. Birbirinin aynı yerleşim merkezi, gökdelenler, kırsal yaşamın bitme noktasına gelmiş olması, ortaya çıkan yeni kaotik , neyin, kimin nereye ait olduğunu bilemediğimiz yeni kent tipi günümüzde yaşanılan tektip kültürün en üzücü göstergesidir.

                      • XI. HAFTA. TOPLUMSAL SÜREÇLER VE MEKÂNSAL BİÇİM

                        1.Kentsel planlamanın kavramsal sorunları: Kentin karmaşıklığının doğru kavramlaştırılması,

                        2. Toplumsal mekan: Toplumsal ve fiziki değerlendirmeleri bir arada yorumlayarak kentin karmaşıklığının anlaşılır hale getirilmesi.

                        1.         Kuramın doğası: Harvey’e kuram uygulamadır.

                        2.         Mekanın doğası: Mekanı tanımlayabilmek, kenti analiz edebilmek için önemlidir.

                        3.         Sosyal adaletin doğası: Sosyal adalet, kentsel bağlamda tartışılacaktır.

                        4.         Kentselliğin doğası, toplumsal süreçlerin göze çarpan özelliklerinin gözlenmesine dayanır. Biçimleri ve renkleri öylesine değişik görünür. Kuramın doğasının, mekanın doğasının, sosyal adaletin doğasının, kentselliğin doğasının analiz edilerek mekânsal biçimlerin anlaşılması sağlanacaktır.

                        Kaynak: David Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir, Çev: M. Moralı, İstanbul: İmge Yayınevi

                        • XII. Hafta. KENTSEL SİSTEMDE GELİR DAĞILIMI VE SOSYAL HEDEFLER

                          1.Değişme hızı ve uyum oranı ile kentsel yapının oluşumun altında yatan mekanizmaların içyüzünün anlaşılması,

                          2.Kentsel sisteme erişebilirliliğin ve yakınlığın maliyeti, sosyal ve psikolojik engellerin anlaşılması,

                          3. Dışsallık etkileri (özel ve kamusal etkiler),

                          4. İşyeri ve konutların konumlarının değiştirilmesi ve bu değişimlerin yarattığı değişimler,

                          5. kaynakların elde edilebilirliği,

                          Kaynak: David Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir, Çev: M. Moralı, İstanbul: İmge Yayınevi

                          • XIII. Hafta. KENTSEL SİSTEMDE SİYASİ SÜREÇLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

                            1.Siyasal sistemlerde koalisyonlar

                            2.Kentsel sistemin kültürel dinamikleri

                            • XIV. Hafta. Kentsel Sistemde Mekânsal Örgütlenmeler: Siyasal, Toplumsal ve Ekonomik Süreçler

                              1.      Kentsel sistemde kamu mallarının sağlanması,

                              2.      Kentsel sistemde bölgesel örgütlenmeler,

                              3.      Kentsel sistemde sosyal adaletin anlatılması.

                              • XV. Hafta. Mekanın Üretimi

                                1.Mekanın fiziksel, zihinsel, toplumsal olarak ideal olan ile gerçek olanı değerlendirmek,

                                2.Mekanın okunması, kodlarının deşifre edilmesinin anlatılması,

                                3. Mekan temsilleri; mekana temsil eden imgeler ve semboller,

                                4. Mekan; kapitalizm ve neo-kapitalizm boyutunda değerlendirilecektir.

                                Mekanın toplumsal üretimin sonucu meydana geldiğini söylemiş dolayısıyla mekan politik ve ideolojiktir. Mekanın ideolojinin çeşit çeşit temsili söz konusudur. Şehrin yapısından tutun şehrin içerisindeki sanat eserlerine kadar geniş bir yelpazede ideolojinin izi sürülebilir, Örneğin; Aziz Augustinus, Roma’nın yağmalanmasından sonra insan etkinliğiyle oluşan kentlerin, insanoğlunun kendi günahları altında yok olduğunu ve Hristiyanlık düzeninin bir “tanrı kenti” ileri sürülmektedir. Bir diğer Annales Ekolü üyesi tarihçi Henri Pirenne’ye göre kent öncelikle ekonomik yapısı ile tanımlanmalıdır. Bu özellik onu “kırsal” olandan ayıran özelliktir. Dolayısıyla sosyal tarihin kente yaklaşımında başat olan üretimdir.

                                 Kent, potansiyel olarak karmaşık bir toplumun güçlü bir sembolüdür. Bütün bu karmaşanın izini sürmek adına tarihsel olarak kentin gelişimini incelemek icap eder. İnsanların birçok gereksinimini karşılamak için karşılıklı ilişkilerde bulunmaları bir mecburiyettir. Tarihin ilk çağlarından beri üretim, dağıtım ve tüketim işlevlerinin merkezileştiği uygarlık beşikleri giderek daha fazla işlev kazanarak kente dönüşmüştür. Kent ile uygarlık arasındaki bu ilişki çarpıcıdır.

