Konu özeti

  • 1. Hafta: Heraklios Hanedanı'nın Son Devirleri

    İmparator Heraklius (610 – 641) ile imparatorlukta yaşayan nüfusun çoğunluğu Helen olması, Helenistik miras taşıması ve bu toprakların Kadim Roma döneminde de Yunan unsurunu temsil etmesi gibi nedenlerle resmi dil Latince yerine Yunanca yapılmıştır. Heraklius halefi Maurikos’un esarklığına ilave olan “Thema” sistemini getirmiştir. Buna göre ilk olarak Anadolu toprakları themata adı verilen başlarında strategos adlı askeri valinin bulunduğu valiliklere bölünmüştür. Thema’lar daha sonra Güney İtalya’da ve Balkanlar’da da kullanılmıştır. Anadolu’da kurulan ilk themalar 602 – 628 Bizans – Sasani Savaşı’na tekabül etmektedir. Thema düzeni bu dönemden sonra Bizans ordusunun askeri temelini atmıştır. Themalar orduya askeriye desteğinin yanında donanma filoları da temin edebiliyordu. İmparatorluğun merkezinde 5 ve 8. Yüzyıllarda Spatharioi Birlikleri, Makedon Hanedanı döneminde teşkil edilen Vareg Muhafızlarının da içinde olduğu 8 ve 11. Yy’da “Tagmata” birlikleriyle 9-12.Yüzyıllarda Doğu Avrupalı askerlerin bulunduğu Hetaireia birlikleri ve imparatorluk donanması vardır.

    Merkezi idare teşkilatını “Logothetesler”in atadıkları Logotheteslikler oluşturmuşlardır. Bununla birlikte hem Logothetesliklerde hem de themalarda toprağa dayalı Avrupa feodalizmine benzer “Manoryalizm” babadan oğula geçme soylular sınıfı oluşması, Bizans devletinin bu soylulara müdahale tasarrufunda bulunamaması Stratiotes adlı azad köylülerin Avrupa feodalizmindeki serflere (servitude) dönüşmesine neden olmuştur. Köylü sınıfıyla soylular arasındaki çekişmeler özellikle 1341 – 1346 yıllarında V. Ioannes ve VI. Ioannes arasındaki taht mücadelesinde kendisini belirli edecektir. Bizans Devleti’nin bu feodaliteyi çökertme girişimlerinden birisi olan “Pronoia” usulü Tımar sistemi Komnenos Hanedanı döneminde başarı gösterse de devamlılık sağlamamıştır. Orta Bizans Dönemi’nin sonunda (1204) bozulan askeri düzen için Alan paralı süvarileri, Katalan ve Navarralı askerler ile Turcopoles adı verilen Hristiyanlaşmış Kuman ve Peçenek hafif süvarileri orduya alınmışlardır. (Askerlere ayrıca Osmanlı sistemindeki Ocaklık usulü gibi apanaj adında yurtluk bölgeler verilerek kendi iaşe ve geçimlerini bu topraklardan tevarüs ile sağlamaları isteniyordu.)

    Avarlar ve Slavların Balkanlara taarruzlarıyla Sasanilerin İstanbul kuşatmalarından sonra Emevilerin saldırıları (674 – 718) başarılı bir şekilde geri püskürtüldü. Suriyeli Isaurios Hanedanı döneminde başlayan ikona (tasvir) tartışmaları ve İkonaklazma (Tasvir Kırıcılık) hareketi imparatorluğun geneline yayılıp II. İznik Konsili kararlarıyla sona ermiştir. Bu dönemde Hazar prensesiyle evli olan imparator V. Konstantin önemli seferleri başlatıp devleti ayakta tutmayı başarmıştır.

    KAYNAKÇA

    Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997.

    Cheynet, Jean Claude, Bizans Tarihi, Çev. İsmail Yerguz, Dost Yayınları, 2008.

    Gregory, Timothy, Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, YKY, 2016.

    Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005.

    Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008.

    Khazdan, Alexander P., ed. The Oxford Dictionary of Byzantium. New York: Oxford University Press, 1991.

    Kinder, Hermann, Werner Hilgemann, Dünya Tarihi Atlası. Çev. Leyla Uslu. Ed. Hüseyin Bağcı. Vol. 1. Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2007.

    Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004.

    Norwich, John Julius, Bizans, C. I-II-III, Çev. Selen Hırçın Riegel, Kabalcı Yayınları, 2013.

    Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974.

    Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011.

    Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008.

    Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016.

  • 2. Hafta: 3. Leon'un Tahta Çıkışı ve İzavriya Hanedanlığı

    Ravenna’daki esarklığın İkona kırıcı harekete karşı Aistulf önderliğinde Lombardların çıkardığı isyanla yıkılması ve İmparator III. Leo tarafından tayin edilen Son Bizans Esarkı Eutichio’nun da öldürülmesiyle (751) İtalya’nın kuzeyindeki esarklık Güney İtalya’da kurulan İtalya Katepanatlığı’na taşınmıştır. (751 – 1071) Esarklık toprakları daha sonra Kısa Pepin tarafından Papa II. Stephen’a bağışlanmıştır. Şarlman’ın 800 yılında imparatorluk tacını giymesi ve halefi Kısa Pepin döneminde Roma Patrikliğine yapılan Pepin Bağışıyla Batı Roma İmparatorluğu’nu yeniden ihya etmiş gibi olan Franklarla Katolik Kilisesi arasında kurulan organik bağ sonucunda Bizans imparatoru I. Mikhael, Şarlman’a Bazileus (imparator) unvanını vermek zorunda kalmıştır. Frigya Hanedanı’nın ilk dönemlerinde İkon kırıcı hareketin sonlanmasının ardından III. Mikhael, Konstantin Kiril ve Metodus adlı iki misyoneri Moravya’ya gönderip Slav halklarını Hristiyanlaştırma faaliyetlerine başlamıştır; onlardan birisi olan I. Boris, 865’te vaftiz edilip Ortodoksluğu benimsemiştir. İki sene sonra İstanbul Patriki Photius’un Ohrid Piskoposu Leo’nun da teşvikiyle Katolik kilisesiyle doğu kilisesini tamamen ayırdığı “Photius Şizması” dönemi başlamış, aynı sene Frigya ailesinin yerine geçen Makedon Hanedanı imparatorları I. Basileos (867 – 886) ve VI. Leo (886 – 912) dönemlerinde Roma hukuku yeniden canlandırılma çabalarıyla kitap halinde yazıya dökülmüştür.

    Leo döneminde Taormina’nın da düşmesiyle Sicilya Müslümanların eline geçince Sicilya’daki thema Reggio Calabria merkezli Calabria themasına, 876’da da imparator I. Basileos’un generali Nikephoros Fokas’ın Müslümanların kısa bir süreliğine ele geçirdiği Bari şehrinin geri almasıyla kurulan Longobardia theması, Calabria themasıyla birleşmesiyle Bari Katepanatlığı (965 – 1071) Bizans İmparatorluğu’nun İtalya’daki son toprağı olmuştur. (Norman istilası sonucunda Sicilya ve Napoli toprakları, Basilicata’da kurulan Lucania themasıyla birlikte tamamen Normanların eline geçmiştir.) Bizans’ın Araplarla savaşları Doğu Akdeniz’de Selanik şehrinin 904 senesinde Abbasi amirali Trabluslu Leon tarafından yağmalanmasıyla seyir değiştirmiştir.

    Leo döneminde önemli bir güç olarak yükselen Bulgar çarı I. Simeon önderliğinde Bulgarlar Bulgarofigon ve Anchialus’da General Leo Phocas’ın Bizans ordularını ağır yenilgiye uğratıp Balkan yarımadasının büyük çoğunluğuna hâkim olmuştu. Onun İstanbul’u ele geçirme emellerine karşı Bizans tarafı ve imparator I. Romanos Lekapenos (920 – 944) tarihteki Birinci Sırp Prensliği ve Hırvat prensi Hırvatistan’ı birleştiren Tomislav ile ittifak kurup Simeon’un buralardaki saldırılarına karşı koymakta başarılı oldu. İmparator II. Nikephoros Fokas’ın generallik görevindeyken ele geçirdiği Halep ve Girit Adası’na ilaveten imparator olduktan sonra Kilikya toprakları ile Kıbrıs’ı alarak doğudaki seferlerde en başarılı imparator konumuna gelmiştir. Balkanlarda Bulgarlara karşı bir güç olarak yükselen Kiev Knezi I. Syatoslav, Bulgar şehri Preslav’ı da alarak tehdit oluşturmaya başlamıştı. Bizans imparatoru I. Ioannes Çimişkes, 971’de Syatoslav ve kuvvetlerini mağlup ederek Bulgar topraklarına da hâkim olup doğu topraklarında da Suriye ve Filistin fethederek Haçlı Seferleri öncesi son konjönktürü böylece oluşturmayı başarmıştır.

    KAYNAKÇA

    Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997.

    Cheynet, Jean Claude, Bizans Tarihi, Çev. İsmail Yerguz, Dost Yayınları, 2008.

    Gregory, Timothy, Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, YKY, 2016.

    Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005.

    Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008.

    Khazdan, Alexander P., ed. The Oxford Dictionary of Byzantium. New York: Oxford University Press, 1991.

    Kinder, Hermann, Werner Hilgemann, Dünya Tarihi Atlası. Çev. Leyla Uslu. Ed. Hüseyin Bağcı. Vol. 1. Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2007.

    Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004.

    Norwich, John Julius, Bizans, C. I-II-III, Çev. Selen Hırçın Riegel, Kabalcı Yayınları, 2013.

    Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974.

    Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011.

    Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008.

    Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016.

  • 3. Hafta: Tasvirkırıcı Devrin Başlaması

    Filioque konusu Katolik ve Ortodoks Kiliseleri arasındaki ayrışmayı keskinleştiren en büyük nedenlerden birisidir. Ortodoks Kilisesi’ne göre teslisin üçüncü parçası olan Kutsal Ruh sadece babanın parçası iken, Katolik Kilisesi’ne göre Kutsal Ruh hem Baba’nın hem de Oğul İsa’nın parçasıdır. (Filioque “-que” takısı Latince’de “ve oğul” anlamına gelir.) İki Ekümenik Kilise arasındaki diğer farklılıklar Katoliklerin Cennet ve Cehennem arasındaki Araf mekanını kabul etmesine karşın Ortodoks’ların bunu kabul etmemesi. Katoliklikte ruhban sınıfının evliliği yasağına karşı Ortodoks kilisesinde evliliğin serbest olması konularıdır. Aynı şekilde Ekmek ve şarap ayini olan Kominyon (Efkaristiya) töreninde de her iki mezhepte farklılıklar bulunmaktadır. Photius Şizması, İmparator III. Mikhael’in I. Basileos tarafından öldürülüp kendisinin imparator olmasının ardından sürgün edilen İgnatius’un IV. İstanbul Konsili kararıyla (869-70) yeniden patrik olmasıyla fiilen son bulmuştur.

    Tasvir Kırıcılık Hareketi olarak bilinen İkonoklazma, bu ayrışmayı keskinleştiren diğer bir faktördür. Roma Kilisesi aleyhine bir hareket olarak gelişmemesine rağmen Papalık bu hareketi lanetlemiştir. Monofizit ya da İslami kökenli olduğu düşünülen bu hareket aslında III. İstanbul Konsili’yle yasaklanmıştı. Aslında İkonalar Bizans din kültürünün önemli parçasıydı. Fakat Bizans imparatorları Barnades (711 – 13), III. Leo (717 – 741), V. Konstantin, V. Leo ve Theophilos dönemlerinde İkon kırıcılık devlet tarafından desteklenmiştir. Küçük yaşta olan VI. Konstantin zamanında Papa I. Adrian’ın teşvikiyle toplanan II. İznik Konsili (Her iki kilise tarafından kabul edilen son konsildir), Tasvir kırıcı hareketi kesin olarak yasaklasa da bu hareket yaşamaya devam etti. En sonunda İmparatoriçe Theodora’nın ikonoklast İstanbul Patriki Grammaticus’u azledip yerine Methodius’u getirmesiyle tamamen son bulmuştur.

    KAYNAKÇA

    Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997

    Cheynet, Jean Claude, Bizans Tarihi, Çev. İsmail Yerguz, Dost Yayınları, 2008

    Gregory, Timothy, Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, YKY, 2016

    Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005

    Hussey, J. M., The Orthodox Church in the Byzantine Empire. Oxford University Press, 1990

    Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008

    Khazdan, Alexander P., ed. The Oxford Dictionary of Byzantium. New York: Oxford University Press, 1991

    Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004

    Norwich, John Julius, Bizans, C. I-II-III, Çev. Selen Hırçın Riegel, Kabalcı Yayınları, 2013.

    Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974

    Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011.

    Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008

    Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016

    • 4. Hafta: 5. Konstantinos'un Faaliyetleri: Arap-Bulgar Seferleri ve Hieria Sinodu

      Nikephoros imparator olduktan sonra İrene'nin Araplara vermeyi kabul ettiği haracın ödemesini kesti ve haraç ödemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine Arapların akınları yeniden başladı. 806 yılında halife Harun ar-Raşid sınır bölgelerine saldırdı ve buralardaki kaleleri ele geçirdi. Ardından ordusunu Ankara'ya yolladı ve bunun üzerine Nikephoros haraç ödemeyi kabul etti. Bizans Araplara karşı yeniden haraçgüzar duruma düşmüştü. 809 yılında Abbasi Halifesi Harun Reşid'in ölmesinin ardından Arap tehlikesi bir süreliğine sonra erdi ve imparator Balkanlara yöneldi. Avarların gücü Franklarla yapılan savaşlar neticesinde kırılmıştı ve bu da Bulgarların güçlenmesine yol açmıştı. 809 yılında Bulgar tahtına Krum'un çıkması ile Bulgarların saldırganlıkları arttı. Bulgarların saldırılarına karşı Bizans önemli noktalarda (Edirne, Filibe, Serdika) savunma hatları kurmuştu. Krum ise 809 yılında Serdika'yı geçti ve imparatorun ordusunu imha etti. İmparatoru Krum'u durdurmak için 811 yılında Pliska'ya doğru ilerledi. Krum'un barış teklifini kabul etmeyen imparator Bulgarların başkentini istila etti ve Krum askerleriyle dağlık bir alana kaçtı. İmparator Krum'u takip etti ancak dağdaki geçitlerden birinde Krum tarafından yakalandı ve 26 Temmuz 811 tarihinde ordusuyla birlikte öldürüldü. Krum, imparatorun kafatasından kendisine bir kadeh yaptırdı.

       

      KAYNAKÇA

      Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997

      Cheynet, Jean Claude, Bizans Tarihi, Çev. İsmail Yerguz, Dost Yayınları, 2008

      Gregory, Timothy, Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, YKY, 2016

      Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005

      Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008

      Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004

      Norwich, John Julius, Bizans, C. I-II-III, Çev. Selen Hırçın Riegel, Kabalcı Yayınları, 2013

      Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974

      Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011

      Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008

      Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016

      • 5. Hafta: Hazar 4. Leon Devri

        Hazar Hanının kızıyla evli olan V. Konstantin ikona kırıcılığı en şiddetli uygulayan imparatordu. V. Konstantin tasvir kırıcılığın hâkim olması için bir konsil tarafından onaylanması gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden 754 yılında tamamı tasvir kırıcı düşünceye sahip 338 piskoposun katıldığı bir konsil Hieria'daki sarayda toplandı. Tasvirlere ibadet yasaklandı ve eski patrik Germanos aforoz edildi. Tasvir kırıcı harekete en büyük muhalefeti ruhban sınıfı oluşturdu. V. Konstantin ise ruhban sınıfının etkisini kırmak için rahipleri takibata uğrattı, manastırları kapattı ve manastırların sahip olduğu arazilere el koydu. Papalığa ait olan Calabria, Sicilya ve Illyria'yı da Roma Kilisesi'nin hakimiyetinden çıkartarak Konstantinopolis Kilisesi'ne bağlamıştır. V. Konstantin’in 775 yılında ölümünün ardından tahta çıkan oğlu IV. Leon da babası gibi tasvir kırıcı görüşe sahipti ancak çok kısa süre tahtta kalmış ve 780 yılında hayatını kaybetmiştir. IV. Leon'un ardından IV. Konstantin, annesi İrene'nin vasiliğinde 780 yılında tahta çıktı, ancak bu dönemde İrene imparatorluğu adeta kendisi yönetmiştir.

        İrene erkeklerin kullandığı “Basileius” unvanını kullanan ilk imparatoriçedir. Kendi gücünü sağlamlaştırmak için Stavrakios'u dış ilişkilerden sorumlu memurluğa atadıktan sonra saray içinde yer alan tasvir destekçisi grupları da yanına çekmeye çalıştı, 784 yılında Tarasios patriklik makamına getirildi. İrene bir konsil toplayarak tasvir kırıcılığa son vermek istiyordu. 786 yılında Kutsal Havariler Kilisesi'nde konsil toplandı; ancak tasvir kırıcı askerler konsili dağıttılar. İrene pes etmedi. 787 yılında bu sefer İznik'te bir konsil düzenledi ve II. İznik Konsili olarak kabul edilen bu toplantıda tasvir kırıcılık mahkûm edildi. Bu konsilin kararları papa tarafından da onaylanmıştı. Ancak bu dönemde batıda yeni bir güç olarak ortaya çıkan Frank kralı Şarlman konsile kendi piskoposları katılmadığı gerekçesiyle konsil kararlarını reddetmiştir.  İrene'nin tasvir taraftarlığına karşı tasvir kırıcı düşüncesi savunanlar VI. Konstantin’in etrafında toplandılar ve 790 yılında VI. Konstantin tek başına imparator oldu. Ancak İrene gücünü yeniden kazandı ve 797 yılında oğlunun gözlerine mil çektirerek yeniden iktidarın sahibi oldu.

        781 yılında Araplar yeniden Bizans topraklarına girmişler ve Thrakesion Theması yakınlarındaki savaşta Bizans'ı mağlup etmişlerdi. Bizans Araplara haraç vermeyi kabul etse de bu taviz Arap akınlarını durdurmaya yetmemişti. Bulgarlarda imparatorluğa saldırmaya devam ediyordu. 789 yılında başlayan Bulgar Bizans savaşları, 792 yılında imparatorun Markellai mevkiisi yakınlarında savaş alanından kaçması ve Bizans komutanlarının esir edilmesiyle sona erdi. Bizans Bulgarlara da haraç vermeyi kabul etti ve böylece Bizans doğuda Araplara batıda ise Bulgarlara karşı haraç-güzar duruma düştü. Ayrıca iyice güç kazanan Frank devletinin kralı Şarlman da 800 yılında Papa'nın elinden taç giymiş ve böylece artık batıda da bir imparator mevcut olmuştu. 802 yılında Şarlman’ın elçileri Konstantinopolis'e geldiler ve imparatorun İrene ile evlenmesini talep ettiler. Ancak bu tekliften kısa süre sonra sarayda bir isyan çıktı ve 31 Ekim 802 tarihinde İrene tahttan indirildi.


         

         

        KAYNAKÇA

        Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997

        Cheynet, Jean Claude, Bizans Tarihi, Çev. İsmail Yerguz, Dost Yayınları, 2008

        Gregory, Timothy, Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, YKY, 2016

        Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005

        Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008

        Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004

        Norwich, John Julius,  Bizans, C. I-II-III, Çev. Selen Hırçın Riegel, Kabalcı Yayınları, 2013

        Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974

        Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011

        Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008

        Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016

         

         

        • 6. Hafta: İmparatoriçe Irene ve 2. İznik Konsili

          Hıristiyanlık’ta kiliseye bağlı bütün piskoposların katılımıyla düzenlenen, önemli dinî konuların tartışılıp karara bağlandığı genel (ekümenik) konsillerin ilki olup İmparator I. Konstantinos’un daveti üzerine 325 yılında İznik’te gerçekleştirilmiştir.

          Konsili Hazırlayan Sebepler. Havâriler döneminden itibaren hıristiyanlar, Hz. Îsâ’nın tebliğlerini ve yazıya geçirilmeye başlanan kutsal metinleri anlamaya yönelik olarak çaba sarfetmişler, çeşitli kültürel ve felsefî tesirlerle gerek itikadî konularda gerekse şeriatın uygulanmasında farklı yorumlara sahip olmaya başlamışlardır. Hıristiyanlık her şeyden önce Îsâ Mesîh anlayışı üzerine temellenen bir inanca sahip olduğu için Îsâ’nın kimliğiyle insanî ve ilâhî tabiatı meselesi ilk dönemlerden itibaren asıl tartışma konusunu teşkil etmiş, bu alanda farklı görüşler, çeşitli itizâlî hareketler ortaya çıkmıştır.

          İlk dönemde kilisedeki yahudi kaynaklı Tanrı inancı, yaklaşık I. yüzyılın sonuna doğru Yeni Eflâtuncu felsefenin etkisi ve yahudilerin yaşadığı toprakların dışında bulunan Yunan-Roma kökenli insanları hıristiyanlaştırma amacının sonunda değişikliğe uğramaya başlamıştır. Tanrı kavramı biri teslîs, diğeri Tanrı’nın enkarnasyonu olarak Îsâ figürüyle ilişkilendirilmiş, bu gelişmeler, Îsâ’da insanî özelliğinin mi yoksa ilâhî özelliğinin mi ağır bastığı tartışmalarını gündeme getirmiştir. Bugünkü Hıristiyanlık dünyasının da büyük oranda kabul ettiği, Îsâ’da insanlık ve ilâhlık unsurlarının eş oranda bulunduğu fikri (dyophysites) Hıristiyanlığa göre Ortodoks çizgiyi temsil ederken I. yüzyılın ikinci yarısında yahudi menşeli hıristiyanların Ebioniler diye adlandırılan ve heretik sayılan grubu Îsâ’da ilâhlık değil yalnızca insanlık unsurunun bulunduğuna (subordionist), Îsâ’nın bâkire Meryem’den mûcizevî bir tarzda doğmadığına inanmışlardır (Lonergan, s. 18-27; Kelly, s. 138-139). Bu dönemin diğer bir heretik akımını ise Marcionist ve gnostik anlayışlardan da beslenen ve Tanrı’nın madde ile ilişkiye girmesi mümkün olmadığından Îsâ’nın da hiçbir zaman beşer olmadığına inanan Doketistler teşkil etmiştir (Kelly, s. 141-142; ayrıca bk. ÎSÂ).

          Mesîh’in tabiatı ve teslîs anlayışındaki yeri, baba ile ilişkileri, oğulun ulûhiyyetiyle Tanrı’nın birliğinin nasıl uzlaştırılacağı gibi itikadî konular II. yüzyılda da giderek artan ihtilâflara sebep olmuştur. Bu dönemde Monarşianizm diye bilinen akım Tanrı’nın birliğini tehlikeye düşürecek anlayışları reddetmiştir. Onlardan Samosatalı Paul’e göre Tanrı birdir ve O’nun kelâmı bir beşer olarak Meryem’den doğan Îsâ’ya hulûl etmiştir. Praxeas ve Smyrnalı Noetus’un da baba ile oğul arasında ayırım yapmaktan kaçındıkları belirtilmektedir. Sabellius’un temsil ettiği bir diğer Monarşian akım ise Tanrı’nın kendi tabiatında bir olduğunu; ancak yaratılışta “baba”, kurtarıcılıkta “oğul”, kutsama ve kilisenin yönlendirilmesinde “kutsal ruh” olarak tezahür ettiğini kabul etmiştir. Tarihçi Epiphanius, Sabellius’un doktrinini bir Tanrı’da üç ismin veya üç fonksiyonun bulunması şeklinde açıklamıştır (Lonergan, s. 38-39; New Catholic Encyclopedia, IX, 1019-1020).

          III. yüzyılda Antakya ekolüne mensup Lucian’ın, Îsâ’ya hulûl etmiş olan kelâmın sonradan yaratıldığı ve Tanrı’nın ezelî kelâmından farklı olduğu, dolayısıyla Îsâ’nın Tanrı’dan farklı ve aşağı bir konumda bulunduğu şeklindeki görüşü (a.g.e., VIII, 1057-1058), IV. yüzyılda talebelerinden Arius tarafından teslîs anlayışına karşı olan ve zamanla Ariusçuluk diye adlandırılan bir ekolün geliştirilmesine zemin hazırlamıştır.

          Arius, Yeni Eflâtuncu felsefenin tesirinde kalarak aşkın bir tanrı anlayışı üzerine yoğunlaştırdığı fikirlerini ilk defa Baucalis başrahibi iken 318 yılında açıklamıştır. Ona göre Tanrı bir, varlığı kendinden, doğurulmamış, ezelî ve ebedî, mürekkep olmayan, irade, ilim, gaye, hikmet ve kelâm sahibi bir varlıktır. Tanrı başka varlıklar tarafından kavranamaz. O ezelden beri baba değildir, kendi iradesiyle oğlu (Îsâ) yoktan yarattığında baba olmuş, diğer varlıkları da yoktan yaratmıştır (Williams, s. 95-98). Arius’un Tanrı ile oğlu alâkalandırma şeklinde de Yeni Eflâtuncu felsefenin etkisi görülmektedir. Tanrı madde ile ilişkiye girmemiş, bütün mahlûkattan önce Îsâ’yı yaratmıştır. O, Roma İmparatoru I. Konstantinos’a sunduğu inanç esasları metninde Îsâ’nın Tanrı ile diğer varlıklar arasında yaratılışa aracılık ettiğini belirtmiştir (a.g.e., s. 96). Arius, Nikomedialı (İzmit) Eusebius’a yazdığı mektupta da Tanrı ve oğulun ezelden beri birlikte var olduklarını söylemenin mümkün olmadığını, Tanrı’nın oğuldan kadîm olduğunu, aksi takdirde oğlun baba ile aynı özü paylaşan veya O’ndan sudûr etmiş, hatta O’nun gibi kendi başına var olabilen bir varlık olarak kabul edilmesi gerekeceğini ifade etmektedir (a.g.e., s. 97). Arius, İskenderiyeli Alexander’a yazdığı mektupta da babanın oğlu kendi özünden değil, fakat diğer yaratılmışlardan da farklı ve üstün bir konumda yarattığını dile getirerek oğlun aracılık konumuna vurgu yapmıştır. Yine Thalia adlı eserinde Tanrı nasıl dilediyse oğulun öyle olduğunu, onun Tanrı’yı kavrayamayacağını belirtmiştir (Athanasius, IV, 457-458). Kutsal ruh ise oğlun aracılığıyla yaratılmıştır ve derece olarak ondan aşağıdadır. Arius’a göre ontolojik olarak mutlak aşkın Tanrı babadır, oğul ve kutsal ruh ise tanrı değil, O’nun yaratıklarıdır.

