Konu özeti

  • Genel

    Kazakistan Cumhuriyeti’nin coğrafyası, demografisi ve ekonomisinin özellikleri; Kazak Türkleri tarihinin özellikleri; Çağdaş Kazakistan Cumhuriyeti’nin siyasal yapısı; Kazakistan’da milli kimlik vb. sorunları.

  • Konu 1

    1.         Konu                        Kazakistan Cumhuriyeti’nin Genel Coğrafyası

    Konular:  “Kazak” adı; Kazakistan Cumhuriyeti’nin fiziksel coğrafyası; İklimi ve nüfusu; Doğal zenginlikeri; Jeopolitik durumu.

     Temel Okumalar:

    -           Türk Dünyası El Kitabı, Birinci Cilt, Coğrafya-Tarih, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1992, İkinci Bölüm; özellikle s. 3-6, 

    -           Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. bölüm;

    -           Raşid Rahmeti Arat, “Kazakistan”, İslam Ansiklopedisi, 6. Cilt, s. 494-505;

    -           Kazakistan Tarihi. Makaleler, s. 36, 45-53;

    -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

    -           Youtube’dan değişik videolar.

    Ders Notları:

    Kazakistan ,resmî adıyla Kazakistan Cumhuriyeti , Orta Asya ve Doğu Avrupa’daki bağımsız devlettir. Kazakistan, (AzerbaycanKuzey Kıbrıs Türk CumhuriyetiKırgızistanÖzbekistanTürkiye, ve Türkmenistan ile birlikte) günümüzdeki yedi bağımsız Türk devletinden biri olup Türk Keneşi ve TÜRKSOY'un üyesidir. 2.724.900 km² yüzölçümü ile (Batı Avrupa'nın yüzölçümü kadar) dünyanın en büyük dokuzuncu ülkesidir. Müslüman ülkelerin ve Türk devletlerinin yüzölçümü bakımından en büyüğü, doğal kaynaklar bakımından da en zenginidir. Kazakistan Türk tarihinin önemli devletlerinden olan SakaHunGöktürkKıpçakKarahanlıAltın Ordu gibi devletlerin merkezüssü, Kıpçak, Oğuz, Karluk gibi Türk boylarının beşiği olmuştur.

    Komşuları olarak kuzeyde Rusya, güneyde TürkmenistanÖzbekistan ve Kırgızistan, doğuda Çin bulunur. Ülkenin ayrıca Hazar Denizi ve Aral Gölü'ne kıyısı vardır.

    Bağımsızlığın kazanılmasına doğru 1989 yılında 16.464.464 kişi olan ülke nüfusu, 1999 yılına gelindiğinde Slav ve Almanların ülkeden göç etmeleriyle 14.900.000'e kadar düşmüştür. 2010'da bu sayı 16.500.000'e yükselmiştir. Ülke bugün nüfus bakımından dünyanın 60. büyük ülkesi olmakla birlikte, kilometrekare başına 5,5 insan ile 210.'dur.

    Kazak sözü "sert, erkin, yiğit" manasına gelir.

    Çağdaş Kazakların kökenleri 1400'lü yıllara kadar gitmektedir. 1400'lü yıllarda çeşitli Türk kavimlerinin bir araya gelmesiyle Orta Asya'da yeni bir boy doğmuştur. 1400'lü yıllar öncesinde Kazak toprakları pek çok Türk devletinin kurulduğu geniş bozkır alanlarıdır.

    Çağdaş Kazakların doğuşu: Altın Orda Devleti'nin yıkılmasından sonra Deşt-i Kıpçakın batı yöresinde bulunan Türk kavimleri Nogay Han etrafında toplanarak Nogay Hanlığı'nı kurdular. Cengiz han sülalesinden olan Şeybani Ebü-lheyr han Deşti-i Kıpçakın orta kısmında Aral gölü kuzeyinde Özbek hanlığını kurdu. Deşt-i Kıpçakın güney yöresinde Cengizhan'ın Çağatay sülalesinden gelen hanlar yöneten bağımsız Moğolistan hanlığı kurulmuş idi. Daha sonra Ebü-l heyr hanlığında Canibek ve Kerey sultanlar bölücülük hareketine başladı. 1450-1465 döneminde bu iki han liderliğinde birçok boylar Ebü-l heyr han ile savaşarak, özgürlüğünü korumak için Moğolistana göç ediyor. Moğolistan hanı İsen boğa Canibek ve Kerey sultan ve onun kendini kazak adı ile anacak boylara Şu nehri ve Kozıbası dağları yöresinden uc bölgeyi ülke edinmesine izin veriyor. Daha sonra Kazak hanlığı'na dönüşen bu hanlık 1465'ten 1847'ye kadar Kırgız Bozkırlarındaki Türk kavimlerinin ortak adı oldu. Kazak Hanlığı, bugünkü Kazakistan toprakları üzerinde üç parçadan oluşuyordu: Büyük CüzOrta CüzKüçük Cüz. Söz konusu cüzler 1771'den sonra birbirinden bağımsız hareket etmeye başladılar. 1770 sonlarında Kazak cüzleri güçlü Rus İmparatorluğu ve Çin arasındaki mücadele arasında kaldı. 1847'de Kazak hanı olan "Kenesarı Han" döneminde Ruslar, Kazak cüzleri üzerideki egemenliğini tam olarak sağladılar. 1863'te tüm Orta Asya'da bir "Turkestan Genel Valiliği" kuruldu ve bölge bölümlere ayırdı. Bu dönemde Ruslar Kazak bölgesini, "Kazak Kırgızları Hanlığı" olarak adlandırdı. 1900'lerle birlikte pek çok Rus, Kırgız Bozkırlarına yerleşmeye başladı. 1906'da Orta Asya'yı Rusya'ya bağlayan demiryolu bitirildi. Açlık ve siyasi sebeplerle 1912-1917 yılları arasında Rus hükûmetine karşı Orta Asya'da ayaklanma başladı. 1917'de Çarlık Rusya'da ihtilâl olması sebebiyle Orta Asya'da bağımsızlık devri yaşandı. 1917-1920 yılları arasında eski Kazak cüzleri bir araya gelerek bağımsız "Alaş Orda Devleti"ni kurdular. Hükûmet Başkanı, Alikhan Bokeikhanov, başkenti Semey olan bu devlet üç yıl yaşayabildi. 1920'den sonra Ruslar egemenliği ele geçirdiler ve bu tarihten sonra Sovyetler Birliği başladı.

    1920'de Orta Asya'da Ruslar iki Sovyet Cumhuriyeti kurdular. Bugünkü Kazakistan'da kurulan cumhuriyete "Kırgızistan Özerk SSC" adını verdiler. 1925'te ise yanlış adlandırıldığı gerekçesiyle SSCB yönetimi, Kırgızistan Özerk SSC adını "Kazakistan Özerk SSC" olarak değiştirdi. İlk zamanlar Orenburg şehri de Kazakistan'a dâhildi, ancak daha sonra Rusya'ya bağlandı. 1936'da Özerk ibaresi kaldırılarak "Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti" kuruldu. 1924'ten 1934'e kadar tarım politikaları nedeniyle sorunlar yaşandı. Pek çok Kazak boyu, Uygur bölgesine göç etti. II. Dünya Savaşı'nda zor zamanlar geçiren ve nüfusunda büyük azalma olan Kazakistan SSCSSCB dönemi boyunca Sovyet tarım politikalarının uygulandığı bir merkez oldu. 1990 yılında meydana gelen ekonomik krizler ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra 1991 yılında bağımsız olarak dünya arenasında yerini aldı.

    1991 yılında Sovyetler Birliği'nden ayrılan Kazakistan, anayasa'da üniter, laik cumhuriyet olarak tanımlanmaktadır. 1993, 1995 ve 1998 yıllarında olmak üzere üç kez anayasa değiştirmiştir. 1998 yılındaki anayasa göre Kazakistan, yasama, yürütme ve yargı organlarının bağımsız olduğu demokratik, üniter bir devlettir.

    Cumhurbaşkanı 5 yıl için seçilir. Cumhurbaşkanı seçilebilmek için 40 yaş üzerinde olmak ve Kazakça bilmek şarttır. Seçmen yaşı ise 15'tir. Yasama yetkisi 107 milletvekilinden oluşan meclis ve 47 üyeden oluşan senatoya aittir.

    Ekim 1999'da yapılan seçimlerde Otan Partisi %30.9 oy alırken, Kazakistan Komünist Partisi %17.7 oranında oy almıştır. Sosyalist eğilimli Agrarnaya Partiya (Tarım Partisi) %12.6, Kazakistan Halk Partisi ise %11.2 oy oranıyla meclise girebilmiştir.

    15 Ocak 2012'de yapılan parlamento seçimlerinde ise Nur Otan oyların %80'i alarak 83 milletvekilliği kazandı. Ancak AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) seçimlerin yeterince demokratik olmadığını iddia etti.

    Seçime katılan partilerden Nur OtanKazakistan Komünist Halk PartisiKazakistan Demokratik Ak Yol Partisi %7 barajını aşarak meclise girmeye hak kazanmıştır. Kazakistan Demokratik Ak Yol Partisi %7,47 oy alarak 8 milletvekili çıkarırken, Kazakistan Komünist Halk Partisi %7,19 oy oranıyla 7 milletvekilliği kazanmıştır.

    Kazakistan Cumhuriyeti'nin başkenti Nur-Sultan kentidir. Her yıl Kazakistan'da 6 Temmuz başkent günü olarak kutlanmaktadır.

    1916-1920 yıllarında Kazakistan'ın (Alaş Orda Devleti) o zaman Alaş-kala denilen Semipalatinsk şehri başkentiydi.

    Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti içinde oluşan Kırgız Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti 1920 yılından itibaren Orenburg kenti olmuştur.

    1925 yılında Cumhuriyet, Kazak Özerk Cumhuriyeti adını almış, başkent Ak-Meşet kentine taşınmış ve adına Kızılorda denmiştir.

    1929 yılında başkent Alma-Ata kentine taşınmıştır.

    1936 yılında Kazakistan Özerk Cumhuriyeti RSFSR terkibinden çıkarılmış ve Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adını almıştır.

    1929 yılından 1936 yılına kadar Alma-Ata Kazak Özerk Cumhuriyeti'nin, 1936-1991 yıllarında ise Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin, 1991 yılından 1997 yılına kadar da Kazakistan'ın başkenti olmuştur.

    Resmi olarak Astana 10 Aralık 1997'de Kazakistan'ın başkenti ilan edilmiştir. Kentin başkent olarak uluslararası düzeyde duyurusu ise 10 Haziran 1998 yılında gerçekleşmiştir.

    Kazakistan'ın Türkiye'den yaklaşık 3,5 katı kadar büyük olan toprakları Batı'da Volga (İdil) nehrinin aşağı bölümlerinden Doğu'da Altay eteklerine kadar 3000 kilometre boyunca uzanır. Kuzeyde 55 26 Kuzey enlemine kadar uzanan en uç noktadan, güneyde İstanbul'un da bulunduğu enlem olan 40 56 kuzey noktasına kadar iner. Kuzey Güney totaklarının uzunluğu yaklaşık 2000 kilometre kadardır. Rusya Fedrasyonu ile 7591 , Özbekistan ile 2354 , Çin'le 1782, Kırgısiztan'la 1241, Türkmenistanla ise 426 kilometre sınırı vardır. 600 kilometre Hazar Denizinde bulunan sınırıyla birlikte toplam sınır uzunluğu 14.000 kilometreyi bulur. %44'ü çöl veye yarı çöl olan tepelerle kaplı ülkenini %14'ü ağaçlıktır.

    155 tür memeli, 480 tür kuş, 150 tür balık, 250 tür tıbbi bitki bulunduran bitki örtüsü ve faunaya sahiptir.

    Kazakistan’ın okyanuslardan uzak kalması ve deniz tesirini iç kısımlara girmesini engelleyen büyük dağların olması, Kazakistan iklimini kıtalık kara iklim yapmaktadır. Ülke genelinde yaz ve kış ayları arasında sıcaklık farkı çok büyüktür. Ocak ayında ortalama -19 dereceden -4 dereceye kadar; Temmuz ayında ise +19 dereceden +26 dereceye kadar farklılık göstermektedir.

    Kazakistan’da 8500akarsu bulunmaktadır. Bunların büyük bir kısmı, Hazar Denizi (sahası 374 bin kilometrekare, dünyanın en büyük gölüdür), Aral Denizi (sahası 46,64 bin kilometrekare) ve Balkaş Gölü (sahası 18,2 bin kilometrekaredir) su toplama havzalarında yer almaktadır. Ayrıca Kazakistan 48.000 civarında büyük ve küçük göllere iyedir. Ülkeyi boydan boya geçen başlıca akarsular Ertis (Kazakistan toprakları dâhilinde uzunluğu 1700 km.), Esil (1400 km.), Sırderya (1400 km.) ve Ural /Jayık/ - 1082 kilometredir. 

    https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/f/fd/Kazakhstan_provinces.svg/400px-Kazakhstan_provinces.svg.png

    Kazakistan'ın eyaletleri

    https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/bc/Kazakhstan_European_2016_Rus.png/250px-Kazakhstan_European_2016_Rus.png

    Ülkedeki en kalabalık azınlık olan Rusların dağılımı

    1926'da 3.713.000 olan nüfus 1959 yılında 1 milyon azalmıştır. 2006 verilerine göre 15.300.000 nüfusa sahiptir. 1989'da 16,464,000 olan nüfus 1999 nüfus sayımına kadar yıllık ortalama %1’lik bir azalma ile 14.953.000'a düştü. 2000-2001 döneminde de düşme devam etmesine karşın 2003-2004 arasında azalış trendi durarak % 0,7 oranında artışla 14.951.000'a ulaştı. 2016 itibarıyla nüfusun 17.557.000. 2018 yılı itibarıyla nüfus 18 592 701 olduğu tahmin edilmektedir. 2009 yılı sayımında etnik grupların dağılımı şöyledir:

    ·         Kazaklar: %63.1

    ·         Ruslar: %23.7

    ·         Özbekler: %2.9

    ·         Ukraynalılar: %2.1

    ·         Uygurlar: %1.4

    ·         Tatarlar: %1.3

    Rusya Federasyonu'nda 1 310 000 Kazak Türk'ünün yaşadığı ve bunların %70 oranı da köylerde yerleşmiştir. Çoğu Rusya ve Kazakistan arası sınırına yakın yerlerdedir. 12 bölgede yoğundurlar. Bunlar - Altay ülkesi, Astrahan, Orenburg, Samara, Korgan, Şelebi, Ombı, Sarıtav (Сарытау), Volgograd, Novosibir ve Tümen bölgeleridir. Ayrıca Moskova, Sant- Peterborg, Tataristan, Kalmak ülkesi ve Rusya'nın başka yerlerinde de yaşamaktadırlar.

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Rusya ve Çin, bağımsızlık sonrası dönemde gerek jeopolitik konumu gerekse doğal kaynaklarından dolayı Kazakistan üzerinde nüfuz elde etmeye çalışmaktadır. Kazak karar mercileri ise Sovyet dönemi geçmişini dikkate alarak bağımsız bir dış politika takip etmeye ve Rus-Çin rekabetinde bir tarafın diğerine üstünlük sağlamamasına gayret etmektedir. Bununla birlikte Rusya, Avrasya Ekonomik Birliği ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü gibi bölgesel teşkilatlar aracığıyla Kazakistan üzerinde siyasi ve askeri alanlarda nüfuz sağlamada avantajlı görünmektedir. Çin ise enerji kaynaklarına yatırım gerçekleştirmek suretiyle Kazakistan’da etkili olmaya çalışmaktadır. Ayrıca Almatı’da ve Doğu Kazakistan Bölgesinde yaşayan Çin kökenlilerin/doğumluların (bunların arasında ciddi oranda etnik Kazak ve Uygur Türkleri bulunmaktadır) sayısının, gelecekte bu ülkeye yoğun biçimde göçler ve Kazaklarla evlilikler yoluyla artması da göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla Kazakistan’ın Batılı ülkelerle ticari ilişkilerini güçlendirmeye çalışarak yalnızca Rusya’yı değil Çin’i de dengelemeye çalıştığı ifade edilebilir.
     
    11 Eylül sonrası uluslararası konjonktürde Moskova ve Pekin, Washington’ın 2001-2007 arasında tek taraflı sert güç politikalarına karşı, pragmatik bir işbirliğine yönelmiştir. İkili işbirliğinin siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda ilerlemeler kaydetmeye başlamasıyla Rusya ve Çin, aralarındaki rekabeti nispeten görmezden gelse de bu tutumlarını ne kadar sürdürebilecekleri tartışmalıdır. Nitekim Kazakistan üzerindeki rekabetin uzun vadede ikili ilişkileri olumsuz etkileme ihtimali bulunmaktadır. Bu noktada Avrasya Birliği projesinin, Rus resmi mercileri tarafından dile getirilmese de, Pekin’in Orta Asya’da artan nüfuzunu dizginlemek ve bölge ülkeleri üzerinde muhtemel bir Çin hegemonyasını engellemek amacı taşıdığı değerlendirilmektedir.    

    Türkiye de bağımsızlığının ilanından beri Kazakistan’la ilişkilere özel önem atfetmektedir. İki ülke arasında gerek siyasi ilişkilerin geliştirilmesi gerekse karşılıklı yatırımlar gerçekleştirilmesi için adımlar atılmaktadır. Bu bağlamda Nazarbayev’in Türkiye’yi Avrasya Gümrük Birliği içerisinde görmek isteğini beyanı dikkat çekicidir. Ancak AB’ye tam üyelik müzakerelerini sürdüren ve hâlihazırda Orta Doğu’daki gelişmelere odaklanan Türkiye’nin bu çağrı doğrultusunda Avrasya Birliği’ne yönelmesi mümkün görünmemektedir. Kazakistan’la ekonomik ilişkileri dikkate alındığında Türkiye hâlihazırda iki bölgesel güç Rusya ve Çin ile karşılaştırıldığında ‘mütevazı’ sayılabilecek bir konumda görünmekle birlikte Astana ile daha güvenilir bir ortaklık kurma potansiyeline sahiptir. Ankara’nın Türk şirketlerini Kazakistan’da stratejik niteliğe sahip enerji ve madencilik sektörlerinde yatırıma teşvik etmesi ve bu ülkedeki yüksek vergi oranlarından kaynaklanan problemlerle ilgili Astana nezdinde girişimlerde bulunması, ikili ortaklığını güçlenmesine katkı sağlayacaktır.

    • Konu 2

      2.         Konu                             Eski Dönem Kazak Türkleri Tarihi

      Konular:  Kazakistan coğrafyasında eski uygarlıklar; Eski Türklerin burada ilk yerleşim yerleri;

       Temel Okumalar:

      -           Raşid Rahmeti Arat, “Kazakistan”, İslam Ansiklopedisi, 6. Cilt, s. 494-505;

      -           Kazakistan Tarihi. Makaleler, s. 8-12;

      -          Türk Dünyası El Kitabı, Birinci Cilt,  İkinci Bölüm; özellikle s. 3-6,  417-419;

      -           Hasan Celal Güzel vd., Türkler Ansiklopedisi (18, 19 ve 20. Ciltler),  Ankara:

                  Yeni Türkiye Yayınları, 2002;

      -           Osman Karatay, İran ile Turan. Eskiçağda Avrasya ve Ortadoğu’yu Hayal

                   Etmek, İstanbul: Ötüken, 2015, 3 ve 7. Bölümler;

      -           Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. bölüm;

      -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

      -           Youtube’dan değişik videolar.

      Ders Notları:

      Kazak bozkırları dâhil Orta Asya'da Milattan Önce 5000-1200 yılları arası; AfanesyovaAndrenova ve Karasuk kültürleri gibi kültürleri yaşamıştır. Bu devirden sonra Kazak bozkırlarında kurulan medeniyetler şöyle sıralanabilir: SakalarHiung-nu, Çi-çi yönetimindeki Hiung-nular, AvarlarGöktürk KağanlığıBatı Göktürk İmparatorluğuHazarlar ve Bulgar Dönemi, II. Göktürk KağanlığıTürgiş Devleti, Arap Akınları, Karluklar ve KimeklerKarahanlı DevletiOğuz YabguKıpçaklarBüyük Selçuklu İmparatorluğuHarzemşahlar Devleti, Moğol Hakimiyeti, Altın Orda Devleti.

      • Konu 3

        3.         Konu                             Rus İşgalinden Önce Kazaklar

        Konular:  Altın Ordu devleti; Kasım Hanlığı; Ulu Cüz, Kiçi Cüz, Orta Cüz; İctimai hayat.

         Temel Okumalar:          

        -           Raşid Rahmeti Arat, “Kazakistan”, İslam Ansiklopedisi, 6. Cilt, s. 494-505;

        -           Kazakistan Tarihi. Makaleler, s.54-62;

        -          Türk Dünyası El Kitabı, Birinci Cilt, Coğrafya-Tarih, s.400-408, 417-419;

        -           Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, I bölüm;

        -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

        -           Youtube’dan değişik videolar.