                                Kent kimliği kapsamında bir diğer önemli nokta 1980’li yıllardan sonra kentlerin aynı zamanda bir ‘marka’ya dönüşümüdür. Kent bahsettiğimiz üzere ‘tüketilen bir yer‘e dönüşmüştür, bu tüketim kentin kendini değerli kılacak taraflarını ön plana çıkartması gerekliliğini doğurur. Globalleşen dünyada kentlerin reklamı her türlü tüketime olanak sağlar. New York kenti giyim kuşam ürünlerinden filmlere, filmlerden ticari sahaya kadar birçok alanda “I Love NY” sloganı ile bir ürün olarak markalaşmıştır. Benzer çalışmalar birçok kent için yürütülmektedir. “I Amsterdam” sloganı ile Amsterdam yakın zamanda bu reklamı yapan daha küçük bir kent olarak birçok alanda bir marka olarak kendine yer bulmuştur. Burada temel mesele yaratılan marka ile kentin özgünlüklerinin ve aynı zamanda evrenselliğinin bir arada vurgulanabilmesindedir.

                                Kentlerin dönüşümleri, kent mimarisinin estetik formları, kentlerin doku ve kimlikleri ideolojiler, paradigma dönüşümlerine bağlı olarak yaşanmaktadır. Bugün kentlerin mimari dokusunda belirgin olarak modernizm ve postmodernizmin tesirleri vardır. Ortaçağ ve öncesinde, mimarinin daha kapalı bir kent tasarımına sahip olduğunu söyleyebiliriz.

                                Dokuzuncu asrın harikulade mimari ürünlerine sahip olan İspanya’nın Granada kentinde veya İtalya’nın Floransa ve Venedik gibi kentlerinde bu kapalılığı görmek mümkündür. Modernite ile birlikte kentin tasarımına dair bambaşka bir üslup doğmuştur. Modernist düşünce ile beraber kentler bir ‘ideal kent ütopyası’ üzerinden inşa edilmeye başlanmıştır. Modern mimari, ideal kent kavramı ekseninde mükemmellik, netlik, kesinlik ve çelişkisizlik arayışındadır. Estetik zevki ikinci planda tutarak işlevsel ilkeler doğrultusunda bir tasarıma başvurur. Modern mimarinin önemli temsilcilerinde Le Corbusier’e göre konutlar bir barınma makinesidir, eğri sokaklar keçi yollarıdır, düz caddeler ise insanlar içindir. Dolayısıyla bir mimarın yaratıcılık düzeyi ve yapının estetik değeri, insana ve topluma sağladığı faydaya göre değerlendirilir. Sanayi devrimi sonrasında işlevsel kent tasarımları daha büyük bir önem kazanmıştır. David Harvey “evlerin ve kentlerin açık açık ‘içinde yaşanacak makineler’ olarak düşünülebildiği bir dönemdi” diyerek özetler 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın ilk yarısına uzanan süreci. Temel olarak “evrensellik ve yöreselliğin ortadan kaldırılması, mevcut teknolojinin maksimum yarar sağlayacak şekilde değerlendirilmesi, kentin işlevlerine uygun yapılara ayrılması” gibi hususlar modern kent mimarisinin üslup ve esaslarıdır.

                                19. yüzyıl ile beraber mimarlar imparatorların desteğiyle Avrupa'nın büyük kentlerinin üzerinden silindir gibi geçmişler, ortaçağdan kalma eski mahalleleri yerle bir etmişler, geniş bulvarlar açarak parklar, meydanlar inşa etmişlerdir. Liberaller buna "modernleşme", Engels ise "Haussmannlaşma" demiştir. Geniş ve süslü bulvarlar, görkemli anıtlarla süslenen meydanlar, havuzlu parklar kent hayatına estetik, ferahlık ve kolay ulaşım imkânları sağlamıştır. Fakat 1848'in barikat savaşlarına katılan Engels bu modern kent mimarisine baktığında farklı bir şey görüyordu. Engels, III. Napoleon döneminin ünlü mimarı Georges Eugène Hausmann'la başlayan bu sürecin burjuvazinin kentsel alana hâkimiyetini sağlamak gibi özel bir amacı olduğunu keşfetmişti. Topların yerleştirilemediği, süvarilerin rahat hareket edemediği karman çorman işçi mahallelerinin orta yerinde açılan geniş yollar barikat savaşlarını stratejik anlamda önlüyordu. Ayrıca proletaryanın önemli bir bölümü bu inşaat faaliyeti sayesinde doğrudan imparatorlara ve saray nazırlarına bağlanıyordu. 19. asır boyunca bütün büyük kentler dönüştürüldü. Engels’in bu mimari üslubun ardında gördüğü ideolojik yaklaşım bugün hala başka biçimlerde mevcudiyetini sürdürmektedir. Özetle modern mimari, modernizm ile tanımlanan rasyonalitenin doğrudan bir ürünüdür.