          Tanrı’nın birliği anlayışıyla uyuşmadığı gerekçesiyle baba ile oğulun aynı özü paylaştığı şeklindeki kilise öğretisine karşı çıkan Arius, Tanrı-âlem ilişkisini ise oğulun aracılığıyla kurmuştur. Arius’un oğlu yaratılmış kabul etmesine rağmen onu diğer varlıklardan farklı bir statüye koyması gnostiklerin yarı tanrı anlayışlarını çağrıştırmaktadır. Arius’un oğulda gerçekleşen enkarnasyonu açıkça izah edememesi, özellikle baba, oğul ve diğer varlıklar arasındaki ontolojik farklılığa yoğunlaşmış olması, hıristiyan düşüncesindeki kurtuluş ve kristoloji bağlantısını gelenek açısından çelişkisiz bir şekilde açıklamasını mümkün kılamamıştır. Bu hususlar dışında Ariusçular’ın geleneksel kiliseyle herhangi bir ihtilâfları olmamıştır.

          Arius’un fikirlerinin kısa sürede İskenderiye ve çevresinde din adamları ve halk arasında geniş ilgi uyandırması gelenekçi kilise çevrelerini rahatsız etmeye başladı. İskenderiye piskoposu Alexander, Arius ve taraftarlarını görüşlerinden vazgeçirmek amacıyla 320 ya da 321 yılında bir sinod topladı, fakat onları görüşlerinden vazgeçiremeyince aforoz etti (Socrates, II, 3). Bunun üzerine Arius, başta Nikomedialı Eusebius olmak üzere bazı piskoposlara İskenderiye sinodunun haksız kararını bildirerek desteklerini isteyen mektuplar yazdı. Daha sonra Mısır’dan ayrılıp Filistin ve Anadolu’nun önemli merkezlerini ziyaret etti, siyasî nüfuzları da güçlü olan Nikomedialı Eusebius ve Kayserialı Eusebius ile başka piskoposların desteğini aldı. Nitekim her iki piskopos da kendi bölgelerinde Ariusçular’ın haklılığını karara bağlayan birer sinod düzenlemişler ve bu durumu diğer piskoposlara mektupla bildirerek Doğu Roma genelinde İskenderiyeli Alexander’ın aleyhine bir kamuoyu oluşmasını sağlamışlardır.

          İskenderiyeli Alexander da bazı piskoposlara Arius’un görüşlerini özetleyip reddeden mektuplar gönderdi. Bu mektuplarda kutsal metindeki, “Başlangıçta yalnızca kelâm vardı” (Yuhanna, 1/1) ifadesiyle oğlun sonradan yaratıldığı şeklindeki Arius’a ait görüşün çeliştiği, “Ben babadayım, baba da bendedir” (Yuhanna, 14/10) ve, “Ben ve baba biriz” (Yuhanna, 10/30) cümlelerinin babadan farklı oğul anlayışıyla uyuşmadığı, yine, “Oğuldan başka hiç kimse babayı bilemez. Babadan başka hiç kimse de oğulu bilemez” (Matta, 11/27) şeklindeki ifadelerin babanın mutlak bilgisine oğulun da sahip bulunduğuna işaret ettiği belirtiliyordu (Socrates, II, 3-5). Söz konusu mektuplaşmalar sayesinde Ariusçular’la İskenderiye piskoposu Alexander arasındaki teolojik görüş farklılıkları IV. yüzyılın Doğu Roma topraklarındaki bütün kiliseleri etkisi altına almış, dinî birliği bozma yönünde ciddi bir tehdit unsuru haline gelmişti.

          Doğu Roma İmparatoru Licinius ile Batı Roma İmparatoru I. Konstantinos, 313 yılında yayımladıkları Milan fermanıyla hıristiyanlara yapılan zulme son vermiş, Hıristiyanlığa serbestlik tanımışlardı. Ancak daha sonra Doğu Roma İmparatoru Licinius, topraklarındaki hıristiyanlara baskı uygulayıp zulmetmiş, sürüp giden teolojik tartışmalara da ilgisiz kalmış, 323’te iki imparator arasında gerçekleşen savaşta I. Konstantinos galip gelerek bütün Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetini ele geçirmiştir. Öte yandan imparatorluğun doğusunda Ariusçu piskoposlarla diğerleri arasındaki tartışmalar onu dinî olduğu kadar siyasî birlik açısından da endişeye sevkediyordu. Bu sebeple güvenini kazanmış olan Kurtuba (Cordoba) piskoposu Hosius’u (Ossius) bu ihtilâfı bertaraf etmek üzere görevlendirdi ve böylece din adamları arasındaki ihtilâflar siyasî bir boyut kazanmış oldu. Konstantinos’un mektuplarıyla İskenderiye’ye giden Hosius, tarafları uzlaştırmak amacıyla 324’te Antakya’da bir sinod tertip etmiş, başarılı olamayınca Arius ve arkadaşlarının görüşlerini o da mahkûm etmiştir. Bunun üzerine Konstantinos, söz konusu ihtilâfın giderilmesi ve başka konuların da ele alınması için batının ve doğunun bütün piskoposlarını davet ettiği ilk ekümenik konsili İznik’te toplamaya karar vermiştir.

          Konsil Kararları. Kaynaklarda belirtildiğine göre İmparator Konstantinos’un şeref başkanı olduğu konsil, Hosius’un yönetiminde çoğu doğudan olmak üzere imparatorluğun her tarafından 300 civarında piskopos, çok sayıda rahip ve bazı filozofların da katılımıyla 14 Haziran 325 tarihinde İznik’te sarayda düzenlendi (Hefele, I, 416-422). Konsile batıdan, ikisi Papa Sylvestre’nin temsilcisi olmak üzere sadece üç veya beş kişi katılmıştı. Önce Ariusçular görüşlerini sunmuşlar, ancak beklemedikleri ölçüde tepki görmüşlerdi. Bunun üzerine Arius’a destek veren Kayserialı Eusebius, Îsâ’nın yaratılmış olmadığını, babanın iradesinden neşet eden ikinci bir Tanrı makamında bulunduğunu dile getiren ve oğula tanrılıkla yaratılmışlık arasında bir konum veren inanç esasını her iki tarafı da uzlaştırmak amacıyla müzakereye açtı (Gwatkin, s. 29). Ancak Athanasius ve Ancyralı Marcellus’un, bunun da Ariusçular’ı durduramayacağı ve onları mahkûm edecek tarzda bir başka inanç esasının oluşturulması gerektiği yönündeki ısrarlı talebi sonuç getirdi. “Göğün ve yerin, görünen ve görünmeyen kâinatın yaratıcısı, kādir-i mutlak tek bir baba Tanrı’ya; Tanrı’nın biricik oğlu, tek bir Rab Îsâ Mesîh’e, yegâne doğurulmuş, babanın özünden (ousia) doğmuş, Tanrı’dan Tanrı, nurdan nur, gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı olduğuna, tevlid edildiğine, yaratılmadığına, baba ile aynı tabiatta (homoousios) olduğuna, gökte ve yerde bulunan her şeyin O’nun vasıtasıyla yapıldığına, biz insanlar ve bizim kurtuluşumuz için semadan indiğine, bedenleştiğine ve insan olduğuna (çarmıha gerilerek) ıstırap çektiğine, üçüncü gün (mezardan) dirildiğine ve göğe yükseldiğine, ölüleri ve dirileri yargılamak üzere geri geleceğine ve kutsal ruha inanırız” şeklindeki Hıristiyanlık tarihinin “İznik inanç esasları” olarak bilinen ilk ekümenik âmentüsü kabul edildi; ayrıca buna Ariusçuluğu aforoz eden şu cümle eklendi: “Tanrı’nın oğulunun ezelî olmadığını, doğmadan önce var olmadığını, yoktan veya babadan farklı öz ve tabiattan olduğunu, onun değişim veya dönüşüme açık yaratılmış olduğunu söyleyenler ekümenik kilise tarafından aforoz edilecektir” (The Seven Ecumenical Councils of the Undivided Church, XIV, 3). İznik Konsili’nin Îsâ ile ilgili kararındaki temel kavramı “aynı özden (homoousios)” ifadesi oluşturuyordu. Katolik görüşü yansıtan bu kavram doğulu piskoposların çoğunluğunca beğenilmemişti.

          Metindeki “babanın özünden” ifadesiyle Ariusçular’ın oğulun yoktan yaratıldığı ve tabiat itibariyle baba ile hiçbir benzerliğinin bulunmadığı şeklindeki anlayışları reddedilmiştir. Oğulun Tanrı’dan geldiği ifade edilse (Yuhanna, 8/42) kutsal kitaptaki, “Her şey Tanrı’dandır” (Korintoslular’a Birinci Mektup, 8/6) cümlesi gereği Ariusçular’ın, “Biz de Tanrı’danız” şeklinde bir itiraz getirebilecekleri kaygısıyla özellikle “babanın özünden” ifadesinin tercih edildiği ileri sürülmektedir. Ariusçular’ın, “Ebedî hayat da şu ki seni, yalnız gerçek Tanrı’yı ve gönderdiğin Îsâ Mesîh’i bilsinler diye” (Yuhanna, 17/3) cümlesine dayanarak gerçek Tanrı’nın yalnızca baba olduğu şeklindeki görüşleri de “Tanrı’dan gerçek Tanrı” ifadesiyle reddedilmiştir (Hemmer, s. 202).

          Ariusçular, Îsâ için kullanılan “Tanrı’nın özünden” ifadesinin maddî çağrışımlar yaptığı gerekçesiyle Tanrı’ya atfedilmesinin yanlış olacağı, “baba ile aynı özden” ifadesinin de Sabellius’un teslîsi oluşturan unsurlar arasındaki ayırımı inkâr eden anlayışına benzediği, ayrıca metindeki bazı ifadelerin Kitâb-ı Mukaddes’te bulunmadığı şeklinde itirazlar öne sürmüşler, onların bu kaygılarına bazı piskoposlar da katılmışlardır. Ancak kiliseler arasında birliği sağlamak ve aynı zamanda heretik grupları dışlamak amacıyla tesbit edilen inanç esaslarının kabul edilerek bütün piskoposlar tarafından imzalanması talep edilmiştir. Arius ile birlikte Nikomedialı Eusebius, Nicealı Thiognis, Marmaricalı Theonas, Chalcedonlu Maris ve Ptolemaisli Secundus, inanç esasları metninde geçen “baba ile aynı özden” ifadesine katılmadıkları için metni imzalamamışlar, bu yüzden aforoz ve sürgün edilmişlerdir (Hefele, I, 446-447).

          25 Ağustos 325 tarihinde sona eren konsilde ayrıca yahudilerle birlikte 14 Nisan’da kutlanan Paskalya bayramının tarihi bahar ekinoksunu takip eden ilk dolunaydan sonraki ilk pazar günü olarak tesbit edilmiş; rahipler sınıfının hiyerarşisi, yetkileri ve uymaları gereken kurallarla ilgili yirmi kadar da düzenleme yapılmıştır (a.g.e., I, 450-453; New Catholic Encyclopedia, X, 432-434).