        Ders Notları:

        Bugünkü Kazakistan sınırları içinde kalan topraklar tarih boyunca çeşitli kabile ve kavimlerin geçit yerini teşkil eder. Bu coğrafî sahanın Kazak denilen bir Türk kavminin adıyla anılmaya başlanması Selçuklu hâkimiyeti sonrasındaki gelişmelerle yakından ilgilidir. XI. yüzyıldan itibaren Türkler’in önemli bir kısmının Selçuklular önderliğinde batıya doğru yayılmasından sonra Orta Asya’da kalanlar istiklâllerini uzun süre devam ettirememişlerse de bunu takip eden ve yaklaşık bir buçuk asır süren Moğol hâkimiyeti devrinde kültürlerini ve varlıklarını koruyabilmişlerdi. Ardından Timur’un kurduğu devletin etrafında birleşmişler, ancak onun ölümü üzerine meydana gelen siyasî istikrarsızlık sebebiyle dağılmışlardı. Bunlardan bir kısmı Timur’un oğullarının yanında toplanırken bir kısmı da Fergana vadisiyle kuzeyinde başı boş bir hayat sürmeye başladı. Bu ikinci Türk grubu Ebülhayr (1428-1468) tarafından teşkilâtlandırılarak bir araya getirildi ve yeni bir Türk devleti kuruldu. Ancak bağımsız bir devletin kurulmasını kabul etmeyen Moğollar’ın bu yeni devlete karşı başlattıkları saldırılar önlenemeyince halkını koruyamayan hükümdarı hükümdar kabul etmediğini bildiren bir kısım halk ayrılıp kuzeye doğru çekildi. Kazak adıyla anılmaya başlayan bu grup, Kazakistan ismi verilen İdil-Altaylar arasındaki bölgede hür olarak uzun zaman varlığını devam ettirdi. Daha önce burada yaşamış Türk, Sibir ve Moğol asıllı kavimlerin kalıntılarıyla zaman içinde karıştı. Böylece bugünkü Kazak halkı ortaya çıktı. Kazakistan’da yapılan kazılarda bu fikri destekleyici nitelikte daha önce yaşamış olan İskitler, Hunlar ve diğer Türk kavimlerine ait kültür kalıntıları elde edilmiştir.

        Kazaklar’ın geniş bozkırlarda başlattığı yeni hayat çok geçmeden merkezî bir yönetim ihtiyacını ortaya çıkardı. Nitekim önceleri “ulu cüz, orta cüz” ve “küçük cüz” adları altında “cüz” veya “orda” denilen üç merkezli idare sistemini deneyen Kazaklar daha sonra tek otorite etrafında toplanmak zaruretini hissettiler. Bu arada bazı küçük Moğol kabilelerinin kendilerine katılmasıyla sayıları 1 milyonu aştı. Burunduk Han (1480-1511) önderliğinde ilk merkezî idare kurma teşebbüsleri başarılı olmadıysa da Kasım (Kâzım ?) Han zamanında (1503-1523) birliği sağladılar. Kasım Han’ın yerine geçen oğlu Tâhir Han döneminde (1523-1533) merkezî idare bozularak halk cüz veya ordaların etrafında toplandı. Böylece ülke ve halk yeniden üç gruba ayrıldı. Bir müddet sonra Kasım Han’ın küçük oğlu Hak Nazar (1538-1581), Kazaklar’ı tekrar bir araya toplamayı ve merkezî otorite altına almayı başardı. Hak Nazar güneye, Türkistan bölgesine yönelerek Taşkent’i işgal edip Özbekler’e karşı üstünlük sağladı. Ondan sonra başa geçen Tevekkel Han zamanında da (1583-1598) bu siyaset devam ettirildi. Tevekkel Han Taşkent, Yesi ve Semerkant’ı ele geçirerek Kazakistan’ın sınırlarını Mâverâünnehir topraklarına kadar genişletti. Fakat 1598’deki son seferinde Buhara’da birliği yeniden sağlayan II. Abdullah Han (1557-1599) tarafından mağlûp edildi.

        Tevekkel Han güneyde Buhara ile savaşırken yeğeni Oras Muhammed Han, Ruslar’a karşı Batı Sibirya’da yaptığı mücadeleyi kaybetti ve esir düştü. Ruslar, Oras Muhammed’in serbest bırakmasına karşılık Tevekkel Han’ı Sibirya müslümanlarının istiklâlini savunan Küçüm Han’a karşı savaşa zorladılar. Bu savaşta hem Tevekkel Han hem de Küçüm Han büyük zayiat verdi. Tevekkel Han’ın ardından Kazaklar’ın hükümdarı olan İşim Han ile (1598-1628) Tavke Han (1680-1718) zamanında Kazaklar büyük tehditlerle karşı karşıya kaldılar. Bir yandan Moğol asıllı Oyratlar, Kalmuklar ve Jungarlar ile, öte yandan Ruslar’la çetin mücadelelere girdiler. “Jeti jargı” (yedi yargı - yedi prensip) denilen Türk töresini yazılı hale getiren Tavke Han birleşik Kazak halkının son hükümdarı oldu.

        Moğol kabileleri arasında devam eden mücadelenin sona ermesi üzerine Altan Han idaresindeki Oyratlar, XVI. yüzyılın ikinci yarısında 40.000 ailelik bir kuvvetle Doğu Kazakistan’a hücum ettiler. Bu hücum Hak Nazar Han tarafından püskürtüldüyse de Oyratlar, yeni liderleri Khu Urluk zamanında kalabalık bir Kalmuk kabilesiyle birleşerek yeniden saldırdılar ve Kazak bozkırlarını yağmaladılar. Mangışlak bölgesinde oturan Türkmen boylarını da yerlerinden eden Kalmuk istilâsı Batı Kazakistan’a kadar uzandı ve Kalmuklar, Ural nehriyle Volga nehirleri arasında bir devlet kurdular. Kalmuk saldırılarından zayıf düşen Kazaklar arasında liderleri Bolat Han’ın da ölümüyle kopmalar başladı ve üç orda ayrı hanlıklar durumuna geldi.

        Bu sırada Oyratlar’ın Moğolistan’da kalan kısmı ile birleşen Jungarlar, Khungtayji Batur önderliğinde bütün Doğu Türkistan’ı ve Taşkent’i işgal ederek Çin içlerine kadar uzanan bir devlet kurdular. Fakat Çin’e hâkim olan Mançu idaresinin direnişi üzerine bu defa batıya yani Kazakistan’a doğru ilerlediler. Kazaklar bu yeni tehlikeye karşı başlangıçta başarıyla mücadele ettilerse de Jungarlar önce büyük cüzü ve ardından orta cüzü hâkimiyetleri altına aldılar. Küçük cüzün başında bulunan Ebülhayr Han Ruslar’dan yardım istedi. Bunun üzerine yıllardır bölgedeki zengin kaynaklara sahip olmak ve ticaret sahalarına ulaşmak isteyen Ruslar, Başkırt mirzalarından Kutlu Muhammed Tevkelev’i (Aleksey İvanoviç) fevkalâde elçi olarak Kazaklar nezdine gönderdiler. Tevkelev küçük cüzde Ebülhayr, sultan ve beylerden Rusya’ya sadakat yemini alacak, bu sadakate uyulmasını sağlamak üzere hükümdarın yakınlarından birinin Rus başşehrine rehine olarak gönderilmesini temin edecekti. Nitekim Ebülhayr’ın Tevkelev ile yaptığı görüşme sonunda 10 Ekim 1731’de toplanan Han Şûrası’nda Rus himayesi yerine Rusya ile barış içinde yaşanması kararı alındı. Ancak Tevkelev’in Rus tâbiiyetinin kabul edilmemesi halinde Rusya’ya bağlı Kalmuk, Başkırt, Kossak ve Sibiryalılar’ın hücum edeceğine dair tehdidi Bökenbay Batur, Eset Batur ve Hudaynazar adındaki bazı liderlerin sadakat sözü vermelerine yol açtı. Ayrıca herhangi bir saldırıya karşı Or ile Ural nehirlerinin en çok yaklaştığı noktada bir askerî kale inşasına izin verildi.

        Tevkelev’in elde ettiği bu sonuç Rusya tarafından memnuniyetle karşılandı ve Or ile Ural nehirleri arasında Orenburg Kalesi’nin yapımına başlandı. Bir yıl içinde tamamlanan kale (1735) amaç dışı kullanıldı ve özellikle Rusya’nın Başkırtlar ülkesini işgalinde önemli rol oynadı. Bu sebeple Başkırt ileri gelenleri Kazak cüzlerine elçi göndererek Ruslar’a topraklarında üs vermemelerini istediler. Ebülhayr Han, Orenburg Kalesi’nin Başkırtlar’a karşı kullanılmasını önlemek için birlikte hareket etmek üzere orta cüz hanına çağrıda bulundu. Ancak çağrı reddedilince kendisi tek başına Ruslar’a karşı savaşmaktan çekinerek onlarla Başkırtlar’ın aralarını bulmaya çalıştı, fakat bunda da başarılı olamadı.

        Ebülhayr’ın rakipleri tarafından 1748’de öldürülmesinin ardından yerine bir zamanlar Ruslar’a rehin bıraktığı büyük oğlu Nur Ali getirildi (1748-1775). Ruslar, 1760’ta çıkarılan bir fermanla küçük cüz Kazaklar’ının en verimli otlak yeri olan Ural nehri kıyılarını yasak bölge ilân ettiler. Bu durum onların Ruslar’a karşı düşmanlığını açık hale getirdi. Nitekim halkının çıkarlarını korumaya çalışan Don Kossakları’nın lideri Emelyan İvanoviç Pugaçev’in 1773’te başlattığı isyan başta Kazaklar olmak üzere Başkırtlar ve Kalmuklar’ca da desteklendi. Ancak isyan bastırıldı ve küçük cüz yavaş yavaş Rus hâkimiyetine girdi.

        Bu sırada Irgız ve Turgay nehirlerinden Siriderya’ya, Altay ile Targabatay dağlarından Balkaş gölüne kadar uzanan toprakları içine alan orta cüz Kalmuklar ve Ruslar tarafından tehdit edilmekteydi. Bir denge olması düşüncesiyle Çinliler’e yaklaşan orta cüz hanı Abılay’ın bu siyaseti bir müddet bütün ordaları rahatlattı ve herkeste birlik ümidini canlandırdı. Ancak Çinliler’in bir süre sonra Abılay Han’ın kendilerine tâbi olmasını istemeleri aranın açılmasına sebep oldu. Abılay Han, kendilerini orta cüzü işgal etmekle tehdit eden Çinliler’e karşı 1739’da Ruslar’dan yardım istedi. Fakat Ruslar’ın küçük cüzde olduğu gibi orta cüz Kazaklar’ını da Rus idaresine sokmaya kalkışması ve Kazak topraklarında bazı askerî kalelerin inşasını talep etmesi Abılay Han’ı yeniden müttefik değiştirmeye sevketti. Bu sırada daha olumlu bir tavır içine giren Çin’le Kazak-Çin ittifakı kuruldu. Orta Asya’daki hâkimiyetlerine önemli bir darbe sayılan bu ittifak üzerine Ruslar, Kazaklar’a karşı yumuşak bir siyaset izleyerek Abılay Han’ın dostluğunu kazanmaya çalıştılar. Bundan faydalanan Abılay Han Sayram, Çimkent ve Suzak gibi kültür merkezlerini yönetimi altına aldı. Siriderya’dan İli ve Çu vadilerine kadar uzanan geniş sahada huzur ve asayiş sağlandı.

        Bu huzur dönemi Abılay Han’ın 1781’de vefatıyla sona erdi. Yerine geçen oğlu Abdullah Han zamanında Ruslar orta cüze baskıya başladılar. Abdullah Han, babası gibi Çin tarafına meylederek Rus baskısını önlemeye çalıştıysa da bunda başarılı olamadı ve 20 Nisan 1782’de bir seyahat esnasında Ruslar tarafından esir alındı. Bunun üzerine orta cüz hanı olan Veli Han Ruslar’a karşı açıkça mücadele başlattı. Buhara Emirliği ve Çin ile dostane ilişkiler kurarak güney ve güneydoğu sınırlarını emniyete aldı. Ruslar ise bir yandan askerî tedbirlere başvururken öte yandan Kıpçak, Argın, Nayman, Kerey, Vak ve Kongırat gibi Kazak boyları arasında karışıklık çıkarmak için harekete geçtiler. Nihayet Argın boyu sultanı Bökey, 1812’de hanlığını ilân ederek orta cüz Kazaklar’ını iki hanlı bir duruma düşürdü. İki hanın birbiriyle mücadelesi Kazaklar’a büyük zarar verdi. 1817’de Bökey Han’ın, 1819’da Veli Han’ın ölümü Kazaklar’ı bu sıkıntıdan kurtardıysa da başa dirayetli bir hanın gelmeyişi, Ruslar’ın Balkaş gölüne kadar Kazak topraklarını işgaline sebep oldu. Ruslar, Kazaklar’ın birleşmesine engel olmak için her Kazak boyunun sultanını o boyun hanı olarak tanıdılar. Bu durum Kazak boylarını birbiriyle mücadeleye sevketti. Sonunda Ruslar bütün orta cüz Kazak topraklarını ellerine geçirdiler.

        Almatı, Evliyaata, Çimkent, Talas, Yedisu bölgelerini kapsayan ve on bir Kazak boyunu içine alan büyük cüz, Moğolistan sınırına yakın olması dolayısıyla Moğol kabilelerinden Kalmuklar’ın hücumuna uğramış ve 1723’te Kalmuklar’a boyun eğmişti. 1750 başlarına kadar Kalmuk hâkimiyetinde kalan Kazaklar bu defa Çinliler’in saldırısıyla karşılaştılar ve topraklarının doğu kesimini Çinliler’e bıraktılar. Ülkenin diğer kısmındaki Kazaklar ise düşmanlarına karşı Türkistan hanlıklarıyla iş birliği yollarını aradılar. Nitekim Türkistan (Yes/Yesi) şehrine kadar olan güney toprakları Taşkent Hanlığı’na katıldı. Öte yandan Hokand ordusu büyük cüze davet edildi. Bu gelişmeler karşısında Ruslar harekete geçerek Soyuk Han önderliğinde ayakta kalmaya çalışan ülkenin kuzey kesimini hâkimiyetleri altına aldılar. Böylece XIX. yüzyılın ilk yarısında orta cüzle büyük cüzün kuzey kısmı Rus hâkimiyetine girdi.

        • Konu 4

          4.        Konu                             Çarlık Rusya’sı Döneminde Kazakistan

          Konular:   Kazakistan işgalinin başlanması; Rus askeri kaleler sistemi; Rus sömürgeciliği; Çarlık Rusya’sının sosioekonomik politikası; 

          Temel Okumalar:

          -           Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. bölüm;

          -           Kazakistan Tarihi. Makaleler, s. 73-83;

          -           Raşid Rahmeti Arat, “Kazakistan”, İslam Ansiklopedisi, 6. Cilt, s. 500-501;

          -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

          -           Youtube’dan değişik videolar.

          Ders Notları:

          Bütün Kazak cüzlerini himayeleri altına alan Ruslar bir müddet sonra Kazaklar’a bir tebaa muamelesi yapmaya başladılar. Daha 2 Eylül 1756’da bir tebliğ yayımlayarak Kazaklar’ın Ural’ın sağ yakasına geçmelerini, ayrıca Rus askerî mevkilerine 12-15 kilometreden fazla yaklaşmalarını yasaklamışlardı. 13 Ağustos 1799’da ceza hukuku değiştirildi. Bununla suçlular Kazak mahkemeleri yerine Rus mahkemelerinde yargılanacaktı. 1800 yılından itibaren seçilen her Kazak hanının Rus hükümeti tarafından tasdiki şartı getirildi.

          Ruslar küçük cüzün kesin olarak parçalanmasına karar verince 25 Mayıs 1810’da Rusya İçişleri bakanı, küçük cüz hanının iç ihtilâflardan ötürü yeniden seçilmesine dair emir çıkardı. Aynı yıl han seçimi için 10.000 kişinin bulunduğu Kazak Temsilciler Meclisi Orenburg’da toplantıya çağrıldı. Seçimde Ruslar’ın tesiriyle, Sultan Bökey Nur Ali’yi destekleyen Hazar denizi havzası Kazaklar’ı ile (Astarhan civarı) Şîr Gazi’yi destekleyen Siriderya havzası Kazaklar’ı olmak üzere iki grup ortaya çıktı. Ruslar’ın siyaseti sonucu bu iki grup birbirinden tamamen ayrıldı ve her biri meclisi kendi hanı ile terketti. Rus yönetimi, Kazaklar arasında çıkacak muhtemel bir çatışmaya engel olmak bahanesiyle küçük cüz topraklarına bir tümen gönderdi. Böylece Ruslar Kazaklar’ın han seçimini 1845 yılına kadar idare ettiler. Bu tarihten sonra yeni han seçimine izin verilmedi. Rus subaylarının yönetiminde Rus taraftarı bazı Kazak ileri gelenlerinden meydana gelen bir şûra teşkil edildi ve 1917 Bolşevik İhtilâli’ne kadar yönetim bu şekilde sürdü.

          Orta cüz Kazak bölgesinde ise Ruslar çok daha rahat hareket ettiler. Nitekim Batı Sibirya genel valiliğine bağlanan orta cüz bölgesinde 1819’da Veli Han’ın ölümünden sonra yeniden han seçimi yasaklandı. 22 Haziran 1822’de Rus hükümeti, 319 maddeden meydana gelen Sibirya Kazakları’nın statüsünü tebliğ etti. Bu tebliğle orta cüzde han ve sultanlar tarafından yürütülen kabile esasına dayalı idare kaldırılarak eyaletin başına, kendisine Rus binbaşısı rütbesi verilecek ve Ruslar’ın emriyle hareket edecek bir yönetici sultan (ağa sultan) seçme usulü getirildi. Böylece küçük cüzden sonra orta cüzde de Rus idaresi kurulmuş oldu.

          Ancak Ruslar’ın en verimli topraklara el koyup buralara Kossaklar’la bir kısım Rus göçmenini yerleştirmeleri, ağır vergiler toplanması ve anlaşmalara aykırı olarak yeni kaleler inşası Kazaklar arasında tepkilere yol açmıştı. Bu tepkiler zaman zaman isyana dönüştü. Nitekim Ruslar, çıkan huzursuzluğu önlemek için o zamanki küçük cüz hanı Nur Ali’ye ve ailesine verimli topraklardan istifade hakkı vermiş, fakat tatmin olmayan halk Ural nehrinin sağ tarafına geçerek burada sürülerini otlatmaya başlamış, buna karşılık Ruslar o topraklara yerleştirilen Kossaklar’ı müdafaasız halkın üzerine sevketmişti. Bunun üzerine halk isyan etti ve Ruslar’a ait ne varsa yağmalamaya başladı. Rus birlikleriyle takviye edilen Kossaklar isyanı bastırdılar ve büyük katliamda bulundular. Mücadele Kazaklar arasında millî bir hüviyet kazandı. Nitekim Sırım Batur, Ruslar’la mücadelesinde etrafında pek çok kimseyi topladı ve 1783 sonbaharında Rus ve Kossak birliklerine karşı ilk başarısını kazandı. Sırım Batur, ikinci başarısını Sagız-Uil ve Temi ırmakları çevresini Ruslar’dan geri alarak elde etti. Rus hükümeti bu millî ayaklanmayı çevredeki birlikleriyle bastıramadı. Takviye birlikleri geciken Ruslar, Orenburg Valisi Baron Igelstrom’u Kazaklar’a elçi göndererek 1785’te bir halk kurultayı toplamasını sağladılar. Kurultayda Kazaklar’ın iç işlerine karışılmamasını şart koşan halk temsilcileri ayrıca Sırım Batur başkanlığında bir taht şûrası oluşturulmasını ve idarî işlerin bu şûra tarafından yürütülmesini istediler. Bunu kabul eden Ruslar aradan beş altı yıl geçtikten sonra yeniden baskıya başladılar ve Nur Ali Han’ı azlederek yerine küçük kardeşi Er Ali’yi han ilân ettiler. Sırım Batur, bu tür hareketlerden vazgeçilmediği takdirde millî mücadelenin yeniden başlayacağını bildirdi. Ancak 1796-1797 kışında çıkan salgın hastalık yüzünden Kazaklar’ın hayvanlarının çoğunun ölmesi üzerine baharda yapılması düşünülen sefer yapılamadı.

          Sırım Batur’dan sonra Ruslar, Kazaklar’ı yeniden tam kontrol altına almak için çalışmalara başlamışlardı; fakat Sırım Batur’un halefi Sultan Arıngazi, ardından Colaman Tilence mücadeleyi devam ettirdi. Tilence, iki ayrı Rus kuvvetini yenmesine ve pek çok Rus askerini esir almasına rağmen Ruslar’ın bütün Kossak birliklerini bölgede toplamaları üzerine yeni Kazak toprağı işgal edilmemek şartıyla antlaşma yapmak mecburiyetinde kaldı.

