10. Hafta İran’da Türk
Edebiyatı
Konular:
Temel Okumalar:
-
Mehmed Emin Resulzade, İran
Türkleri, s. 31-38;
- Yeni Türkiye; Orta Doğu Özel Sayısı –
IV, 2016, degişik bölümler;
- Ali Kafkasyalı, İran Türkleri, ikinci bölüm;
- Wikipedia’dan uygun makaleler;
- Youtube’dan değişik videolar.
Ders Notları:
XIX. asrın ikinci yarısından
itibaren temelleri atılan Modern Azerbaycan edebiyatı; Kuzeyde asrın sonunda
ilk eserlerini vermeye başlarken, Güneyde II. Dünya savaşından sonraki yılları
beklemek zorunda kalmıştır. Ancak bu hususta araştırmacılar arasında tam bir
birlik mevcut değildir. Bazı araştırmacılar modern edebiyatın Kuzey’le birlikte
başladığını söylerken, bazıları da II.Dünya savaşından sonra Rusların Güney
Azerbaycan’a girmesiyle başladığını ifade etmektedir. Bazıları ise bu tarihi
1979 devrimi olarak göstermektedirler. Yavuz Akpınar, modern edebiyatın
başlangıcını Türkmençay Antlaşması (1828) olarak gösterir.
Cevat Heyet de, “Azerbaycan
Edebiyatı Tarihi” adlı eserinde Modern Azerbaycan Edebiyatı için aynı tarihi
işaret ederken, bu edebiyatı; Meşrutiyet Dönemi, Pehlevî Dönemi ve Muasır Dönem
olarak üç bölüme ayırır. Biz de bu tasnifi dikkate alacağız. 1143 1. Meşrutiyet
Devri Güney Azerbaycan Edebiyatı (1828-1920)1 XIX. Asır, Rusların Azerbaycan’ı
istila için giriştikleri harplerle doludur. Osmanlı ve İran merkezi
idarelerinin Kafkasya üzerindeki etkilerinin azalmaya başlaması, hanlıkların
kendi aralarındaki mücadelelerine sahne olur. Bilhassa Nadir Şah’ın ölümünden
sonra bölgede ortaya çıkan siyasî boşluk ve karışıklıklardan faydalanan Ruslar,
XIX. asrın başlarından itibaren Kafkasya’ya girmeye başlar. Daha asrın başında Aras nehrinin kuzeyi tamamen
Rusların eline geçer. 22 Şubat 1828 yılında yapılan Türkmençay antlaşmasıyla
Azerbaycan ikiye ayrılır. Aras’ın kuzeyi Ruslar’a, güneyi ise, İran’a kalır. Diğer
yandan Hazar Denizini de kontrol altına alan Ruslar, Kafkasya’yı altı eyalete
ayırarak merkezi Tiflis olan Kafkasya Umumi Valiliği’ne bağlar.
Bu tarihten sonra
Kuzey’de farklı bir siyasî ve ekonomik yapı kurulurken, Güney’de gelişme durma
noktasına gelir. Azeri dili ile eğitim veren okullar kapatılır. Gazete, dergi
ve kitap yayımına izin verilmez. XIX. asrın başlarına kadar Azerî edebiyatının
merkezi ve medenî muhiti olan Tebriz bu fonksiyonunu Tiflis’e devreder. Tiflis,
siyasî, ticarî ve kültürel bir merkeze dönüşür. Burada açılan Rus mektepleri de
ilk mütefekkir ve ilim adamlarını yetiştirmeye başlar. Avrupa ve Rusya’daki
fikir hareketleri ve diğer yenilikler kısa bir süre sonra Tiflis’e ulaşır,
buradan da süratle etrafa yayılmaya başlar. Bu ortam, Tiflis’te yaşayan Azerî
maarifçileri3 ve diğer münevverleri de derinden etkiler. XX. yüzyılın
başlarında İran, Kafkasya ve Osmanlı Devleti’nde meydana gelen meşrutiyet
hareketleri Güney Azerbaycan’ı da derinden etkiler. Afganistan’da yetişen
Cemalettin Efganî, Tercuman’ın kurucusu Gaspıralı İsmail ve Mirza Hasan
Rüşdiyye bu bölgede hürriyetçi ve meşrutiyetçi bir havanın doğmasında etkili
olurlar. 1905 yılında Rusya’da meydana gelen sosyalist devriminden sonra petrol
bölgeleri daha da önem kazanır. Din ve mezhep kavgalarıyla siyasî
karışıklıklar, gittikçe artan hürriyet ve meşrutiyet arzuları, 1907 yılında
İran’da Meşrutiyet ilanıyla sonuçlanır. İngilizler ve Ruslar tarafından İran
iki nüfuz bölgesine ayrılır. Bu sırada Tebriz’de bulunan meşrutiyetçiler de 1 Meşrutiyet
Dönemi, Modern Edebiyat’ın başladığı dönemdir. Rusların Kafkasya’ya girmesinden
sonra, İran’la yapılan Türkmençay Antlaşması’yla (1828) başlayıp, Pehlevî
Hanedanı’nın İran’a hâkim olmasıyla sona erer (1920). 2 Metin içindeki
dipnotlarda tarihten sonra bölü işareti ile gösterilen rakamlar, ya bir yazarın
aynı yılda basılan diğer eserlerini işaret eder, ya da ilgili eserin cilt
numarasını belirtir. 3 Maarifçilik: 17. ve 18. asırlarda Batı Avrupa’da ve 18.
ve 19. asırlarda Rusya’da etkili olmuştur. Feodalizmi tenkit eden bir
cereyandır. Halkın bilgilendirilmesini ve bilinçlendirilmesini amaçlar. Kısaca
maarifçilik, gelişme ve ilerleme idealini sembolize eder. 1144 Settar Han ve
Bağır Han’ın önderliğinde ayaklanarak, “Millî Encümen”i ilan eder. Ancak Rus ve
İngiliz güçlerinin yardımıyla bu hareket bastırılır. İnkılâpçıların çoğu
Kafkasya, Türkiye ve Avrupa ülkelerine kaçmağa mecbur edilir. Bağır Han
sürgünde öldürülür, gözaltında olan Settar Han da 1914 yılında vefat eder. 1917
yılında Rusya’da meydana gelen Bolşevik ihtilali bütün bölgeyi ilgilendirir.
1918 yılında Rus ordularının İran’dan ayrılmasıyla, daha önce İran’dan sürgün
edilen Hiyabanî Tebriz’e döner. Demokrat Parti’nin başına geçerek, “Azadistan”
devletini ilan eder (7 Nisan 1920). Kuzeyde de M. Emin Resulzâde’nin
başkanlığında “Cumhuriyet” ilan edilmiştir (28 Mayıs 1918). Azadistan daha bir
senesini doldurmadan İran güçleri tarafından yıkılır (11 Eylül 1920). Bu
hareketi destekleyen aydınlar öldürülür. Hiyabanî bir yıla yakın sürede Türkçe
eğitim-öğretim veren okullar açar. Türkiye ve Azerbaycan’dan ilim adamları
getirerek ders kitaplarının hazırlanmasında önemli katkılarda bulunur. Ayrıca
Tebriz’de bir “Yüksek Ticaret Mektebi” ve “Hayriye” adlı tiyatro ile merkezi
bir kütüphane kurar. Türkçe Neşriyatın önünü açar. Toprak reformu alanında
ciddi çalışmalarda bulunur. Hiyabanî döneminde yapılan bu çalışmaların G.
Azerbaycan’da edebiyatın gelişmesinde de önemli katkıları olur. Kafkasya’nın
Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra Kuzey Azerbaycan’da ticaret hayatı
canlanmış, siyasî ve içtimaî hayat da süratle değişmişti. Bu tarihe kadar her
iki Azerbaycan’da da birbirine benzeyen siyasî, içtimaî ve iktisadî şartlar,
Kuzey Azerbaycan lehine bozulurken, Güney Azerbaycan’da eski hayat tarzı aynen sürdürülmüştür.
Fakat dinî, edebî ve içtimaî alanlardaki münasebetler devam etmiştir. Kuzey’de
yeni gelişen edebiyat anlayışı, Güney’de çok fazla etkili olamamıştır. Batı
tesirindeki Azerbaycan edebiyatı, Rusların Kafkasya’ya girmesiyle başlar. XIX.
asırda Kafkasya’da başlayan Rus istilasının bir sonucu olarak da Azerî
edebiyatı iki kola ayrılır: Kuzey Azerbaycan’da edebiyat, Rus tesiri sebebiyle
çağdaş hayata göre şekillenmeye başlarken, Güney Azerbaycan’daki edebiyat
klâsik ananeleri içerisinde gittikçe sönükleşir, bir taklit ve nazire edebiyatı
halini alır. Klâsik edebiyat hem Kuzeyde, hem de Güneyde canlılığını
sürdürmektedir. Bu daha ziyade Fuzulî gibi güçlü bir şairi taklit ve eski
şairlere nazireler yazmaktan ileriye gidememiştir. Güneyde son derece güçlü
olan Tarikat edebiyatı, Kuzey’de Kazak ve Karabağ civarlarında bile tesir
uyandırmaya başlamıştır. Ayrıca Klâsik edebiyatın satirik şiir geleneği de
devam etmektedir. İçtimaî ve siyasî hayatla yakından alakalı olan Klasik şiir
ve edebiyat anlayışı günümüze kadar tesirini devam ettirir. En çok rağbet gören
nazım şekli gazeldir. Gazel, mevzuunu ve dilini değiştirerek yok olmaktan
kurtulur. (Akpınar, 1994: 39-40) “Bu devrin gazellerinde an’anevî şiir anlayışı
ve mevzuları yanında, gittikçe daha belirli bir hal almaya başlayan gerçek
insanî duyguların, ferdî his ve düşüncelerin ve reel hayat anlayışının ortaya
çıktığı görülür. Tasvir edilen sevgili artık muhayyel bir varlık değil,
canlıkanlı gerçek bir insandır. Devrandan şikâyet, gittikçe gerçekçi bir anlayışa
bürünerek içtimaî ve siyasî bir mahiyet kazanır.” Halk edebiyatı da kendi
tekâmülünü hızla sürdürürken, halk ve saz şairleri bu geleneğe uygun eserler
vermeye devam etmişlerdir. Sözlü edebiyat ile klâsik edebiyatın ananeleri
birbirinin içine girmiştir. Klâsik edebiyattaki Osmanlı ve İran edebiyatı
tesirini sürdürmektedir. Âşık tarzı şiirinin yanında, halk destanları,
masallar, maniler, fıkralar, bilmeceler gibi sözlü edebiyat nev’ileri de kendi
ananelerine bağlı olarak devam eder. XVIII. asırdan itibaren, halk edebiyatı
nazım şekilleri ve ifade hususiyetleri yazılı edebiyat üzerinde gittikçe
tesirini arttırmıştır. Modern Güney Azerbaycan edebiyatının oluşmasında bu
tarihî sürecin çok büyük ehemmiyeti vardır. XIX ve XX. Asırda cereyan eden
siyasî ve sosyal olaylar bütün Kafkasya’da olduğu gibi G.Azerbaycan’da da
realist bir neslin yetişmesinde önemli bir rol oynar. Bu nesil, modern Güney
Azerbaycan edebiyatının kurulmasında büyük gayretler sarf eder. Yüzyıllardan
beri devam eden klasik şiir ile halk şiiri geleneğinin yanında yeni ve çağdaş
şiir anlayışları ve nesir alanında önemli örnekler verilir. “Gazel, kaside ve
mesnevi türleri zamanla yerlerini manzum hikâye/ roman adı verilen poémalara
bırakır.” (Akpınar,1994: 39-40) Son iki asrın yetiştirdiği yazar ve şairler,
başta bölgede yaşanan sosyal ve siyasî olaylar olmak üzere halkın çektiği
sıkıntıları, sürgünleri, ümitleri, özlemleri ve birleşik Azerbaycan fikrini
dile getirirler. Modern edebiyatın kurulmasında bilhassa bu nesilden bahsetmek
gerekir. Bu nesil, Rusya’nın Kafkasya’da oluşturduğu sosyal ve medenî muhit ile
Rus idaresine girmiş Azerî aydınların çıkardıkları gazete, dergi ve yeni tarzda
açmış oldukları okullarda tebliğ etmeye çalıştıkları “maarifçilik” ve
“halkçılık” düşünceleri ile yetişir. Rusya, Türkiye ve İran’da meydana gelen
meşrutiyet hareketleri ve bu coğrafyada gelişen yenilikçi fikirlerden
etkilenirler. 1850’lerde doğan bu yenilikçi nesil, eğitim-öğretim
faaliyetlerine önem verir. Okul, kütüphane ve tiyatro gibi kendilerinden
sonraki neslin yetişmesini sağlayacak kurumların oluşmasında büyük gayretler
sarf eder. Ders kitapları kaleme alırlar. Sosyal hayatın modernleşmesi yönünde
büyük çabaları olur. Fikrî ve 1146 edebî faaliyetlerinin yanında
gazetecilik/dergilik yaparlar ve siyasetle uğraşırlar. Ayrıca hemen hepsi
bağımsız Azerbaycan idealinin de ateşli birer savunucularıdır. Güneyde gazete
ve degiciliğin giderek gelişmesi, edebî ve fikrî alanda da ciddi etkiler
yaratır. Tebriz ve çevresindeki matbuat faaliyetleri Kuzey’in etkisinde gelişir.