          Mustafa Sinanoğlu, İznik Konsili, DİA

          • 7. Hafta: Nikephoros Hanedanlığı: I. Nikephoros ve I. Mikhael

            Ravenna’daki esarklığın İkona kırıcı harekete karşı Aistulf önderliğinde Lombardların çıkardığı isyanla yıkılması ve İmparator III. Leo tarafından tayin edilen Son Bizans Esarkı Eutichio’nun da öldürülmesiyle (751) İtalya’nın kuzeyindeki esarklık Güney İtalya’da kurulan İtalya Katepanatlığı’na taşınmıştır. (751 – 1071) Esarklık toprakları daha sonra Kısa Pepin tarafından Papa II. Stephen’a bağışlanmıştır. Şarlman’ın 800 yılında imparatorluk tacını giymesi ve halefi Kısa Pepin döneminde Roma Patrikliğine yapılan Pepin Bağışıyla Batı Roma İmparatorluğu’nu yeniden ihya etmiş gibi olan Franklarla Katolik Kilisesi arasında kurulan organik bağ sonucunda Bizans imparatoru I. Mikhael, Şarlman’a Bazileus (imparator) unvanını vermek zorunda kalmıştır. Frigya Hanedanı’nın ilk dönemlerinde İkon kırıcı hareketin sonlanmasının ardından III. Mikhael, Konstantin Kiril ve Metodus adlı iki misyoneri Moravya’ya gönderip Slav halklarını Hristiyanlaştırma faaliyetlerine başlamıştır; onlardan birisi olan I. Boris, 865’te vaftiz edilip Ortodoksluğu benimsemiştir. İki sene sonra İstanbul Patriki Photius’un Ohrid Piskoposu Leo’nun da teşvikiyle Katolik kilisesiyle doğu kilisesini tamamen ayırdığı “Photius Şizması” dönemi başlamış, aynı sene Frigya ailesinin yerine geçen Makedon Hanedanı imparatorları I. Basileos (867 – 886) ve VI. Leo (886 – 912) dönemlerinde Roma hukuku yeniden canlandırılma çabalarıyla kitap halinde yazıya dökülmüştür.

            KAYNAKÇA

            Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997.

            Cheynet, Jean Claude, Bizans Tarihi, Çev. İsmail Yerguz, Dost Yayınları, 2008.

            Gregory, Timothy, Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, YKY, 2016.

            Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005.

            Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008.

            Khazdan, Alexander P., ed. The Oxford Dictionary of Byzantium. New York: Oxford University Press, 1991.

            Kinder, Hermann, Werner Hilgemann, Dünya Tarihi Atlası. Çev. Leyla Uslu. Ed. Hüseyin Bağcı. Vol. 1. Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2007.

            Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004.

            Norwich, John Julius, Bizans, C. I-II-III, Çev. Selen Hırçın Riegel, Kabalcı Yayınları, 2013.

            Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974.

            Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011.

            Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008.

            Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016.

            • 8. Hafta: V. Leon: Tasvirkırıcılığın Yeniden Canlanışı

              Bulgarlar Bizans'ı yeniden büyük bir bozguna uğrattılar ve bu savaşın ardından I. Mikhael tahttan indirilerek yerine 811 tarihinde V. Leon çıktı. Krum kazandığı zaferlerin ardından artık gözünü Konstantinopolis'e dikmişti. Önce Edirne'yi kuşatan Krum ardından ordusuyla Konstantinopolis surlarının önüne gelmişti. Surları aşamayan Krum barış şartlarını yalnızca imparatorla görüşeceğini bildirerek barış teklif etti. Şehre giren Krum'a suikast girişiminde bulunuldu ancak Krum bu saldırıdan kurtuldu. Bu duruma çok sinirlenen Krum, Edirne’ye girdi ve şehir halkını bölgeden çıkarttı. Krum 813 yılında yeniden Konstantinopolis üzerine sefer hazırlığına başladıysa da 814 yılında aniden burnundan kan boşalmasıyla öldü ve böylece Bizans büyük bir düşmanından şans eseri kurtulmuş oldu.

               


               

               

              KAYNAKÇA

              Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997

              Cheynet, Jean Claude, Bizans Tarihi, Çev. İsmail Yerguz, Dost Yayınları, 2008

              Gregory, Timothy, Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, YKY, 2016

              Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005

              Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008

              Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004

              Norwich, John Julius, Bizans, C. I-II-III, Çev. Selen Hırçın Riegel, Kabalcı Yayınları, 2013

              Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974

              Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011

              Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008

              Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016

              • 9. Hafta: Amorium Hanedanlığı: II. Mikhael, Theophilos ve III. Mikhael (820-867)

                820 yılında tahta çıkan II. Mikhail ile Bizans’ta yeni bir hânedanın (Amorion) saltanatı başlıyordu. II. Mikhail (820-829) devrinin önemli olayları Girit (824) ve Sicilya’nın (827) müslümanlar tarafından fethi ile Anadolu’daki Thomas isyanıdır (820-823). Ölümünden sonra yerini alan oğlu Theophilos (829-842) ilim ve sanat hayranı aydın bir kişiydi. Sadece Bizans değil İslâm kültürünün de etkisinde kalmıştır. Bu etkilenmenin açık bir kanıtı olarak Theophilos’un Bağdat saraylarının resimlerini getirterek Bryas (bugünkü Küçükyalı) mevkiinde Abbâsî saraylarının benzeri bir saray yaptırmış olması ve kaynaklara göre eşsiz güzellikteki bu sarayda yaşamayı tercih etmesi gösterilebilir. Bununla beraber devri Abbâsî halifeleri Me’mûn ve Mu‘tasım-Billâh’a karşı savaşlarla geçti. Halife Me’mûn’un 830’dan itibaren 833 yılına kadar her yıl Bizans arazisine giren ordularının Orta Anadolu’da (Tyana ve Herakleia bölgesi) ele geçirdiği kalelerde müslüman halkın yerleştirilmeye çalışılması gözlenecek olursa bu seferlerin bir fetih hareketi anlamını taşıdığı düşünülebilir. Me’mûn’un ölümünden sonra halife olan kardeşi Mu‘tasım-Billâh Bizans’a karşı savaşları sürdürdü. 837 yılından sonra bu savaşlar artık sınır bölgesinde yapılan çarpışmalardan Anadolu’nun içine yönelen büyük bir sefer haline dönüştü. Ertesi yıl Abbâsî ordusunun bir kısmı Yeşilırmak boyunca ilerleyerek Dazimon (Kazova) denilen yerde İmparator Theophilos’un bizzat kumanda ettiği Bizans ordusunu yenerek (22 Temmuz) Ankara’yı zaptetti. Mu‘tasım ise ordunun diğer kısmıyla hükümdar ailesinin doğum yeri olan Amorion (Ammûriye) üzerine yürüyerek on iki günlük bir kuşatmadan sonra şehri 12 Ağustos’ta zaptetti. Bu olay Bizans’ta büyük korku yarattı. İmparator Theophilos kapıldığı endişe duyguları içinde müslümanlara karşı yardım rica etmek üzere Fransa ve Venedik’e elçiler bile göndermişti.

                Işın Demirkent, Bizans, DİA

                • 10. Hafta: III. Mikhael ve Bizans Rönesans

                  Tasvir kırıcılık hareketi, bu akımın son temsilcisi olan Theophilos’un ölümüyle kesin olarak bitti. Bu akımın doğurmuş olduğu dinî kargaşanın sona ermesini müteakip Bizans Devleti’nde kültür bakımından büyük bir ilerleme devri başlamış, İstanbul sarayında yeniden açılan yüksek okul fikir ve sanat merkezi olmuş, bunu siyasî ve askerî yükselme ve kudretlenme devri takip etmiştir. Theophilos’un oğlu III. Mikhail (842-867) tahta çıktığında henüz küçük bir çocuk olduğundan idareyi önce annesi Theodora, daha sonra dayısı Bardas yürüttü. Bu dönemde göze çarpan üç önemli kişi, devletin yöneticisi Bardas, İstanbul patriği Photios ve misyonerlik faaliyetini yürüten Konstantinos Kyrill’dir. Müslümanlara karşı Anadolu’da ve Sicilya’da savaşlara devam edildi. 860 yılında Ruslar ilk defa gemilerle İstanbul önünde görünerek başşehri kuşattılarsa da bir fırtına Rus filosunu mahvetti. Bu kuşatmadan kurtulduktan sonra Bizans, yeni Rus saldırılarını önlemek üzere bunları hıristiyanlaştırmaya ve böylece kendi nüfuz alanına sokmaya karar vererek Hazarlar, Ruslar ve Balkanlar’daki Slavlar arasında din propagandasına başladı. İstanbul patriği Photios’un Roma’nın bütün hıristiyan kilisesi üzerindeki yüksek hâkimiyet iddialarını kabul etmemesi, iki kilise arasındaki zıtlığı arttırdı. IX. yüzyılın ikinci yarısında Bizans İmparatorluğu din birliğini, askerî gücünü ve fikrî büyüklüğünü yeniden elde etmiş görünüyordu. Bu yükselme devri, III. Mikhail’i öldürerek (867) Bizans tahtına çıkan ve yeni bir hânedanın kurucusu olan Basileios ve onu takip eden imparatorlar zamanında doruk noktasına ulaşacaktır.

                  Işın Demirkent, Bizans, DİA

                  • 11. Hafta: I.Basil ve Makedonya Hanedanlığı

                    BİRİNCİ BASILEIOS DÖNEMİ

                     

                    812 yılında Khariopolis’ de (Edirne) fakir bir ailenin çocuğu olarak doğdu.Küçük yaşta ailesiyle birlikte Bulgar Çarı Krum’a tutsak düştü, uzun süren tutsaklıktan kurtulduktan sonra 840 yılında Konstantinopolis’e geldi.Zekâsı ve fiziki gücü sayesinde saraya seyis olarak alındı.Rastlantılarında yardımıyla İmparator III. Mikhael’in dikkatini çekti ve onunla dostluğu başladı.I. Basileios yükseldikçe karşısına zorlu engeller çıkmaya başladı.Bu engellerin en başında imparatorun dayısı olan Caesar Bardas geliyordu fakat Basileios entrikaları sayesinde III. Mikhael ile Bardas’ın arasını açmayı başardı, imparatoru Bardas’ın bir darbe girişiminde bulunacağına inandırdı.Nisan 865’de Girit Seferinde başarılı bir devlet adamı olan Bardas’ı tuzağa düşürüp yok ettiler ve Basileios İmparatoru büyük bir tehlikeden kurtaran adam kimliğine büründü ve bunun karşılığında imparator III. Mikhael 26 Mayıs 866 yılında I. Basileios’a sunduğu taçla iktidara ortak etti. Bu olaydan kısa bir süre sonra I. Basileios III. Mikhael’i de öldürtüp 867 Eylül’ünde Bizans tahtına oturdu.

                    I. Basileios’ Bizans tahtına götüren bu yolda etkili olan bir başka olay ise öldürülen imparatorun kadınlarından Eudokia Ingerina ile evlenmesidir. I Basileios’un tahta çıkmasıyla birlikte Bizans tarihinin büyük bir dönemini oluşturan Makedonya Hanedanlığı dönemi başlamış oldu. I. Basileios tahta önce oğlu Konstantinos’u ortak etti fakat onun ölümüyle ikinci oğlu VI. Leon ve öçüncü oğlu Aleksandros tahta orak edildi. Her Bizans hükümdarı gibi I. Basileios ‘da kiliseye el atarak işe başladı.Tahta çıkar çıkmaz patrik Photios’u görevden alıp yerine Ignatious’u getirdi ve Roma kilisesiyle bağlantı kurmak istedi. 869 ve 870 yıllarında Papa II. Hadrianus’un legatlarının (elçilerinin) huzurunda İstanbul’da Photios’un aforoz edildiği konsil toplandı, fakat I. Basileios ile papalık legatları arasında önemli noktalarda özellikle Roma kilisesinin yargı hakları üzerinde uzlaşma sağlanamamıştı ki Konsil toplantılarının sona ermesinden hemen sonra İstanbul’a Bulgar elçileri geldi.Böylece Kilise kurulu yeniden topladı ve Bulgar kilisesinin Roma’ya mı yoksa Konstantinopolis’e mi bağlı kalması sorusu tartışıldı.Aslında Bulgar hükümdarı Boris’in asıl amacı Bulgaristan’da bağımsız bir kilisenin kurulmasıydı fakat bu konuda Roma kilisesi sıkıntı çıkardı.Kurulması planlanan Bulgar başpiskoposluğu için gönderilen adaylar Roma kilisesi tarafından onaylanmadı.

                    Bizans bu olayı kendi lehine çevirebilmek için akıllıca davrandı ve Bulgarlara karşı ılımlı davrandı. İmparator patrik Ignatios’a Bulgaristan için başpiskopos ve birkaç piskopos tasdik ettirdi.Böylece Bulgar kilisesi İstanbul patrikliği hakimiyetini kabul etmiş oldu ayrıca Bulgar hükümdarı Roma ve Bizans arasındaki bu çekişmeden faydalanarak bir nevi amacına ulaştığı gibi Bizans da Bulgaristan’ı yeniden kazanmış oldu ve Bizans kültürü Bulgaristan’da yayılmaya başladı. Böylece Patrik Photios’u harcamış olduğu Roma kilisesiyle uzlaşma fikride ortadan kalktı.İmparator Bulgaristan’a uyguladığı bu olumlu davranışı devam ettirdi, Balkanların Batı kısmını da Hıristiyanlığa kazandırmış oldu ve buraları Bizans etkisi altına aldı. Ayrıca Rusya’da da misyonerlik faaliyetlerine devam etti. Bu dönemde Ortodoksluk bütün Slavlar arasında yayıldı ve tutundu. Dini yayılma süreci Makedonya sülalesi döneminin en kalıcı başarısı oldu. I Basileios 877’de sürgündeki Photius’u da geri getirtip tekrar patrik yaptı.