          Bundan sonra küçük cüzde millî ayaklanma, bir Rus taraftarı olan Cihangir Han’ın halka ait otlakları bazı şahıslara satması ve Ural hattında yeni Rus kaleleri yapımına izin vermesi üzerine çıktı. Küçük cüzün Berş boyu önderi İsatay Tayman, halkın şikâyetlerini dile getiren bir mektubu Orenburg askerî valisi General Petrovski’ye gönderdi, vali şikâyetleri reddedince de mücadele başladı. 15 Kasım 1837’de yapılan ilk savaş Kazaklar’ın lehine sonuçlandıysa da 12 Temmuz 1838’deki ikinci savaşı Ruslar kazandı. Bunun üzerine halk Ruslar’a boyun eğmek mecburiyetinde kaldı.

          Küçük cüzde Rus baskıları devam ederken orta cüzde Kazaklar’ın verimli topraklarını alan Ruslar halka ağır vergiler koydular, ödenemeyen vergilere karşılık da hayvanları aldılar. Bunun yanında orta cüzün stratejik yerlerine yeni askerî kaleler yapılmak istenmesi neticesinde halk ayaklandı. Abılay Han’ın torunu Sultan Kenasarı Kasımoğlu liderliğinde başlayan mücadelede ilk anda 20.000 kişiye yakın bir silâhlı kuvvet toplandı (1837). Kenasarı Ruslar’dan, orta cüzde dedesi Abılay Han zamanında olduğu gibi hanlık sisteminin yeniden tesisine izin verilmesini istedi. Ayrıca Ruslar tarafından işgal edilen Kazak topraklarının boşaltılmasını ve stratejik bölgelerde inşa edilen kalelerin yıktırılarak gasbedilen hakların geri verilmesini talep etti. Öte yandan Rus idaresinin yürütülmesinde polis gücü olarak kullanılan Kossaklar’ın da mutlaka durdurulması gerektiğini bildirdi. Ruslar bu istekleri reddettiler. Kazak lideri, üzerine sevkedilen askerî birlikleri geri püskürttü, arkasından Rus ticaret kervanlarının Kazak topraklarından vergisiz geçişini yasakladı.

          Bu arada Kenasarı yeni müesseseler kurdu ve teşkilâtlanmayı tamamladı. Hanlık sistemini tesis ederek kabile reislerinden meydana gelen bir “aksakallar meclisi” oluşturdu. Tavke Han zamanında gerçekleştirilen yarı şeriat, yarı töreden (yedi prensip) meydana gelen kanunlar yeniden düzenlenip yürürlüğe konuldu. Kenasarı başlattığı silâhlı mücadelede ordusunun silâh ihtiyacını, Ruslar’ın eline esir düşüp bozkırlara sürgüne gönderilen Polonyalı subayların yardımıyla karşılamaya çalıştı. Nitekim imal edilen tüfeklerle aynı silâhlara sahip Kossak birliklerine karşı üstünlük sağlandı. Ancak Rus kumandanları, bir müddet sonra askerî birliklerini topçu birlikleriyle takviye ederek silâh üstünlüğünü yeniden elde ettiler. Bununla beraber Kenasarı 1838’de Rus işgalinde bulunan Irgız ve Turgay bölgelerini geri almayı başardı. Yüzyıllardır otlak olarak kullanılan bu verimli toprakların Ruslar’dan geri alınması halk arasında sevinçle karşılandı. Bunun üzerine Ruslar, topçu birlikleriyle takviye ettikleri Kossak süvarilerini Kenasarı’ya karşı gönderdiler. Rus hücumunu geri püskürten Kenasarı, Ruslar tarafından Kökçetav ve Akmola civarında inşa edilen kalelere hücum ettiyse de başarılı olamadı; ancak Sibirya’dan Taşkent’e giden ticaret yollarını kontrolü altına aldı. Kenasarı’nın bu başarısı Ruslar’ın bölgeye yeni askerî birlikler sevketmesine yol açtı. Orenburg ve Sibirya istikametinde ilerleyen Rus birlikleri ilk defa Kenasarı kuvvetlerini güneye Siriderya istikametine çekilmeye zorladı.

          Kenasarı, Ruslar’a karşı sürdürdüğü mücadeleyi bütün çabalarına rağmen üç cüze yayamadı. Bilhassa küçük ve büyük cüzde yaşayan Kazak Türkleri ona gerekli desteği vermedi ve mücadele sadece orta cüzle sınırlı kaldı. Kenasarı önderliğinde başlayan mücadele ve elde edilen başarılar Rus yetkililerini telâşlandırmıştı. Rus yetkilileri, Kenasarı’nın çarla görüştürülmesini ve şikâyet konularını müzakere etmek için Petersburg’a davet edilmesini istediler. Ancak Kenasarı, bu görüşmenin yapılabilmesi için Ruslar’ın işgal ettikleri Kazak topraklarından çıkmaları gerektiğini bildirdi; Ruslar da savaş birliklerini yeniden takviye ederek Kenasarı üzerine birkaç koldan saldırıya geçtiler. Bu arada Kenasarı Rus birlikleriyle savaşırken Hokand Hanlığı’na karşı Buhara Emirliği ile de bir ittifak oluşturdu.

          Buhara Hanlığı ile Kenasarı’nın ittifak yapması, üçe ayrılmış olan Türkistan hanlıkları arasında yeni bir mücadelenin başlamasına sebep oldu. Bu durumdan faydalanmak isteyen Ruslar, 5 Haziran 1843’te General Lebedev ile General Bisyanov kumandasındaki birliklerle yeniden Kenasarı üzerine yürüdüler, fakat başarısızlığa uğradılar. 14 Ağustos 1844’te yapılan savaşı da kazanan Kenasarı’nın şöhreti daha da arttı. Buhara ve Hîve hanları tarafından Kazaklar’ın hanı olarak tanındı. Ruslar ise Kenasarı ile anlaşma yolları aramaya başladılar; 1845 Mayısında gelen Rus heyeti Kenasarı’dan Rusya’nın hâkimiyetinin tanınmasını talep ettiyse de Kenasarı bunu reddetti. Ruslar, Orenburg ve Sibirya’daki ordularıyla iki koldan Kenasarı üzerine hücum ettiler. 1845 sonbaharına kadar devam eden Rus saldırılarına dayanamayan Kenasarı kuvvetleri Karatav bölgesini boşaltarak önce Kök-Köl bölgesine, bir yıl sonra da Alatav istikametine çekilmek zorunda kaldılar. Burada Kenasarı birliklerine bu defa da Ruslar’ın kışkırtmasıyla Kırgızlar saldırdı. Böyle bir baskını beklemeyen Kenasarı, Kırgız topraklarını terkederek Çu ırmağının yukarı mecrasındaki Mey-Tuble vahasına çekildi. Ancak ikinci bir baskın sonucu Kenasarı ve adamları Kırgızlar tarafından esir alındı ve öldürüldü.

          Kenasarı’nın ölümüyle millî mücadele ruhu zayıfladı. Kardeşi Sultan Sâdık, kendisine bağlı 20.000 aile ile Türkistan ve Karatav bölgelerine yerleşerek Hokand Hanlığı’nın hâkimiyetine girdi. Hokand ordusunda “pansad” unvanıyla hizmet veren Sultan Sâdık bu hanlığın kuzey sınırlarını Ruslar’a karşı savundu. Ancak 1860’tan sonra Ruslar’ın Hokand Hanlığı’na karşı başlattığı saldırı ve Hokand kuvvetlerinin yenilmesi üzerine Kâşgar’a gidip Yâkub Bey’in yardımcısı oldu. 1873’te Hîve’ye geçerek Ruslar’a karşı bu hanlığın müdafaasında bulundu.

          Rus Çarı I. Nikola, 22 Haziran 1854’te bir ferman çıkararak bütün Kazak topraklarının Rusya hâkimiyeti altına geçtiğini ve Kazaklar’ın Rus kanunlarına tâbi olduklarını ilân etti. Buna karşılık bazı boy beyleri Rus hâkimiyetini reddederek mücadeleyi sürdürdüler.

          Ruslar’ın baskıya dayanan yönetimleri ve Rus göçmenlerin iskânı bir müddet sonra Kazaklar’da yeniden millî şuurun uyanmasına sebep oldu. 1916’da başlayan ayaklanma kısa sürede bütün ülkeye yayıldı. 1917’de çıkan Bolşevik İhtilâli ve bunun getirdiği yeni prensipler ayaklanmayı yeni bir safhaya soktu. Ülkede seçim kararı alındı ve yapılan seçimi her tarafta milliyetçiler kazandı. 1917 başlarında Ak-Tübe, Ural ve Orenburg’da toplanan Umumi Kazak Kurultayı memleketin modern bir ülke olarak teşkilâtlanması için kararlar aldı. Bu kararlar doğrultusunda Alaş Partisi kuruldu. Daha sonra oluşturulan hükümetin adı Alaş Orda oldu. Rusya’da iç savaş devam ederken Kazakistan muhtariyetini ilân etti (Aralık 1917). İç savaşın sona ermesinden sonra 1919’da Kızılordu birlikleri Kazakistan’ı işgal ederek özerk Kazakistan’ın yerine 20 Ağustos 1920’de Kazak Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurdu. Bu cumhuriyete 1924’te yeni Sovyet cumhuriyetlerinin teşkili esnasında bazı topraklar ilâve edildi, böylece Kazakistan’ın bugünkü sınırları belirlenmiş oldu.

          Ruslar, Kazakistan’ı tamamen idareleri altına aldıktan sonra burada büyük bir asimilasyon siyaseti uyguladılar. Halkın ibadet hürriyeti kaldırıldı, camiler kapatıldı. Müslüman halk ateistlik konferanslarına katılmaya mecbur bırakıldığı gibi ateistlik okullara ders olarak konuldu. 1948-1975 yılları arasında 126 adet din aleyhtarı kitap Kazak Türkçesi’ne çevrildi. Rus yönetimi bununla da yetinmeyerek Türk lehçeleri arasındaki farklılıkları arttırıp her birini ayrı bir dil şekline sokmaya çalıştı. Kiril alfabesi kabul ettirildi; II. Dünya Savaşı’ndan sonra eğitim ve bilim dili olarak Rusça kullanılmaya başlandı. Öte yandan millî kültürü aksettirecek edebî eserler de yasaklandı. Bunun yerine Türk Lehçelerinde proletarya ve kolhoz edebiyatının gelişmesi için edip ve şairler desteklendi.

          • Konu 5

            5.        Konu                          Kazakistan’da Milli Mücadele     

            Konular:  Rus iskân siyaseti; 1916. Yıl isyanı;

            Temel Okumalar: 

            -          Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. bölüm;

            -          Kazakistan Tarihi. Makaleler, s. 96-104;

            -          Raşid Rahmeti Arat, “Kazakistan”, İslam Ansiklopedisi, 6. Cilt, s. 501;

                        Youtube’dan değişik videolar.

            Ders Notları:

             Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden evvel, Çarlık Rusya’sı devrinde Rusya, geniş bir şekilde Asya’da yayılma politikası takip etmiştir. Bu politika adım adım uygulanmıştır. Bu politikanın tarihi XVI. yüzyıla kadar geri gitmektedir. Ruslar stratejik noktalarda garnizonlar oluşturarak ve bu garnizonların çevresine Rus topraklarından naklettikleri Rus nüfusunu yerleştirerek, satranç tahtasında ilerler gibi Asya da ilerlemişlerdir. Rus işgalleri ister istemez bu yerleşimin kalıcı olabilmesi için göçleri beraberinde getirmiştir. Bu göçler yeni alınan bölgenin stratejik ve ıssız yerlerinde garnizonlar ve köyler kurulması, bölgenin kendi ahalisinin ise stratejik, yer altı ve yer üstü değerlerinin durumu dikkate alınarak, başka yerlere göçürülmesi şeklinde yürütülmüştür.

            Bu politika çerçevesinde ise, XVIII. yüzyıl ve XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Kazakistan’a, özellikle Güney Ural ve Sibir’den göçmenler gelmişlerdir. Kazakistan’ın uçsuz bucaksız arazisinde; ormanlarında, steplerinde ve vadilerinde bu nüfus yerleştirilerek, sömürgeleştirilmiştir. Slav göçmenler daha çok Kazakistan’ın güney-doğusunda Rus kolonizasyonu çerçevesinde, askerî harekâtın bir parçası olan askeri garnizon, karakol, kale gibi yerlerin etrafındaki bölgelere yerleştirilerek, gözcülük ve korumacılık misyonunu yerine getirip, iskânı kalıcılaştırmaya hizmet etmişlerdir.  Bilhassa Kazakistan’da oluşturulan savaş - yönetim kolonizasyonları, Rus ilerlemesinin güzergâhı ve şeklini de gözler önüne sermektedir. Bu şekilde kurulan yerleşim birimleri: Tsarstsınskaya (1717-23), Zakamskaya (1652-56), Sibirskaya (1663), İrtiçskaya (1716-20), Guryev (1647), Sakmerskiy (1725), Yaytskıy (1613) olup, Rus nüfus iskân edilmiştir.İrtiş nehri boyunca da, Omskoy (1716), Jelezinskoy (1717), Yamışevskoy (1716), Semipalatskoy (1718), Ustkamenogapskoy (1720) gibi yerleşim birimleri oluşturularak, bu şehirlere yine Rus nüfusu yerleştirilmiştir.        

            Rus askerî stratejistleri 18. yüzyılın 40’lı 50’li yıllarında İşim üzerinde kolonileşme faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Çarlık döneminin sömürgeleştirme ve nüfus naklinin birinci kısmı 18. ve 19. yüzyılın ilk çeyreği, ikinci bölümü 1825 – 1866, üçüncü bölümü ise 1870 - 1890 arasında tamamlanmıştır.1870 ve 1890 döneminde ise Rusya Kazakistan’a, Rusya’nın Avrupa bölümünden ve Sibirya’dan göçmenler getirip, iskân etmiştir.  Mevcut Rus politikası Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği devrinde de devam etmiştir.

            Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin tarihinde ekonomik ve siyasî sebeplere dayalı üç büyük göç dalgası bulunmaktadır. İlki (1917 -1938), ikincisi (1939 - 47) ve üçüncüsü (1948)’de meydana gelmiştir. 1980’den sonra SSCB’den Rusya federasyonuna küçük boyutlu bir göç olmuştur. Bilhassa 1988 -1990 arasında Rusya, Ukrayna ve Kazakistan’ın eşit olarak paylaştığı bir göç hareketi yaşanmıştır. Rusya’dan batıya yapılan göçler arasında ise Almanya, ABD ve İsrail dikkat çekmektedir.         

            Kazakistan’ın 18. yüzyılda itibaren Rus tehdidi altına girmesi yaklaşık iki yüzyıl devam etmiştir. Rus işgaline karşı yürütülen Kazak Millî Mücadelesi, maalesef Kazakların aleyhine sonuçlanmıştir. Bu uzun süreç zarfında Türkistan bölgesindeki Kazak nüfusu devrinin şartlarından büyük ölçüde olumsuz bir biçimde etkilenmiştir. XX. yüzyılın başlarında Rusya, öteden beri Kazakistan topraklarında ilerlerken oluşturduğu garnizonların etrafına Rus nüfusu yerleştirmeyi, daha sistematik hale getirmiştir.

            Savaştan önce Rusya’da halkın nüfus artış oranı yüzde 1,5 iken, savaştan sonra yüzde 1 oranında artmıştır. Şartların Ruslar için uygun bulunması, onların nüfuslarının artmasına sebep olurken, maalesef Türkler için aynı durum söz konusu olmamıştır. Ve Bolşevik hükümeti tarafından alınan bir kararla Rusya’nın Avrupa kesiminde meydana gelen bu büyük Rus nüfus artışının en az 5.000.000’nun Asya içlerine göçürülmesi plânlanmıştır.Ruslar, 1927’de Türkistan’ın Ruslaştırma politikalarına hız vermişlerdir. Aynı zamanda su ve üretim ile ilgili bütün kaynakları Rusların elinde toplamış, netice itibarıyla Rusları hâkim nüfus haline getirip, yerel isyanların önünü alma gibi bir dizi siyaset ile neticelenmiştir. Bütün bu gelişmeler Kazakistan’da nüfusun aşağıda gösterilen renkli yapısının oluşmasına yani, Kazak nüfusunun azaltılması, Rus nüfusunun artırılması ve diğer milletler ile muhtelif Türk boylarının mecburi göç ve iskân politikasına tabi tutulması sonucunda, söz konusu kozmopolit yapı oluşturulmuştur.

            Günümüzde Kazakistan Cumhuriyeti 2.724.900 kilometrekarelik yüzölçümüne sahip olup, kapladığı alan itibarıyla dünyanın dokuzuncu büyük ülkesidir. Kilometre kareye düşen insan miktarı ortalama 5 kişi civarındadır.         

            Kazakistan’ın nüfusu ile ilgili bilgiler, 15. yüzyıla kadar geri gitmekle birlikte, bu yüzyılın sonunda Kazakistan’ın yaklaşık olarak 1.000.000’a yakın bir nüfusa sahip olduğu tahmin edilmektedir. Bununla beraber günümüzde anladığımız mânâda nüfus sayımı ilk olarak, Rus Çarlığı ile birlikte 9 Şubat (28 Ocak) 1897’de yapılmıştır. Kazakistan esaslı düzenli nüfus sayımları ise ancak 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yapılabilmiştir. Bu döneme ait ilk sayım Ocak 1925 yılında yapılmış, 1926’da yayımlanmıştır. Nüfus sayımlar ortalama 10 yılda bir yapılmıştır. Sovyet dönemi Kazakistan’ın nüfus durumu 1926, 1939, 1959, 1970, 1979, 1989 ve 1999 nüfus verilerine göre değerlendirilecektir.       

            Kazak halkının XX. yüzyılda nüfusunu olumsuz etkileyen bir dizi olay bulunmaktadır. Bunlardan ilki (1916 -1922) savaş yıllarında Kazak halkın açlık ve kıtlık sebebiyle yüzde 19 (yani 950.000)u kırılmıştır. 400.000 kadar Kazak da Çin, Moğolistan, Afganistan, İran ve Türkiye gibi ülkelere göçmek zorunda bırakılmıştır. İkincisi 1931 -1932 yıllarında meydana gelen kıtlık da Kazak halkına büyük felâketler getirmiştir. Bu sebeple açlıktan 2.300.000 kişi ölmüş, 900.000 Kazak canını kurtarmak için yabancı memleketlere göçe zorlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise 600.000 Kazak ölmüştür.         

            18. yüzyıldan itibaren başlayan Kazak topraklarındaki Rus ilerleyişi, 19. yüzyılın son çeyreğinde azımsanamayacak bir düzeye ulaşmıştır. Kazakistan’da 1897’de 3.392.800 kişilik Kazak, buna mukabil 454.400 Rus bulunuyordu. 1897 yılından 1929 yılına kadarki yaklaşık 30 yıl içerisinde Kazakistan’daki Kazak nüfusu % 23,3 gerilerken, Rus nüfusu % 9,6 oranında artış göstererek 454.400 (%11)’den 1.293.700 (% 20,9)’e ulaşmıştır. Kazak nüfusu ise 3.392.800 (%81,8)’den 3.627.612 (%58,5)’ye gerilemiştir. Bu mevcut nüfusun korunamadığı gibi yeni doğumlarında olmadığı anlamına gelmektedir. Kazakların azalmasındaki temel sebepler Rusların suni olarak yaratmış olduğu kıtlık, açlık v.b.’dir.

            1930 yılından sonra Kazakistan’a dışarıdan pek çok millet ya da Türk boyları, Rus egemenliği altındaki bölgelerden, mevcut nüfusları seyreltmek gayesiyle mecburi göçe tabi tutulmuşlardır. Bilhassa 1937 – 1944 yılları arasında ana yurtlarından sürülen pek çok millet Kazakistan’ın muhtelif bölgelerinde, Rus siyaseti ve ekonomik politikalarına uygun olarak iskân edilmişlerdir. Bunlardan biri Uzak-Doğu’dan sürülen Korelilerdir. II. Dünya Savaşı arifesinde SSCB’nin dünyanın şartlarını kendine uygun hâle getirme esasına dayalı siyaseti neticesinde Uzak Doğu’da Rus egemenliği altında yaşayan Koreliler sunî olarak Ruslar tarafından ihdas edilen sebepler ile ve özellikle de “Japon ajanı” suçlaması ile 1937 ve 1938 yıllarında iki kademeli ve trajik bir göçe tabi tutularak, balıkçılık, çeltikçilik, sebzecilik, meyvecilik ve madencilik v.b. ekonomik uğraşlarda bulunmak üzere Kazakistan ve Özbekistan’a yerleştirilmişlerdir. 1940 yılı Ekim ayında ise Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın batısından Polonyalılar Kazakistan’a göçürülmüşlerdir. 1944 - 45 tarihleri arasında Ukrayna, Beyaz Rusya ve Baltık kıyılarındaki Almanlar, 1943 Ekiminde Karaçay Türkleri, 1943 güzünden baharına kadar Kuzey Kafkasyalılar ile bütün Kalmuklar, 1944 Şubatında Çeçenler ve İnguşlar, Nevrûz (Mart)  ayında Balkarlar, 13 Nisan 1944’de Kırım Türkleri, Bulgarlar ve Rumlar, 13 Haziran 1944’de Gürcüler göçürülmüşlerdir. 1954 -56 yılları arasında muhtelif milletler Kazakistan’a iskân edilmişlerdir. 1959 - 1965 yılları arasında bunların sayısı bir hayli artmıştır.