Hasan Bey Zerdabî’nin çıkarmış olduğu “Ekinçi” gazetesi, burada millî bir
matbuatın doğmasına yardımcı olur. Başlangıçta matbuat daha çok, dinî yayın ve
propaganda maksadıyla kullanılır. (Minesyan, 1935/1:244) Matbaanın dini
amaçlarla kurulması nedeniyle, kültürel hayata bir katkısı olmaz. Din dışı
eserler ise, XIX. asrın başlarına kadar Hindistan, İstanbul, Kazan ve Kahire’de
basılır. (A.İ.A.,1985:232; Ariyenpur,1932/1:229-230) İran’da matbaanın
gelişmesi 1924’ten sonra olmuştur. 1880 yılında Tebriz’de ilk özel gazete
çıkarılır.4 1884’te “Medeniyet” gazetesi yayınlanır. Bunları, “Rûznâme-i
Tebriz” (1880), “Şebname” (1894), “Elhatiyat” (1899), “Adalet” (1906),
“Hayrantaş” (1908), “Şeker“ (1909-Haftalık), “Edeb” ve “Kemal” (1900), “Gencine
Fünûn” (1904), “İttiyaç” (1907) adlı rûznâmeler takip eder. Bunların dışında
muhacerette yayınlanan “Ehtar”, “Hükümet” ve Elekber Dehhuda’nın İstanbul’da
Farsça olarak yayınladığı “Sürüş”ü da zikretmek yerinde olur. 1858 yılında
Tebriz’de yayınlanan “Azerbaycan” gazetesi ise, Güney Azerbaycan’daki süreli
yayınların ilk örneğini teşkil eder. Meşrutiyet’in ilanından sonra matbuat
alanında da bir canlanma görülür. Önce “Azerbaycan” (1907) dergisinin ilk
sayısı yayınlanır. Ardından “Mektep”, “Mücahit”, “Haşaratü’l-Erz”, “Ferverdin”
(Ürmiye), “Şefeg”, “Encümen” ve “İstiklal” gazeteleri çıkmaya başlar. Bilhassa
“İstiklâl” ve “Şefeg” gazeteleri demokratlar ile bağımsızlık yanlılarının
kalesi olur. Yine bu yıllarda Tebriz’de bir kısmı haftalık olarak “Kesalet”,
“Ümid”, “Azad”, “Ethat”, “Ehvet”, “Ablağ” ve “Mesbac”; Tahran’da “Carciye
Millet”, “Behlül”, “Keşkül”; Reşt’te “Nesime Şimal” ve İstanbul’da “Şeyda”
mecmuaları yayınlanır. Meşrutiyet İnkılâbı devrinde Güney Azerbaycan’da elliye
yakın dergi ve gazetenin yayınlandığını görmekteyiz. Bu sayede Azerbaycan
matbuatı, 4 İran’da ilk resmi gazetenin 1837 yılında yayınlandığı
bilinmektedir. Kuzey Azerbaycan’a ait ilk Türkçe gazete ise 1832 yılında
Tiflis’te “Tifliskie Vedomosti (Tiflis Ehbarı)” adıyla çıkarılmıştır.
Muhammedeli Terbiyet, ilk rûznâmenin 1819/1920 yıllarında Tebriz’de çıkarıldığı
ve yine bu tarihlerde litografya usulüyle “Encümen” adıyla bir gazetenin
yayınlandığını söyler. Bu konudaki daha geniş bilgi için kaynaklarına bakınız.
1147 demokratik ve millî çizgilere taşınır. Bu yayın organları aydınların
düşüncelerini halka yansıtmada önemli bir rol üstlenir. Tebriz’de oluşmaya
başlayan inkılâpçı ruhun da olgunlaşmasına zemin hazırlar. Yavuz Akpınar, Güney
Azerbaycan’da hatta İran’da yeni edebiyatın ilk temsilcileri arasında Abdurrahim
Talibov, Zeynelabidin Marağayi ve Mirza Ağa Tebrizî’yi gösterir. Buna, daha çok
eğitim ve gazetecilikle uğraşan Mirza Hasan Ruşdiyye, Mirza Ali Mö’cüz
Şebüsteri ve Mirza Mahmud Ganizâde’yi de eklemek gerekir. Hasan Bey Zerdabî,
C.Memmedguluzâde, Mirza Şafi Vazeh ve Mirza Fethali Ahundzâde mektebine
yakınlıklarıyla tanınan bu aydınlar, Güney Azerbaycan halkının içinde bulunduğu
durumu eserlerinde konu ederek gerici zihniyete savaş açarlar. Burada, Şeyh
Muhammet Hiyabanî (1880-1920) ve Seyid Cafer Pişevarî (1893-1947) den ayrıca
söz açmak gerekir. Son iki asırda G.Azerbaycanda meydana gelen tarihî sürecin
ortasında yer alan bu iki kahraman devlet ve fikir adamı da, Tebriz’de bağımsız
Türk devletinin ilanı ve modern hayatın kurulmasında önemli katkılarda
bulunurlar. Okul, kütüphane, tiyatro gibi eğitim kurumlarını açarak modern
edebiyatı kuran yeni neslin yetişmesinde çok faydalı olurlar. 1834 yılında
Tebriz’de doğan Mirza Abdurrahim Talibov (1834-1911), İran’daki meşrutiyet
inkılâbının hazırlanmasında ve bilhassa çağdaş eğitim düşüncesinin gelişmesinde
ve yaygınlaşmasında büyük katkıları olur. Ayrıca çağdaş Fars nesrinin de
mühendisi ve banisi olarak şöhret kazanır. Azerbaycan edebiyatının ilk realist
romancısı olan Zeynel Abidin Marağayi (1837-1910), Mirza Fethali Ahundzâde
mektebinin de takipçisidir. “İbrahim Beyin Seyahatnâmesi”adlı üç ciltlik
romanı, yakın doğuda maarifçilik idealinin yayılmasında önemli rol oynar.
Ayrıca İran’daki meşrutiyet inkılâbının ideolojik zemininin hazırlanmasında da
büyük tesiri olur. Eserde sömürüye, gericiliğe ve cahilliğe karşı çıkılır.
Mirza Ağa Tebrizî ( ? -1915), İranda ilk orijinal dram eserlerini yazar.
Eserlerinde İran feodal toplumunun durumunu, devlet idaresindeki gariplikleri,
rüşvetçiliği ve zulmü işler. Gazetecilikle de uğraşan Tebrizî, “Risale-yi
Ahlakiye” adlı ders kitabıyla da eğitim-öğretim tarihinde de yerini alır. Büyük
Türk eğitimcisi Mirza Hasan Ruşdiyye (1851-1944), usul-i cedid mekteplerinin
kurulmasında büyük çaba sarf eder. 1893 yılında Tebriz’de 1148 “Ruştiye Milli
Mektebi”ni kurar. Öğrencilerin Azerbaycan Türkçesiyle eğitim görmeleri için
büyük gayret sarf eder. Ruştiye, öğrencileri için Türkçe ve Farsça ders
kitapları yazar. Mirza Ali Mu’ciz Şebüsteri (1873-1934), genç yaşındayken
ailesini geçindirmek üzere İstanbul’a gelir. Burada İran halklarının
bağımsızlığı için çalışan siyasî teşkilatlarla ilişki kurar. Bu teşkilatların
yayınladığı gazetelerde çalışır. İstanbul’da oluşmakta olan Yeni Türk Edebiyatı
ile yakından ilgilenerek, Tevfik Fikret, M. Emin Yurdakul ve Namık Kemal gibi
şahsiyetlerin eserlerini inceleme fırsatı bulur. 1905 Rus inkılâbından sonra
vatanına dönüp mücadelesini burada sürdürür. “Molla Nasreddin”cilerin Güneydeki
en büyük temsilcilerinden olan Şebüsteri, eğitim ve kültüre önem verir.
Bilhassa kadın hakları konusundaki çabaları ve kız okulu açmak için gösterdiği
gayret dikkate değerdir. Dinî fanatizm, cehalet ve gericiliğe savaş açar. İran
Türk şiirinde sosyal satirik şiir dilinin temelini atan da odur. Mirza Mahmud
Ganizâde (1878-1935), gazeteci ve çevirmen olarak tanınır. Genç yaşta devrin
önemli isimlerinden Seyid Kemalettin Kaşanî ve M.Abdurrahim Talibzâde ile
tanışma fırsatı bulur. Kafkasya seyahatinden sonra Ürmiye’de Türkçe “Feryad”
gazetesini çıkarmaya başlar (1907). 1910 yılında Berlin’e gider. 1926 yılında
Tebriz’e döndükten sonra “Sehend”i çıkarır. Burada bağımsız Azerbaycan idealini
terennüm eder. Almancadan çevirdiği eserleri yayınlar. Bu kuşağa mensup isimler
arasında, “Bayram Ali Abbaszâde Hamal (1859-1926), Mirza Ali Siggetü’l-İslam
(1860-1890), Cafer Hamneî (1866-? ), Azer Tebrizî (1871-1938), Seyyid
Eşrefü’d-Din Gilanî (1872- 1934) isimlerini de zikretmek gerekir. Bu devirde en
büyük yenilik nesir alanında olur. İlk modern –diyebileceğimiz– roman/hikâye ve
tiyatro denemeleri de bu dönemde kaleme alınır. Nesir başlangıçta kuzeyin
tesirindedir. Bilhassa Ahundzâde’nin “Temsilat” adlı eseri, İran başta olmak
üzere, yakın doğuda çok ciddi tesirler uyandırır. Asrın sonuna doğru G. Azerbaycan’da
nesir tarzı Ahundzâde geleneği üzerine kurulur. Abdurrahman Talibov, “Kitap
Yüklü Eşek” (1888), “Sefine-yi Talibî, Ya Kitab-ı Ahmet” (c.I-II, 1894-1895),
“Mesail’ül-Hayat”, (c.I-II-III, 1906); Zeynelabidin Marağayı “İbrahim Beyin
Seyahatnâmesi”, (c.I-II-III, 1892,1906,1909) ve “Hayırhahların Yolu”,
(1905-1906) adlı eserleri kaleme alırlar. (Atatürk Kültür Merkezi, 2004/6: 520)
1149 Bu romanlar, daha çok Azerbaycan’da ortaya çıkan maarifçi anlayışla
yazılır. Pedogojik unsurların ve terbiye geleneğinin ön plana çıktığı bu
eserlerin bazılarında ise, sosyal-siyasî roman geleneğinin izlerine rastlanır.