                     Basileios’un askeri alandaki en büyük başarısı ise Arapları Batı’da durdurmak oldu.Sicilya bu dönemde Müslüman Arapların elindeydi ve denizciliği öğrenip kendini geliştiren bu kavim Dalmaçya kıyılarına saldırıya geçti ve Slavları tehdit etmeye başladı.Arap filosu Budva, Cattaro üzerine saldırılarda bulduktan sonra 867 yılında Dubrovnik’i kuşatma altına aldı.Bunun üzerine Bizans harekete geçti ve Slavları tehdit eden Arapları Dalmaçya kıyılarında yenerek Dubrovnik’i kurtardı.Böylece I. Basileios bu bölgede tekrar gücünü toparladı ve Arapları Sicilya’ya dönmeye zorladı.Daha sonra I. Basileios Roma İmparatoru II. Ludwig ile anlaşarak Arapları Sicilya’dan atmak istedi ama başaramadı; bu sırada 878 yılında da Araplar Malta’yı ele geçirdi.

                     Basileios, bu olaydan sonra Roma’ya karşı cephe aldı ve Ludwig’in kızını oğluna gelin almadığı gibi, onun Roma imparatorluğu unvanını tanımadı.Ardından Doğu Anadolu’da Bogomilizm’in aslı olan Pavlikien ya da Kondratid denilen bir mezhebe bağlı olan pavlikianların güçlenerek etrafı tedirgin eden akınlarda bulunmalarında dolayı bu bölgeye yöneldi ve Pavlikienlerin üzerinde kesin zafer kazanıldı, bu mezhebe bağlı olanlar cezalandırıldı. I. Basileous’un Bizans tarihindeki en önemli rolü yasama çalışmalarıdır. Kendisinden önceki büyük imparator I. Iustinianos’un Institutiones ve Digesta külliyatını yeniden ele aldı, Institutiones Yunanca’ya çevrildi. Bu düzenlemeler 8. Yüzyılda III. Leon’un yasama çalışmalarından sonraki en önemli etkinliktir.

                    Altmış kitapta toplanan ve Prokheioron Nomos denilen bu yasa ürünleri Basilic başlığı altında da tanınır.Prokheioron Bizans’ta tutunduğu gibi Slavlar arasında da model olmuştur.Basileios’un oğlu VI. Leon’da yasama alanındaki çalışmalarını sürdürmüştür.I Basileios sert, zeki ve yetenekli bir komutan ve diplomattı. Bu dönemde Bizans İmparatorluğuna yeni bir görünüm kazandırıldı. Bizans bu dönemde Balkanlarda ve Rusya’da uygarlığın, dinin ve yasanın modeli oldu.

                     

                     

                    KAYNAKÇA

                    Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997

                    Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005

                    Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008

                    Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004

                    Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974

                    Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011

                    Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008

                    Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016

                     

                    • 12. Hafta: On Birinci Yüzyıl: Zirve ve Yıkım

                      II. BASILEIOS DÖNEMİ

                       

                      II. Basileios 955 yılında dünyaya geldi, 5 yaşında 960 yılında babası tarafından ortak imparator seçildi ve taç giydirildi. 963 yılında babası II. Romanos öldüğü zaman Basileios ve kardeşi Konstantin daha yetişkin değillerdi. 663’ten 696’ya kadar II. Nikephoros ile ve 969’dan 976'ya kadar I. Ioannis ile kardeşi olan VIII. Konstantinos ile birlikte daha çok sembolik olarak ortak imparatorluk unvanı taşımıştır. 976’ dan 15 Aralık 1025 'e kadar imparatorluk gücünü tam olarak yüklenmiş; ancak kardeşi VIII. Konstantinos sembolik ortak imparatorluğunu korumuştur.

                      945 yılında başlayan Bizans İmparatorluğu'nun genişleme dönemi birkaç ileri görüşlü dikkat çekici siyasetçi ve idare adamına bağlanabilir ve bunların arasında II. Basileios çok önemlidir. İktidar gücünün II. Basileios’a geçmesi ordunun çok hoşuna giymedi. Bu durumu II. Basileios’un Bulgarlar üzerine yaptığı savaşta açıkça belli ettiler.II. Basileios tahta geçtiğinde Bizans’ın soylu ailelerinden iki başarılı General Bardas Phokas ve Bardas Skleros iktidar mücadelesi içindeydi.II. Basileios bu generaller arasındaki mücadeleye son vermek zorundaydı ve bunun için kendisini destekleyen sarayın hadım ağası Basileios’u Anadolu’daki birlikler tarafından imparator ilan edilip İznik’i ele geçiren komutan Bardas Skleros’un üzerine onun rakibi olan Bardas Phokas’ı gönderdi, Phokas başarı elde etti ve Skleros kaçmak zorunda kaldı.II. Basileios’un yönetimin ilk yıllarında oluşan bu yönetim boşluğundan Balkanlar yararlanmak istedi.Makedonya’da eyalet valilerinden Nikolaos’un dört oğlunun önderlik ettiği bir ayaklanma patlak verdi.Kardeşlerin en genci Samuel bu ayaklanma sonunda Bulgar tacını elde etti ve merkezi Ohrid olan yeni Bulgar Çarlığını kurdu.Böylece II. Basileios saltanatının başlangıcında güçlü bir Bulgaristan sorunuyla karşılaşmış oldu.986 yılında Serrai’i (Serez) alan ve Larissa’ya yönelen Samuel ile çarpışan II. Basileios başarılı olamadı.Bu başarısızlıktan sonra aristokraside II. Basileios’a karşı bir ayaklanma çıktı. Bu ayaklanmayı yine Bizans generalleri Bardas Phokas ve Bardas Skleros yönetti.Bu eski iki rakip olan generaller Bizans’ı aralarında bölüşmek konusunda anlaştılar, fakat Phokas kısa bir süre sonra Skleros’ tutuklattı ve başkentin üzerine tek başına yürüdü.

                       Zor durumda kalan II. Basileios bu sıkıntılı durum karşısında dönemin Kiev Knezi Vladimir’den yardım istedi; Vladimir 989’da Khrysopolis (Üsküdar) civarında Phokos’ı bozguna uğrattı daha sonra imparator II. Basileios’un kız kardeşi Anna ile evlendi ve Rusya Ortodoks Kilisesi’ne katıldı. Böylece Bizans kültürü Kuzey’in önemli bir ülkesi olan Rusya’ya girmiş oldu. İmparator kuşkucu ve despot yönetimiyle yalnız kalmış olsa da bu dönem Bizans’ın en parlak dönemlerinden biri olacaktı. II. Basileios iç politikasında önemli politikalar uyguladı. Önce toprak soylularını ezerek işe başladı ve geniş arazilerine el koydu. Daha sonra aynı şekilde Kilise arazisinin de büyümesini engelledi, azalan küçük manastırların arazilerini piskoposa vergi ödemeksizin köylülerin kullanımına açtı, büyük manastır arazilerinin de genişletilmesini yasakladı.Ayrıca Allelengyon sistemi denilen boş bırakılmış arazilerin vergisini köylülerin ödemesi ve köylülerin birbirlerine kefaletle bağlanmaları anlamına gelen bu sistem kaldırıldı, artık Allenlengyon vergisini büyük toprak sahipleri ödeyecekti.Böylece bu dönemde toprak soyluları ağır darbeler yedi. İç politikada sert önlemle düzenlemeler sağlandıktan sonra imparator dış politikaya yöneldi. Dış politikasının başında Bulgar Çarı Samuel geliyordu.991 yılında Makedonya seferine çıkan II. Basileios Doğu’da Fatimilerin Antakya’yı kuşatması üzerine Makedonya’dan Suriye’ye yöneldi. 995 yılında Halep önlerinde Fatimiler’i yenerek Raphanea (Refahiye) ve Emesa’yı (Humus) işgal etti, Suriye’de eski düzeni kurup Gürcistan’a yöneldi.Samuel de bu yıllarda Peleponessos’a kadar ilerledi.1001 yılında II. Basileios yeniden Balkanlar’da görüntü ve on dört yıllık uzun bir savaş böylece başlamış oldu.II. Basileios’un Bulgarlarla yaptığı savaş Bizans askeri tarihi bakımından önemlidir.Bizans İmparatorluğu alışılmış savaş tekniklerini değiştirmiş ve savaşa eski imparatorlar gibi baharda başlayıp güz vakti bitirme geleneğini yeniden canlandırmıştır.Bu sebeplerden dolayı genç Bulgar Çarlığı Bizans İmparatorluğu karşısında dağıldı. Ayrıca Bulgar Çarı Samuel’de her savaşta komutanlarının ve Boyarların ihanetine de uğradı.II. Basileios’un ,1014 temmuz ayında Samuel’in ordularına son darbeyi indirdi.On dört bin kadar asker tutsak edildi.Tutsakları kör ettirdi. Tek gözü çıkartılan bu subayların bulunduğu bu sakat ve sürünen orduyu çarlarının yanına gönderdi. Bundan dolayı II. Basileios’ a Bulgaroktonos (Bulgar kesen) denildi.Çar Samuel ordusunun bu halini görüp dayanamadı ve kısa bir süre sonra vefat etti. (Ekim 1014) Bulgar Devleti iç karışıklıktan yıkıldı ve Bulgarlar yeniden Bizans yönetimine girdi.

                      Bundan sonra II. Basileios Bulgarlara karşı adil bir yönetim uyguladı.Bulgar halkına vergileri nakdi değil mal olarak ödetti böylece iktisadi olarak gelişmemiş bu bölgede adil bir yöntem uyguladı. Ohrid başpiskoposluğunu e diğer piskoposlukları kendine bağladı ve kilisenin ibadet usulüne dokunmadı. Ruhani anlamda hoşgörülü davrandı. Yönetimsel bakımdan Bulgar topraklarını Üsküp ve Silistre ‘ye bağlı iki thema’ya ayırdı ve yönetimde yolsuzluk yapılamamasına özen gösterdi. Kanlı bir savaşı adil bir yönetim izlemiş oldu.Bizans Balkan İmparatorluğu niteliğini yeniden kazanmış oldu. II. Basileios Sicilya’yı Araplardan geri almak için sefere hazırlanırken Aralık 1025’de vefat etti.II. Basileios da Iustinianus Bizans imparatorlarının arasında en büyüklerinden biri oldu.II. Basileios gerek başarılı bir savaş adamı gerekse ülkenin yönetim ve mali sistemini yeniden örgütleyen bir imparator olarak Bizans’ın önemli bir hükümdarı oldu.Bizans onun döneminde Rusya’da ve Balkanlarda silinmez bir uygarlık olarak yerleşti.