            1926 yılı nüfus sayımında Kazakistan’daki Kazak nüfusu 3.627.612 (58,5), Rus 1.275.654 (%20,6), Alman 51.094 (0,8), Ukraynalı 860.201 (% 13,9), Özbek 129.399 (% 2,1), Tatar 79.758 (%1,3), Beyaz Rus 25.584 (0,4), Uygur 62.313 (% 1), Azerbaycanlı 46 (% 0) ve Koreli 42 (%  0) toplam 6.197.932 kişiden oluşmaktadır.1939 nüfus sayımı verilerine göre nüfusun dağılımı şöyledir; 2.327.652 (% 37,8) Kazak, 2.458.687 (% 40/) Rus, 92.571(% 1,5) Alman, 658.319 (10,7) Ukraynalı, 120.655 (% 2) Özbek, 31.614 (%0.5) Beyaz Rus, 35.409 (%0, 6) Uygur, 12.996 (%0,2)Azerbaycan Türkü, 74.091 (% 1,6) Koreli toplam 6.151.102 kişidir.         

            1959 yılında 2.787.309 (%30) Kazak, 3.972.042 (%43) Rus, 659.751 (%7,1) Alman, 761.432 (%8,2) Ukraynalı, 135.932 (%1,5) Özbek,  191.690 (% 2,1) Tatar, 107.348 (% 1,1) Beyaz Rus, 59.840 (% 0,6) Uygur, 38.362 (% 0,4) Azerbaycanlı, 74.091 (% 0,8) ve toplam 9.294.741 nüfusu bulunmaktadır.

            1970’de 4.234.166 ( % 33) Kazak; 5.521.917 (%42) Rus; 858.007 (% 6,6) Alman; 933.461 (% 7,2) ; Ukraynalı, 216.340 (% 1,7); Özbek, 285.689 (% 2,2); Tatar, 198.275 (% 1,5); Beyaz Rus, 20.881 (% 0,9) Uygur; 57.699 (% 0,4) Azerbaycanlı; 81.598 (% 0,6)Koreli ve toplam 13.008.726 nüfusu bulunmaktadır.         

            1979 yılında 5.289.346 (% 36) Kazak; 5.991.205 (% 41) Rus; 900.207, (% 6,1) Alman; 897.964,(% 6,1) Ukraynalı; 263.295,(% 1,8) Özbek; 312.626,(% 2,1) Tatar; 181.491,(% 1,2) Beyaz Rus, 147.943, (% 1 )Uygur; 73.345,(% 0,5) Azerbaycanlı; 91.984,(% 0,6) Koreli ve toplam 14.684.283 kişilik bir nüfusu bulunuyordu.         

            1989 yılında Kazakistan’ın nüfus dağılımı şöyledir: 6.534.616, (% 39,7) Kazak, 6.227.549,( % 37,8 ) Rus, 957.518,(% 5,8) Alman, 896.240,(% 5,4) Ukraynalı, 332.017, (% 2) Özbek, 327.982,(% 2) Tatar, 182.601,1,(% 1) Beyaz Rus, 185.301,1,(% 1)Uygur, 90.083,(% 0,5) Azerbaycanlı, 103.315,(% 0,6) Koreli ve toplam 16.464.464  kişi.

            Nüfusun Rus menfaatlerine uygun olarak şekillendirilmesi şüphesiz Kazaklar için olduğu kadar diğer milletler içinde sözle anlatımı oldukça güç şartlar ve uygulamalar ile gerçekleşmiştir. Neticede geride telafisi mümkün olmayan insanlık dramları kalmıştır. Biz Kazakistan’da Kazaklardan sonra bu dramı yaşayan milletler içinden Korelileri seçtik, çünkü ilk yurtlarından sürülen millet Korelilerdir. Ayrıca Kazak literatüründe Kazaklar ile Korelilerin akrabalıklarını etnik, dil, kültür v.b. verilerden hareketle açıklayan bazı bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. Korelilerin göçürülmesini anlatmadan evvel bunları özetleyip, göç kararı, şartları, uygulanması ve sonuçları üzerinde duracağız.

            Korelilerin Kazaklarla aynı soydan geldiklerine dair kültür, arkeolojik, tarih ve dil malzemesi bulunmaktadır. Kazaklar ile Koreliler arasında soy birliğini gösteren çalışmalar gerek Koreli gerekse Kazak araştırıcıların çalışmalarında mevcuttur. Kuzey Doğu Çin’deki Kogure isimli devlet M.Ö. III. asırda Lavdun yarım adasında kurulmuş olup, demir madenleri ile ünlü idi. Bu devirden kalma çeşitli aletler ve Kuzey Çin’de kullanılmış bıçak şeklindeki demir para, demir kürek, kamalar Kuzey Kore’nin Vivon, Kimhe, Kenju (maden işçisi) bölgelerinde kazılarda çıkmıştır. Kuzey Kore’de yapılmış, arkeolojik çalışmalar Türk dilli halkların buraları mesken edindiğini ortaya koymuştur. Kore’ de kazılarda bulunan evlerin çatısı yuvarlak, ateşin ortasında yakılacağı şekilde dizayn edildiği ve bir tarafında giriş kapısının bulunduğu, Kazakların kilerli evleri şeklindedir.      

            Kore’nin kuzey taraflarında yerleşmiş Puye, Kogure, Okçu ve Emek boylarının çoğu hayvancılık ve ziraatla uğraşmışlardır. Han boyunun çoğu ziraat ile meşgul olmuş, Puyeler ekinin 5 çeşidini yetiştirmiş, iyi cins at beslemiş ve avcılık ile uğraşmışlardır. Bunlar ayrıca yakut, inci gibi, değerli madenleri de çıkarıp, mamul hale getirmişlerdir. Okçu boyu, özellikle buğday ziraatı ve balıkçılık ile uğraşmış, balığı tuzlayıp mamul hale getirmişlerdir. Emek boyu, çiftçilik, deniz balıkçılığı ve sadak imâlatı ile uğraşmış, hanlıklar ise tahıllar özellikle pirinç, meyve ağacı yetiştiriciliği ve demircilik ile geçimlerini temin etmişlerdir.

            Bu boylar etkin bir şekilde ticaret de yapmışlar, madeni parayı ya da demiri değişim aracı olarak kullanmışlardır. Korece mevcut olan bakır, demir kelimeleri Kazakçadan geçmiştir.Koreliler devlet başkanlarına tıpkı Türkler gibi Han/Kan demişlerdir. Yine tıpkı Hun Türkleri gibi Şaman dininde olduğu, Kök Tengriye yalvarılarak, ruhlarına saygı göstermişlerdir. Tanrı adına kurban kesip, kürek kemiğinden falına bakma gibi adetler Kazak Türklerinde Ekim Devrimi’ne kadar korunduğu şekliyle Kore’de de bulunmaktaydı.Kore’nin tarihteki idare şekli Türk devletlerini hatırlatmaktadır. Kore’de (Çince Tege) adını alan Teginler (Tekin) bulunuyor. MÖ109’da Kogure’de savaşta yenilip, ele geçenlere köle denmiş (Çince tutha), tutsakların üstündeki insanları ise Tegin diye adlandırmışlar, halkı yöneten beyler de bu beyaz kemikliler arasından çıkmıştır. Yine Kore bölgesinde Skif denen söze de rastlanmıştır. Bu kelime Kazakçada (Sıykıp) (Hediye edilmiş), Rus dilinde “Dariniyedin” şeklinde ifade edilmiş, ancak anlamı aynıdır. Delilleri çoğaltmak mümkündür. Kısacası miladımızın ilk devirlerinde Doğu Çin ile Kogure Devleti yerinde yaşamış Türk halklarının günümüzdeki Kazakların eski ataları olması muhtemeldir.

            6. yüzyıldaki Kogure devletinin bilim adamları (Paksa), Kazağın bilgili falcısı burada kalmış, felsefeciler doğal yaratılışında bir birine karşı olan iki gücün karanlık güç (şeytan) ve açık gücün (yan) Kazakça (jan)dan oluşmuştur. Kogure’nin başkenti Kençu’nun etrafındaki büyük mezarlar, çok büyük tümseklerden oluşuyordu. Bu kurganlar 25 metre uzunluğu ve 110 metre genişliğe sahiptiler. Kazakistan’da bu tip mezarlara çok sık rastlanmaktadır.         

            Kore dil, kültür, tarih ve arkeolojisinde Kazak Türkleri ile bağlantılar arasında o vakitte “Kogure”, şimdi “Kore” şeklindeki devlet ismi de vardır. Kogure Devleti, Kuzey Doğu Çin’deki Türk dilli halklar ki bunların çoğu madencilik ve tarımla uğraşan Kazak boylarından müteşekkil olmuştur. Ve boy isimleri iktisâdî uğraşıları ile ilgili bulunmuştur. Kuzey Doğu Çin’deki bu Türk Dilli halklar ile Kore yarım adasındaki Silla dilli yerli halkların birleşiminden oluşmuştur. Bu karışık dilli halklar bazen Türk dilini kullanmış, bazen de silla dilini kullanmıştır. Aynı zamanda Kogure Devleti’nin inandığı gökyüzü olmuştur. Türk dilli halklar gökyüzüne “kök/gök” demişler, silla dilli halklar “re” demişler. Kore adı da Kazakça “kök” ile Korece “re”nin birleşmesinden oluşmuştur. Eskiden “Kökre ” kelimesindeki “k” düşmesi ile “Köre” şekline dönüşmüştür. Ama her iki şekilde de anlamı “gökyüzüne yalvaran” yani “gök tengriye saygı gösterenler” anlamı eskisi gibi korunmuştur.

            Milletleri parçalama siyaseti Sovyet sisteminin birden bire uygulamaya koyduğu bir program olmamıştır. Lenin ve Stalin’in bir birini tamamlayan eylem ve manevraları ile yumuşak ve aşamalı bir geçiş süreci neticesinde gerçekleştirilmiştir. Bunun için bugünden geriye bakıldığında, Lenin insanların gözüne daha sevimli görülmektedir. Stalin ise asıl taşları yerine oturtan insan olduğu için, sert ve acımasız bir lider olarak tarif edilmiştir.

            1937 senesi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin tarihinde milyonlarca insanı yollara döken ve ölümlerine sebep olan terör ve baskı dönemi olarak girmiştir. Ve bu devir SSCB Korelilerinin tarihlerinin en trajik zaman dilimi olmuştur.SSCB siyasetinde gizlilik ve dış dünyaya kapalılık esas olduğu için, uzun süre kapalı bir kutu olmuştur. Bundan dolayı, SSCB’de yaşayan milletlerin, hangi sebeplerle nereden nerelere göç ettirildikleri konusu araştırılıp, incelenmesine izin verilmemiştir. Sovyet araştırıcıları ise çalışmalarında devletin birliği ve bütünlüğü gerekçesiyle, bünyesinde bulunan milletler için göçü tabii olarak yorumlamışlardır. Başka bir deyişle SSCB’ye özel bir statü vermişler, onun yaptığı emperyalizmi yazmamışlardır.

            1917 Ekim devriminden sonra milletler arası ilişkileri düzenlemek amacıyla “Emekçi ve Sömürülen Halkların Deklerasyonu”, “SSCB’nin Eğitimi Hakkındaki Gelişme” gibi devlet kurumları oluşturulmuştur. Belgelere göre, ülkedeki her şeyin Sovyet’e ait olduğunu, onun sonucu olarak da Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nin halklarının barış ittifakı esasında onaylanacağını ifade edilmiştir.

            Aralık 1922’de III. Sovyet Birlik Toplantısı’nda SSCB’nin eğitimi hakkındaki anlaşma kabul edilmiştir. Bunun amacı muhtelif sovyet sosyalist cumhuriyetlerini kendi istekleri ile aynı sistem için çalışmaya davet etmektir. Bu “SSCB’nin bağımsız ülkeler ile olan iki taraflı münasebetlerinin projesinde söylenmiş olan tenkidine bağlı olarak Lenin’in inisiyatifiyle kabul edilmiştir. Bu tenkit 1922 Ekiminde İ. Stalin tarafından Rusya Komünist Partisi’nin XII. Yıldönümü’nde ortaya atılmıştır. Stalin’in ise SSCB’nin içinde bulunan cumhuriyetlerin otonomlaştırılması ve bunun neticesinde otonom hukukuna sahip olmasını savunmuştur.

            Tartışmaların sonunda “Millî Sorunlar“ hakkında kararda aynı tarihte kabul edilmiştir. Böylece millî ve yönetimle ilgili bölgesel düzenlemeler neticesinde, millî sorunlar çözülmüştür. Yeni şartlar dâhilinde SSCB’nin millî münasebetleri geliştirmek ve oluşturmak için hükümetin merkezî organlarını şekillendirmek, millî sınırları iyileştirmek için yeni düzenlemelerin yapılması ve yeni prensiplerin oluşturulması talep edilmiştir. Millî ve bölgesel düzenlemelerin politik boyutu için hükümetin temsili organlarına çeşitli halklara mensup seçmenin iradesi doğrultusunda tamamen birlik içindeki Sovyet kurumlarını ve iş yürütme komitelerinin oluşturulmasında seçim yapma yasasına sahip olan milletvekillerini temsilci olarak gönderilmesi kabul edilmiştir.1924 anayasasında bütün halkın ortak tarım ekonomisinde, halkların ve milletlerin ortak sosyalist kültürde yakınlaşıp birleşmesini açıklamıştır. XII. Rusya Komünist Partisi’nin toplantısında özellikle geçmişin izlerini silip, tarımsal ve kültürel eşitsizliğin en kısa zamanda ortadan kaldırılması hususunda vurgu yapmışlardır.

            SSCB’nin güçlü bir devlet olabilmesi yukarıda anlatılan ekonomik politika doğrultusunda millet ve din duygusunun yok edilmesi, onların sadece işgücü yığınlar olarak görülmesi neticesinde üretim amaç ve kabiliyetlerine uygun bir biçimde yerleştirilmeleri ile mümkün olmuştur. Kazakistan Korelileri diye isimlendirilen Koreliler, 1930’lu yıllara değin, Uzak Doğu’da, Vladivostok, Habarsk ve Pirimorye bölgelerinde yine Sovyet yönetimi altında, fakat Japonya’nın sömürgesi olan Kore ile komşu olarak yaşıyorlardı. Bu devirde Japonya her ne kadar doğrudan Çin’e yönelik düşmanca bir siyaset izlese de, Japonya’nın saldırgan siyaseti Ruslar tarafından daha o dönemde sezilmiştir. 1935 Martındaki Çin’in Doğu demiryollarını satma kararı, Sovyet Hükümeti’nin Japon sömürge bölgesini tanımasıyla sonuçlanmıştır. Anlaşmanın imzalanmasına rağmen Japonya ve Çin’in Mançurya’ya yönelik politikaları hız kesmemiştir. Bu da Uzak-Doğu’daki ilişkileri gergin bir ortama sokmuştur. 

            Korelilerin, kendi yurtlarından sürülüp Kazakistan SSCB’nin bir parçası haline gelmesi hiç de o kadar kolay olmamıştır. Sovyetlerin bütün dinî ve millî kimlikleri öğütme politikası aşama aşama uygulamaya konulmuştur. Öncelikle o milletin kendilerine ilk tepkiyi gösteren aydın ve önderlerini yok edilmesi ile işe başlanmıştır. Bu sebeple 1937 yılı bütün Sovyet coğrafyasında kan ve acı dolu bir zaman dilimidir. Sovyet Uzak Doğusu’ndaki Koreliler ise önce liderlerini daha sonra da onlara destek verenleri kurban vermek zorunda kalmışlardır. Milletin vatanından edilmesi, Sovyet idarecilerinin kâğıt üzerinde plânladıkları kadar kolay olmamıştır. Sovyet yönetimi Japonlara karşı bir dizi tedbirler düşünmüşlerdir. Bunlardan ilki askerî önlemlerdir, nitekim ilk olarak, Uzak Doğu özel ordusunun başına getirilen Mareşal V. K. Buluher’e, sınırı güçlendirme görevi verilmiştir.Uzak Doğu’daki giderek artan gerilim, Rusların yerli halka baskılarına sebep olmuştur. 5. Kızıl Ordu’daki Sovyet memur ve işçiler yani Mançurya’dan vatanına gelenler, Çin-Doğu Demiryolu’nun satılması hakkındaki kararın yazılmasından sonra, İç İşleri Halk Komitesi’nin sert denetim ve gözetimiyle karşı karşıya kalmışlardır.  Bu sırada Japonya’nın Vladivostok’taki yüksek konsülü, SSCB’nin ilgili birimlerinin etkisiyle Sovyet Korelileri tarafından “Son Vong” adlı Kore dergisinde yayımlanan “Japonlara Karşı“ adlı makale ile ilgili protestoyu dile getirmiştir. Ve SSCB’den iki ülke arasında Japonlara karşı organize olan, Kore milliyetçiliğinin güçlenmesinin önüne geçilmesi istenmiştir.

            ... 1916 Yılı Ayaklanması. Ayaklanmanın esas çıkış sebebi, ulusal ve sosyal baskıların dayanılmaz bir hal almış olmasıdır. Öz vatanında, toprakları ellerinden alınmış, hiçbir hak ve hukuktan faydalandırılmayan halk, Çarlık hükümetine karşı 1916 yılından başlayarak toplu bir ayaklanma başlatmıştır. Çarın cephe gerisine asker alınacağını buyurduğu fermanı ayaklanmanın başlaması için sadece bir kıvılcım. Kazak ulusal bağımsızlık hareketinin önderlerinden MuhamedjanTınışbayev de 1916 yılı ayaklanmasının asıl sebebinin Çarın 25 Haziran fermanının değil, halka uygulanan baskıların Birinci Dünya Savaşı sırasında dayanılmaz bir hal alması olarak göstermişti. O, Türkistan Genel Valisine hazırladığı bir raporunda 1906-1914 yılları arasında Vernıy valisi olan S. N. Veletskiy’nin yaptığı hukuksuzlukları inkâr edilemez delillerle gözler önüne sermişti. Raporda belirtildiğine göre, halkın elinden verimli arazilerin alınmasından sonra hayvancılık ve tarım bir hayli gerilemişti. Bununla birlikte ekonomik sıkıntılıların bütün sorumluluğu Kazaklara yüklenmişti. Göçmen olarak bölgeye gelen Rus çiftçilerin herhangi bir güçlük yaşanmaması için idari önlemler alınıyordu. Mesela Rus çiftçilerin bir hayvanının ya da bir mülkünün kaybolması halinde yerel idarecilere üç gün içinde bulunması emri verilmişti. Ferman ilan edildikten sonra, askere alınacak bölgelerdeki insan sayısı ile ilgili çalışmalar yapılmıştı. Buna göre Kazakistan ve diğer Orta Asya ülkelerinden toplam 110•Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, KOSBED, 2018, 35 390.000’den fazla kişi cepheye gönderilecekti. Bunun içinde Kazakistan’ın Bozkır vilayetlerinden 100.000, Yedisu Vilayetinden 87.000’in üzerinde kişinin cephe gerisinde görevlendirilmek üzere askere alınması planlanmıştı. Asker alımı sırasında pek çok usulsüzlükler meydana gelmişti. Hiçbir sağlık sorunu yaşamayan feodal beylerin çocukları çürüğe çıkartılırken, gerçek anlamda askerliğe elverişli olmayan fakirlerin çocukları cepheye yollandı. Askere alım yaşındaki feodallerin çocukların yaşları küçük ya da 43 yaştan aşmış olarak gösterilirken, 19 yaşından küçük fakir çocukları asker listesine eklendi. Çarlık hükümetinin resmî izniyle feodaller, kendi çocukları yerine alacaklı oldukları fakir ailelerin bireylerine cepheye yollamaya mecbur tuttu. Bu şekilde hazırlanan sahte listeleri halk, ortadan kaldırmak için başkaldırmıştı. Ayaklanmanın listelerin imha edilmesiyle başlaması son derece önemliydi. Çünkü Kazaklarda resmî nüfus kayıtları tutulmadığı için aile bireylerinin sayısının ve yaşlarının belirlendiği yegâne belge, bu listelerdi. Listelerin ortadan kaldırılması asker alımı işlemini yavaşlatıyor, hatta yer, yer durmasını sağlıyordu. Evlatlarının cepheye yollanmasına kesinlikle karşı olan halkın başlattığı ayaklanma kısa süre içinde Kazakistan’ın tamamına yayıldı. TorgayValisinin, Bozkır Genel Valisine yolladığı raporda: “Kırgızların (Kazakların) cephe gerisinde görevlendirmesi fermanının yayınlanması, Torgay ahalisinin büyük karışıklıklar çıkarmasına yol açtı. Gençler, özellikle de askere alınacak yaşta olan gençler, bu mesele hakkında görüşmeler yapmak üzere toplantılar gerçekleştirdi ve ilk olarak askere alım listesini hazırlamakla görevlendirilenlerin şehre girmesinin engelleme kararı aldılar. Tüm kasabalarda hazırlanan listeler, idarecilerin ellerinden alındı. 19 Temmuz ila 25 Temmuz arasında şehirdeki tüm işçiler iş bırakarak, şehrin yakınında toplanan genç Kırgızlara (Kazaklara) katılmak üzere bozkıra çekildiler” demişti. Irgız Valisi de: “Kırgızların (Kazakların) önemli bir bölümü iş bırakarak bozkıra çekildiler. Kalanlar da kaçmaya hazır durumdalar. Atölyelerde çalışan işçiler saklanıyorlar. Onları ikna etmek mümkün değil, vaziyet hayli müşkül” diye haber yollamıştı.Aktöbe Valisinden de, vilayetin kuzeydoğusunda karışıklıkların gözlemlenmeye bağladığı, halkın köylerini terk ederek dağlık yerlerde ve bozkırlarda toplandığı, Aktöbe-Irgız vilayet sınırında askere alma listelerini hazırlamak için gelen devlet memurlarının ölümle tehdit edildiği bildirilmişti. Genel Valiye bu çeşit haber ve raporlar Kazakistan’ın birçok Birinci Dünya Savaşının Kazakistan’a Etkileri • 111 bölgesinden ulaşmıştı. 1916 yılı Temmuz ayı sonu ile Ağustos ayının başında ayaklanma tüm Kazakistan’a yayıldı. Her vilayet ve kasabada ayaklanmacıların ayrı liderleri vardı. Bunların arasında en meşhur olanı Torgay Vilayeti ayaklanmasının lideri Amangeldiİmanov’dur.