A.Talibov’un seyahat tarzı ise çok ses getirir. Talibov’un“Kitap Yüklü Eşek” ve
“Talibin Gemisi” ile Marağayi’nin “İbrahim Beyin Seyahatnâmesi” romanları
G.Azerbaycan nesrinin gelişmesinde önemli katkıları bulunur. “Kitap Yüklü
Eşek”, Güney Azerbaycan ve doğu halklarının yaşayışlarını, davranışlarını ve
beklentilerini anlatırken, Azerbaycan nesrinde ilk maarifçi pedagojik roman
olan “Talibin Gemisi”, eğitim sisteminin skolastik düşünce ile dinî-mistik
yapıdan kurtarılması gerektiğini vurgular. Yazar çağdaş, ahlakî dünya görüşü
ile yeni medeniyet yollarını tebliğ eder. Eser, küçük Ahmet ile babası arasında
geçen bir sohbet şeklinde kaleme alınmıştır. Özellikle bu şekilde eğitim almış
Ahmet’in vatanperverliğinden bahsedilir. (Atatürk Kültür Merkezi, 2004/6:520)
“İbrahim Bey’in Seyahatnâmesi” (Kahire 1897) ise, klasik maarifçi neslin
sosyal-siyasî türünde kaleme alınır. Eser, İran halklarının içinde bulunduğu
yokluk ve imkânsızlıkları anlatır. Buna, dinî-feodalizmi, siyasî ve sosyal
yapıdaki gerici düşüncenin sebep olduğunu söyler. Bu düşünceye savaş açan
yazar, millî bir sosyal gelişmeyi sağlayacak yeniliklere işaret ederek,
bunların tahlili üzerinde durur. Bu romanlardaki maarifçi fikir, eğitim sistemi,
yönetim ve devlet anlayışı, vatandaşlık hukuku Avrupaî ölçüler esas alınarak
işlenmeye çalışılmıştır. Şüphesiz bu romanların realist İran nesrinin üzerinde
de derin bir tesiri vardır. Çünkü bu eserler, İran’daki durumlar gözetilerek
Farsça kaleme alınmıştır. Bu romanları, bir yandan M.F. Ahundzâde geleneğinin
devamı ve modern nesrin gelişmesinde ilk örnekler olarak kabul etmek, diğer
yandan yeni İran edebiyatının ilk eserleri olarak değerlendirmek yanlış olmaz
sanırım. Tiyatro, yeni gelişen edebî türlerdendir. İran kültür tarihinde bu
türünün geçmişte fazla bir önemi olmamıştır. İran’da Avrupaî anlamda ilk
tiyatro binası da Nasreddin Şah tarafından yaptırılmıştır (1850). 1870’li
yıllardan başlayarak İran’da “Temsilat”ın tesiri hissedilmeye başlanır. Mirza
Ağa Tebrizî, 1870’li yıllardan başlayarak dört komedi yazar. Bu komediler,
“Eşref Han’ın Sergüzeşti”, “Zaman Han’ın Sergüzeşti”, “Zaman Han’ın Bürücürde
Hakimiyeti, Şahkulu Mirza’nın Kirmanşah’da Sergüzeşti” ve “Ağa Haşim
Halhali’nin Aşkbazlığı” adlarını taşır. 1908 yılında ise “Tebriz tiyatrosu”
kurulur. Tebriz tiyatrosunun asıl gayesi millî ruhun yaratılmasına zemin
hazırlamaktır. “Mücessemeyi Artisthayi” adı verilen bu topluluk faaliyetlerini
1921 yılına kadar sürdürmüştür. 1916 yılında Şeyh Muhammed Hıyabanî’nin
katkılarıyla Tebriz’de “Hayriye Tiyatrosu” kurulur. Neriman Nerimanov, Celil
Memmedgulizâde ve kardeşi Elekber Memmedguluoğlu tiyatro faaliyetlerine katkı
sağlayarak, Tebriz’de tiyatro kültürünün yerleşip yaygınlaşmasına yardımcı
olurlar. 2. Pehlevî Devri Güney Azerbaycan Edebiyatı (1920-1978)5 1917 Bolşevik
ihtilalinden sonra, Rus ordusu İran’dan çekilir (1918). Hiyabanî’nin
başkanlığındaki Demokrat Parti’si tarafından “Azadistan” devleti ilan edilir (7
Nisan 1920). Hiyabanî, kısa zamanda, eğitim-öğretim faaliyetlerinden, toprak
reformuna kadar birçok alanda önemli işler başarır. Ancak daha bir yılını bile
doldurmadan “Azadistan” Fars güçleri tarafından yıkılır. Bundan sonra baskı ve
sansür dönemi başlar. 1920’lerin sonunda Azerbaycan ve Türkiye’deki alfabe
değişikliği ve Pehlevî rejiminin baskıları, Güney Azerbaycan Edebiyatının ana
kaynaklarını kurutur. Gelişim durur, hatta gerileme devri başlar. II. Dünya
Savaşı İran Türkleri için dönüm noktalarından biridir. Bu savaşta İran,
Kuzeyden Ruslar, Güneyden İngilizler tarafından işgal edilir. 11 Eylül 1941’de
Ruslar Tebriz’e girer. Pişeverî yıllarca hapis yattığı Kaşan zindanlarından
çıkar. Tebriz’e gelerek, “Azerbaycan Muhtar Hükümetini” kurar (21 Mart 1945).
Ardından sosyal reformlar yapar. Resmi dili Türkçeleştirir. Zıraat, sanayi ve
toprak reformu alanlarında ciddi adımlar atar. Tebriz’de bir üniversite
kurarak, eğitime son derece önem verdiğini gösterir. Bu çabalar basın hayatını
da etkiler. Art arda Türkçe gazete ve dergiler yayınlanır. Ancak bu durum uzun
sürmez. Şahlık rejimi, “Azerbaycan Muhtar Hükümeti”ni yasa dışı ilan ederek,
İngiltere ve Amerika’nın da desteğiyle Tebriz’i işgal eder. Şah güçleri,
özellikle toplumu ayakta tutan sanat ve edebiyat merkezlerine saldırır.
Kütüphaneleri yağmalayarak bütün Türkçe kitapları yakarlar. Basın üzerine ağır
bir sansür getirilerek aydınlar susturulur. Yazar, şair ve siyasetçilerin bir
kısmı öldürülürken, bir kısmı da sürgün edilir. Pişeverî fedaileri ile birlikte
Baku’ye sığınır. 1962 yılında “Ak Devrim” adıyla yapılan toprak reformu
başarıya ulaşamaz.1970’lerin sonuna doğru toplumun üzerindeki baskılar artar.
Kum ve Tebriz’de başlayan mitingler, Şah’ın ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanır.
1979 yılında İran İslam Cumhuriyeti kurulur. 5 Bu dönem, Pehlevî hanedanının
başa geçmesiyle başlayan yasaklar ve baskılar dönemi olarak kayda geçer.
1920’den sonra başlayan bu dönem, 1978 İran İslam Devrimine kadar sürer. 1151
1906 yılında İran’da meydana gelen meşrutiyet hareketleri, “Molla Nesreddin”in
Tebriz’e taşınması ve II. Dünya savaşının Modern G.Azerbaycan Edebiyatı’nın
gelişmesi, yeni neslin yetişmesi ve çağdaş eserlerin verilmesinde çok büyük
tesirleri vardır. Her ne kadar, Türkmençay antlaşmasıyla Azerbaycan ikiye
bölünse de, ilişkiler bilhassa II. Dünya savaşına kadar çeşitli şekillerde
sürmüştür. 1906 yılında İran’da meydana gelen meşrutiyet hareketleri Kuzey
Azerbaycan’lı aydınlar tarafından da desteklenir. 1920’de Tebriz’de kurulan
“Azadistan” adlı muhtar cumhuriyet, modernleşme eğilimleri gösterir. 1921’de “Molla
Nasreddin” dergisinin Tebriz’e taşınması buradaki fikir hayatının canlanmasına
sebep olur. Ayrıca dergi, modern anlamdaki Güney Azerbaycan edebiyatının da
temsilciliğini yaparak, çağdaş bir anlayışın oluşturulmasına da katkı sağlar.
II. Dünya Harbi’nde Sovyet ordusuyla bölgeye gelen Azerî aydınları Tebriz’de
kültürel hayatın canlanmasını sağlar. Bölgede bir millî hükümet kurulur. Ancak
Rusların geri çekilmesiyle bölge İran güçlerinin eline geçer. Halk ciddi
anlamda baskı ve sıkıntılara maruz kalır. Aydınlar hapishaneler ve sürgünler
marifetiyle susturulur. Bu dönem Güney Azerbaycan edebiyatı daha çok bir sürgün
ve hapishane edebiyatı haline dönüşür. Halk edebiyatı, bilhassa âşıklık
geleneği, Güney Azerbaycan edebiyatını besleyen önemli kollardandır. G.Azerbaycan’da
Halk Edebiyatı XX. asrın başlarına kadar Kuzey’le paralel devam etmiştir. XIX.
asrın sonlarından itibaren gittikçe sönükleşen ve bir nazire edebiyatı halini
alan eski edebiyat, bölgede âşık edebiyatının gelişmesine ve öneminin artmasına
sebep olur. Asrın başlarındaki folklor ürünlerinin tespiti ve derlenmesi
çalışmaları, hem âşıklık geleneğinin canlanmasına hem de modern edebiyatın tema
ve biçiminin şekillenmesinde son derece etkili olmuştur. Ayrıca, Modern İran
edebiyatında meydana gelen gelişmeleri yakından izleyen, Fars dilini iyi bilen
aydınların yetişmesi de, modern edebiyatın gelişmesine az da olsa katkı
sağlamıştır. II. Dünya savaşından sonra yayınlanmaya başlayan çeşitli gazete ve
dergiler ile yeni kurulan dernek, meclis ve partiler ve bunların yayın
organları, yaşlı ve genç kuşağı bir araya getirerek edebiyat, sanat ve kültür
alanlarında adeta birer okul mahiyetinde çalışmışlardır. Güney Azerbaycan
edebiyatının gelişiminde matbuatın rolü çok büyüktür. Ancak Pehlevî Hanedanın
hâkimiyetiyle matbuat faaliyetleri durma noktasına gelir. Kuzeyle olan
ilişkiler kopar. 1921 yılında Tiflisten 1152 Tebriz’e taşınan “Molla Nesreddin”
dergisi de bir süre sonra kapanır. Büyük zorluklarla yürütülen matbuat
faaliyetleri bu şekilde son bulur. 1941 yılına kadar bu alanda ciddi bir
gelişme görülmez. Bu tarihlerde matbuat alanında görülen canlanma Rus orduları
ile birlikte Güney’e gelen Küzey’li aydınlar vasıtasıyla olur. Kısa sürede
kurulan çeşitli dernekler ve bu derneklere bağlı yayın organları, edebiyatın
yönünü değiştirir. 1941 yılı Güney Azerbaycan matbuatının en parlak ve zengin
devri olarak dikkati çeker. Bu yıllarda “Baba Şemal”, “Çilinger”, “Maslahat”,
“Yeni Şerg” gibi dergiler dikkati çeker. (İsmailzâde, 1983/4:64); Ayrıca
Tebriz’de, Farsça ve Türkçe olarak: “Tebriz”, “Şahin”, “Feryad”, “Azerbaycan”,
“Edebiyat Sahifesi”, “Vatan Yolunda”, “Ehter Şimal”, “Azerbaycan Ulduzu”;
Erdebil’de “Yumruk”; Ürmiye’de ise, “Kızıl Asker” gazeteleri yayınlanmıştır.