                       

                       

                      KAYNAKÇA

                      Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997

                      Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005

                      Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008

                      Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004

                      Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974

                      Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011

                      Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008

                      Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016

                       

                       

                      • 13. Hafta: Komnenos Hanedanlığı: Bizans'ın Batı'ya Dönük Yüzü

                        I. ALEKSİOS KOMNENOS VE BİRİNCİ HAÇLI SEFERİ

                         

                         I Aleksios Komnenos İmparator Ioannes Komnenos’un en büyük oğludur.  Büyük bir olasılıkla Makedonya kökenli olan Komnenosların Trakya ve Anadolu’da geniş toprakları vardı.  Komnenoslar egemenlik dönemlerinde Avrupa hanedanlarıyla akrabalık ilişkisi kurdular ve Bizans bu yolla kurduğu kültür, diplomasi ve ticaret ilişkileriyle Avrupa dünyasıyla yoğun bir bütünleşme içine girdi.  I Aleksios Komnenos genç yaşta Dukas ailesinden İrene Dukas ile evlendi, 1068-1071 yılları arasında imparator Romanos Dıogen’in ordusunda komutanlık yaptı, Malazgirt’te savaştı.  Anadolu’daki karışıklıkları bastırmakta etkili oldu. İmparator VII. Mikhael Dukas ve III. Nikephoros Botaneiates’in dönemlerinde de askeri görevlerini sürdürdü. Yeteneği ve soyunun ayrıcalığından yararlanarak III. Nikephoros’un başarısız yönetimine karşı ayaklandı. Kardeşi Isaakios, annesi Anna Dalassena ve karısı Irene’in ailesi olan Dukaslar tarafından da desteklendi ve Çorlu tarafında yapılan bir toplantı sonucunda Nisan 1081’de tacını giydi.  I. Aleksios İmparatorluğun bunalımlı döneminde tahta geçti. 1081’de Güney İtalya’daki Normanlar Robert Guiskard komutasında Mora’ya saldırdılar, Kortu Adasını aldılar ve Durazzo’ya çıktılar, oradan Epir, Teselya ve Makedonya’ya ilerlediler.  Bu durum karşısında Aleksios Venedik Cumhuriyeti ile yakın ilişkiler içine girdi yarı askeri yarı diplomatik ilişkilerle Normanları durdurdu.  Kuzeyde ise Türki bir kavim olan Peçeneklerin tehdidi vardı. Peçenekler Balkanlara kadar ilerlemiş ve Bizans’a karşı yeri halkın desteğini kazanmışlardı.  Özellikle bu dönemde Bulgaristan’da Kilise örgütünü tanımayan bir mezhep olan Bogomilizm yaygındı ve halk toplumun yönetimi açısında Peçenekleri Bizans’a yeğliyordu. Bogomillerin de Peçeneklere yardımı arttı ve 1091 yılına kadar Peçenekler Bizans’a karşı ciddi zaferler kazanarak önemli bir tehdit unsuru oluşturdu.  Özellikle 1090 yılında Peçenekler Bizans surları önlerine kadar geldiklerinde sıkıntılar fazlasıyla arttı.  Bu dönemde ege bölgesinde aktif olan İzmir emiri Çaka Bey hakimiyet sahasını genişletmiş Bizans’ın ciddi rakibi oldu.  Çaka Bey’in asıl hedefi Gelibolu yarımadası ve Trakya idi.  Bunun içinde Balkanlar’da Bizans’ı uğraştıran Peçeneklerle temasa geçmiş, öte yandan Peçeneklerle yaptığı ittifaka İznik hâkimi olan Ebu’l Kasım’da katıldı.  Böylece sıkışıp kalan İstanbul 1090-1091 kışında büyük sıkıntı çekti.

                               Çaka Bey bir zamanlar esir sıfatıyla Nikephoros Botaneiates’in sarayında bulunmuş, Bizans savaş metotlarını öğrenmiş ve imparatorluk şehrine yapılacak olan kesin saldırının deniz cihetinden gelmesi gerektiğini isabetle idrak etmiştir. Bizans bu tehlike karşısında Kumanları yardıma çağırdı.  Çaka Bey ise bilinmeyen bir sebepten Bizans’a karşı girişilecek ortak mücadeleye katılmaktan vazgeçti, böylece Peçenekler Kuman ve Bizans’a karşı yalnız hareket etti. 

                            1091 yılında Levunion silsilesi eteğinde Bizanslar- Kumanlar ile Peçenekler arasında hiç işitilmemiş şekilde kanlı bir savaş cereyan etti.  Onları dize getirmek için muazzam şiddet ve kuvvetle vurdular. Peçenekler burada tamamen imha oldu. I Aleksios Komnenos Kumanları da Anadolu Selçuklu emiri Ebu’l Kasım ile anlaşarak yok etti ve daha sonra Ebu’l Kasım’ın yerine geçen I. Kılıç Arslan’la da ittifak yaparak Selçuklu tehlikesini de bir müddet önledi. I. Aleksios yönetimi güçlendir fırsatı bulamadan I. Haçlı Seferiyle karşılaştı.  İmparator haçlılarla eski Bizans topraklarını kurtarmak için bir anlaşma yaptı ve seferin sonunda Bizans İznik, Efes, İzmir yörelerinde yeniden egemenlik kurdu fakat Antakya, Suriye ve Kudüs Haçlıların elinde kaldı.  Aleksios’un bundan sonraki hedefi haçlıların kurduğu devletçikleri ortadan kaldırmak oldu.  Bu amaçla Robert Guiskard’ın oğlu Boemondo’nun elindeki Antakya Kontluğuna saldırdı.  Adana, Tarsus, Misis ve Kuzey Suriye kentlerini ele geçirdi.  Boemondo Selçukluların ve Bizans’ın baskısı karşısında kaçtı.  Haçlı egemenliğindeki Antakya Bizans’ı kurtarıcı olarak karşıladı. Boemondo bu kez Latin Haçlılarla anlaşarak Makedonya ve Arnavutluk yöresinde Avlonya’ya karşı saldırıya geçti ama yenildi.  I. Aleksios Balkanlar’daki Bogomilizm’i bastırmak ve Ortodoks doktrinini yerleştirmek çabalar gösterdi. Ayrıca Para reformu yaparak ticareti de geliştirmeye çalıştı. XI. Yüzyıl Akdeniz’de Venedik, Cenova gibi İtalyan kentlerinin dönemiydi; nitekim o da Venediklilere ayrıcalık verdi. Toprak soylularıyla mücadele ederek topraklarda askeri dirlik sistemini korumaya çalıştı. I. Aleksios iyi bir komutan başarılı bir diplomattı. Ancak XI. Ve XII. Yüzyıllarda Bizans eskimiş ve çağa ayak uyduramayan bir devlet olması nedeniyle girişimleri yalnızca geçici başarılar sağlamıştır.


                         

                         

                        BİRİNCİ HAÇLI SEFERİ

                        Haçlı Seferleri dünyanın en önemli olaylardan birisi olmuştur; çünkü haçlı seferleri Hıristiyan ve Müslümanlık arasındaki mücadelenin en önemli olaylardan birisi oldu.  Fakat birinci haçlı seferi diğer haçlı seferleri arasında dini nedene en çok yoğun olan haçlı seferi olmuştur. 

                        Selçukluların 1071’de Bizans ordusunu Malazgirt’te bozguna uğrattıktan sonra Anadolu’da akınlara başlandı, Anadolu Selçuklu Devlet’i kuruldu ve Anadolu’da büyük fetihler yapılmaya başladılar.  Selçukluların fetihleri arasında Hıristiyan dünyasını en çok etkileyen yer Kudüs’ün fethi oldu.  1070 yılında Türk Emiri Atsız Filistin üzerine yürüdü ve Kudüs’ü ele geçirdi, akabinde Türkler Suriye ve Antakya’yı fethetti, Anadolu İznik, Aydın ve İzmir’e yerleşip Sakız ve Midilli gibi adaları işgal ettiler.  Böylece haçlıların endişeleri fazlasıyla artmıştır. Özellikle Malazgirt Savaşından sonra Türklerle tek başına baş edemeyeceklerini anladıkları için haçlılardan yardım istediler.  Bizans’ın bu yardım çağırısına papa hem kilisenin çıkarları hem de Hıristiyan alemini kutsal topraklarını özgürlüğe kavuşturmak adı altında idealist bir duyguyu oluşturmak adına onay verdi. Papanın çağrısı ve keşiş Amiens’li Pierre L’Hermitenin ateşli konuşmaları halk üzerinde büyük tesir uyandırdı. Etrafında çoğunluğu Franklardan oluşan yirmi bin kişilik bir ordu topladı. Haçlı Seferleri’nin başlangıcı Amines’li Pierre L’Hermite’nin sahneden görünüşü ile başladı.  Pierre L’Hermite’yi izleyen arakasından gelen disiplinsiz kalabalık grup 1 Ağustos 1096 ‘da İstanbul önlerine ulaştı. Buna Köylülerin haçlı seferi denildi. Yağmalarına devam eden bu ekip Bizans tarafından Boğaz içinin karşı sahiline geçirilmiş fakat bu başı bozuk kitleyi I. Kılıçarslan imha etti.  1096 yılının sonuna doğru yavaş yavaş büyük feodaller gelmeye başlamıştır.  Diğer bir ifadeyle gerçek bir ordu toplandı.  Haçlılar geçtikleri her yeri yağmalayıp tahrip ettikten sonra Konstantinopolis’e girdiler. 

                        Haçlılar Konstantinopolis önlerine geldikleri zaman Bizans çıkarlarına ters düşecek birşey yaşamamak için Haçlılarla anlaşma yaptı.  Haçlılar vasallık yemini ederek zapt edecekleri ve daha önce Bizans’a ait olan yerleri Bizans’a teslim edecek şekilde anlaşma yaptılar. Haçlı orduları anlaşmadan sonra Selçuklu payitahtı İznik’i kuşatma altına aldıkları zaman Malatya’yı fethetmek için yaptığı seferden süratle dönen I. Kılıçarslan derhal hücuma girişti ve İznik önlerinde haçlılarla bir meydan savaşı verildi. (Mayıs 1097)

                        Haçlılar bu savaşta büyük başarı elde etmiş ve Türkleri Anadolu’nun batı kısmını boşalttırıp daha iç bölgelere doğru çekilmeye zorladı. Anlaşmaya uygun bir şekilde şehir Bizans’a verilmiş, ayrıca Bizans kuvvetleri İzmir, Efes, Sardes gibi şehirleri işgal etmiştir ve Batı Anadolu’da Bizans hakimiyeti yeniden kuruldu. Kılıçarslan haçlılara karşı bir müttefik arama yoluna gitmiş ve Danişmendliler devleti ile müşterek vatanları olan Anadolu’yu müdafaa etmek için cephe birliği kurdu.

                        İznik’in zaptından sonra İmparator ile Pelekanon ‘da yeniden toplanan haçlılar aynı yemini tekrarlamış ve bir Bizans birliği refakatinde haçlılar Eskişehir, Konya, Kayseri, Maraş üzerinden Antakya’ya doğru yola devam ettiler.  Selçuklular ise haçlıların geçtiği yerlerde yiyecek, içecek ve su bulamamaları için gerekli tahribatı yaparken, diğer taraftan ummadıkları hücumlarda bulunarak haçlıları maddi ve manevi bakımdan yıpratıp, zayiata uğradılar.  Yol üzerinden geçtikleri az sayıda köy Türkler tarafından tahrip edildi, yakıldı.  Haçlılar buna hazırlıklı değildi. Açlık ve susuzluktan hayatını kaybeden çok oldur.

                        Haçlılar Antakya’ya doğru yol alırken Godefroi de Bouillon’un kardeşi Baudoin ve Boemondo’nun yeğeni Tankred’in Kilikya’ya doğru yol aldılar.  Bizans’a teslim etmek koşuluyla Çukurova şehirleri üzerinde hakimiyet mücadelesi verdiler.  Bu mücadele esnasında Yukarı Mezopotamya’ya giren Baudoin Edessa (Urfa) şehirlerini zapt etti ve krallığını kurarak Doğu’daki ilk Latin Dominyon’u oluşturdu.  Haçlılar Urfa’yı ele geçirip kontluk kurmasına rağmen Antakya’ya varıncaya kadar Bizansla ilişkileri iyi doldu.

                        Haçlılar Kilikya’ya indikleri andan itibaren Danişmend ve Anadolu Selçuklu nüfuzundan çıkıp Suriye Selçuklu Bölgelerine girdiler.  Haçlılar Urfa’nın fethinden sonra gözünü Hıristiyanlar için en önemli şehirlerden biri olan Antakya’ya diktiler.  O dönemde Melikşah’ın Antakya’ya vali olarak atadığı Yağı-sayan idaresindeydi. Tutuşun oğulları olan Rıdvan ve Dukak’ın   hakimiyetini kabul ettiler.  Antakya’da Haçlı liderleri arasında da çatışmalar boy gösterdi.  Bu çatışma da Taranto’lu Boemondo Antakya prensi oldu. Antakya’nın fethi ile de Haçlı Bizans arası bozuldu, Haçlı liderleri arasında anlaşmazlıklarda derinleşti. Antakya’dan sonra Haçlı ordusu Kudüs’e doğru hareket etti.  Kudüs Selçuklulardan sonra Fatimilerin eline geçti.  Şiddetli bir kuşatmadan sonra 15 Temmuz 1099’da haçlılar şehri ele geçirmiş müthiş bir katliam gerçekleştirdi birçok hazineyi alıp götürdüler.  Bizans Kudüs’e Antakya kadar takılmadı, Boemondo’nun Antakya’ya yerleşmesini hazmedemedi. Antakya’da oluşan Norman hükümdarlığı Türklerle de mücadele etti.  1101 yılında Boemondo, Danişmendli hanedanından emir Melik Gazi’ye fakat haçlılarca fidye verilerek geri Antakya’ya döndü.

                         

                         

                        KAYNAKÇA

                        Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997

                        Comnena, Anna, The Alexiad, çev. Elizabeth A. S., DAWES, Cambridge, 2000

                        Demirkent, Işın, “Haçlılar”, DİA, Cilt 14, İstanbul 1996

                        Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005

                        Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008

                        Lemerle, Paul. Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004

                        Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974

                        Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011

                        Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008

                        Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016.