            Yedisu Vilayetindeki Ayaklanma: Ayaklanma ilk olarak Yedisu Vilayetinde başlamıştı. Bölgede Rus göçmen yoğun bir şekilde yaşamaktaydı ve bazı ailelerden 19-43 yaş arası 4-5 erkeğin cepheye yollanması, bu ailelerin muhtemel Rus göçmenlerin saldırısı karşısında savunmasız duruma düşürmekteydi. Bu durum isyanı kaçınılmaz hale getirmişti.Ayaklanmacılar arasında Prjevalskiy(Karakol), Jarkent ve Vernıy bölgesinin lideri olan Uzak Seuirzakov, halk arasında en çok tanınanıydı. Prjevalskiy İlçesinin idarecisi İvanov, Yedisu Askerî Valisi Folbaum’a yolladığı telgrafta, Seuirzakov’un bir an önce ele geçirilmesi gerektiğini bildirmiş ve bu görevin de kendisine verilmesini talep etmişti. Folbaum ise bu talebi uygun bulmuş ve hemen yerine getirilmesini emretmişti. Ancak İvanov bu talimatı yerine getirememiş, bölgede isyanı bastırmak için gönderilen askerlerin sayısının azlığından yakınmıştı. Yedisu bölgesindeki ayaklanmanın liderlerinden biri de Tokaş Bokin idi. Bölgede ayaklanma başladıktan sonra İ. Jaynakov, halkı sakinleştirmek için bir takım girişimlerde bulunmuştu. O, Yedisu Askeri Gubernatorundan izin alarak Almatı şehrinde, vilayetin ileri gelenlerini bir araya getirmiş ve 14 Temmuz 1916 tarihinde bir toplantı gerçekleştirmişti. Ancak toplantıya katılanların çoğu ayaklanmanın durdurulması teklifini reddederek TokaşBokin’in tarafında yer almışlardı (Koygeldiyev 2008: 251). Bokin, 1916 yılı Eylül ayında Çarlık askerleri tarafından ele geçirilerek tutuklanmış ve 1917 Şubat devrimine kadar tutuklu kalmıştı. 1 Ağustos 1916 tarihinde Rusya Genel Kurmay Başkanlığı’ndan Folbaum’a gelen direktifte, 15 Eylül’e kadar bölgedeki Kazak, Kırgız, Uygur ve Dunganların askere alım işlemlerinin tamamlanması emredilmişti. Bu emre uymak istemeyen on binlerce halk ayaklanmaya katılmıştır. Ayaklanmacılar ile Çarlık Ordusu arasındaki en ciddi çarpışmalar Vernıy, Lepsi, Bişkek ve Prjevalskiy’de gerçekleşmişti. Ayaklanmacılar birçok posta merkezi, telgrafhane ve köprüyü tahrip etmişti. Devitkul Nogayev yönetimindeki ayaklanmacılar çok sayıda silah ve mühimmatı ele geçirmişti. 20 Ağustos’ta Tokmak şehri ayaklanmacıların eline geçmişti ancak 22 Ağustos günü Yarbay Geytsig komutasında çok sayıda askerle harekete geçen Çarlık Ordusu şehri geri almıştır. Yedisu Askerî Valisi Folbaum, durumun acil olduğunu bildirerek Türkistan Genel Valisi Kuropatkin’den silah ve erzak yardımı talebinde bulunmuştu. Kuropatkin de ona, eli silah tutan Rus göçmenlerinin silahlandırılarak onlardan atlı birlikler kurulmasını ve Kazak boy ve kabileleri arasına nifak salınması talimatını verdi. Aldığı emri geciktirmeden yerine getiren Folbaum, Kazak köylerine saldırılar düzenledi ve yakaladıklarını yargılamadan idam etti. Şehirlerde de “şüpheli” görülenler tutuklanıyor ve gruplar halinde idam ediliyordu. Yedisu’daki ayaklanma Ekim ayına doğru bastırılmıştı. Ayaklanma bastırılırken, bölgeden 300.000 aile Çin’e kaçmak zorunda kalmıştır.Kazak aydınları OtınşıAljanov ve MuhamedcanTınışbayev’in, güçlü silahlarla donatılmış Rus orduları karşısında böyle bir hareketin netice vermeyeceği yönündeki nasihatleri de işe yaramamış ve halk fermana silahlı direnişle karşılık vermişti. Nihayetinde isyan kanlı bir şekilde bastırılmış oldu. 2. 2. Sırderya Vilayetindeki Ayaklanma: Sırderya Vilayetindeki ayaklanmacılar ile Çarlık Ordusu arasındaki çatışmalar, Ağustos ayının başında Yedisu Vilayeti sınırındaki Evliya Ata şehrinde başlamış, en ciddi çarpışmalar ise Merke Kasabası yakınlarında gerçekleşmişti. Bu bölgedeki ayaklanmayı Alikul Akkozı yönetiyordu. Evliya Ata’dan 300 km uzaklıktaki Çu nehri kıyısında bir araya gelen ayaklanmacılar şehri ele geçirmek için hazırlık yapmaya başlamıştı. Ancak yerli bir öğretmenin ayaklanmacıların bu planını Çarlık yöneticilerine haber etmesi üzerine şehrin etrafına kanallar kazıldı ve barikatlar kuruldu. Garnizonda 1.000 kadar asker bırakan Çarlık Ordusu karşı hücuma geçti. 16 Eylül günü gerçekleşen çarpışmada top ve ağır makineli tüfeklerle donatılmış Çarlık Ordusuna karşı silah bakımından yetersiz kalan ayaklanmacılar başarılı olamadı ve isyan bastırıldı. Evliya Ata’da isyana katılanların bir listesi hazırlanmıştı. Listedekilerin tamamına yakını yakalandı ve onların çok azı sağ kalabildi. İsyanı destekleyen köyler yerle bir edildi. Hayvanları ve mülkleri yağmalandı. İsyan bastırıldıktan sonra Sırderya bölgesinden 57.730 kişi cephe gerisinde kullanılmak üzere askere alındı. Sırderya’da isyan bastırılmakla birlikte, bölgede kontrol tam olarak sağlanamamıştı. Türkistan Genel Valisi Kuropatkin Çar’a yolladığı Birinci Dünya Savaşının Kazakistan’a Etkileri • 113 raporunda, “ilkbahar geldikten sonra Yedisu ve Sırderya’daki Kırgızların (Kazakların) yeniden ayaklanma çıkarmayacaklarını söyleyemem. Bu tehlikeye karşı tedbirler alınmaktadır demişti.

            Semey, Akmola ve Torgay Vilayetlerindeki Ayaklanma – Amangeldi İmanov: Semey Vilayetinin Kazakları, Akmola Vilayetinin ayaklanmacıları ile birlikte hareket etmişlerdi. Zaysan ve Ekibastuz ilçeleri ayaklanmanın önemli merkezleri olmuştur. Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında Akmola’da kontrol ayaklanmacıların elindeydi. Bozkır Genel Valisinin elinde isyanı bastıracak güçte ordu bulunmuyordu. Ağustos ayının sonu ile Eylül ayının başında isyanı bastırmak için Ombı, Petropavlsk ve Kazan’dan isyanı bastırmak için ilave kuvvetler getirildi. Akmola’daki ayaklanmaya Torgay ayaklanmasının lideri Amangeldiİmanov destek vermekteydi. Buradaki ayaklanma, 1916 yılı ayaklanmalarının zirvesi olarak gösterilen Torgay Vilayetindeki ayaklanma ile doğrudan bağlantı halindeydi (testetent.ru). Amangeldiİmanov, sadece Torgay Vilayetinin değil, civardaki diğer vilayetlerdeki ayaklanmaların da lideriydi. Meşhur Kazak ozanı JambılJabayev onu bir şiirinde, halk kahramanı ve 1916 yılı ayaklanmalarının önderi olarak göstermişti. Çar’ın fermanının hemen ardından Amangeldiİmanov, Torgay, Köstanay, Irgız, Aktöbe, Atbasar ve Kızılorda’daki Kazakları, birleşerek ayaklanmaya davet etti. Torgay Valisi Eversman’a, bölgedeki Kazakların silahlı başkaldırılarının tehlikeli hal almaya başladığı hakkında haberler geliyordu. İlçelerdeki yöneticiler, ayaklanmacıların dağlık yerlerde toplanıp postanelere saldırılarda bulunduğu, demiryollarını tahrip ettiği, nahiyelerdeki idarecileri öldürdüğü ve idare merkezlerini yıktıklarını bildiriyordu. Özellikle merkezinde Amangeldi’nin bulunduğu Torgay Vilayetindeki ayaklanmanın çok ciddi bir hal aldığı belirtilmişti. Eylül ayının ikinci yarısında Tkaçenko ile Mordvinov yönetimindeki Çarlık Ordusu Amangeldi ayaklanmasını bastırmak üzere Torgay’a gelmişti. Torgay’dan 50 km uzaklıktaki Tatır Gölü civarında yapılan ve dört saat süren kanlı çarpışma neticesinde Çarlık Ordusu mağlup edildi ve geri çekilmek zorunda bırakıldı. Eylül-Ekim aylarında Amangeldiİmanov’a komşu Akmola, Semey, Sırderya ve diğer vilayetlerden çok sayıda ayaklanmacı katıldı. Böylece o, küçük bir ayaklanmadan, büyük bir ordunun komutanı 114•Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, KOSBED, 2018, 35 konumuna yükseldi. Yeni katılanlara askeri disiplin ve silah kullanımı öğretildi. Çar Ordusunun generallerinden de ayaklanmayla ilgili ciddi tehlikenin olduğu haberleri geliyordu. İmanov’un teşkilatçılık kabiliyeti sayesinde isyancıların sayısı her geçen gün artmıştı. 1916 yılının Mayıs ayında isyan başladığında isyancıların sayısı 20 bin iken 26 Kasımda askerî nizam altına alınmış ayaklanmacıların 50 bin kişiye ulaştığı görülmüştü. Amangeldi İmanov önderliğindeki isyan Ekim-Kasım aylarında, cephe gerisine asker yollanmasına tepki hareketi olmaktan çıkarak, ulusal bağımsızlık ayaklanmasına dönüşmüştü. Ekim ayında yapılan çarpışmalarda silah bakımından yetersiz olunmasına karşın ayaklanmacılar, Çarlık Ordusuna üstün gelmeyi başarabilmişti. Nihayetinde hükümet, ufak çaptaki cezalandırma birlikleri ile bu isyanı bastıramayacağını anladı. Kısa süre sonra General Lavrentyev komutasında bir kolordu bozkıra yollandı. Lavrentyev’e Türkistan Askerî Birliğinden yardımcı kuvvetler de gönderilmişti. Şalkar’da mevzilenen Çarlık Ordusunun bir bölümü Irgız ve Torgay istikametinde harekete geçerken, diğer bölümü Aktöbe’den çıkarak Karabutak üzerinden Irgız’a doğru yürüdü. Ordunun üçüncü bölümü ise Köstanay üzerinden ayaklanmanın merkezi olan Torgay’a saldırmak üzere yola çıktı. Amangeldiİmanov, Çarlık Ordusu ulaşmadan bölgeye tam hâkim olabilmek için Torgay Vilayet merkezini kuşattı. Uzun süren kuşatmada ayaklanmacıların bir bölümü vilayet merkezine girmeyi başarsa da şehir teslim alınamadı. Kuşatma altında kalan Torgay’dabir Rus idarecinin günlüğünde yazılanlardan, kuşatmanın şehir idarecilerini büyük korkuya sevk ettiği, hatta onların sığınaklarda saklanmak zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır.Ekim ayında başlayan kuşatma Kasım ayının sonuna kadar devam etti. Kışın erken gelmesi, yoğun kar yağışı ve soğuğun bastırması ayaklanmacıların savaş kabiliyetini zayıflatmıştı. Çarlık Ordusunun da yaklaşması üzerine Amangeldi, kuşatmayı kaldırarak daha güvenilir yerlere çekilmeye mecbur kaldı. 1917 yılının Ocak ayında Amangeldi yönetimindeki ayaklanmacılar yeniden Torgay yakınlarında görüldüler. Burada Çarlık Ordusuyla kahramanca çarpışsalar da bu sefer Torgay’ı kuşatmak mümkün olmadı. Amangeldi meselesini kökünden çözmek için harekete geçen Çarlık Hükümeti, kalabalık bir orduyla ayaklanmanın merkezine saldırıya geçilmesi emrini verdi. Ayaklanmanın merkez üssü konumundaki Betpakkara 24 Şubat 1917 tarihinde Çarlık Ordusunun eline geçti. Şubat Birinci Dünya Savaşının Kazakistan’a Etkileri ayının sonuna doğru Torgay’daki ayaklanmaya bağımlı olan Akmola ayaklanması da bastırıldı. Akmola ve Torgay’daki ayaklanmacılar Amangeldi İmanov yönetiminde bir araya gelerek yeniden mücadeleye çıkmanın yollarını aradıkları sırada, Şubat ayının sonuna doğru Petersburg’da devrimin gerçekleştiği ve Çarlık yönetiminin yıkıldığı haberi geldi (s. 591-592). Şubat Devrimiyle Petersburg ve Moskova’da eski yönetimin yıkılması ve idarenin Prens Lvov başkanlığında Geçici Hükümetin eline geçmesiyle, imparatorluğun diğer bölgelerinde de halklar kendi hürriyet ve egemenliklerini kazanma yolunda girişimler içerisine girmişlerdi. Bu siyasi ortamda Kazaklar da Nisan ayında Orenburg vilayetinde Birinci Kazak Kurultayını toplamıştı. Kurultayın ikinci gününde savaş cephesine gönderilmiş olan işçiler konusu değerlendirilmiş, cepheye gönderilen işçilerin sürekli olarak memleketlerine dönmelerinin sağlanması ve işçi alımı ile ilgili daha önce başlatılan kovuşturma işlerinin durdurulması, işçi toplaması sırasında ortaya çıkan olaylarda tutuklananların serbest bırakılması talep edilmişti. Çarlık rejiminin devrilmesinden sonra Kazakistan’daki aydınlar tüm mesaisini cepheye giden askerlerin emin bir şekilde evlerine dönmesine ve isyan sırasında başka ülkelere kaçmak zorunda kalanları memleketlerine geri getirme işine ayırdılar. MirjakıpDulatov, Moskova ve Petersburg’da Kazakistan’a dönmek için garlarda beklemekte olan Kazak gençlerine biletlerini aldı ve onlara maddi yardımlarda bulundu. Dulatov’un ayrıca Ahmet Baytursınov ile birlikte Doğu Türkistan’ın Tarbagatay ilinin Çöçek bölgesine göç eden Kazakları vatanlarına dönmesi konusunda da önemli hizmetleri olmuştur. Aynı görevle MuhamedjaTınışbayevKulca’ya, Mustafa Çokay da Özbek vilayetlerine gönderilmişti. Mustafa Çokay, bundan daha önce de cephe gerisindeki Türkistanlı işçilerin memleketlerine dönmeleri konusu ile ilgilenmişti. O, Orenburg’daki Kazak Kurultayına katılmak üzere Petersburg’dan yola çıktığı sırada Penza şehrinin istasyonunda, belirlenmiş yerlerine ulaşamadan orada kalan onlarca vagon içinde bekleyen Türkistanlı işçilerle karşılaşmıştı. Bölgenin İşçi ve Asker Sovyetleri Temsilcisi ve Vilayet Komiseri ile görüşmeler yapan Çokay, Türkistanlı işçilerin evlerine geri dönmesini sağlamıştı. Şızran ve Samara’da da benzer durumdaki işçileri kurtarmıştı Savaşta ger, hizmette kullanılmak üzere cepheye işçi olarak gönderilen Kazakların vatanlarına geri dönmesi işleri ile ilgilenildiği dönemde başka bir mesele de gündeme gelmişti. Bu konu İttifak Devletlerinin savaş tutsakları meselesiydi. Birinci Dünya Savaşında savaş tutsaklarının önemli bir bölümü, Kazakistan’daki esir kamplarına yerleştirilmişti. Zaysan, Pavlodar, Semey, Öskemen ve Türkistan Askeri Okrugunda esir kamplarına yerleştirilen Avusturya-Macaristan ordusunun on binlerce asker ve subayı savaş yıllarında çok zor şartlarda en ağır işlerde kullanılmıştı. 1917 yılındaki devrimden sonra bu tutsakların bir kısmı ülkelerine geri dönerken, diğer bir kısmı Kazakistan’da kalmış ve Bolşeviklerle birlikte Sovyet yönetiminin kurulması için mücadele etmiştir. Devrimin gerçekleşmesi, Çarlık rejiminin yıkılması ve Rusya’nın savaştan çekilmesiyle, tüm Türkistan’da olduğu gibi Kazakistan’da da beklenilen huzurun nihayet geleceği umudu doğmuştu. Ancak kısa süre sonra bu umut büyük bir hayal kırıklığına dönüşmüştür. Çarlığın yerel idarecilerin yönetimden el çektirildikten sonra idareyi ele alan İşçi ve Asker Sovyetleri yerli halka zulmetmeye başlamışlardı. Kazakistan’ın Kızılorda vilayeti Kazalı ilçesinde yaşananları buna örnek olarak gösterebiliriz. Silahlı işçi ve askerler köylere giderek devrim ve devrimin kurbanlarının yararına kullanılmak üzere halka ölçüsüz ve ağır vergiler koymuşlardı. Bunlar kimin kapısında kıymetli halı, kürk, altın, gümüş eşya görürlerse alıp götürdüler. İlçede açlık baş göstermesine rağmen buğday, darı, arpa ve pirin gibi gıda maddeleri Ruslara paylaştırılmak üzere şehir ve istasyonlarda saklanmıştı (Çokay 1988: 35). Böylece Birinci Dünya Savaşının bütün ağır şartlarını yaşamış olan Kazak halkına 1917 devrimlerinin hiçbir faydasının olmayacağı anlaşılmıştı. Sonuç: Asırlardır süre gelen ve 20. asrın başında doruk noktasına ulaşan Rus sömürü siyaseti, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki uygulamalarla Kazak halkı için dayanılmaz hal almıştı. 1916 yılının Haziran ayındaki Çar’ın Kazakları cephe gerisinde işçi olarak kullanılması fermanı Kazakistan’ın tamamına yayılan bir ayaklanmanın başlamasına yol açmıştı. Bu durum zaten Birinci Dünya Savaşında zor günler yaşamakta olan Çarlık Rusya için adeta, Türkistan bölgesinde yeni bir cephe açılması anlamına geliyordu.