Aynı yıl dikkati çeken bir başka matbuat organı da, “Gencine-i Fünûn”
mecellesidir.1944 yılında “İhtiyaç” rûznâmesi neşredilir. Türkiye’de çıkmış
olan “Ehter” ve “Hikmet” gazeteleri oldukça geniş bir şöhret elde etmişlerdir.
1945 yılında Pişeverî hâkimiyetinin başlamasıyla Güney Azerbaycan’ın sosyal, kültürel
ve siyasî alanlarında da bir takım değişikler olur. Bu durum, matbuatın
gelişiminde de önemli bir rol oynar. Kısa zamanda Tebriz ve çevresinde çok
sayıda gazete ve dergi yayınlanır. Bu dönemde dikkati çeken en önemli gazete,
Azerbaycan Demokrat Fıkrası tarafından neşredilen “Azerbaycan” gazetesidir.
1946 yılı Güney matbuatının tekrar karanlığa mahkûm edildiği yıldır. Bu devirde
Azerbaycan matbuatı; Erdebil’de “Cövdet”, Zenqan’da “Azer” ve Urmiye’de “Urmi”
rüznâmeleriyle var oluş mücadelesine devam eder. 1946-1979 yılları arasında
Güney Azerbaycan’da başlıca şu matbuat organları neşrolunmuştur: “Azerabadegan”
(Tebriz, 1948), “Azermerd” (Tebriz, 1950), “Merdane Merz” (Tebriz,1947),
“İrade-yi Azerbaycan” (Tahran, 1949), “Neşriyye Daneşgede-yi Edebiye” (Tebriz,
1948). 1921’de Tebriz’e taşınan meşhur “Molla Nasreddin” dergisi diğer sanat
dallarında olduğu gibi, Güney Azerbaycan halkının tefekkür ve anlayışında da
ciddi bir yenilik ve canlılık getirir. Bu durum Güney Azerbaycan şiirine de
açık bir tesir gösterir. Bu dergi modern anlamdaki Güney Azerbaycan şiirinin
temsilciliğini yapmış olan Bayrameli Abbaszâde, M.Manafzâde Sabit, M. Mö’cüz
gibi şairleri kendi çatısı altında toplayarak, çağdaş anlayışın oluşturulmasına
katkı sağlamıştır. XX. yüzyılın sosyal ve siyasî şartları sadece halk
şairlerini değil, aynı zamanda da klasik şairleri yakından etkilemiştir. Bu
etkileşimin sonunda klasik şairler sevgi ve eğlence gibi konulardan
uzaklaşarak, sosyal ve içtimaî konulara eğilmişlerdir. Son dönemlere kadar
etkisini devam ettiren klasik şiir yanında, tarikat edebiyatı ve satirik şiir
geleneği de devam etmektedir. En çok rağbet gören nazım şekli hala gazeldir.
Şair ve yazarların bir kısmı kendi ana dillerinin yanında Farsça’yı da
kullanmışlardır. Fuzûlî geleneğini korunmaya çalışan bu anlayış, halkın sosyal
taleplerine, istek ve arzularına pek de cevap vermediğinden, taklitçilikten
öteye gidememiştir. Ancak yine de, gazel türünde, Heyran Hanım, Şükûhî, Nebatî,
Racî ve Dilsûz gibi şairler güzel ve başarılı örnekler vermişlerdir. 1920’den
sonra Pehlevî rejiminin baskı ve sansürleri soncu genel olarak edebiyatta bir
yavaşlama ve gerileme devri başlar. 1930’lu yıllardaki M. Mö’cüz’un satıraları;
Şehriyar’ın şiirleri; Mehemmedali Saffet, Habib Sahir, Pervin, Mirmehdi E’timad’ın
itiraz ruhlu şiirleri istisna edilirse, bu dönem Güney Azerbaycan şiiri,
hayatın gerçekliklerini aksettirmekten uzak edebî örnekler olarak kalır. Bu
dönem şairleri arasında Farsça ile ortaya konan “yeni şiir” anlayışında
Azerbaycan ve bilhassa Türkiye şairlerinin de önemli katkısı olmuştur. Fars
şiirinde eski kalıpları kıran ve bu alanda yeni bir çığır açan şairlerin
başında Mirza Cafer Hamneî, Mirza Taki Rıfat ve Şemsi Hanım Kesmai gelir.
Ayrıca bu dönemde Arapça şiir yazma geleneğine karşı çıkılarak “Şuûbiler
Hareketi” oluşturulur. Bu hareket içerisinde yer alan İbni Guteybe Yesar’ın da
Azerî olduğu belirtilir. Bu hareket, Güney Azerbaycan şiirinde öze dönüşün ilk
adımıdır denilebilir. Güney Azerbaycan Edebiyatında modernleşme bilhassa şiir
alanında kendini gösterir. II.Dünya Savaşında, Rusların G. Azerbaycan’a
girmesiyle edebî alanda da bir canlılık başlar. Kuzeyli aydınların da
yardımıyla kurulan “Şairler Cemiyeti” ve “Vatan Yolunda” gazetesi bütün
aydınları etrafında toplamayı başarır. Mirza İbrahimov, Cafer Handan, E.
Mehmedhanlı, Süleyman Rüstem, Evez Sadıkî, Gulam Mehmedli, Seyfettin Dağlı,
Gilman Musayev ve diğerlerinin çabalarıyla şiir evvelki dağınıklığından,
kötümserliğinden ve pasifliğinden kurtulur. Gazel/kaside formlarından yavaş
yavaş kurtularak yeni şekillere ve mazmunlara doğru yol alır. Millî azatlık,
hürriyet ve bağımsızlık konularında bir ihtilal olur. II. Dünya Savaşı
yıllarında şiirde üç ana mevzu dikkati çeker. Bunlar, vatan sevgisi, faşizme
nefret ve bağımsızlığa çağırıştır. 1945’ten sonra Güneydeki sosyal ve siyasî
havanın değişmesiyle, şiirde de değişim kendini 1154 gösterir. Millî meseleler
ana konu olmaya başlar. Birlik ve beraberlik gibi kavramlar daha çok işlenir.
Şiirlerdeki poetik keyfiyet giderek artmaya başlar. M.Düzdüzanî’nin “Teze İle”
ve “Kalem Azad, Ülke Azad” şiirleri, yeni bir bahar müjdesi gibidir. Guluhan
Borçali’nin, gazel formunda yazdığı şiiri, coşkun ve şairane ifadelerle
dikkatleri çeker. Musa Tahir, mescid ve zait gibi klasik edebiyatın
kavramlarıyla Pişeverî hareketini alkışlarken, onu adeta mukaddesleştirir.
Direfşî’nin “Sözün Ahırda Yeritti”, Kemalî’nin “Millî Meclise”, Y.Şeyda’nın
“Sen Deyen oldu, Men Deyen?”, Guluhan Borçalı’nın “Gelem Azad, Dil Azad”,
M.Mehdi E’timad’ın “Yeni Heyatımız”, Eli Fitret’in “Meclis-i Milliye” gibi
şiirleri de bu kabildendir. “Azatlık” Hükümetinin yıkılmasından sonra, baskı ve
sansür yeniden şiddetlenir. Bilhassa dil üzerindeki baskılar artar. Bu baskılar
şairlerin “Ana dili” mevzuuna yönelmesini sağlar. Eli Fitret, Ebulfeth Hekimî,
M. E’timad, Mehemmet Bağır Nıknam ve M. Çavuşî’nin ana dilini konu alan
şiirleri yayınlanmaya başlar. Ebulfeth Hekimi’nin “Şadlık Neğmesi”, Mehemmet
Bağır Nıknam’ın “Doğma Dilim” şiirleri bu konuya yeni bir bakış getirir. II.
Dünya Harbi ile birlikte kuzeyde gelişen yeni edebiyat, bilhassa mevzu
bakımından güneyde etkili olur. Sovyet Azerbaycan’ında yeni kurulan sosyal
hayat ve komünizm, burada da övücü bir şekilde yer alırken, bir yandan da savaş
ve savaşa bağlı olarak “kahramanlık” (fedailer) mevzuu işlenir. Başta
Meşrutiyet devrinden bu yana bağımsızlık mücadelesi yapan Settar ve Bağır
Hanlar ile Azerbaycan tarihinin derinliklerinde yer alan Babek, Fuzûli ve Şah
İsmayil gibi kahramanlar övülür. M. E’timad’ın “Ana Yurdum”, “Veten” marşları,
“Tebrizim” şiirleri; Mirhesenzâde’nin “Ananın Nesiheti” koşması, Süleyman
Emin’in “Malik ve Neriman” poemi kahramanlık mevzularını işler. Bu devrin
şairleri arasında 1900’lerde doğan; Habib Sahir (1903- 1985), M.Hüseyin
Şehriyar (1905-1988), Mir Mehdi Çavuşî (1909-1967), Coşğun (1910-1979), Mir
Taği Milanî (1914-1980), Aşık Hüseyin Cavan (1916-1985), Muhammet Biriya
(1914-1989) ile 1920’lerde doğan Nemini Eyup (1920- ), Hamit Nutki Aytan
(1920-1998), Muhammet Bağır Niknâm (1921-1946), Balaş Azeroğlu (1921- ), Mahmut
Takî Zöhtabî (1923-1998), Haşim Terlan (1924- ), Ali Tüde (1924- ), Yahya Şeyda
(1924- ), Muzaffer Dirafşî (1925- ), İsmail Caferpur (1925-1977), Hekime
Billurî (1926- ), Medine Gülgün (1926-1991), Söhrap Tahir (1926- ), Bulut
Karaçorlu 1155 Sehend (1926-1980), Sönmez (Kerim Meşruteçi, 1928- ), Ali
Tebrizî (1929- 1997), Hüzeyin Tebrizî (1931- ) ve Nesir Payegzar (1932- )
sayılabilir. Ancak Güney Azerbaycan’da çağdaş edebiyatın temellerini atan
isimler arasında Habib Sahir, Dr.Cevat Heyet ve Şehriyar gösterilebilir.
İstanbul’da eğitim gören Habib Sahir (1903-1985), Celal Sahir’i çok sevdiği
için onun adını kendine mahlas olarak kullanır. Batı tesirinde gelişen Türk
şiirini benimseyerek, Türkiye üslûbuyla şiirler yazar. Sahir bu tutumuyla,
Güney Azerbaycan’daki şairler üzerinde önemli bir etki yaratır. Hatta Güney
Azerbaycan şiirinde “Sahir Mektebi” doğmasına neden olur. Türkiye’den Döndükten
sonra Tebriz’de genç kuşağın eğitim ve öğretimi ile meşgul olur. Ancak resmi
ideoloji tarafından sürgün edilir. Güney Azerbaycan’ın şairlerinin önderi hiç
şüphe yok ki, Mehemmed Hüseyin Şehriyar’dır (1905-1988). Şair, gerçek anlamda
millet fedaisi ve sanat adamıdır. O, memleketinin meseleleri ile bağımsızlık
konusundaki düşüncelerini, ustaca kullandığı kalemiyle adeta keskin bir kılıca
çevirerek sunar. Sanatın bir milletin bağımsızlık anlayışında ne denli önemli
bir rol oynadığını gösterir. Şair, esaret ve zulümden kurtulmak için yiğitçe
haykırdığı şiirlerinde; Güney Azerbaycan’ın önderi, fedaisi ve çilekeşi
durumundadır. Yüreği Güney Azerbaycan’ın bağımsızlığı için çarpan bir lider ve
büyük bir kahramandır. (Kafkaslı, 2002/5:56; Gedikli, 1991:15- 48; Akpınar,
1994:486) Şiire gençlik yıllarında başlayan Mir Mehdi Çavuşî (1909-1967),
M.Elekber Sabir ve Hüseyin Cavid’in şiirlerinden etkilenir. İlk şiirleri
II.Dünya Savaşı yıllarında “Veten Yolunda” ve “Azerbaycan” gazeteleri ile bazı
dergilerde yayınlanır. Şiirlerinde vatan, millet ve bağımsızlık temalarını
işler. (Elm, 1988/3:136) Balaş Azeroğlu (1921- ) ise, bir çok siyasî ve edebî
faaliyetin içinde yer alır. Şiirlerini Azerî Türkçesi ve Rusça ile yazar.