                         

                        I.                   ANDRONIKOS KOMNENOS

                         

                        Andronikos Komnenos 1118 yılında doğdu. Andronikos akıllı, yetenekli akıcı ve inandırıcı konuşmayı başarabilen iyi bir general ve siyasetçiydi. Fakat ahlak bakımından bak yeterli değildi. Gençlik yılları askerlikle geçmiştir ama bunun yanında eğlencesi de eksik olmamıştır. 1141 yılında Selçuklulara esir düştü. Bir yıl süren esaretten ödenen fidye karşılığı kurtuldu ve Konstantinopolis’e geldi.  Konstantinopolis’te imparator olan kuzeni I. Manuel Komnenos’un gözüne girip sarayda yaşamaya başladı ve burada yeğeni Prenses Evdoksiya’yı kandırdı ve birliktelik yaşamaya başladılar. 1152 yılında Evdoksiya ile birlikte askeri bir görev için Kilikya’ya gitti ve burada Mopsuesta şehrine yaptığı kuşatmada başarısız oldu. İkinci bir defa yine başka bir thema’da askeri bir göreve gitti fakat bu görevini de bırakıp Konstantinopolis’e geldi. 1153 yılında imparatora hazırlanan komploya katıldı. Bu komplo imparator tarafından öğrenildi ve kendisi dâhil komploya katılan herkes uzun süre hapis cezasına çarptırıldı. Hapisten defalarca kaçma girişiminde bulundu ve sonunda 1165 yılında bunu başardı, Galiçya Prensi Yaroslav’a sığındı.

                         Burada Galiçya Prensinin koruması altındayken Prens ile Bizans imparatoru I. Manuel Komnenos arasında anlaşma sağlayınca tekrar imparatorun desteğini kazandığı gibi İmparatorun başarılı geçen Macar istila seferine katıldı, seferden sonra imparatorla geri Konstantinopolis’e döndü. Fakat daha sonra I. Manuel’in halefi olan ve Macar kralı olarak anılan III.Bela’ya sadakat yemini etmediği için imparatorla arası açıldı, bu yüzden Kilikya valiliği göreviyle saraydan uzaklaştırıldı. Fakat İmparatorun yapacaklarından çekindiği için Kilikya’ya gitmeyerek Antakya Prensi Raimondo’ya sığındı ve burada Bizans kraliçesi Antakyalı Maria’nın kız kardeşi prenses Filippa’ya âşık oldu. Bu durumun haberini alan Bizans imparatoru daha da sinirlendi. İmparatorun kendisine çok kızgın olduğunun haberini alan Andronikos bu sefer Kudüs’e kaçtı. Burada Haçlılar Devleti Kralı I. Amalrik’e sığındı. Amalrik’te onu Beyrut’ a vali olarak atadı. Andronikos Kudüs'te Bizans İmparatoru’nun yeğeni olan ve vefat etmiş Kudüs Kralı III. Baoudin'in dul karısı olan Theodora Komnane ile karşılaştı ve birlikte olamaya başladılar.

                         Bizans İmparatoru'nun buna olan kızgınlığından kaçmak için Theodora ile birlikte Şam'a geçip Şam Hükümdarı Nureddin Mahmud Zengi 'ye sığındılar. Orada da kendilerini güvenli görmeyip birlikte serüvenli bir uzun yolculuğa başladılar. İran'ı batıdan doğuya geçip Türkistan'a girdiler ve oradan Hazar Denizi'nin etrafını dönerek Kafkaslardan güneye geçerek Karadeniz kıyısına geldiler. Komnenos sülalesinin ortaya çıktığı yer olan Ünye (o zamanki Oinaion) civarındaki bir kaleye yerleştiler. Andronikos'un kalede bulunmadığı bir gün Bizans Trabzon theması valisi kaleye bir baskın verdi ve Theodora ve iki çocuğunu esir alıp Konstantinopolis'e gönderdi. 1180 başlarında ailesini kurtarmak için Andronikos Konstantinopolis'e geldi ve ailesinin affını istedi. İmparator bu affı verdi; ama Andronikos'u Theodora ile birlikte tekrar Ünye'de yaşamak üzere sürgüne gönderdi.1143 -1180 yılları arasında hüküm sürmüş olan imparator Manuel’in ölümünden sonra halk tarafından da sevilmeyen Antakyalı Maria’nın saray naibliğine karşı çıktı ve 1182 de ordu toplayarak küçük yaştaki II. Aleksios Komnenos’u korumak bahanesiyle tahtı ele geçirdi.

                        Bunun başlıca sonuçları biri çoğunluğun Venediklilerle Cenevizlilerin oluşturduğu Batılıların kentte topluca öldürülmesi oldu. (IV. Haçlı Seferi’nin Venedikliler tarafından İstanbul’a yönlendirilmesinde başlıca sebeplerden birisidir) Andronikos, hemen ardından dul imparatoriçe Maria'yı da öldürttü. Eylüll 1183'te Aleksios'la birlikte hükmetmek üzere taç giydi. İki ay sonra Aleksios'u boğdurttu. Zorbalığını yasallaştırmak için de kendisi 65 yaşındayken Aleksios’un 13 yaşındaki dul karısı ile evlendi. Başkenti bir kan gölüne çevirmesine karşın, yozlaşmış siyasal sistemde giriştiği reformlar, mevki ve makam satışını yasaklaması, rüşvet alan görevlileri cezalandırması, en önemlisi de ayrıcalıklarıyla imparatorluğun birliğini zayıflatan büyük feodal soyluların ve toprak sahiplerinin gücünü kırması, eyaletlerdeki yaşam koşullarını iyileştirme yönünde sonuçlar verdi. I. Manuel'in Batı yanlısı siyasetine karşı çıkarak, Doğu Kilisesi'nin bağımsızlığını vurguladı; böylece Batı Hıristiyanlarının düşmanlığını pekiştirdi. Aynı yıl, Macar kralı III. Bela, Batı yanlısı olan dul imparatoriçenin intikamını almak gerekçesiyle imparatorluk topraklarına girerek birçok kenti yağmaladı. II. Guglielmo komutasındaki Sicilya Normanları Ağustos 1185’te, Yunanistan üzerine yürüyerek imparatorluğun ikinci önemli kenti olan Selanik'i ele geçirdiler. Normanların yaklaşmakta olduğu yolundaki haberler üzerine başkentte bir ayaklanma patlak verdi. II. Isaakios Angelos imparator ilan edildikten sonra Andronikos isyancı bir grup tarafından öldürüldü.

                         

                        KAYNAKÇA

                        Angold, Micheal, The Byzantine Empire 1025-1204 (A Political History), Logman, USA, 1997

                        Haldon, John F., The Palgrave Atlas of Byzantine History. Palgrave Macmillan, New York, 2005

                        Jeffreys, Elizabeth, et al. The Oxford Handbook of Byzantine Studies. Oxford University Press, New York, 2008

                        Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Çev. Galip Üstün, İletişim Yay., Ankara, 2004

                        Obolesnky, Dimitri, The Byzantıne Common Wealth Eastern Europe 500-1453, Cadinal Edition, London,1974

                        Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 2011

                        Shepard, Jonathan, The Cambridge History of the Byzantine Empire c. 500-1492. Cambridge University Press, New York, 2008

                        Vasiliev, Alexander A., Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Tevabil Alkaç, Alfa Yay., İstanbul, 2016

                         

                         

                         

                         

                        • 14. Hafta: İstanbul'un Yağmalanmasına Giden Süreç (13 Nisan 1204)

                          İstanbul’un fethi ve Bizans’ın Ortadan Kaldırılması

                          Bizans’ın Durumu

                           Ekim 1448’de imparator VIII. Ioannes öldüğünde imparatorluk toprakları İstanbul ve dış mahallelerinden ibaretti. Tahta kardeşi XI. Konstantin geçti. Annesinin kızlık soyadı Dragases’i kullanıyordu. Ioannes’in diğer kardeşleri hayatta olsa da annesi Elena en büyük oğlu Konstantin gelene kadar naip olarak kaldı ve onun tahta çıkışını garantiledi.

                           İmparatorun kardeşlerine Mora Despotluğu’nun yönetimi verildi. Akhaia, Patras ve Klarentza’yı kapsayan kuzeybatı Thomas’a, Mistra merkez olmak üzere kalanı Demetrios’a verildi. Bu düzenleme yeni bir iç savaşı önledi. Ancak bu uzun sürmedi ve Mora’daki kardeşler kısa süre sonra savaşa tutuştular.

                           1439 Floransa’da yapılan konsilde union kabul edilmiş ve 5 Temmuz’da Ortodoks piskoposlar belgeyi imzalamış ve 6 Temmuz’da birleşme ilan edilmişti. Ancak bu durum Ortodoks dünyasında tepkiye neden olmuştu ve bunun izleri hâlâ devam ediyordu. Ayasofya’da hâlâ tören düzenlenmeye cesaret edilememişti. Bu durum şehirde bölünmüşlüğe neden oluyordu. Bu yüzden Konstantin imparator olduğunda Mora’da bulunduğu için 6 Ocak 1449’da imparator olduğu halka duyuruldu 12 Mart’ta başkente gelen Konstantin birleşmeyi kabul etmiş bir patrik elinden taç giymesinin şehirde isyana neden olacağını bildiğinden İstanbul’da yeniden tören yapmadı.

                           Tahta çıktıktan sonra varisi olmadığı için imparator kendisine eş aramaya başladı. Daha önce iki kere evlenmesine rağmen çocuğu yoktu. Yeni evliliğini devlete yarar sağlayacak biriyle yapmayı umuyordu. İlk olarak Portekiz kralının kızı düşünülse de daha sonra Gürcistan ve Trabzon gibi yakın yerlerde karar kılındı. Sphrantzes bu amaçla Gürcistan ve Trabzon’a gönderildi. Ancak Gürcistan kralı VIII. Georgiy kızı karşılığında yüklü para isteyince vazgeçildi. Trabzon imparatoru IV. Ioannes ise kızı için bir çeyiz vermeyi kabul etmişti. Bu sırada Osmanlı Sultanı II. Murad’ın ölüm haberi geldi. Haberi Trabzon’da alan Sphrantzes buna sevinmeyince nedenini soran Trabzon imparatoruna şu şekilde cevap vermiştir: “Ölen padişah yaşlı olduğu için, her ne kadar birkaç kez şehri bizden almağa kalkışmışsa da başarılı olamadı. Bu başarısızlıklarından sonra da bizi rahatsız etmediği gibi, tek isteği, bizimle barış içinde yaşamaktı. Yeni padişaha gelince, genç olduğu gibi çocukluğundan beri Hristiyanların bağnaz düşmanıdır. Ve kendisine fırsat verilip devleti ele aldığında, tüm olanakları ile Romalılar devletini ve genelde tüm Hristiyanları ortadan kaldırmağa çalışacağını söyleyip tehdit ederek, onlara küfür etmekten geri kalmamaktadır. Ve bilhassa şu sıralarda, efendim kralımın iktidarı daha henüz ele almış olması nedeni ile şehir çok güç durumdadır. Ayrıca, tahta çıkışı nedeni ile askerlere ve saray erkânına yapmış olduğu hediyeler ve masraflar için devletin çoğunu borçlara yatırmış bulunmaktadır. İşte bu nedenledir ki, savaş için gerekenleri temin edebilmek için uzun bir barış süresine gereksinimi vardır. Ve şayet, günahlarımız nedeni ile Tanrı, o kötü niyetli Mehmed'in, gençliğinin ve kötülüğünün sonucu olarak bize saldırmasına müsaade ederse, ne hale geleceğimizi ben de bilmiyorum. İşte bu nedenle, yüce efendim, vermiş olduğun haber hiç de iyi değildir; Murad’ın oğlunun, yani şimdiki sultanın ölüm haberini vermiş olsaydın, o zaman, haberin gerçekten iyi olurdu. Zira, babası, başka bir çocuğu olmaması nedeniyle ister üzüntüsü isterse ileri yaşı nedeniyle hastalanıp ölecekti. Böylece, başka dinden olanların devleti tehlikeye ve de büyük parçalanmalar ve çekememezlikler içine düşecekti. Bu durumda bize hem eksikliklerimizi tamamlamamız hem de ekonomik durumumuzu düzeltmemiz ve de en önemlisi, devletimizi daha güçlü ve saygın hale getirmemiz için zaman kazandıracaktı”. Sphrantzes burada Bizans’ın durumunu gayet iyi bir şekilde özetlemektedir.

                          II. Mehmed ve Fetih

                           II. Mehmed tahta çıktığında Bizans konusunda nasıl bir politika izleyeceği merak ediliyordu. İmparator XI. Konstantinos Edirne'ye elçiler gönderdi, yeni sultana başsağlığı diledi ve tahta çıkışını tebrik etti.  Ayrıca var olan barış anlaşmalarının yenilenmesini istedi. Dukas’a göre, II. Mehmed Allah, Peygamber ve Kur'an, melekler ve baş melekler üzerine yemin ederek, barışı koruyacağını söyledi ve hayatı boyunca imparatorun ne başkentine ne de ülkesinin başka bir yerine el sürmeyeceğine söz verdi.  Babası gibi kendisinin de Bizans ile dostane ilişkiler içinde olacağını söyledi.