            Birinci Dünya Savaşı yıllarında hem sosyal hem de ekonomik açıdan büyük güçlükler yaşanan Kazakistan’da, savaşın en ağır etkileri 1916 yılı ayaklanmaları sırasında görülmüştü. İsyan Çarın fermanına karşı bir başkaldırış olarak başlamış gibi görünse de esasında yüzyıllardır süre gelen sömürü ve baskılara karşı sabrı tükenmiş halkın ulusal bağımsızlık hareketi şeklinde gelişmiştir. Çarlık hükümeti bu hareketi Türk ve Alman ajanlarının kışkırtmalarıyla gerçekleştiğini bile iddia etmişler ve halkın talep ve isteklerini nazarı dikkate almamışlardı. Bu isyan, sonraki yıllarda Komünist yayınlarda zenginlerin ve panislamistlerin çabalarıyla ortaya çıkan ve burjuva milliyetçiliğine hizmet eden bir hareket olarak ortaya çıktığını belirtmişlerdi. Buna karşılık olarak Kazak aydın ve devlet adamı Turar Rıskulov’un cevabı ise ayaklanmanın bir hürriyet ve büyük bir devrim hareketidir şeklinde olmuştur. 1916 ayaklanması tahammülü tamamen tükenmiş bir ülkenin kahramanlığı idi. Çarlık yönetiminin isyanı bastırmakla görevli birlikleri Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen ve Uygurları yaşlarına ve cinsiyetlerine bakılmaksızın katletmekle yetinmemiş, onların yaşadıkları bütün köyleri, kışlakları ve şehirleri yerle bir etmişti. Bağ-bahçeler, ekinler mahvedilmişti. Yedisu’daki bütün kasaba ve nahiyelerdeki Kazaklar ve Kırgızlar, bozkırlara, çöllere, kırlara doğru sürülmüşlerdi. Hükümet askerleri tarafından desteklenen silahlı Rus Mujikleri, silahsız köyleri kana bulamıştı. 1917 Şubat Devriminden sonra kurulan hükümete başkanlık etmiş olan A. F. Kerenskiy, Türkistan seferi dönüşünde 13 Aralık 1916 tarihinde Devlet Duma’sının kapalı oturumunda yaptığı konuşmasında, “Türkistan ile Bozkırın Kırgız vilayetleri, Tombov ya da Tula vilayetleri değildir. İngilizler ve Fransızlar kendi kolonilerine nasıl bakıyorsa biz de onlara öyle bakmalıyız” diyerek, Çarlık hükümetinin isyanı bastırmakla görevli askerlerinin Kazaklara yaptığı insanlık dışı muameleleri gizlememiştir. A. Kerenskiy: “Onlar yerli halkı kırıp yok etmiş, her yeri yağmalamıştı. Tertipsizliğe karşı Rus devlet idaresi, medenî Avrupa ülkeleri bir tarafa, Doğunun despotlarının bir tekinin bile yapmayacağı terörle cevap verdi” demiştir. O özellikle, Çarlık askerleri, Rus Kazakları ve göçmenlerin “birlikte hareketleri” yüzünden Yedisu Kazaklarının çok ağır vaziyetin içine düştüğünün üzerinde durmuştur. Türkistan ile Kazak Bozkırındaki vahşetin durdurulması için millî aydınlar delegasyonlar hazırlayarak Çar’ı ziyaret etmişler, Devlet Duması ve İçişleri Bakanlığı’na dilekçelerle müracaatta bulunmuşlardı. Savaş meydanının geri cephesinde çalıştırılmak üzere Kazakların asker yazımı sırasında yoğun bir şekilde hukuksuzlukların yapıldığı “on beş yaşında çocuğun, dört-beş kardeşin tamamının cepheye sevk edildiği” gibi konular hakkındaki makaleler “Kazak” gazetesinde yayınlanmıştı. Mustafa Çokay, A. Bökeyhanov’la birlikte aç-biilaç bir şekilde savaş meydanına yollanan Kazaklara yardım edilmesi hususunda Petersburg’da bir makale kaleme almışlardı. Ayrıca o, İmparatorluğun üst düzey yönetimi ile belediyeler ve şehirler odağı arasında savaş meydanındaki Türkistanlılar meselesi hakkında bağlantı kurma rolünü de üstlenmişti (s. 76). Kazaklar 1916 yılı ayaklanmalarında kahramanca mücadele etmelerine rağmen başarılı olamamıştı. Bu mağlubiyetin çeşitli sebepleri vardır. Her şeyden önce isyancılar arasında bir bağlantı bulunmamaktaydı. Modern silahlarla donatılmış Çarlık Ordularına karşı çoğunlukla kılıç, balta, kargı gibi silahlarla yapılan savaştan da zaferle çıkmak mümkün değildi. Çarlık bürokratları göçmen Rus Ukraynalı çiftçilerle yerli Kazak, Kırgız, Uygur, Dungan gibi halkların arasına soktukları nifakı kendi adlarına başarıyla kullanabilmişlerdi. Bazı zengin ve feodaller ayaklanmacılara destek vermemişti. Diğer yandan ulusal demokratik liderler arasında da birlik yoktu. Tüm bunlara rağmen 1916 yılı ayaklanmaları halk arasında millî şuurun uyanmasına ve bağımsızlık fikrinin yaygınlaşmasına önemli katkıda bulunmuştur. Bu konu hakkında Alihan Bökeyhanov şunları yazmıştı: “Kazak ve Kırgızlar bu ayaklanma sırasında birçok insanını kaybetse de, malları mülkleri talan edilse de gelecek nesillere nasıl bir ülke olduğunu gösterebildi. Çabalamayan, güreşmeyen bağımsızlık atına binemez, baskıdan çıkıp rahata erişemez, oğulları kul olmaktan, kızları cariye olmaktan kurtulamaz, canına da malına da sahip olamaz. 25 Şubat 1917’de Çar II. Nikola, Duma’nın oturumlarına ara veren son fermanını imzalamıştı. M. Çokay, Müslüman Türk halklarını, sömürgeci baskıyla ezmekte olan Çarlık yönetiminin yıkılmasını Kazak halkı memnuniyetle karşılamıştı. “Kazak” gazetesinde, A. Bökeyhanov ve M. Dulatov önderliğindeki on Kazak aydının halkı “eşitlik ve bağımsızlık gününün gelmesi” münasebetiyle kutladığı, onları Şubat Devrimi sonrası kurulan Geçici Hükümeti desteklemeye, teşkilatlanmaya, kurultay toplantısına hazırlık yapmaya, toprak meselesini yeniden ele almaya davet ettiği, Minsk’ten Birinci Dünya Savaşının Kazakistan’a Etkileri • 119 yolladıkları telgraf yayınlanmıştı. Telgraf teyakkuz halindeki Kazak vatandaşlarına, onların arasında M. Çokay’a ve dava arkadaşları A. Kötibarov (Taşkent), K. Kojıkov (Andican) ve S. Akayev’e de (Taşkent) gönderilmişti (Yesmagambetov 2015: 78). Şubat Devrimiyle Çarlık rejimi yıkılmış ve tüm Rusya halklarında olduğu gibi Kazaklar arasında da özgürlük ve eşitliğin geleceğine dair büyük ümit doğmuştu. Ancak bu beklentiler kısa süre içinde karşılık bulamamış, cephe gerisine gönderilen Kazakların ülkelerine geri dönmeleri dahi uzun süren bir sürece yayılmıştı. Birinci Dünya Savaşının tüm olumsuzlukları ve beraberinde gelen 1916 yılı ayaklanmaları kaybedilen binlerce canın yanı sıra ekonomik anlamda da büyük bir çöküntünün yaşanmasına yol açmıştı. Bu olumsuzluklar Bolşevik Devrimi sonrasındaki iç savaş ve 1920’li yıllarda yaşanan açlık zamanında daha da şiddetli hissedilecektir.

            • Konu 6

                                  6.    Konu                                Alaş Ordu Harekâtı

              Konular: Alaş Partisinin kuruluşu; Parti programı; Alaş Ordu Hükûmeti icraatları.

              Temel Okumalar:

              -             Raşid Rahmeti Arat, “Kazakistan”, İslam Ansiklopedisi, 6. Cilt, s. 501;

              -             Kazakistan Tarihi. Makaleler, s. 114-129;

              -             Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. bölüm;

              -             Wikipedia’dan uygun makaleler;

              -           Youtube’dan değişik videolar.

              Ders Notları:

              Alaş Orda (Kazakça: Алаш Орда), 1910'lu ila 1920'li yıllar arasında Kazakların ve Kırgızların ilan ettikleri bir devletin ve buna yol açan harekatın adı. Resmen 1928 yılına kadar var olmuştur.

              Alaş Orda 1905 yılında Alaş Harekatı ile ortaya çıkmış ve 1912 yılında kurulan siyasi Alaş Partisi ile güçlenmiştir. Bu parti siyasi faaliyetlerini 1928 yılında bırakmış olsa da fiilen 1937 yılına kadar var olmuştur. Alaş Orda en sonunda Türkistan Komünist Partisi nin milliyetçi siyasetçilerinden oluşan bir grup olarak kalmış ve sonra ortadan kaybolmuştur.

              1980'li yılların sonunda, etki alanı Kazakistan ve Kırgızistan olan ve aynı adı kullanan yeni bir milliyetçi parti kurulmuştur.

              Kazakistan'ın resmî açıklamasına göre Alaş adı Kazakların efsanevi atası Alaş Han dan alınmıştır. Alaş Han, Orda Han'ın diğer bir ismidir. Alaş kelimesi Kazak Türkleri arasına Uran (Parola) olarak kullanılır. Kazaklar "ALAŞ ALAŞ" diye uran salarlar...

              Ancak Orta Asya Türk dillerinde Alaşa - at anlamına geldiğinden Alaş Orda'nın anlamı Atlı Ordusu olduğu daha mantıklı olurdu.

              Milli marşta Türklük vurgusu ön plandadır. Türk sözünü tarif ederken yiğit, bahadır, güçlü gibi sözler eklenerek gururla ifade edilmektedir.

              “Аrğı аtаm - er Türik, (Ulu atam - bahadır Türktür),

              , – diye başlar. Burada Türk ırkından gelindiği en başta söylenmiştir.

              1905 yılında Mustafa Çokay tarafından organize edilip Hepimiz Alaş'ın oğullarıyız! başlığı altında Taşkentte yapılan Türkistan Müslümanları Kongresi nde, soylu ailelerden gelen Kazak ve Kırgız önderler Alaş adı altında birleşmiştir. Bu harekete Kazak ve Kırgız entelektüelleri de katılmıştır.

              Bu yeni ortaya çıkan gücün başlı hedefleri şunlardı:

              ·         Orta Asya'da İslam'ı çağdaşlaştırmak

              ·         Kazakların ve Kırgızların geleneksel göçebe kültürlerini tekrar özgürce yaşayabilmelerini elde etmek (yani Rus Çarlarının çok daha öncelerde başlattıkları göçebe halkları yerleşmeye zorluyan kanunları kaldırmak)

              ·         Türkistan bölgesine yerleşen Rusları buradan uzaklaştırmak

              Alaş Hareketi yine Mustafa Çokay tarafından kurulmuş olan Türkistan Müslümanları Komitesi ile sıkı bir iş birliği içindeydi. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğun'da kurulmuş olan Jön Türkler hareketi ve İtil-Kama bölgesinde Mir Seyyit Sultan Galiyev tarafından kurulmuş olan Türk-Tatar Komitesi ile iş birliği yapmaktaydılar.

              1912 yılında Alaş Hareketinden Alaş Partisi doğmuştu. Bu partiye Mustafa Çokay'ın yanında Abdulgaffar İmanov ve Amangeldi İmanov adlı Kırgız kardeşler ve bir Kazak töresi olan (Kazaklarda bir hükümdar unvanı) Alihan Bökeyhanulı da katılmıştı. Bökeyhanulı partinin en sözü geçen kişiliğiydi ve partinin temel unsurları da Bökeyhanulı tarafından belirlenmişti. Çünkü Bökeyhanulu, Rus parlamentosunun üyesiydi ve parlamentonun içinde ortaya çıkan Çançılar adlı fraksiyona mensuptu. Çançılar siyasi açıdan Rusların sosyal-devrimci grubuna yakındı.

              Alaş partisi bu dönemde gayet Türkçüydü ve Rus İmparatorluğunun içinde yaşayan Türk halklarını birleşerek Büyük Turan'ı kurmaya çağırmaktaydı. Bir Töre olarak Bökeyhanulı kendini doğrudan Cengiz Han'ın mirasçısı olarak görmekteydi. İmanov kardeşleri ise Qoja olarak kendilerini Muhammed bin Abdullah'ın mirasçıları olarak görmekteydiler.

              Alaş Partisinin asıl önem kazanması ama Rus İmparatorluğu'nun 1917 yılında çökmesi ile başlamıştı. Artık yeni kurulan bir Rusya'nın içinde özerk bir Kazak-Kırgız millî devleti için çaba gösterilmekteydiler. Bu devletin Rusya'nın o dönemde Kırgız olarak tanımlanan tüm topluluklarını içine alması ve Alaş Orda adını taşıması isteniyordu. Mustafa Çokay bu devletin ilk lideri olarak seçilmişti.

              Aynı zamanda Alaş Orda Türkistan'da gerçekleşen ayaklanmalara da destek oluyordu. 1917 yılının ilkbaharında Bişkek'te liderleri İmanov kardeşler olan Alaş-Başan Hareketi (Alaş Baş Hareketi) kuruldu. Hareketi bu Kırgız kanadının merkezi Bişkek değil Hokant oldu.

              1917 yılı henüz geçmeden Alaş Orda Orenburg'da, Rusya'nın içinde bir özerk Kazak ülkesinin kurulmasını savunan Kırgızların Müslüman Kongresini gerçekleştirdi. Ayrıca özerkliğe kavuşmak için Rusya'nın bütün Türk halkları ile iş birliği yapılması gerektiği vurgulanmaktaydı. Ancak Alaş Orda bu döneminde henüz, tüm Türk halklarının birleştiği bir gücün içinde Kırgızların önder rolünde olması gerektiği fikrindeydi.

              Alaş Orda Bolşeviklerin başa geçmesine karşı çıkması, ve Rusya'nın demokratik biçimde yönetilmesi gerektiğini savunması ile yeni Sovyet rejimi ile arası açılmıştı.

              Rusya'nın iç savaşları sırasında Alaş Orda Kazakların yaşadığı bölgeleri Bolşeviklere karşı savunmak için kendince ayrı bir ordu kurmuştu. Ancak büyük birleşik bir bölgeyi tutmayı başaramadılar ve bölge ikiye bölündü. Bu bölümlerin arasında iletişim sorunları olduğundan dolayı iki ayrı yönetim oluştu. Batı bölümün lideri Bukeyhanov, doğu bölümün liderleri Imanov kardeşleri oldu.

              Mustafa Çokayev bu durumu düzeltmek için Imanov kardeşlerin rızası ile, Kazakistan ve Kırgızistan'ı içine alan yeni bir devlet ilan etti. Ancak bu devletin aslında hiçbir anlamı yoktu, çünkü komünist Rus rejimi sadece Bukeyhanov'u Alaş Orda lideri olarak tanımaktaydı.

              Bolşeviklere karşı güç kazanmak için Alaş Orda Kozaklar'la iş birliği yapmaya başladı. Ancak 1919 yılında Alaş Orda'nın orduları Kızıl Ordu tarafından mağlup edildi ve liderlerinin çoğu öldürüldü.

              Alaş Orda'nın 1919 yılında Kızıl Ordu tarafından mağlup edilmesi ile pek bir anlamı kalmamıştı.

              Alaş Orda'nın az sayıda kalmış Türkçü kanadını oluşturan üyeleri Türkistan'ın güneyine gidip Basmacı Ayaklanması'na katılmışlardı. Partinin reformcu kanadı Türkistan Komünist Partisi'ne katıldı. Alaş Orda Partisi dış görünümü ile hala Kazak partisi olarak varlığını sürdürmekteydi, ancak artık KPdSU tarafından kontrol edilmekteydi. Harekatın Kırgız kanadı ise 1919 yılında çoktan tamamen dağılmıştı.

              Bökeyhanulı Moskova'ya taşındı ve Rus parlamentosu tarafından çok kez tercüman olarak görevlendirildi. Siyaset ile artık hiçbir alakası kalmamıştı. Bökeyhanulı Rusya'da birçok Türk dillerinde yazılan gazeteler için yazarlık yaptı ve birkaç kitaplar yazdı. 1921 yılında Bökeyhanulı bazı diğer kişilerle birlikte Jas Alaş gazetesini ve kendi başına Qazaq Tili (Kazak dili) adlı bir gazeteyi yarattı.

              Bökeyhanulı 1937 yılında Moskova'da hala açıklığa kavuşmamış olan sebeblerden dolayı öldü. Stalin'in emiri ile KGB tarafından öldürülmüş olduğu tahmin edilmekte.

              Alihan Bukeyhanulı'nın ölümünden sonra Alaş Orda da artık serbest parti olarak faaliyetlerine son verdi ve son üyeleri Kazakistan Komünist Partisi'ne entegre edildi.

              1988 yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra birçok Kazak ve Kırgız Azat ve Aşar harekatlarına katılarak Alaş Millî Bağımsızlık Partisi adında yeni bir milliyetçi Müslüman parti oluşturdular. Bu partinin kuruluşu aynı zamanda Kazakistan ve Kırgızistan'da kurulan milliyetçi Rus partilere bir yanıt idi.

              Alaş Partisinin hedefleri Alaş Orda Hanlığı'nın tekrar kurulması ve Orta Asya'da İslam'ın modernleştirilmesiydi. Ayrıca tüm Türk halklarının topraklarını içine alan bir Birleşik Türkistan Devletleri'nin kurulması gerektiğini savunmaktaydılar. Aşırı İslamcı ve sağcı olan Türkistan Partisi (Türkistani Partisi) ile iş birliği yapmaktaydılar. Bu parti bütün Türklerin İslam'a dönüşünü ve tüm gayrimüslimlerin Türk topraklarından çekilmesini amaçlamaktaydı.

              1994 yılında Alaş Partisi, yeni Kazak idaresi tarafından faşist olarak tanımlandı ve yasaklandı. Partinin ulusçu üyeleri tekrar Azat Hareketi'ne katıldılar. Milliyetçi olan Kazak-Kırgız üyeleri ise Aşar (veya Asar = Türkiye Türkçesi: İmece) adında yeni bir milliyetçi parti kurdular. Bugün Asar Partisi Kazakistan'da parlamentoda yer almaktayken Kırgızistan'daki kolu siyasi hayatta kalma mücadelesi vermektedir.

               

              • Konu 7

                7.        Konu                                 Sovyet Dönemi Kazakistan

                Konular:  Kazakistan’ın Sovyetleştirilmesi; “Rıskulovculuk”; Sovyet yönetim sistemi;  Yeni bürokratik sınıf; Kültür sahasında durum; Bakir topraklar projesi.

                Temel Okumalar:

                -           Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. bölüm;

                -            Kazakistan Tarihi. Makaleler, s. 130-145;

                -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

                -           Youtube’dan değişik videolar.

                Ders Notları:

                1800’lü yılların sonlarına doğru Kazakistan’ın neredeyse % 40’ı Ruslaştırılmıştı. Çarlık döneminde geldiği zannedilen medeniyet, aslında gelecek yıllardaki baskı ve sindirme için bir nevi büyük ve temel bir yapıtaşıydı. Her alanda asimilasyon ve kültür baskısını arttıran Çarlık Rusyası, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde bu baskıyı doruk noktalarına çıkararak ve Türkistan ve Kazakistan’da Türk ve kültür soykırımı gerçekleştirecekti. Bu iş için Stalin döneminde Stalin kadar ün yapmış biri olan Rus yönetici Filip Goloşçekin ün yapacaktı. Stalin tarafından atanan ve büyük acı ve zulüm ile ün yapan bu yönetici, yine bizzat Stalin aracılığı ile daha sonraları “ajan” olarak nitelendirilip kurşuna dizilecektir.

                Kissane’nin ifade ettiği gibi 20. yüzyılın neredeyse bütününde Kazakistan’da tarih yazımının muzaffer güçleri Sovyet otoriteleriydi. Bu bağlamda, Marksizm-Leninizm’in ideallerini destekleyen bir tarih yazımı anlayışı, devlet aygıtı aracılığıyla özellikle de devletin tarih anlayışını belirleyip yayan Moskova’daki Eğitim Bakanlığı kanalıyla kurusallaştırılmış, Kazakistan’daki yoğun Rus varlığı Kazakların gönüllülüğü söylemiyle meşrulaştırılmıştı. Sovyet tarih yazımında Kazak halkının göçebe medeniyeti hesaba katılmamış, kültürel gelişme sadece yerleşik hayat ve iktisat ile ilişkilendirilmişti. Bu yaklaşımın doğal sonucu, söz konusu dönemde ata mitinin Sovyet iyi zamanını vurgulayan yeni mitlerle değiştirilmesiydi.

                Çarlık Rusyası’nın zulüm ve iskân politikaları sona ermeden, daha büyük bir yıkım kısa süre içerisinde Kazakistan topraklarında yaşanacaktır. Rusya’nın son dönemlerinin sürekli savaşlar ile geçmesi ve halkın fakirleşmesi sonucunda insanlar, Rus Çarı’na karşı düşmanlık beslemeye ve Çar’ı devirebilmek için her türlü muhalefetle birlikte hareket etmeye başlamışlardır (Garder, 1975: 17, Burçak, 1983: 6). Bu durum uzun sürmemiş, büyük mücadelelerden sonra ihtilalciler Rus Çarlığı’na son vererek ülke yönetimini ele geçirmişlerdir (Dickhut, 1978: 10-11). Yapılan ihtilal, Rus Çarlığı’nın son dönemlerinde gerçekleştirilen sanayi inkılâpları sayesinde var olan işçi sınıfı tarafından desteklenmiş ve yeni Sovyet rejiminde ideolojik yapı ön plana çıkmaya başlamıştır (Jacoby, 1999: 128-129, Strachey, 1979: 75,76 ).