İran’da çağdaş Türk edebiyatının gelişmesinde büyük etkisi olur. Şiirlerinde,
Azerbaycan Türkünün bağımsızlık taleplerini ve geleceğe bağlı umutları işler.
30’dan fazla eseri vardır. “Menim Neğmelerim” (1952), “Seher Şefegleri” (19539,
“Ele Oğul İsteyir Veten” (1961), “Seçilmiş Eserleri” (c.I, 1958; c.II, 1970),
“Bu Günüm Sabahım” (1978), “Bir Kürsü İsteyirem” (1989) adlı eserleri önemlidir
(Elm, 1988/3:157; Kafkaslı, 2002/5:282) Ali Tüde (1924- ) ise, çocuk denecek
yaşta şiire başlar. II. Dünya savaşından sonra Baku’ye sığınmak zorunda kalır.
İlk kitabı “Cenub 1156 Neğmeleri” (1950) burada yayınlanır. Bahtiyar Vahabzâde
ve Halil Rıza, onu, hassas ve vatanperver bir şair olarak değerlendirerek,
şiirlerindeki derin yangının “Araz” derdinden kaynaklandığını söylerler.
“Bakı’nın Işıgları”, “Veten Sevgisi”, “Mehbusların Son Sözü”, “Şimal Hesreti”,
“Gartal”, “Sevinç”, “Heyat Sınağı”, “Neğmeli Geceler”, “Aras Üste Palıd”,
“Gecikmiş Vüsal” ve “Méne Ele Bahma” adlı eserleri bulunur. (Elm, 1988/3:215)
Başarılı bir tıp doktoru olan Cevat Heyet (1925- ), daha çok neşriyat sahasında
önemli hizmetlere imza atar. İyi bir edip ve tarih araştırmacısı olan Heyet,
ayrıca iyi bir filolog, edebiyat tarihçisi ve teşkilatçıdır. “Varlık” (1979) ve
“Daneşe Pezeşki” (Tıbbi Bilik) (1963) adlı dergileri çıkarır. Varlık, çağdaş
Güney Azerbaycan Edebiyatı’nın şekillenmesinde, yeni nesillerin yetişmesinde ve
geniş kitlelere ulaştırılmasında son derece önemli bir rol oynamıştır.
(Kafkaslı, 2002/6:533) II. Dünya harbinden sonra Türkçe neşriyatın tamamen
yasaklandığı günlerde, Şehriyar’la birlikte, manzumeleri elden ele dolaşan
Bulut Karaçorlu Sehend (1926-1980), şehriyar’dan sonra Güney Azerbaycan’ın en
kudretli şairidir. Şairler meclisi’nin edebî ortamında yetişir. Bir müddet
hapis yattıktan sonra siyasî faaliyetlerden uzaklaşarak, edebî ve kültürel
faaliyetlere yönelir. Dede Korkut Destanları’ndan etkilenerek yazdığı “Sazımın
Sözü” ve diğer eserlerinde Azerbaycan Türklerinin içinde bulunduğu durumu canlı
bir halk dili ile ve zengin edebî sanatlarla; oldukça renkli ve gerçekçi bir
şekilde tasvir eder. Hekime Billurî (1926- ), II. Dünya Savaşınadan sonra
vatanını terk etmek zorunda kalan şairlerdendir. Baku’de tahsiline devam eder.
Gazeteci ve akademisyendir. Şimdiye kadar 18 eseri yayınlanır. “Menim Arzum”,
“Heyat Yollarında”, “Mubareze İllerinde”, “Şé’rler”, “Seher Güneşi”, “Bir de
Bahar Gelse”, “Senden Uzaklarda”, “Çınar Gözleyir Meni”, “Apar Meni O Yerlere”
adlı eserleri vatan hasretiyle yazılmış şiirlerle doludur. Medine Gülgün
(1926-1991), şiir yazmağa 1944 yılından sonra başlar. İlk şiirleri “Veten
Yolunda” gazetesinde yayınlanır. 1946’dan sonra Baku’ye sığınmak zorunda
kalanlardandır. Güney Azerbaycan şiirinin gelişmesinde önemli katkıları olur.
Halkın geleceğe olan ümidini ve bağımsızlık düşüncesini işler. “Tebriz’in
Baharı”, “Savalan’ın Eteklerinde” (1950), “Hetirelerin Neğmesi”, “Tebriz Gızı”,
“Sulhun Sesi”, “Yadigâr Üzük”, “Pervane”, “Firidün”, “Yorabilmez Yollar Meni”
adlı eserleri bulunmaktadır. Söhrap Tahir (1926- ) 1941 yılından sonra şiir
yazmağa başlar. İlk şiirlerinde vatanperverlik duyguları ile inkılâp döneminin
mücadele anlayışını işler. 1946’dan sonra Baku’ye giderek burada tahsiline
devam eder. 1958’de Azerbaycan Yazıcılar Birliği tarafından Moskova’da edebiyat
kursuna gönderilir. Burada Türk dünyasından gelen diğer şair ve yazarlarla
tanışır. Azerbaycan’ın büyük şairlerinden Memmed Araz kendisiyle tanıştıktan
sonra Güney Azerbaycan’ı konu alan şiirler yazar, Hatta soyadı olarak “Araz”
ismini alır. Buradaki yıllar Tahir’i olgunlaştırır ve sanatında ciddi bir
gelişme sağlar. 15’ten fazla kitabı vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
“Heyat Şiirindir” (1963), “Gırılan zincirler” (1965), “Men seni Görmüşem”
(1967), “Gel Görüşek” (1968), “Ateş Bulağı” (1977). Bu arada âşık geleneğinden
gelen şairlerden de bahsetmek gerekir. Âşıklık geleneğinin yanında, modern
şiirin gelişmesine de katkı sağlayan şairlerden biri olan Aşık Hüseyin Cavan
(1916-1985), XX. Yüzyıl Azerbaycan ve İran Klasik Âşık edebiyatının en usta
temsilcilerindendir. 1940’tan sonra meşhur olur. Âşıklık geleneğinin gelişmesi
ve yayılmasında önemli katkıları olur. Gence’de doğan Aşık Şehnazî (1929-1995)
de, Sovyet ordusuyla İran’a gelen aydınlardandır (1941). Burada “Molla Mirza
İbrahim Mektebi”ne devam eder. 1966’da Tebriz’e yerleşir. Ana dili ile şiirler
yazar. Şiirlerini, “Bu Torpağlıyam”, “Veten Oğluyam” kitaplarında toplar. II.
Dünya Savaşından sonra Güney Azerbaycan şiirinde vatan mevzuu ön plana çıkarak
sürükleyici bir güç durumuna gelir. Azerbaycan’ın bölünmesi, bu bölünmeden
duyulan rahatsızlıklar ve Azerbaycan halkının esaret altında çektikleri daha
cesaretli bir şekilde dile getirilmeye başlanır. Böylelikle Güney Azerbaycan
şiirinde muharebe ve bağımsızlık mevzuları sık sık dile getirilen konular
arasına girer. Şehriyar’la başlayan bağımsız birleşik Azerbaycan ideali,
Gaflantı, Eloğlu, Aydın Tebrizli, Cemşid, Şeybanî, Eldar Muganlı, Hasan
Ildırım, Hamit Nutkî, Daşgın, Haver Gehremanî, Böyük Resuloğlu, Mehemmed
Elizâde gibi şairlerin yaratıcılıklarında bir ruh olarak yaşamaya devam eder.
Boyle güçlü bir köke dayanan ve önderliğini Şehriyar’ın yaptığı Güney
Azerbaycan şiiri bağımsızlık mücadelesinde de coşkun bir asker edası ile
vuruşur. 1940’lı yılların başlarında Güney Azerbaycan’da millî şuur gelişmeye
başlar. “Vatan Yolu” gazetesini kurduğu “Şairler Meclisi” Azerî aydınları
arasında filizlenmeye başlayan millî şuuru diri tutmaya çalışır. Zira 1158 bu
mecliste yer alan şairler, istibdat aleyhine sert itirazlarda bulunarak,
eserlerinde inkılâpçı bir ruh taşıyan lirik kahramanı idealize ederler. Bu
kuşak, gençler üzerinde derin bir etki yaratırken, millî şuurun gelişmesinde ve
bağımsızlık temasının belirginleşmesinde de son derece etkili olur. Guluhan
Borcalı, Kemali, Yahya Şeyda, Ali Fitret gibi şairler bu anlayışın
yerleşmesinde önemli bir rol oynarlar. Yazdıkları şiirlerle milli meclisin
önemini ve Güney Azerbaycan halkında uyanan ümidi dile getirirler. Pişeverî
Hükümeti’nin güneyde uyanan millî düşünceye ciddi tesiri olmuştur. Ancak Millî
Hükümet’in yıkılmasıyla Güney Azerbaycan şairleri de yeni bir anlayışa yönelmek
zorunda kalırlar. Bu dönemde ağır baskı ve takipler uygulanır. Hapishaneler ve
sürgünler marifetiyle aydınlar susturulur. Bu itibarla bu dönem Güney
Azerbaycan şiiri, sürgün ve hapishane şiirine dönüşür. Güney Azerbaycan halkı
üzerinde uygulanan bu baskılar, millî şuurun daha da güç kazanmasına sebep
olur. 1960 yıllardan itibaren Güney Azerbaycan edebiyatında başlayan Kuzey yakınlaşması
şiirde de kendini gösterir. Özellikle, A.Mehzunî, Sehend, Hamit Nutkî, Barış,
Sahir, Savalan, Sönmez, Türkoğlu, Haşim Tarlan, Rıza Paşazâde gibi şairler
kuzeydeki kardeşlerine seslenerek, karşılıklı alâka yaratılmasına gayret
gösterirler. Güney şiirinde önemli kollardan biri de “satıra” şiiridir. Mizah
edebiyatı M.Elekber Sabir ve M.Ali Mö’cüz’ün bütün Kafkasya’da etkili olan
satıra geleneğine dayanır. Yoğun bir baskı ve sansür altında yaşayan Güney’li
şairler açıktan söyleyemediklerini mizah yoluyla ifade eder. Güneyde bu şiirin
temelini atan M.Ali Mö’cüz’dür. Bu geleneği devam ettirenler arasında Elekber
Pakzad Haddad, İbrahim zakir, Mirza Hüseyin Kerimî, Nesir Peyekzâr, Muzaffer
Direfşî, Ali Ataiyye, Mecid Sabbağ İranî isimleri sayılabilir. Satıra sahasında
bilhassa Mirza Hüseyin Kerimî, Ali Ataiyye, Mecid Sabbağ İranî’nin ayrı bir
yeri vardır. Kerimî’nin “Rengârenk”, İranî’nin “Çiğan Viğan” ve “Çığır Bağır”ve
Ataiyye’nin gazete ve dergilerde yayınlanan şiirleri toplumun ekonomik
durumunu, devlet dairelerinin işleyişini ve rejimin baskılarını anlatırlar.
Güney Azerbaycan’da modern nesir, Abdurrahim Talibov, Zeynelabidin Marağayi,
Memedali Menafzâde’nin yazmış oldukları hikâye ve romanlarla ilk örneklerini
verir. Ancak Güney nesri bir takım tarihî ve sosyal nedenlere bağlı olarak bu
gelişmeyi sürdüremez. İkinci Dünya savaşından sonra bu alanda önemli
kıpırdanmalar görülür. 1159 Yavuz Akpınar, Ali Tebrizî’nin halk hikâyeciliğinin
geleneklerinden faydalanarak kaleme aldığı iki ciltlik “Şah İsmail” adlı eserini
roman türünün güneydeki ilk Türkçe örneği olduğunu söyler. 1945 yılında kurulan
Millî Hükümet’le birlikte, Güney Azerbaycan nesri, büyük bir ivme kazanarak,
tamamen inkılâbî bir karaktere bürünür. Bu dönemde bir takım Türkçe gazete ve
dergilerin yayımlanması Güney Azerbaycan nesri için önemli bir mesafe sayılır.