                           Bu sırada Anadolu’da Karamanoğlu İbrahim Bey’in Osmanlı aleyhine hareketiyle karşılaşılsa da sorun kolayca çözüldü. İmparator ise Bizans sarayında yaşayan Şehzade Orhan’ın ödeneğinin ödenmediğini iddia ederek, eğer hemen iki katıyla ödenmezse şehzadenin tahtta hak iddia etmesine izin verecekleri tehdidinde bulunuyordu.

                           Böylece Mehmed muhtemelen uzun zamandır planlamış olduğu İstanbul’un fethi için hazırlıklarına girişmeye başladı. 1452’de Edirne’ye dönen padişah imparatorun isteklerini ele almış ve bu sorunu çözeceklerini bildirdi. Ancak bulduğu çözüm ödeneği ödemek değil, zamanında verilen tüm imtiyazları kaldırmak oldu. Edirne’de başlanan hazırlıkların temel taşı hiç şüphesiz Rumeli Hisarı’nın inşası oldu. Bu hisarın yapılmasındaki temel amaç boğazın kontrol altına alınmasıdır. Hisarın yapım sebebini ise imparatora Anadolu ile Rumeli arasında bir köprü kurarak geçişi kolaylaştırmak istedikleri şeklinde açıkladı.

                           1451-1452 kışını Edirne’de 1000 inşaat ustası bir o kadar da işçi sevk ederek geçiren II. Mehmed, bu sırada gelen Bizans elçileri ile görüştü. Elçiler aralarındaki anlaşmalara uymasını isterken Mehmed kale yapmasına engel olamayacaklarını bildirdi. 26 Mart 1452’de hisarın inşasının yapılacağı yere geldi, hisarın her bir bölümünün yapımını vezirleri arasında paylaştırdı.  Hisarın yapım şekli denizden geçecek gemileri engellemeye yönelik bir şekildedir. İlk büyük burçları Mayıs’a doğru bitirilen hisarın inşası ağustos ayında tamamlandı. Hisarın içine gerekli tüm teçhizat yerleştirildi. Dursun Bey, deniz tarafındaki surlara yirmi top yuvası yapıldığını yazmıştır.  Hisarın yapılması II. Mehmed’in hedeflerine ulaşması açısından önemli bir adımdı. Ancak hisarın yapım aşamasında civardaki Bizans köyleriyle çeşitli huzursuzluklar ortaya çıktı. II. Mehmed hisarı yanında 400 adamla birlikte Firuz Bey’in idaresine bıraktı. Boğazdan her iki yönde geçen gemilerin durdurulmasını ve yola devam etmelerine ancak geçiş parası ödedikten sonra izin verilmesini emretti.  Padişah 28 Ağustos 1452'de kaleden ayrılıp Bizans başkentine giderek hendeklerini ve surlarını dikkatle inceledi, 1 Eylül’de Edirne’ye döndü.

                           Kalenin inşasının başlamasından sonra, muhtemelen Erdelli olan Urban adlı bir top dökümcüsü Bizans ordusundan kaçıp Türklere sığındı. II. Mehmed kendisinden İstanbul surlarını yıkabilecek bir top yapmasını istedi ve 3 ay içinde Urban dev bir top inşa etti. 1452 sonlarında Karadeniz’den gelen Venedik gemileri boğazdan geçerken Osmanlı uyarılarını dikkate almayınca yeni topun ilk hedefi oldular. Bu sayede de topun menzili anlaşıldı.

                           Boğazda bir kale inşa edildiğini haber alan Venedik ile Ceneviz paniğe kapıldı. Hisarın inşası herkes tarafından İstanbul’a karşı bir savaş hazırlığı olarak algılandı. II. Mehmed’in boğazın kontrolü konusunda ikinci hamlesi Mora despotlarına saldırarak dikkatlerini dağıtıp İstanbul’a yardıma gelmelerini engellemek oldu. Urban’ın döktüğü toptan da oldukça memnun kalan padişah Edirne’de birincisinin iki katı başka bir top yapmasını emretti. Top bir buçuk kilometre öteye kadar fırlatılabiliyordu.  Halil Paşa ise İstanbul’un fethine karşıydı. Bu muhalefeti fethin sonuna kadar sürdü. Çünkü zafer kazanılması halinde otoritesinin kalmayacağı, tam tersi olursa devletin geleceğinin tehlikeye gireceğini düşünüyordu. Şehir ele geçirilse üzerlerine Haçlı Seferi yapılacağını iddia ediyordu. İstanbul’un fetih sürecinde Halil Paşa ve sultan arasındaki gerilimin en üst noktaya ulaştı.

                           Bizans ise Türklerin saldırı hazırlıkları yaptıklarını fark ettiklerinde kendi askeri durumlarını kontrol edip sayım yaptılar. Ancak 4.793 yerli 2 bin yabancı askerleri bulunmaktaydı.  İmparator paniğe kapılmamaları için bu durumu halktan gizledi. Bizans’ın en büyük umudu yüzyıllar boyunca onları korumuş olan surlarıydı. 2 Nisan 1453 limanlarını kalın demir bir zincirle kapattılar. Donanmalarında ise toplam 26 gemi vardır.

                           1453 kışı herhangi bir olay yaşanmadan geçti, padişah ocak ayında Dimetoka’dan Edirne’ye döndü ve Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Bey ordunun geçişi için bölgeyi hazırladı. Öncü birlikler Bizans’ın Tarabya (Therapia) bölgesini ele geçirdiler. Bu kalenin ele geçirilmesi sayesinde teknelerle askerler sahile yanaştılar. Anadolu beylerbeyi de Trakya’ya geçti. Osmanlı kuvvetleri 300’den fazla gemiden ve yaklaşık 80 bin askerden oluşmaktadır. 

                           Birlikler 23 Mart 1453’te Edirne’den ayrıldılar ve 2 Nisan’da İstanbul’a ulaştılar. Ağır toplar yerlerine yerleştirildi. Dayı Karaca Bey ise büyük topu naklederken Karadeniz kıyısındaki birçok şehri de ele geçirdi. II. Mehmed karargahını Maltepe’ye kurdurdu. Büyük topla beraber iki küçük top da buraya yerleştirildi. Padişahın sağında Anadolu ordusu bulunmakta, sol tarafta ise Rumeli ordusu yer almaktaydı. 5 Nisan 1453 Cuma günü kuşatma ilan edildi. Aynı gün imparator büyük topun yöneltildiği St. Romanus kapısına yanında 500 Ceneviz askeriyle geçti.

                           Surlara yapılan saldırıdan sonra ise kuşatmanın sadece karadan yürütülmesinin Osmanlılara zafer getirmeyeceği anlaşıldı ve donanmayı da savaşa katmaya karar verdiler. Üç yük gemisi ve Mora’dan gelen bir imparatorluk gemisiyle 20 Nisan’da bir çarpışma yaşandı.  Osmanlılar burada yenilgi aldılar ve yaklaşık 12 adam kaybettiler. Bu Bizans’ta büyük bir sevince neden oldu. Bu gemilerin gönderilecek büyük donanmanın öncüleri olduğu sanıldı. Osmanlı’da ise yenilgi bir umutsuzluk havası yarattı. Bunun üzerine sultan bir divan toplama ihtiyacı hissetti. Divanda muhalefet özellikle Çandarlı kuşatmanın kaldırılması ve imparatorla müzakereye başlanması konusunda ısrarcı oldu. Zağanos Paşa, Turahan Bey ve Şehabettin Paşa gibi fethi destekleyenler sayesinde bu fikirden vazgeçildi. 21 Nisan’da St. Romanus kapısının büyük bir kısmı yıkıldı. Ertesi gün donanmanın bir kısmı Haliç’e indirildi. Bu durum 20 Nisan’da alınan yenilgiye karşı bir cevap olarak kabul edilmektedir.

                           Divanda karadan yapılan saldırıların yetersiz olduğu ve limanın kapatılması yüzünden donanmanın da yeteri kadar etkili olamadığı bu yüzden gemilerin karadan geçirilip limana indirilmesine karar verildi ve gece planlar yapılıp uygulanmaya başlandı. Dolmabahçe koyundan Kasımpaşa’ya kadar olan yol temizlendi ve kalaslar döşenip öküz yağıyla sıvandı. Gemiler rampadan silindirler üstüne geçirilip Haliç’e indirilerek toplamda 72 gemi limana geçirildi.

                           Gemilerin Haliç’e indirilmesi Bizans’ın umutlarını iyice yitirmesine neden oldu. 5 Mayıs’ta Galata’ya yerleştirilen toplar da donanmalara ateş açmaya başladılar. Ayrıca padişah Haliç’e bir köprü inşa edilmesini istedi. Bizanslılar köprüyü defalarca yakmaya çalışsalar da başarılı olamadılar. Şehirde de kıtlık giderek artmakta, askerlerin moralleri giderek düşmekteydi. Halk imparatora isyan etmeye başladı. Osmanlı ise karadaki hendekleri ele geçirip Haliç’te donanmaları üstün konuma gelmeye başladı.

                           Bu sıralarda II. Mehmed İslam geleneklerine uyarak son bir kez teslim olmaları için imparatora çağrı yaptı. İmparator ise şehri teslim etmek istemeyip haraç ödemekten yanaydı. Bu cevabın üzerine II. Mehmed 29 Mayıs’ta bir saldırı gerçekleştireceğini duyurdu. 26 Mayıs’ta da St. Romanus kapısı tamamen yıkıldı. 29 Mayıs sabahı da şafak sökmeden üç saat önce Türk orduları harekete geçti. Bütün toplar ateşlenmeye başlandı. Gemiler kıyıya iyice yanaştırıldı. Padişah saldırıyı bizzat yönetiyor, imparator ise kendi birliklerini cesaretlendirmeye çalışıyordu. Ancak bu sırada Bizans ordusundaki en önemli isimlerden biri olan Giovanni Giustiniani-Longo savaş meydanını terk etti. Onun kaçmasıyla birlikte çıkan karmaşada Zağanos Paşa yeniçeri birlikleriyle St. Romanus kapısının yakınındaki surlara saldırarak direnişi kırmayı başardı. Artık topların açtığı büyük deliklerden surlar aşılmaya başlandı. Saldırı sırasında imparator öldü, Şehzade Orhan ise kaçarken öldürüldü.

                           29 Mayıs 1453 tarihinde öğleye doğru II. Mehmed şehrin alındığı haberini almış, öğleden sonra da birkaç veziri ve saray mensubuyla şehre girdi. Askerlerine ise “Yağmalarla ve tutsaklarla yetinin. Binalar benimdir.” diyerek şehrin üç gün yağmalanmasına müsaade etti. Hagia Sophia da camiye çevrildi.

                           Sultan İstanbul’a girdiğinde Galata Cenevizleri büyük telaşa düştüler. Fetihten önce tarafsız kalmaları şartı ile şehir alındığında aynı hukuk ve imtiyazlara sahip olacakları bildirilmişti. Ancak onlar sözlerinde durmadı ve Bizans’a yardım ettiler. Bizans ile gizli ittifak yapmışlardı. Çünkü şehir Osmanlı’ya geçerse ayrıcalıklarını kaybedeceklerine inanıyorlardı. Bu yüzden sultan ordusunu onlara karşı harekete geçirmeyi planlıyordu. Galatalılar sultana bir heyet gönderse de sultan onlarla görüşmedi. Bunun sonucu korku içinde olan Galatalılar acele içinde limanı terk etti. Sultan şartlara uymadıkları için ayrıcalıkları olmayacağını kaçanlar 3 ay içinde geri dönmezse mallarına el koyulacağını bildirdi. Zağanos Paşa askerleriyle Galata’ya girdi. Vergi vermeleri şartı ile din ve ticaret özgürlüğü verildiği bildirildi.

                           II. Mehmed fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed olarak anılmaya başlandı. İstanbul’un fethiyle Bizans İmparatorluğu tamamen yıkıldı. Osmanlı devleti imparatorluk haline gelmeye başladı. II. Mehmed bundan sonra kalan Bizans kalıntılarını yok etmeye çalıştı. İstanbul’u fethi hem batıda hem doğuda oldukça büyük yakınlar uyandırdı.

                           

                           

                          Kaynakça

                          Dinçmen Kriton, Şehir Düştü! Bizanslı tarihçi Francis’den İstanbul’un Fethi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992.

                          Emecen Feridun M., Fetih ve Kıyamet 1453, İstanbul, Timaş Yayınları, 2016.

                          İnalcık Halil, “Mehmed II”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 28, 2003, s. 395-407.

                          İnalcık Halil, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014

                          Tansel Selahattin, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan Mehmed’in Siyasi ve Askeri Faaliyeti, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014.

                          Tursun Bey, Fatih’in Tarihi (Tarih-i Ebü’l-Feth), İstanbul, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, 2014.