                İhtilal sadece Rusya’da değil, diğer topluluklar arasında da kabul görmüş ve Lenin Özbekler, Tatarlar, Kırgızlar, Başkurtlar ve diğer Slav kökenli topluluklar tarafından desteklenmiştir. Lenin, Asya halklarının Çarlık Rusya’sı döneminde çektikleri zorlukları bildiği için, özellikle onlara bağımsızlık vaadinde bulunmuştur. Lenin, Orta Asya halklarına 24 Mayıs 1917’de “Rusya Halkları Beyannamesi” adı altında yaptığı konuşmasında; “Rusya Müslümanları, Volga ve Kırım Tatarları, Sibirya ve Türkistan Kırgızları ve Sartları, Kafkas ötesinin Türk ve Tatarları, Çeçenleri ve Kafkas Dağlıları, sizler!.. Camileri ve ibadethaneleri yıktırılmış, inanışları, gelenekleri, çalar ve Rusya’nın yıkıcıları tarafından boğulmuş olan sizler!.. İnanışlarınız ve gelenekleriniz, milli ve kültürel kurumlarınız bundan sonra serbesttir ve dokunulmazlık içindedir. Bu sizin hakkınızdır. Biliniz ki, haklarınız Rusya’nın tüm halklarının hakları gibi, ihtilalın bütün gücü ve onun organları olan milletvekilleri, işçiler, askerler ve köylülerin Sovyetleri tarafından korunacaktır. O halde bu ihtilalı destekleyiniz!.. (Bennigsen, 1994: 127, Kırımer, 1997: 122) şeklinde vaatte bulunmuştur.

                Lenin’in bu vaatleri her ne kadar kulağa hoş gelip yerel halklar tarafından desteklenmiş olsa da, Türkistan’da ve özellikle Kazakistan Sovyet rejimini uyguladığı politikalar Çarlık Rusyası dönemindeki baskıların kat kat fazlasını getirmiştir. Sovyet yönetimi, Türkistan Türklerinin üzerinde büyük baskı kurup, onlar üzerinde kültür, dil ve ekonomik hâkimiyetini kurmuştur. Özellikle Kazakistan’da kurulan kolhozlarda inanılmaz insanlık dramları ve milyonları aşan insan ölümleriyle birlikte tüm halka açlık ve sefalet getirmiştir. Yeni rejimin uyguladığı bu değişimler günümüzde bile hissedilmekte olup, ölen yüz binlerce Kazak nüfusu yüzünden Kazakistan’ın demografik yapısı değişmiş ve Kazak lehine olan nüfus Rus lehine kaymıştır. Bütün ibadethaneler kapatılmış, Kazak düşünür ve aydınları ya sürgüne gönderilmiş ya da “vatan haini” ve “milliyetçi” suçlamalarıyla kurşuna dizilmiştir. Mali yönden durumu zengin olan Kazak ailelerinin, ekonomik eşitlik adı altında bütün mal varlıkları ellerinden alınmış ve bu aileler ya sürülmüş ya da hapse atılmıştır. Hayvancılık ile uğraşan Kazak toplumu, Sovyetlerin sistemli kültür ve ekonomik hataları yüzünden yerleşik hayata geçmeye zorlanmıştır. Geçmek istemeyenler kesin baskı ile sindirilmiş ve birçoğu idam edilmiştir. Bu vaziyete şahit olan Kazak halkı, çevredeki diğer Türk devletlerine göçmüş, çoğu da yolda ölmek durumunda kalmıştır.

                Bu felaket Komünist Partisi’nin Kazakları ve yarı göçebe hayattan yerleşik hayata geçirme kararının uygulanması sonucudur. Kazak tarihçi Manaş Kozıbayev, bu felaketi Kazak Türklerinin tarih boyunca maruz kaldığı felaketlerin en korkutucu ve en ıstırap vericisi olarak nitelendirmektedir. Kremlin için Kazakların yerleşik düzene geçmesi çok önemliydi. Çünkü Kazakların hemen hepsi göçebe olarak yaşamaktaydı. 1920’lerin sonunda 4.836.000 olan toplam Kazak nüfusunun sadece 600.000’i şehirlerde ve kolhozlarda yerleşik hayat sürdürmekteydi. Bu durum ise Kazakların Sovyet sistemine adaptasyonu ve kontrol altına tutulmasını güçleştiriyordu. 1925 yılında Kazakistan Komünist Partisi 1. Sekreterliğine seçilen Filip Goloşçekin’in şu sözleri bu durumu açık seçik ortaya koymaktadır; “Kazak köylülerinde gerçekte Sovyet hükümeti yok, zenginlerin yönetimi ve kabile hâkimiyeti var”. Goloşçekin, Kazakistan’da uygulayacağı olağanüstü politikalar için Stalin’den destek istemek üzere gönderdiği raporunda “Kazakların vahşi ve kültürsüz bir halk olduğunu, bozkırda rastgele oraya buraya göç ederek yaşayan bu halkı bir araya toplayacağını onlara çatal, kaşık ve bıçak kullanmasını, temiz elbiseler giymesini ve evlerine pencere, baca takmasını öğreteceğini” yazdı. Bu düşünceler ile işe başlayan Goloşçekin, büyük kolhozlar kurdurdu. Yapılan sistem değişikliği ve hatalar ile birlikte ilk etapta 40 milyon hayvanın tamamına yakını, 36 milyonu telef oldu. Kolektif toplama kamplarına gönderilen Kazaklara yeterli gıda ve barınak temin edilmedi. Kazakistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra, açılan arşivlerde kolhoz dönemindeki bilgi ve belgelere ulaşıldı. Bu konuda araştırmalar yapan Prof. Dr. Talas Omarbekov, 1997’de arşiv belgelerine dayalı olarak yayınladığı araştırmasında, insan kaybı konusundaki tartışmalara son noktayı koydu. Çalışmasında Kazakistan Tarım ve Hayvancılık İstatistik Dairesi’nin her yılın Haziran ayında hazırladığı raporları kullanan Omarbekov, bu kaybı 2.230.300 olarak açıkladı. Görüldüğü üzere Kazak nüfusu büyük oranda suni açık ile yok edilmiştir.

                • Konu 8

                  8.         Hafta                             Kazakistan’da Bağımsızlık Hareketi

                  Konular:  SSCB’de Perestroyka dönemi; 1986. Yıl ayaklanması;

                  Temel Okumalar:

                  -          Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. bölüm;

                  -          Kazakistan Tarihi. Makaleler, s. 146-155;

                  -         M. Alaşbek, “Kazakistan’da İsyan”, Türk Yurdu, c 8, 1987, s. 58-60;

                  -          Wikipedia’dan uygun makaleler;

                  -           Youtube’dan değişik videolar.

                  Ders Notları:

                  Sovyet yönetimi 1980’lerin başlarından itibaren duraklayan, daha sonra kriz dönemine giren Sovyet planlı-komuta ekonomisinde çöküş sürecini düzene sokmak için reformlara girişti. 1985 yılının Nisan ayında Komünist Parti’nin yeni Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov[1], ilk kez Sovyetler Birliği’nde ekonomik ve sosyal problemlerin varlığını itiraf ederek, mevcut ekonominin düzeltilmesi için reformlar paketi konusunu gündeme getirdi. Uskorenie (hızlandırma) olarak nitelendirilen bu yeni reform programı, ekonomik tedbirleri içermekle birlikte genel anlamda ekonomi yönetimini iyileştirmeyi amaçlamaktaydı; ancak “gelişmiş sosyalizm”in içeriğini dönüştürmeyi kesinlikle ön görmüyordu. Bu gelişmelerden sonra Gorbaçov ülkenin komünistlerini tam anlamıyla Perestroyka’ya (yeniden kurmaya/kurulmaya) çağırdı. Sovyet lideri Perestroyka’nın ilanından sonra ise basın üzerindeki sansürü kaldıran ve tabulaştırılmış konuların müzakeresine izin veren Glastnost (açıklık) politikasının başladığını ilan etti.

                  Aydan aya derinleşen ekonomik ve sosyal kriz; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği olarak adlandırılan bu imparatorluğun daha fazla ayakta kalıp kalmayacağı yönünde soruları gündeme getiriyordu. Çok milletli devlet sistemi içerisinde yıllarca birikmiş olan sorunlar su yüzüne çıkıyor; Pandora’nın kutusu açılıyordu. Bu durum çökmekte olan imparatorluk sınırları dâhilindeki birbirinden farklı milletler için hem fırsat hem de öngörülmez tehditler barındırıyordu.



                  Jeltoksan Olayları (KazakçaЖелтоқсан көтерілісі; Jeltoksan köterilişi); Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov'un, Kazakistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri, Kazak kökenli Dinmuhammet Kunayev'i azlederek, yerine Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti'nden Genadi Kolbin'in ataması üzerine, Aralık 1986'da (Jeltoksan, Kazakça "aralık" ayı anlamına gelmektedir) Kazakistan'ın başkenti Almatı'da patlak veren olaylar. Bazı kaynaklar Kolbin'in Rus kökenli olduğunu söylemekte, bazıları ise Çuvaş kökenli olduğunu iddia etmektedir.

                  16 Aralık tarihinde başlayan olaylar, 19 Aralık tarihinde sona erdi. Protesto amacıyla 17 Aralık'ta toplanan öğrencilere halktan da binlerce kişi katıldı. Kitle, Kazakistan Komünist Partisi'nin de bulunduğu, Brejnev Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Nihayetinde yerel kuvvetlerle birlikte OMON güçleri şehre girdi. Şiddet olayları tüm şehre yayılmıştı. Ertesi gün, protestolar ÇimkentTaldikorgan ve Karağandı şehirlerine de sıçradı.

                  Kazak kökenli Dinmuhamet Kunayev'in 1964 yılından beri sürdürdüğü görevinden azledilerek, Kazakistan Komünist Partisi Birinci Sekreterliği görevine başka bir cumhuriyetten Genadi Kolbin'in atanması, 17 Aralık sabahı barışçıl öğrenci gösterileri olarak başlayan protestoların ana sebebiydi.

                  Gorbaçov anılarında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi 27. Kongresinden sonra, Kunayev ile buluştuğunu, buluşmada Kuneyev'in istifasının konuşulduğunu, Kunayev'in, Nursultan Nazarbayev'in parti içindeki yükselişinin önüne geçmek için, Rus kökenli birinin yerine atanmasını talep ettiğini yazmaktadır. Kunayev ise kendi hatıratında, yerine gelecek kişi hakkında bir yorum yapılmadığını, Gorbaçov'un konu hakkında sadece "iyi bir yoldaş gönderilecek" dediğini ifade etmektedir.

                  Gösteriler, 200-300 kadar öğrencinin Brejnev Meydanı'nda, Parti binası önünde toplanmasıyla başladı. Katıımlarla kısa sürede 1000-5000 arası sayıya ulaşan kalabalık, Komünist Partisi merkez binasına girerek, binayı ele geçirdi. Daha sonra şehir hapishanesini de ele geçirerek, birçok mahkûmu serbest bıraktı. Resmi haber ajansı TASS olayları şu sözlerle duyuruyordu.

                  "Milliyetçi unsurlarca kışkırtılan bir grup öğrenci, SBKP genel kurulunda alınan kararı bahane ederek sokakları işgal ettiler. Durumu fırsata çevirmek isteyerek kalabalığa karışan vahşi kışkırtıcılar, güvenlik güçlerini hedef alan yasa dışı eylemlere kalkıştılar. Birçok özel aracın yanı sıra bir yiyecek deposunu da ateşe veren göstericiler, yöre halkına da saldırıda bulunmuşlardır."

                  Meydan güvenlik güçlerince çembere alındı ve göstericilerin görüntüleri kaydedilmeye başlandı. Akşamüstüne doğru olaylar daha da şiddetlendi. Güvenlik güçlerine kalabalığı dağıtma emri verildi. Meydanda ve şehrin başka kısımlarında göstericilerle güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar sabaha kadar devam etti. Ertesi gün olaylar neredeyse bir isyana dönüştü. Çatışmalar üçüncü günün sonuna kadar kontrol altına alınamadı.

                  Katılımcı sayısı ile ilgili değişik iddialar bulunmaktadır. Olaylar başladığında, Moskova kaynaklı haberlerde, protestocuların 200 kişi civarında olduğu söylemekteydi. Kazak yetkililer, daha sonra bu rakamı 3000'e yükseltti.

                  Ancak protestocuların 30-40 bin kişi civarında olduklarını, bunların en az 5000 kadarının tutuklandığını, yaralı sayısının ise tahmin bile edilemediğini iddia eden kaynaklar da vardı. Olaylara öncülük edenler, ülke çapında 60,000 kişinin protesto eylemlerie katıldığını söylemişlerdir.

                  Kazak Devlet Üniversitesi öğretim görevlilerinden Profesör Sayın Burbaşov olayları araştırmış ve çalışmasını şu şekilde özetlemiştir: Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi verilerine göre, gösterilere 11,000 kişinin katılmış, olayların neticesinde bir gösterici hayatını kaybetmiş, 660'ı da gözaltına alınmıştır. Resmi bilgilere göre gözaltına alınanlar, aşırı milliyetçiler, alkolikler ve uyuşturucu müptelaları olarak tanımlanmaktadır. Daha sonra ortaya çıkan bilgiler, 30-40 bin civarında göstericinin protesto eylemelerine katıldığını göstermektedir. Burbaşov bu bilgileri verdikten sonra şunları söylemektedir Gösterici sayısının en az 25 bin kişi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. İçlerinden 5000 kadarı tutuklanmış ve hapsedilmiştir. Ne yazık ki can kayıpları hakkında doğru bir bilgiye ulaşamadım.

                  Kazakistan SSC hükûmetine göre, sadece bir gösterici ve bir güvenlik görevlisi olaylarda hayatını kaybetti. 100 kadarı da tutuklandı. Tutuklananlardan bazıları da çalışma kamplarına gönderildi.

                  Kongre Kütüphanesi kaynakları ise, olaylar sırasında en az 200 kişinin öldüğünü (bunların bir kısmı infaz edildiği öne sürülmektedir) söylemektedir. Yaralı sayısı da, kimi kaynaklara göre 1000 kişinin üzerindedir.

                  SSCB dağıldıktan sonra, Yeltoksan Olaylarına katılan göstericilerin hemen tamamının cezaları affedildi. Bu kişiler Sovyet baskı rejiminin kurbanları olarak addedildiler. Olayların 20. yıldönümü dolayısıyla, 18 Eylül 2006 tarihinde başken Almatı'da "Özgürlüğün Şafağı" adlı bir anıt törenle açıldı. Jeltoksan Olayları Kazakistan'ın bağımsızlık mücadelesinin simgesi haline gelmiştir.


                  • Konu 9

                    9.        Konu                                     Vize sınavı

                    • Konu 10

                      10.         Konu                                Çağdaş Kazakistan’da Siyasal Sistem

                      Konular:  Egemen siyasal sistem; İstikrar problemi; İnsan hakları ve demokrasi sahasında durum; Yolsuzluk.

                      Temel Okumalar:

                      -           Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. bölüm;

                      -          Kazakistan Tarihi. Makaleler, s. 165-174;

                      -          Martha Brill Olcott, “Democratization and the Growth of Political Participation in Kazakstan”, Karen Dawisha and Bruce Parrott (Ed.), Conflict, Cleavage, and Change in Central Asia and the Caucasus, Cambridge: Cambridge University Press, 1997, pp. 201-241;

                      -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

                      -           Youtube’dan değişik videolar.

                      Ders Notları:

                      1993 anayasasına göre Kazakistan’da yarı başkanlık sistemi uygulanmakta iken 1995’te yapılan değişiklikle tam başkanlık sistemine geçilmiştir. Yetkileri genişletilen cumhurbaşkanının faaliyetlerini kontrol eden anayasa mahkemesi kaldırılmış, cumhurbaşkanlığı süresi dört yıldan yedi yıla çıkarılmıştır. Kazakistan Parlamentosu senato ve meclis olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Senatörlük süresi altı yıl, milletvekilliği süresi beş yıldır. Senato ve meclis başkanını cumhurbaşkanı tayin eder. 1997 yılında idarî taksimat yeniden düzenlenerek eyalet sayısı on dokuzdan on dörde indirilmiştir. Eyaletler, başbakanın teklifiyle cumhurbaşkanının tayin ettiği valiler tarafından yönetilmektedir. Yönetimde tek sorumlu vali olmakla beraber halk tarafından seçilen encümen üyelerinin valinin görevden alınması için cumhurbaşkanına teklif yapma yetkileri bulunmaktadır. Kazakistan Cumhuriyeti’nde köyler ilçelere, ilçeler illere ve iller de eyaletlere (oblus) bağlı olarak yönetilir. Ayrıca doğrudan merkeze bağlı bulunan özel statüye sahip iller de vardır.

                      Hükümet cumhurbaşkanına karşı sorumludur. Parlamentonun her iki kanadının üzerinde anlaştığı kişi başbakan olarak cumhurbaşkanı tarafından tayin edilir. Yasama görevini parlamentonun senato kanadı yürütür. 1 Ocak 1997 tarihinde yapılan bir araştırmaya göre Kazakistan’da kayıtlı 300 siyasî örgüt ve dokuz siyasî parti bulunmaktadır. Kazakistan Cumhuriyeti’nin başşehri 10 Aralık 1997’de Almatı’dan Akmola’ya taşınmış ve 6 Mayıs 1998’de Akmola ismi “başşehir” anlamına gelen Astana (Âsitâne) olarak değiştirilmiştir.

                      https://millidusunce.com/misak/wp-content/uploads/2020/01/mdmfoto1-768x432-1.png

                       

                       

                       

                      • Konu 11

                        11.       Konu                   Kazakistan’ın Milli Kimlik Sorunu

                        Konular:  Sovyet tarihçiliği ve milli tarihçilik; Dil siyaseti.

                        Temel Okumalar:

                        -          Candan Badem, “Sovyet-Sonrası Kazakistan’da Dil Siyaseti ve Dilsel Kimlik”, Gönül Pultar (Der.), Ağır Gökyüzünde Kanat Çırpmak. Sovyet-Sonrası Türk Cumhuriyetlerinde Kültürel Kimlik Arayışı ve Müzakeresi, İstanbul: Tetragon, 2012, s. 157-181;

                        -          Meryem Kırımlı, “Milliyetçiliğin Ortaya Çıkışı ya da Bağımsız Kazakistan’ın Yeni Stratejisi”, Avrasya Etüdleri, cilt 2, sayı 2, Yaz 1995, s.2-13;

                        -           Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. Bölüm;

                        -           Olivier Roy, Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, İstanbul: Metis, 2016;

                        -           Wikipedia’dan uygun makaleler;

                        -           Youtube’dan değişik videolar.