Millî Hükümet’in lağvedilmesinden sonra da eserlerde belirgin olarak, geçmiş
inkılâpların tesirleri işlenir. Bu durum, Güney Azerbaycan yazıcıları arasında
aynı temada birleşen, fakat çok renkli ve farklı bir nesir edebiyatı
yaratılmasına da zemin hazırlar. Bu dönemde; Fethi Hoşginabi, Gulameli Semsan,
Mirze Hasan Rüşdiyye, Genceli Sebahî, A.Azerî, V.Mehrî, Tufarganlı Hüseyin,
Abbas Penahî, E.Tebrizli, Rehim Degig, Hebib Sahir, E.Ağçaylı, H.Alpamış,
M.Güloğlan, Mehemmedeli Ocagverdi, Gulam Ocagverdi, Gulamhüseyin Saedi, Mürteza
Mecidver, Samed Behrengi, H. M. Savalan, Abbas Mahyar, B.Süteyif, Dilcuyî,
Nasir Manzurî, Penah Makulî, Mehemmedrıza Afiyet, Söhrap Tahir, V.Mehdî, Hamid
Memmedzâde, Firuz Sadıkzâde, Kahraman Kahramanzâde gibi yazarlar yetişir. Ancak
bunların içerisinde; Abbas Penahî Makulî, Genceli Sebahî, Fethi Hoşginabî,
Hamit Mehemmedzâde, Kahraman Kahramanzâde ve Samet Behrengi’nin isimlerini ayrı
tutmak lazımdır. Abbas Penahî Makulî (1902-1971), Edebiyata şiirle başlayan
Makulî, roman ve hikâyeleriyle şöhret kazanır. 1925 yılında iri hacimli
“Perişan” hikâyesi, “Yeni Fikir” gazetesinde yayınlanır. 1946 yılında Baku’ye
yerleşir. Burada edebî çalışmalarının en verimli devri başlar. “Sırlı Çoban”,
“Muradizler” romanı ile “Gırmızı aşıglar”, “Tebriz geceleri” hikâyeleri vardır.
Ölümünden sonra “Heyder Emioğlu” ve “Hiyabani” adlı romanları yayınlanır.
(Kafkaslı, 2002/4: 465) Genceli Sebahî (1906-1989), 1930 yıllarında hikâye
yazmaya başlayan Sebahî, 1935’te Leningrat’a gider. Burada edebiyat tahsili
alır. Üç ciltlik Edebiyat Tarihi vardır. Hikâyelerini İran İslam Devriminden
sonra “Gartal” ve “Heyat Fecieleri” adlarıyla yayınlar. “Gecelik Gün”, “Büyük
dayag”, “Pervane” romanları ile “Perviz’in Heyati”, “Anama Deyerem Ha”,
“Medine’nin Üreyi” hikâyeleri vardır. (Kafkaslı, 2002/5:476) Fethi Hoşginabî
(1922-1989), 1946’dan sonra Baku’ye sığınanlardandır. Hikâye, roman ve tiyatro
eserleriyle tanınır. “Ata” (1959), “İki Gardaş” 1160 (1959) romanları; “İki
Dost” (1951), “Son Bayragdar” (1954), “Hekâyeler” (1956), “Merhemet ve Nifret”
(1965) hikâyeleri ve “Séyavuş”, “Bijen”, “Menije” piyesleri bulunur. Hamit
Mehemmedzâde (1924-2000), 1946’dan sonra vatanını terk etmek zorunda kalan
aydınlardandır. 1958 yılında Azerbaycan Yazarlar Birliği’ne dahil olur. Bu
tarihten sonra hikâyeleri düzenli olarak devrin matbuatında görünmeye başlar.
Hikâyelerini, “Hikâyeler” (1957), “Futbolçu” (1959), “İlk Mehebbet” (1966)
kitaplarında toplar. Bu hikâyelerde işçi ve köylülerin ağır yaşam şartları
tasvir edilir. Ayrıca hürriyet ve bağımsızlık konularını işler. (Kafkaslı,
2002/5:569) Kahraman Kahramanzâde (1913-1990), 20’li yaşlarda hikâye yazmaya
başlayan Kahramanzâde’nin ilk hikâyeleri, “Gızıl Gence” gazetesinde yayınlanır.
Sonraki yıllarda yazdığı hikâyelerinden; “Muhacirler Destesi” (1944) Tebriz’de;
“İftira” (1963), “Tozlu Palto” (1965), “Ayrılıg” (1971), “Gırmızı Başmag”
(1974), “Bayraksız Adam” (1981), “Tanınmayan Konag” (1989) Bakü’de yayınlanır.
(Kafkaslı, 2002/6:517) Samet Behrengi (1939-1968), Çağdaş Azerbaycan Türk ve
Fars nesrinin -özellikle çocuk edebiyatı sahasında– en büyük temsilcilerinden
biridir. Hikâyeleri daha çok çocuklara yöneliktir. Eserlerinin çoğunda yoksul
çocukların hayatlarını konu alır. “Balaca Gara Balıg” kitabı yurt dışında ödüle
layık görülür. Genç yaşta vefat eden Behrengi’nin, “Balaca Gara Balıg”, “Bir
Hulu, Min Hulu”, “Ulduz ve Garğalar”, “24 Saat Yuhuda ve Ayıglıgda”, “Çuğundur
Satan Oğlan” ve “Gar Denesinin Següzeşti” adlı hikâyeleri vardır. (Kafkaslı,
2002/6:551) Ayrıca, Seyyid Cafer Pişeveri’nin “Zindan Hatıraları” adlı eseri de
Güney Azerbaycan edebiyatında hatırat türünün en önemli örnekleri arasında
dikkati çeker. Bu dönem, Güney Azerbaycan nesrinin yeni inkişaf edip geliştiği
devirdir de denilebilir. Fakat ne yazık ki bu gelişme fazla sürmemiştir. Bu
dönemde yayınlanan Genceli Sebahî’nin “Şerefli Ölüm“, Gulam Hüseyin Saedî’nin
“Dilençi”, S. Behrengi’nin “24 saat Uykuda ve Ayıklıkta”, Habib sahir’in
“Vagon” ve Rahim Dagig’in “Hacer “ roman ve hikâyeleri, Güney Azerbaycan nesri
için son derce önemlidir. “Şerefli Ölüm”, 21 Azer hareketinin kurbanları başta
olmak üzere, Güney Azerbaycan halkının kara talihini ve çektiği acıları
anlatırken, “Dilençi” halkın yoksulluğunu bütün çıplaklığı ile verir. “24 saat
Uykuda ve Ayıklıkta”, Pehlevî rejiminin uyguladığı baskıları ve sebep olduğu
manevi çöküntüleri anlatır. Habib Sahir 1161 ise, sürgündeki aydınların vatan
özlemini “Vagon”da dile getirir. R.Dagig de, “Hacer”de halkın geleceğe olan
kuvvetli inanç ve samimiyetine yer verir. Ayrıca bu eserde, Azerbaycan ile
Türkiye’nin arasına sokulan fitne tohumlarının tehlikesine işaret edilir. Güney
Azerbaycan nesrinde asıl tema hürriyet arayışı ile alakalıdır. Romanın
merkezinde, Güney Azerbaycan halkının yaşadığı sıkıntı ve ıstıraplar olsa da,
bu ıstıraplar sadece geçmişte yaşanmış faciaların dile getirilmesi
biçimindedir. Ancak bu durum aynı zamanda, geleceğe taşınan umutların da
ifadesidir. Çünkü ortaya konmuş olan eserlerde daima geleceğe olan inanç ciddi
ve samimi bir şekilde vurgulanır. Seçilen kahramanlar, çektikleri sıkıntılara
ve yaşadıkları trajedilere rağmen hayata daima galip gelirler. Güney Azerbaycan
nesri içerisinde önemli bir yer tutan çocuk edebiyatı da, yetişkinlerin
edebiyatına paralel bir gelişme gösterir. Benzer temalar üzerinde yoğunlaşan
çocuk edebiyatı, modern manada, Mirze Abdürrahim Talibov’un “Ahnmed’in Kitabı”
(1894-1895) ile başlatılabilir. A.Talibov’dan sonra bu alanda İreç Mirze,
Askerzâde Bağçaban, Ali Rıza Nebdil Oktay, M. S. Şami ve Samed Behrengi’nin
isimleri verilebilir. Güney Azerbaycan çocuk edebiyatı, bu gün bilhassa Samed
Behrengi’nin gayretleriyle önemli bir birikime ve zenginliğe kavuşmuştur. Onun,
“Balaca Gara Balıg”, “Bir Hulu, Min Hulu”, “Ulduz ve Garğalar”, “Çuğundur Satan
Oğlan” ve “Gar Denesinin Següzeşti” adlı hikâyeleri çocuklara yöneliktir.
Eserlerinin çoğunda yoksul çocukların hayatlarını konu alır. Tiyatro bu dönemde
canlılık kazanan türlerdendir. Azatlık Hükümeti kurulduktan sonra Tebriz’de
büyük bir değişim yaşanır. Sosyal ve kültürel alana da yansıyan bu değişim,
özellikle tiyatro alanına büyük bir canlılık getirir. Bunda en büyük pay, Celil
Memmedgulizâde’nin meşhur “Molla Nasreddin” dergisinindir. Derginin Tiflis’ten
Tebriz’e gelmesiyle birlikte diğer alanlarda olduğu gibi, tiyatroda da önemli
bir faaliyet göze çarpar. Bunun sonucu olarak 1 Mayıs 1921’de Celil
Memmegulizâde’nin“Ölüler” dramı yerli aktörlerce Tebriz’de oynanır. (Memmedli,
1983/2: 36) 2 Ekim 1921’de Kafkas artistleri İran’a gelerek kültürel faaliyetlerini
burada devam ettirirler. Bu faaliyetler, Güney Azerbaycan halkının fikrî
anlayışına da tesirler uyandırır. Bu tarihlerden başlayarak, bütün bu baskı ve
yasaklara rağmen, Güney Azerbaycan’da “Cemiyyet-i İslah-i Teraggi-i Maarif-i
Azerbaycan” (1921), “Ariyen” (1922), “Ayiney-i İbret”(1924), “Dram
Tebriz”(1929) gibi tiyatro toplulukları kurulur. Bu topluluklar vasıtasıyla bir
yandan tiyatro sevdirilmeye çalışılırken, bir yandan da gerekli mesajlar halka
ulaştırılmaya çalışılır. 1162 1941 yılında ise, “Şîr-e Horşîd” adlı tiyatro
binası açılır. Ancak Türkçe temsillere izin verilmez. 1946’da Tebriz’de
“Azerbaycan Devlet Tiyatrosu” açılır. (Azad Millet, 28.3.1946) Burda “Erbab ve
Ekinci”, “Azerbaycan Nümayişi”, “Azerbaycan Anası” gibi oyunlar sahnelenir. Bu
arada, Azerbaycan Devlet Dram Tiyatrosu da Güney Azerbaycan’ın birçok şehrinde
verdiği temsiller ile halkı aydınlatmaya çalışır. Bu topluluğun tesiriyle başta
Erdebil ve Marağa gibi şehirlerde tiyatro binaları yapılarak, buralarda
oluşturulan küçük temsil guruplarıyla sosyal ve içtimaî hayatın yenileşmesine
çalışılır. Aynı yıl Tebriz’de Devlet Filormoniyası faaliyete başlar.