                                Postmodernite ise bütün bu ‘büyük anlatı’lara kültürel sahada olduğu gibi mimaride de karşı çıkmıştır. Üsluba dair doğrudan bir tavır takınmak yerine eklektik olmayı, pastiche, kolaj ve ironiye, işlevden daha çok görselliğe önem vermeyi merkeze almıştır. Postmodernite malın veya hizmetin emek ve fayda üzerinden değil semboller üzerinden tüketilmesini ön planda tutar. Dolayısıyla kentler sembolleri ile tüketime uygun hale gelmektedir fakat bu semboller büyük bir anlamı içermemektedirler. Postmodern kent hayatı, sürekli değişmeyi ve farklılaşmayı ön planda tutar. Günümüz kapitalizmi markalar, reklamlar, hızlı yaşam, fast food kültürü vs. ile kenti kuşatırken, postmodern mimari kentin bütün kaosundan ‘anlam kaygısı yaşamadan’ ve ‘idealize etmeden’, zaman zaman tarihten bir kesiti, zaman zaman bir reklam afişinin kolajlandığı bir çalışmayı kendi üslubuna eklemler.

                                Günümüz kentleri bu iki paradigmanın esinlerini de sunmaktadır. Türkiye’de kentlerin gelişimi modernist bir proje olan Kemalizm ile hız kazanmıştır. Bu projenin ilk etabı geniş bir ova olan Ankara’yı modern bir kente dönüştürmek teşebbüsüdür. Savaş sonrası yaşanan değişimin ile birlikte Ankara, cumhuriyetin başkenti ilan edilmiş ve yeni rejimin tahayyüllerini Türkiye’ye ve dünyaya aktarma işlevini üstlenmiştir. Modern bir kent yaratılması adına yurtdışından getirtilen kent planlamacıları ve mimarlardan yardım alınmış, çağdaş, cumhuriyet değerlerini yansıtan bir kent tasarlanmıştır. Yeşil alanlar, parklar ve geniş meydanlara bakarak modern mimarinin işlevsel yanı gözlenebilir. Osmanlı yönetimiyle özdeşleşmiş, kozmopolit yaşantının simgesi bir liman kent oluşu dolayısıyla İstanbul cazibesini yitirmiş, yeni bir ulusun ideallerini temsil edecek olan yeni bir başkent seçilmiştir. Simgesel olarak hem modern ulusun “temsili mekanı” hem de yeni oluşacak gündelik yaşam örüntülerinin, yani “kamusal kültürün mekanı” kurgulanmaktadır. Osmanlı’da, Tanzimat Dönemi reformlarına uzanan modernleşme sürecinin, o dönemde çıkartılan kent planlaması ile ilgili ilk nizamnamelerin bize gösterdiği, modern mimariye dair esinlenmelerin o yıllara dayandığıdır. Yeni rejim bu fikirsel birikimi de arkasına alarak bu projeyi hayata geçirmiştir. Bugün Türkiye içinde bulunduğu siyasal vaziyet gereği yeni düzenlemeler ve mimari üsluplar ile tanışmaktadır. Bütün bu değişimin ardında da ideoloji yatmaktadır. Toparlamak gerekirse kent kimliği, bireyin bilinçli ya da bilinçsiz olarak maruz kaldığı ideolojik kanaatler, dönemsel paradigmalar, imajlar, üretim ilişkileri, tarihsel serüven vs. ile birlikte şekillenmektedir. Mekan, ideoloji ya da politikadan ayrılabilecek bilimsel bir obje değildir. Kendi tarihimizde kentin her yanı aşklarımız, hüzünlerimiz, sevinçlerimiz, tutunamamışlıklarımız, umutlarımız ile doludur fakat biz kendi tarihimizi yazarken aynı zamanda kentin de kendi tarihini yazdığını ve bu tarihin fatihler, bürokratlar, idealler, savaşlar, eylemler, yağmalar, zafer geçitleri ve düşler ile bezeli olduğunu unutmayalım…

                                Kaynak: Henri Lefebvre, Mekanın Üretimi, Çev:I. Ergüden, İstanbul:Sel Yayıncılık