Flormaniya’nın açılışı İran’da bir reform olarak kabul edilebilir. Bu durum
sosyal hayata müspet yönde etki eder. Milli Hükümet tarafından kurulmuş olan
Flormaniya’nın müdürlüğüne inkılâpçı şairlerden Ali Tude getirilir. Burada
çeşitli temsillerin yanında Aşık Hüseyin Cevan’ın başkanlık ettiği bir aşıklar
gurubu da sahne alır. Filormoniya faaliyetleriyle kısa bir zamanda etkisini
gösterirken, özellikle bazı tabuların yıkılmasında da önemli bir rol oynar.
Ayrıca Orkestra ile birlikte Azerî ve Ermeni kızlarından oluşan yeni bir raks
gurubu da kurulur. Belki de ilk kez, bu grupla birlikte orta şarkta bir kadın
müzik ve raks topluluğu oluşturulmuş olur. ( Tude, 1981:52) Ancak, denilebilir
ki, Güney Azerbaycan aydınları, her türlü faaliyetlerinde olduğu gibi, tiyatro
temsillerinde de, İran yönetimlerinin baskı ve engellemeleriyle
karşılaşmışlardır.
Muasır Azerbaycan Edebiyatı Devri
(1979- )
Güney Azerbaycan’da 1950’lerden
sonra gittikçe artan baskı ve yasaklamalar, 1962 yılındaki toprak reformuna
kadar devam eder. Bu tarihte “Ak Devrim” adıyla yapılan reformla halkın
tepkileri yumuşatılmaya çalışılır. Büyük toprak sahipleri ve mollalardan bu reforma ciddi itirazlar
yükselir. Bilhassa Humeyni sert itirazları sonucu ülkeyi terk etmek zorunda
kalır. Ancak bu reform çeşitli sebeplerle başarılı olamaz. 1970’lerin sonuna
doğru toplumun ve özellikle din adamlarının üzerindeki baskılar artar. İran’ın
önemli şehirlerinden Kum ve Tebriz’de mitingler yapılır. Bu olaylar isyan kabul
edilerek sıkıyönetim ilan edilir. Olaylar bir yıl boyunca devam eder. Nihayet
Şah olayların ardının kesilmeyeceğini anlayarak eşiyle birlikte ülkeyi terk
eder (16 Ocak 1979). 1 Şubat 1979’da Humeyni İran’a döner ve iktidarı ele alır.
1 Nisan 1979’da İran İslam Cumhuriyeti kurulur. 1163 Şah yönetiminin son
yıllarındaki yumuşama, basın üzerindeki sansürü kaldırır. Bu tarihten sonra
Azerbaycan Türkçesi ile gazete, dergi ve kitap yayınları az da olsa göze
çarpar. Bu dönemde yayınlanan ilk Türkçe gazete “Ulduz” (17 Ocak 1979) adıyla
Tebriz’de yayınlanır. 3 Mart 1979’da Tahran’da “Yoldaş” dergisi yayınlanır.
Daha sonra bu derginin adı “İnkılâp Yolunda” ve “Yeni Yol” olarak değiştirilir.
Nisan 1979’dan itibaren Dr. Cevat Heyet ve arkadaşları tarafından “Varlık
Dergisi” yayınlanmaya başlar. Varlık Dergisi, dil, kültür, edebiyat ve folklor
alanlarında büyük hizmetler verirler, halkın millî bilincini uyanık tutma
yolunda da büyük gayretler sarf eder. Türklerin yoğun olarak yaşadıkları diğer
şehirlerde Türkçe ile çeşitli gazete ve dergiler yayınlanmaya başlar. 1980
yılında varlık dışındaki dergilerin büyük çoğunluğu çeşitli sebeplerle
kapatılır. Humeyni’nin ölümünden sonra basın hayatına uygulanan baskıların
azalmasıyla birlikte Azeri Türkçesiyle bazı dergiler yeniden yayın hayatına
girer. Ayrıca Tebriz ve Tahran başta olmak üzere bazı şehirlerde kültür,
edebiyat, folklor dernekleri kurularak faaliyet göstermeye başlar. Bu
derneklerin birçoğunun Türkçe, Türkçe-Farsça dilleriyle yayınlanan gazete ve
dergileri de bulunmaktadır. Bu dernekler ve yayın organları şunlardır:
Azerbaycan Yazarlar ve Şairler Cemiyeti, Güneş Dergisi, Tahran; Tebriz Şairler
ve Yazarlar Cemiyeti, Ülkü Dergisi, Tebriz; Tebriz Genç Şairler ve Yazarlar
Cemiyeti, Gençlik Gazetesi, Tebriz; Müstakil Azerbaycan Medeniyet Ocağı, Yoldaş
Dergisi, İnkılâp Yolunda, Yeni Yol, Tahran. Sadece Tahran’da sayıları 200’e
yaklaşan ana dilde gazete ve dergi yayına sokulur. Buna çeşitli sebeplerle
ülkelerinde ayrı kalmış Güney Azerbaycanlı aydınların değişik ülkelerde
“muhaceret matbaası” adı altında çıkardıkları gazete ve dergiler de
eklenmelidir. Bu matbuat organlarının uzun ömürlü olmamalarına rağmen yinede
gelecek için katkıları yadsınamaz. (Danulduzu Gazetesi, 1960/1:16) Son
zamanlardaki yumuşama eğilimleri sebebiyle Türkçe gazete ve dergilerin sayısı
günden güne artmaktadır.6 1979 yılındaki İslâm İnkılâbı, millî şuurun
canlanmasında önemli bir imkân yaratırken, Güney Azerbaycan halkı ve
aydınlarının geleceğe dair ümitlerini perçinlemiştir. 1980’li yılların sonunda
Kuzey Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanması Güney Azerbaycan ile Kuzey
Azerbaycan arasındaki ilişkilerin güçlenmesine de imkân yaratmıştır. Yeni
şairler 6 “Bu gün Kuzey Azerbaycan’da 800 yakın matbuat organı varken, İran’da
35’i gündelik, 173’ü haftalık, 235’i aylık, 7’si yıllık; 664’ü siyasi, 8’i ince
sanat, 44’i tıp, 52’si teknik, 17’si tarım, 374’ü medeni, 346’sı içtimai,124’ü
iktisadi olmak üzere 1614 değişik matbuat organı bulunmaktadır. Ne yazık ki, bu
rakamın içerisinde otuz milyonluk Türk halkına ait tamamen Türkçe bir dergi ya
da gazete yoktur.” (Medeniyet Gazetesi, 1997, Nu:6-7) 1164 ve onların bir
birinden güzel eserleri sayesinde, Güney Azerbaycan şiiri gittikçe olgunlaşacaktır.
Devrimden sonra Modern Güney Azerbaycan edebiyatı; İnkılâp hareketinden doğan
ve beslenen coşkun, vatanperver şiir anlayışı, Serbest şiir anlayışı ve Şiirde
ferdî üslûbun gelişmesi şeklinde özetlenebilecek üç dönemde incelenebilir.
Güney Azerbaycanlı şair Ali Rıza Miyanalı, İran inkılâbından sonra Güney
Azerbaycan şiirinin üç aşama geçirdiğini belirtir. Bunlar: 1. İnkılâp
hareketinden doğan ve beslenen coşkun, vatanperver şiir anlayışı. Bu anlayış
şiiri, siyasî ve ideolojîk bir yapıya yaklaştırır. 2. Serbest şiir anlayışı.
Bunlar, kendine özgü ifade üslûp arayışı içindedirler. Arûz ile hece arasında
bir kalıp kullanmaya çalışırlar. 3. Şiirde ferdî üslûbun gelişmesi. Bu anlayış
kendine özgü edebî ifadeleri yaratırken, serbest vezni ön plana çıkarır. Aynı
şiirde değişik vezinleri birleştirerek yeni bir entegrasyona çalışır.
(Miyanalı, 1997:6) Matbuattaki kısmi serbestlik edebiyat dünyasını canlandırır.
En başata, şiirde tema zenginleşir. Şah’ın devrilmesinden sonra, şiir o dönemi
ve bil hassa Şah’ı tenkit etmeye başlar. Kalem tutan eller, Pehlevî
Hanedanı’nın iç yüzünü anlatmaya çalışırken, bir yandan da inkılâp yılları ve
Azerbaycan halkının beklentileri dile getirilir. Özellikle Tahran ve Tebriz’de
yeni yeni gazete ve dergilerin yayınlanmaya başlaması, bu konuda çok olumlu
sonuçlar doğurur. Bilhassa “Varlık”, “Yoldaş”, “Köroğlu”, “Ülker”, “Çenlibel”,
“Dede Gorkud”, “Güneş”, “İnkılâb Yolunda”, “Firuz-i Azadî” gibi yayın
organları, Azerbaycan edebiyatına olumlu katkılarda bulunurken, şiire yeni bir
istikamet de verir. Yıllarca baskı ve sansürden yayınlanamayan şiirler bu
vasıta ile halka ulaştırılır. 1970’li yıllarda Habib Sahir, Yahya Şeyda, Hamid
Nutkî, Sehend, Şehriyar, H.Terlan gibi güçlü şairler vasıtasıyla yeni bir
dinamizm kazanan Güney Azerbaycan şiiri, şekilde sınırlamaları kaldırır. Bu
dönem şiirinde esas tema, Güney Azerbaycan’daki arzu ve hasretin meydana
getirdiği kederdir. Şairler, bu kederi bütün insanlık âlemine iletilmeye
çalışır. Bu anlayış, 1980’li yılların sonuna kadar devam eder. Güney Azerbaycan
şairleri bütün şiirlerinde, özellikle Sönmez, Savalan, Sehend, Gaflantı,
Düzgün, Adsız, Meşruteci Sönmez, büyük usta Şehriyar ile omuz omuza vererek
bağımsızlık yolunda mücadeleci bir şiir anlayışı 1165 yaratmışlardır. Bilhassa
ana dili mevzuunda görülen hassasiyet Şehriyar’ın; “Türkün Dili Tek, Sövgili,
ehsaslı dil olmaz / Başka dile gatsan bu esil dil, esil olmaz.” fikriyle
bütünleşerek İran’ı etkisi altına alır. 1980’de İran-Irak savaşının başlaması,
şiirin mevzuunu savaşa çevirir. Savaş yıllarına yeniden dönen şairler, savaş ve
savaşın geride bıraktığı acıları kaleme almaya başlar. Sönmez Meşruteçi
bayatılarında, Davud Kendirî “Le’net Saddam’a”, Hamdullah Erkan “Heleban”
şiirlerinde savaş mevzuunu işler. Ali Mohferd, Şehriyar ve Zülfikâr Kemalî’nin
de bu anlamda şiirleri vardır. Bu devirde dikkati çeken konulardan biri de,
1960’lardan itibaren ağırlık kazanmaya başlayan dinî ve felsefî şiirlerdir. Bu
dönem şiirlerinde, insan-hayat-ebediyet şiirin ana temelleridir. “ölüm” dinî,
felsefî ve siyasî bazı motiflerle zenginleşir. “İnsan” mefhumu daha çok felaket
ve acılarla birlikte işlenir. Bazen de iyimser yanları arzu ve istekleri
anlatırlar. Bedbin insanın ruh halleri vardır. Gidiş-gelişler ve zıddiyetler
çoktur. Şiirdeki dinî eğilim zamanla şairi, metafiziğe ve ölüm mevzuuna
yaklaştırır. Ölüm, dirim, insanın manevi yanları, psikolojik zıtlıklar ve iç
çatışmalar şaire ilham olur. Aslında La’lî, Racî, Aciz ve Serraf’ın
mersiyeleriyle yetişen yeni nesil bu teme çok da yabancı değildir. Tenha’nın rubaileri
Beytullah Neferî’nin “Allah Allah”, Ali Meferdî’nin “Meftun-i Ürfan Olmuşam”,
Hüseyin Sahil’in “Gur’an Söhbeti”, Hüseyin Hesen’in “Hz. Ali Escer Mövhesi”,
Firuz Cevanşir Hadim’in “İman Heykeli”, Haydar Hundil’in “Zikr-i Musibet”,
Abbas Şebhiz’in “Heves-i Medh-i Eli” ve Seyid Mehdi Eminî’nin “Ey Şehid-i
Kerbela” (Edebiyat Ocağı, 1985/1:132-403) adlı şiirleri, dine ve din alimlerine
müracaat eder. İnsan, iman ve inanç konularını işler. İnsanda saflığı ve
kâmilliği arar. Ancak bu mevzuun daha çok dinî bir karakter arz etmesi,
sanırım, 79’devrinden sonra yetişen genç şairlerin aldığı Fars eğitimi ve
idealinin tesirinden kaynaklanır. Bu dönem şiiri cemiyetteki zıtlığı,
çeşitliliği, fikrî ve manevi olgunluğu aks ettirmesi açısından da çok
önemlidir. Ancak bu şiirler pratik açısından pek başarılı değildir. Bu devirde
işlenen konulardan biri de aşk ve muhabbet konusudur. Bu şiirler, duygu
ağırlıklı olmasına rağmen, ideal kahraman akl-i kâmil ve aşk duygusu ile
birlikte ele alınır. Bunda sanırım geleneksel edebiyatın tesiri vardır. Cenub
şiirinde tabiat, insanla birlikte ele alınır. Tabiat insanın sığındığı bir
liman gibi gösterilir. Ana kucağı, dert ortağıdır. Figan’ın “Dağlar” 1166
Firidun Hasarlı’nın “Yaz Gelibdir”, Herullah Salpag’ın “Gış Geldi” ve Seydi Selman
Hüseynî ile M. Hüseyin Tufan’ın şiirleri tabiatı canlı ve orijinal bir şekilde
ele alır. İnkılâbdan sonra öne çıkan mevzulardan biri de “şair ve şiir” ile
alakalıdır. 1980’lerde bu hususta derin tartışmalar yaşanır. “Şair kimdir?”,
“Nasıl olmalıdır?”, “Şiir konusu ne olmalıdır?” gibi sorulara yanıt aranır.
Abdullah Yanar, Beytullah Caferî, Süleyman Salis, Sönmez, G. Begdeli, Sehriyar,
Sehend, H. Sahir bu konuya dokunur. Şehriyar ideal şair olarak gösterilir. Bu
dönemin şair nesli arasında 1940’lerde doğan; Hasan Mecidzâde Savalan (1940- ),
Hüseyin sadık Düzgün (1945- ), Behram Elçin (1944- ), Süleyman Salis (1945- ),
Muhammet Ali Nihavendî (1948- ), İbrahim Refref (1949- ), Seyid Hamide Reiszâde
Seher (1952- ), Hüseyin Feyzullahî Vahit (Yıldız, 1952- ), Adsız Ali Şerif
Dilcuyî (1955- ), Zülfikâr Kemalî (1955- ), Mahmut Ali Çehreganlı (1958- ), Ali
Taşkın (1958- ), Riza Gaffarî (1959- ) ve 1960’larda doğan, Yusuf Kökebî (1960-
), Atilla Maralanlı (1961- ), Aşık Cengiz Biriya (1961- ), Ağşin Ağkemerli (1961-
), Cengiz Mehdioğlu (1962), Feriba İbrahim (Afak, 1965- ), Ehad Zamanî (1965-
), Resul Gurbanî Mukaddem (1967- ), Nureddin Mukaddem Önel (1968- ) ile
1980’lerde doğan gençlerden Feranek Ferit İpek, Yahya Salahlı, Karabulut, Aydın
Tebrizli, İmran Salahî, Hüseyin Tahmasib Pürşehrek (Mirza), M. Riza Melikpur,
Nigar Heyavî isimleri sayılabilir. Buna bir de eskilerden edebî hayatına devam
eden ustaları eklemek yerinde olur. Bu dönemde ön plana çıkan sanatkârlar
arasında eskilerden; Şehriyar, Sehend, Cevat Heyet, Söhrap Tahir, Hamit
Memetzade, Ali Kemali, Aşık Hüseyin Cevan, Medine Gülgün, Eli Tüde, Balaş
Azeroğlu ve Hamit Nutkî ve yenilerden Mahmut Taki Zöhtabî, Hasan Mecidzâde
Savalan, Hüseyin sadık Düzgün ve Ali Taşkın’in adları sayılabilir. Önceki nesle
dahil olmasına rağmen şiirlerini 1971’den sonra Bağdat’ta yayınlayan Mahmut
Taki Zöhtabî (1923-1998), gençlik yıllarında kaçak yollardan Rusya’ya gider.
Bir süre tutuklu kaldıktan sonra, Baku’ye gelir. Burada Üniversite tahsili
alır. 1971 yılında Irak’a giderek Bağdat Üniversitesinde çalışır. 1979
Devriminden sonra ülkesine döner. Çok çeşitli konularda eser veren Zöhtabî’nin,
“Pervanenin Sergüzeşti” (Bağdat), “Bağban Eloğlu” (Bağdat) adlı şiir kitapları
bulunur. (Kafkasyalı, 2002/5:563) 1167 Yine önceki nesle mensup olmasına
rağmen, 1979 İnkılâbından sonraki kısmî serbestlikten faydalanarak Azerbaycan
Türkçe’si ile yazmaya başlayan Sönmez (Kerim Meşruteçi, 1928- ), Bağımsızlık,
hürriyet ve vatan sevgisi gibi konuları işler. Son şiirlerinde edebî anlamda
ciddi bir gelişme görülür. “Babam Özü Gelecekdir” ve “Yeni Yollar Aşan Dağcı”
kitapları siyasî yönden değerlidir. Diğer kitapları arasında, “Ağır İller”,
“İsa’nın Son Şamı” ile Bakü’de yayınlanan “Garanguş Yazı Gözler” (1990)’i
sayılabilir. (Kafkasyalı, 2002/6:76) Hasan Mecidzâde Savalan (1940- ) II. Dünya
Savaşı yıllarında doğan Savalan, Azerbaycan Edebiyatını iyice öğrenerek,
kendisine Sabir, Samed Vurgun ve Süleyman Rüstem’i örnek alır. Anadilinin
gelişmesi için çalışır. Şiirlerinde aşk, sevgi, ümit ve vatan konularını işler.
millî ve manevî değerleri ön plana çıkarır. 1955-1966 yıllarında yazdığı
şiirlerini “Apardı Seller Saranı” (1978) adıyla yayınlar. (Kafkasyalı, 2002/6:
251) Hüseyin sadık Düzgün (1945- ) Genç yaşta şiir yazmaya başlayan Düzgün’ün
şiirleri, Hümeyni devriminden sonra “Azadlık”, “Yoldaş” ve “İngılab Yolunda”
dergilerinde yayınlanır. İstanbul Üniversitesinde Doğu dilleri alanında doktora
yapar. “Küçük Şé’rler” (1978), “Güneyli Veten Yoldaşları” (1981), “Uçgun Dahma”
(Yıkık Kulübe), “Bakı Lövheleri” (1981) şiir kitapları vardır. (Kafkasyalı,
2002/6:293) Ali Taşkın (1958- ) Üniversite yıllarında edebiyatla ilgilenmeye
başlayan Taşkın, Türkçe şiirler ve hikâyeler yazar. 1986 yılında Bakü’ye
giderek Doktorasını yapar. Dilcilik alanında çalışmalarıyla dikkati çeken
Taşkın, Türk Dünyasını dolaşarak araştırmalarda bulunur. Daha çok nesir
alanında eser veren yazarın bir de şiir kitabı vardır. (Kafkasyalı, 2002/6:610)
1980 sonrası Güney Azerbaycan edebiyatında tamamen birleşik Azerbaycan
düşüncesinin hâkim olduğu görülür. Bilhassa şiirde esas tema ayrılığın
yüreklerde yarattığı keder ve gelecekte mutlaka kurulacak müstakil Azerbaycan
düşüncesidir. Ayrıca, bütünleşme fikrinin yanında dil, vatan ve bağımsızlık
temaları da zenginleşerek yeniden ağırlık kazanmaya başlamıştır. Güney
Azerbaycan nesrinde asıl tema hürriyet arayışı ile alakalıdır. Romanın
merkezinde Güney Azerbaycan halkının yaşadığı sıkıntı ve ıstıraplar bulunur.
Ancak bu ıstıraplar daha çok, geçmişte yaşanmış faciaların dile getirilmesi
biçimindedir. Her türlü baskı ve zorluklara rağmen, yeni yetişen yazarlar,
Güney Azerbaycan nesrine yeni bir ruh ve çehre kazandırmaya çalışmışlardır.
Bunların arasında; M. Güloğlu, 1168 E. Ağçaylı, A. Azeri, Hasan Savalan, G.
Hüseyin Saedi, Eli Taşgın, Hüseyin Feyzullahi Vahit, Ağşin Ağkemalî, Resul
Gurbanî Mukaddem, Möhordar Kaviyanpur, Hamid Arğış, Nasır Menzurî’nin adları
özellikle zikredilmelidir. Bu dönemde verilen eserler arasında; dilcilik
alanındaki çalışmalarıyla da tanınan ve nesir alanında çok eser veren Ali
Taşkın’ın “Kent Gelini”, “Çekme Yarası”, “Buğda Gülü”, “Gar Çiçeyi”, “Toprak
Kokusu”; Hüseyin Feyzullahî Vahit’in hikâyeleri ve “Aydın Serdar” (1997) adlı
eseri; Ağşin Ağkemalî’nin küçük hikâyelerini topladığı “Dondurmaçı”sı; Resul
Gurbanî Mukaddem’in “Guyruklu Çerpelenk”i; Möhordar Kaviyanpur’un “Dağlar Kızı”
romanı; Hamid Arğış’ın “Nahışlı Mendil”i ve Nasır Menzurî’nin “Son Nağıl, Son
Efsane” hikâyeleri sayılabilir. Son yıllarda siyasî ve ekonomik zorluklar
nedeniyle Güney Azerbaycan’da tiyatro faaliyetleri yok denecek bir seviyeye
gerilemiştir. Bu zorluklara tiyatro eserlerinin ancak Farsçaya çevrilerek
sahnelenebilmesi ve birtakım dinî baskıların da eklenmesi yerinde olur. Ancak
bugün, başta Tebriz ve Tahran’da olmak üzere Güney Azerbaycan’ın tiyatro ve
kültür alanına yönelik faaliyetleri başarılı bir şekilde yürütülmektedir.
Özellikle Tahranda’ki “İrşad Tiyatrosu” ile “Behmen Medeniyet Sarayı” bu
faaliyetler için önemli bir merkez durumundadır. Sonuç olarak Güney Azerbaycan
Edebiyatında modern anlamdaki ilk eserler, Meşrutiyet devri olarak adlandırılan
1828 sonrasına rastlar. Arada meydana gelen kesintiler Batı tesirindeki
edebiyatın gelişimine ve bu alandaki eserlerin gecikmesine neden olur. Bu
sebeple Batı tesirindeki edebiyatın oturması 1945’sonrasında gerçekleşir.
1960’larda bütün dünyada meydana gelen özgürlük arayışları, edebiyatta da
insanın iç benine dönmesine, yani daha ferdi bir edebî anlayışın doğmasına
neden olur. 1960’larda başlayan insan ve zaman gibi felsefî kavramlar da şiire
girer. Kuzey Azerbaycan’ın bağımsızlığa kavuşmasından sonra Güney Azerbaycan
edebiyatı daha özgür ve daha coşkun akmaya başlamıştır. Dileğimiz, Güney
Azerbaycan Edebiyatı’nın uğradığı haksızlıklardan ve baskılardan kurtularak hak
ettiği değere ulaşması ve bu alanda yapılacak akademik çalışmalarla geniş bir
coğrafyaya sahip Türk Dünyasına tanıtılmasıdır.