                        Ders Notları:

                        Tarih anlayışı bir devletin temel politikasının belirlenmesindeki en önemli mihenk taşlarından biridir. Özellikle yeni kurulan bir devletin tarihinin sınır ve prensiplerinin genel hatlarıyla çizilmesi, devletin hangi kimlikle ve hangi kültür sınırlarıyla yaşayacağının ve ileride nasıl politikalar belirleyeceğinin önemli göstergelerindendir. Bu makalede 17 yıl önce bağımsızlığına kavuşan Kazakistan Cumhuriyeti’ndeki tarih anlayışına yönelik gözlemler sunulmaya çalışılacaktır. Kazakistan Cumhuriyeti kurulduğu ilk yıllarda halkının yarısından çoğunun etnik olarak Kazak değildi. Bu durum ülkenin geleceğini sağlamlaştırmak amacıyla kimliğinin belirlenmesi ve ulus inşası hakkında sorulara yol açtı. Bu ülkeye ismini veren Kazakların da baskın bir varlık göstermesi konusunda çekinceler bulunmaktaydı. Asırlardan beri, Orta Asya sahrasında, çeşitli ittifakların bünyesinde var olan Kazakların tarihinde, yirminci yüzyıl derin izler bırakmıştır. Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra, Moskova’nın merkezi yönetim kuralları gereğince bu cumhuriyetin kuruluş amacını pekiştirmek için, Kazak etnik kimliğinin kurumsallaştırılmasına başlandı. Aynı türden siyaset, geçen asırda Sovyetler bünyesindeki diğer Orta Asya Cumhuriyetlerine de uygulanmıştır (Dudoignon 1997). Bu dönemde özellikle Kazak edebiyatı, dili ve müziğinin destek görmesi, Kazakların üst kimliği olan Türk- * İzmir Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü / İZMİR meryem.hakim@izmir.edu.tr, meryem_kirimli@yahoo.com bilig, Yaz / 2009, sayı 50 52 lükten çok, Kazaklığın incelenmesine sebep oldu. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Kazakistan’da da etnik Kazak kimliğinin ulusal kimliğe dönüşmesi yönündeki gayretler özellikle Kazak aydın ve siyasetçilerinin desteklediği konular arasına girdi. Resmi makamlardan önce, 1990’larda Kazak aydınları bu konunun üzerinde çalışmaya başlandı. Bu konudaki resmi çözüm, Kazak Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in 2003 senesinin Nisan ayında yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında “Maedeniy Mura” yani Kültürel Miras adıyla lanse edilen büyük bir proje kapsamında, temelinde genel Türk ve İslam mirasına dayanan ve Kazak kültürel, tarihi, etnografik, arkeolojik, linguistik, filozofik ve sanatsal değerler konusunda temel bilgileri derleme ve arşivleme çalışmaları dahilinde devasa bir programla başladı. Bu program dahilinde Kazak kültürel mirasının 500 ciltten oluşacak kaynak malzemeleri toplanmaya başladı. Bu çalışmaların devlet dili olarak ilan edilen Kazakça yayınlanması da oldukça dikkat çekicidir. Bugün Kazakistan’da çoğunluğa ulaşmış olan Kazakların etnik kimliğine ve Kazakların geçmişine ait çalışmalar, bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamının Kazak olmamasına rağmen ilgi görmektedir. Kazakistan’daki bu gelişmenin etnik bir temele oturtulmak istendiği açıkça ilan edilmese de, Kazakistan Cumhuriyeti idarecilerinin etnik temelli politika belirlemek zorunda kaldığı gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Bağımsızlık ilanı sırasında nüfusun yarısında fazlasının gayri Kazak olduğu bir devlet, aradan geçen 17 yıllık sürede, artık yüzde altmışlara yaklaşan etnik Kazak nüfusunun verdiği güçle, Kazakistan’ın devlet kimliğinin ulusal ve etnik kimlikle bağdaştırma eğilimindedir. Bu kimliğin adı da Kazak kimliğidir. Bu değişim, “Devletler genellikle kimliklerini mevcut bir ulus üstüne inşa eder veya devleti pekiştirmek için bir ulus oluştururlar”(Schaeffer 2008: 13) fikrine paraleldir. Ancak Kazak kimliği çalışmalarının, Kazakistan’daki araştırmacıları daha genel kimliklere, Kazakların Türk soylu ve Müslüman kimliği ve kültürüne de yoğunlaştırmaya başladığı görülmektedir. Bu çalışmaların bir başka boyutu da salt Kazak kimliğinin bile, araştırmacıları, bugünkü Kazakistan’ın sınırları dışına çıkarmasıdır. Kazak Aydınlarının Tarih Çalışmaları Kazakistan’ın bağımsızlığının ilk yıllarından itibaren Kazak milli kimliğinin yaratılmasında özellikle Kazakça yayınların ve bu dili kullanan yazar ve akademisyenlerin çalışmaları basın-yayında etkili olmaya başladı. Kazak olmayan araştırmacıların yazdıklarından ziyade, gerçek Kazakistanlı veya daha doğru bir tabirle etnik Kazak bakış açısının dünyaya yansıtılması Kazakların ve yeni bağımsız ülkelerinin daha sağlam temeller üzerine oturması açısından önem taşımaktadır. Kazakların tarih sahnesine çıkışının Kazak Hanlığının 15. yüzyılda kuruluşu ile olduğu bilgisine itiraz edercesine, Kazak tarihçiler, bugünkü Kazak halkının bünyesinde yaşayan bir çok öğenin tunç devrinden, Hakim, Kazakistan’daki Tarih Anlayışı ve Uluslararası Boyutları 53 demir çağından itibaren bugünkü Kazakistan coğrafyasındaki varlığını ispata çalışarak, Kazakların geçmişinin Kazak hanlığının kuruluşundan onlarca asır öncelere uzandığını göstermek istemektedir. Bunun ilk örneklerinden biri Kazakistan İlimler Akademisinin Almatı’daki Şokan Valihanov Tarih ve Etnoloji Enstitüsü ve A. Kh. Margulan Arkeoloji Enstitüsü tarafından 1993 senesinde yayınlanan ve Türkiye Türkçesine Abdulvahab Kara tarafından tercüme edilen Eski Devirlerden Günümüze Kazakistan Tarihi adlı eserdir. Bu eserin Kazak dilindeki basımının önsözünde kitap okuyucuya şöyle sunulmuştur: Yazarlar kolektifi Kazakistan tarihinde yer almış, fakat gizlenmiş gerçekleri yeni bakış açısıyla ortaya koymaya, tarih şuuru vermeye, Kazak halkının sömürgeci düzene karşı mücadelesini göstermeye, milli bağımsızlık yolunda mücadele eden kahramanların ve totaliter rejimin yok ettiği Kazak kültür ve biliminin önde gelen mensuplarının isimlerini tekrar canlandırmaya gayret etmişlerdir (Kazakstan Gılım Akademiyası 2007). Bu kitapta “Eski Çağda, Orta Çağda, Çarlık Rusya’nın Hakimiyeti Altında, Totaliter Sistemde Kazakistan” başlıkları altındaki bölümlerde Kazakistan tarihi etiketiyle açık ve seçik olarak etnik Kazak tarihinin köklerinin, Kazakistan’daki Kazak alimler tarafından yorumlanışını görmekteyiz. Bu eserde, bugün resmi olarak sadece etnik Kazakların değil, ‘Kazakistanlı’ tabir edilen ve Kazak olmayan bir çok etnik grubun vatanı olduğu ilan edilen Kazakistan’ın etnik Kazak tarihinin geçmiş yüzyıllardaki medeniyetler, hanlıklar, devletler ve kültürle bağlantıları ele alınmıştır. Böylece Kazak alimleri, Kazakların bilinen tarih boyunca bugünkü Kazakistan coğrafyasında yaşamış bütün kültür ve toplumların mirasçısı olduklarını ilan etmişlerdir. Özellikle Kazak hanlığı öncesindeki Kazakistan tarihi için, Sakalar tarihi ve kalıntıları, bu bağlamda Üysünler (Usunlar veya Wusunlar), Kanglı Devleti, Hunlar, ile Sarmatlar tarihine değinilmiştir. Bu kitabın “Ortaçağda Kazakistan,” başlığını taşıyan ikinci bölümünde ise Göktürk ve Türgiş Kağanlıkları, Karluk Devleti, Oğuz Devleti, Kimek Kağanlığı, Karahanlılar, Karahitaylar (Nayman ve Kerey Ulusları) ve Kıpçak Hanlıkları Kazakistan tarihinin bir bölümü şeklinde değerlendirilmiştir. Sovyet dönemi alimlerinin yayınladığı çalışmalar artık bağımsız olan Kazak bilim insanları ve tarihçileri tarafından yeniden yorumlanarak, Kazakistan topraklarında yapılan arkeolojik çalışmalara ve buluntulara dayanılarak, bugünkü Kazakistan coğrafyasının VI. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar olan dönemindeki ipek yolu rotasında bulunan yerleşim bölgelerinin tarihi ve kültürü incelenmiştir. Bu eserin yazarları arasında Türk ve dünya kamuoyunca tanınan Kazak tarihçi Manaş Kabaşoğlu Kozıbayev ve Kenges Nurpeyisov gibi bilim insanları vardır. Manaş Kabaşoğlu Kozıbay’ın Kazakistan’ın bağım- bilig, Yaz / 2009, sayı 50 54 sızlığının dokuzuncu senesinde ilmi bir esere yazdığı önsözün başlığı oldukça ilgi çekicidir ve bu çalışmanın araştırma amacıyla uygundur. Manaş Kozıbay, Kazak “halkımızın milli tarihi devlet sınırlarıyla kısıtlanamaz” başlığını kullanmıştır (Mukametkanulı 2000: 4-5). Kazak Tarih Çalışmalarının Sınırötesi Boyutları Kazakistan’ın yetiştirdiği önemli tarihçilerden biri olan Kozıbay’ın yukarıdaki fikri Kazakistan dışındaki Kazak akademisyen ve araştırmacılarının katkılarıyla daha da kuvvetlendi. 1993 senesinden sonraki 15 yıllık süre içinde, Kazakistan’daki çeşitli yazarlar ile Kazakistan sınırları dışında yaşayan Kazak aydınlarının katkısıyla Kazak tarihinin eski ve modern dönemleri hakkında bir çok eser yayınlandı. Bunların içindeki en önemlilerinden biri, Doğu Türkistanlı Kazak aydını Nigmet Mıngjanoğlu’nun Çin kaynaklarından faydalanarak Kazaktıng Kıskaşa Tariyhı adıyla 1987 senesinde yayınladığı eseridir. Aynı kitap 1994 senesinde, Almatı’daki Jalın Basımevi tarafından Kazakistan’da da basılmıştır. Bu araştırma kitabının önemi eski Çin, Arap ve Fars kaynaklarına dayanarak, Türk ve Moğol kaynakları da unutulmadan, Kazakların Saka, Üysün, Kanglı, Hun Kağanlıklarının mirasçısı olduğunu ispatlamasıdır. Nigmet Mingjanulı’nın bu eseri elbette ki bağımsızlık sonrası Kazakistan’daki ilklerden sayılan ve yukarıda ilk olarak bahsedilen eserde atlanılmış kaynaklardan biri olarak göze çarpmaktadır. Bu eser Orta Asya’da hakimiyet kuran: Türk Kağanlığı, Türgeş Kağanlığı, Karluk ve Kimak Kağanlığı gibi büyük memleket ve devletlerin bünyesindeki halkların halihazırdaki Kazaklar arasında yaşayan Üysün, Kongrat, Kıpçak, Jalayır, Nayman, Kerey ve Uvak gibi önemli boy ve kabilelerden meydana geldiğini kesin ilmi kanıtlar ve ilmi destekler ile açıklamaktadır. ... Antik dönemlerde, hanlık sultanlık kurmuş ve insanlık tarihine silinmez izler bırakmış olan eski Türk kağanlıklarından Sakalar, Üysünler, Alanlar, Kanglı ve Hunların şimdiki Kazakların geçmişteki ecdadları olduğuna şüphe yoktur (Mıngjan 1994: 5) fikrini öne sürer. Tarihçi Nigmet Minjanoğlu, bu eserinde sadece Çin kaynaklarını incelemekle yetinmemiş, bu konuda Sovyet devrinde Kazakistan’da basılan kaynaklarla beraber Türk ve batı kaynaklarını da kullanmıştır. Mutevaffa tarihçi Nigmet Mıngjanoglu, Kazakistan’ın doğusunda kalan ve bugünkü devlet sınırlarıyla bölünmüş Kazak topraklarının şimdiki Çin kontrolündeki bölgesinde yaşamış önemli bir araştırmacı, tarihçi ve yazardı. Nigmet Mıngjanulı’nın bu çalışmasında özellikle Üysün Kağanlığının efsanevi lideri Eljav Künbiy hakkında verdiği değerli bilgiler ışığında, daha sonra Doğu Türkistan’ın aydın ve aka- Hakim, Kazakistan’daki Tarih Anlayışı ve Uluslararası Boyutları 55 demisyenlerinden Sultan Janbolat (2000) tarafından romanlaştırılan Eljaw Künbiy eseri ortaya çıkmıştır. Bu romanın en göze çarpan özelliği Orta Asya’nın yüreği olan Tanrı Dağlarının eteklerini, tarihin antik çağlarında yurt tutmuş Üysün ulusunun geleneksel Kazak hayatına, geleneksel Kazak öğelerine ne kadar yakın kültürlerle bezenmiş bir hayat yaşamış olduğunu bugünkü Kazak dilli okuyuculara popüler bir dil ve yorumla anlatma çabasıdır. Kazakistan tarihinin yeniden yorumlanmasıyla milli kimliğini oluşturma çabasına katkıda bulunan bir diğer ilim adamı da yine Kazakistan’ın doğusunda ve Altay dağlarının Moğolistan sınırlarında doğan ve orada eğitim alan Zardıhan Kıynayatoglu’dur (Kıynayatulı 1995). Kazakistan’ın bağımsızlığından sonra Kazakistan akademik hayatına aktif olarak katılan bu tarihçinin, Kazak Devletinin Kökenleri ve Cuci Han (Kıynayatulı 2004) isimli eseri uzun yıllar sürdürülen bir araştırmanın sonucudur. Bu araştırmanın hedefi Kazakların ilk devletinin kökenlerini bulmak olmuştur. Bu amaçla, alim Ak Orda’nın Kazakların ilk devleti olduğunu ve 1466 senesinde kurulan Kazak hanlığının Cuci ulusunun mirasçısı olduğu tartışmasını öne sürmüştür. Beş bölümden oluşan bu eserde Cuci Han dönemi, siyasi ve askeri aktiviteler, Kazak topraklarında Cuci zamanında gelişen siyasi ve etnik olaylarla Doğu Deşt-i Kıpçak bozkırlarında kurulan bu bağımsız oluşumun Kazak devletinin tarih sahnesine çıkışına kadarki dönemi ele alınır. Zardihan Kıynayatoglu bu eserinde bütün diğer Cengiz soyundan farklı bir portre çizen Cuci Hanın siyasi ve askeri biyografisini sunmuştur. Bu çalışmayı da Moğol, Çin, Fars, Arap, Rus ve batı kaynaklarını kullanarak ilim çevrelerine takdim etmektedir. Zardıhan Kıynayatoglu sadece ilmi eserleriyle yetinmeyerek, Kazakistan’da basın ve yayın organlarında da halkın tarih şuuruna katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda Kazak tarihinin en önemli araştırma konularından biri olarak Kazak alimlerinin “Kazakların Tarihteki Yeri” konusunu çalıştıklarını belirtir (Östermirulı 2005: 4-5). Kazak tarihçilerinin, Kazakistan tarihi konusundaki anlayışlarıyla, Kazakistan’daki siyasi liderlerinin Kazak ve Kazakistan tarihi konusundaki görüşleri her zaman birbirine paralel olmamaktadır. Örneğin, yukarıda Manaş Kozıbay’ın Kazak topraklarının sınırı bugünkü memleket sınırlarıyla kısıtlanamaz görüşüne ilave olarak, Zardıhan Kıynayatoglu “Bizim cumhurbaşkanımız devlet ve sınır konularını sınır çizgisini belirlemekle karıştırıyor gibi” (Östemirulı 2005: 4-5) ifadeleriyle sınamakta ve bu konuyu sadece Kazakistan’daki topluma değil bütün dünyaya duyurmaktadır. Kiynayatoglu’nun buradaki ifadesi, Kazak devletinin bugünkü sınırlarının, tarihi Kazak topraklarının tümünü kapsamadığını göstermek amacından doğmuştur. Muhtemelen bu alim, yukarıdaki ifadesiyle vaktiyle kendisinin de doğmuş ve büyümüş olduğu ve halen Moğolistan sınırlarında bulunan bölgelere yönelik Kazak yurdu ve Kazak topraklarının bugünkü bağımsız Kazak devleti sınırlarına dahil edilmediğine işaret etmektedir. bilig, Yaz / 2009, sayı 50 56 Kazak tarih incelemelerine yönelik tartışmalara, Kazak halkının tarihteki yerini belirleme çalışmalarına ‘Rus taraftarı bakış açılarının’ da olumsuz etkileri olduğu ve Rusça yazılan tarih çalışmalarının çoğunluğunun Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği dönemlerindeki bakış açısından kurtulunamamış olması, Sovyet terbiyesiyle Kazakistan’da yetişmiş Kazak aydınlarının da rahatsız olduğu konulardan birini teşkil etmektedir (Östemirulı 2005). Dilci alim ve gazeteci Serik Asılbekulı, Kazak dilini kullanan aydınların bu konudaki itirazlarını bağımsızlığın daha ilk senesinde Kazak halkına ve dünya kamuoyunun dikkatine sunmuştu. Asılbekulı, 1992 senesinde Kazakistan’ın en büyük gazetesinde yazdığı bir makalesinde Sovyet dönemindeki tarihe bakış açısına değinerek şöyle der: Bu döneme kadar Kazakların siyaseti, ilmi ve kültürü ile bütün eğitimöğretim sisteminin temeli Avrupa-merkezci anlayışa göre kuruldu. Bu eğilimin bizim gibi aslı Türk, dini Müslüman Asya halkı için ne kadar tehlikeli olduğunu ansiklopedist bilgisine sahip meşhur Rus alimi L.İ. Gumilyov şöyle betimlemektedir: İlmi açıdan Avrupa-merkezci şovenizm ile kozmopolitizm Roman-German olmayan halklara (milletlere) zararlıdır. Teori ve pratikte Avrupalılaştırma siyasetine zararlı bir hareket diyoruz. Çünkü, her millet kendine özgü tabii bir ortamda yaşamaya eğilimlidir. Başka milletlerin yabancı medeniyetleri bir milletin kendine has adet-geleneklerini yok eder, o milleti halk olarak şaşırtır (Asılbekulı 1992: 4). Kazakistan’daki bilim insanı-yazar ve gazeteciler arasında yaygın olan bu fikir, bağımsızlığın ilk yılında dile getirilmesine rağmen, hala daha rağbet bulan görüşler arasındadır. Bu fikri destekleyen eserler bağımsızlıktan bu yana geçen onca sene sonra bile halen revaçtadır. Avrupa-merkezci bakış açısına karşı fikir sunan eserler hala çıkmaya devam etmektedir. Kazakistan tarihinin bütün dönemlerinin ele alınmaya başlandığı bağımsızlık devrinde eski veya antik olarak adlandırılan dönemlere ait çalışmalardan bir diğeri de gazeteci-yazar Jarılkap Beysenbayoglu’nun kaleminden çıkmıştır. Ön/Proto Türkler Gerçeğinin İziyle (2006) anlamındaki başlıkla yayınladığı eserinde, araştırmacı-gazeteci yazar Beysenbayoglu Kazakların bugün sahip olduğu milli özelliklerin bir çoğunun bugünkü Kazak topraklarında ve çağımız Türk dünyasının yayıldığı alanlardaki izini aramıştır. Bu çalışmasını yaparken Jarılkap Beysenbayoglu arkeoloji, genetik bilimler (özellikle moleküler genetik) ve linguistik çalışmalardan faydalanarak Türk dilini konuşan halkların antik tarihinin ve tarih öncesi kalıntılarının onbinlerce yıllık geçmişi konusunda araştırmalarını bu çalışmasında toplamıştır. Bugün “Ege denizinden Lena nehrine kadar uzanan coğrafyada yaşayan halkların ana dili” (Beysenbayulı 2004) olan Türk dilinin nice on bin yıllar öncesinden beri var olduğunu, tarih Hakim, Kazakistan’daki Tarih Anlayışı ve Uluslararası Boyutları 57 dehlizinde kaybolmadan devamlı yenilenerek, kuvvetlenerek gelişen ve bugün dünyada 160 milyon insan tarafından konuşulan dil olduğunu bir kere daha tartışmaya açmaktadır. Ancak, bu eserin değeri de, bağımsız hayatı daha yeni diyebileceğimiz Kazakistan gibi bir ülkede, Kazak tarih anlayışının ve Kazak kimlik şuurunun ulaştığı noktaları göstermeye yöneliktir Bağımsızlıktan bu yana geçen senelerde Kazakistan’da Kazakların tarihine ait yayınlanan akademik veya popüler kitap ile çalışma sayısı bunlarla sınırlandırılamaz. Kazakistan’ın Hanlık dönemi; Kazak topraklarının Çarlık Rusya hakimiyeti altındaki asırlar; Sovyetler Birliği öncesi ve sonrası tarihi; Sovyet kollektifleştirme kampanyası, ve bundan kaynaklanan 1930’lardaki Kazakistan’daki suni açlık yılları; 1930’ların ikinci yarısında Kazakistan’da Stalin rejiminin muhalifler etiketiyle katlettiği Kazak aydın ve liderleri; Sovyetler Birliği bünyesindeki Kazakların İkinci Dünya savaşı dönemindeki tarihi; Hruşçev devrinde başlatılan ve bakir Kazak topraklarının tahıl üretimine açılması; Sovyetler birliğinin çeşitli bölgelerinden Kazakistan’a getirilen başka millet mensuplarıyla Kazakların kendi vatanlarında azınlık durumuna düşmeleri; bu sorundan kaynaklanan ve Kazakların önemli bir kısmının ana dilleri Kazakça’yı konuşamama, konuşmama, kullanmama problemleri artık oldukça derin işlenmiş konular kategorisindedir. Ancak bu çalışmanın ana konusu, Kazak tarihinin artık uluslararası boyutları olan ve Kazakistan sınırları dışındaki alanlarla da yakından ilgili olduğunu belirtmektir. Bu nedenle, Kazak tarihinin Çarlık hakimiyeti ve Sovyet idaresi dönemine, konuyla ilgili olmadığı müddetçe detaylı olarak değinilmeyecektir. Bağımsızlık sonrasında, Sovyet döneminde kurulan ve Kazakistan’da akademik sahanın yegane temsilcisi olan Kazak İlimler Akademisinin ve Kazakistan İlim ve Eğitim Bakanlığının çeşitli kuruluşlarında ve Kazakistan’ın birçok başka kentlerinde açılan yeni eğitim kurumları bünyesinde, Kazakistan’da bağımsız Kazak aydınları tarafından Kazak tarihine yönelik önemli çalışmalar yapılmıştır. Özellikle R.B. Süleymanov adındaki Kazak Şarkiyat Enstitüsünün çalışmaları ve yayınladığı eserler, Kazak tarihinin yeniden yorumlanmasına temel teşkil edecek bir çok materyaller sunmuştur. Bu enstitünün 2000’li yıllar sonrasında yaptığı en önemli çalışmalar Kazakistan tarihi hakkında Türk, Fars, Arap, Çin Moğol ve ortaçağ Orta Asya Türk kaynaklarının ciltler halinde yayınlanmasıyla başlamıştır. Kazakistan’ın Kazak liderleri bağımsızlıklarının akabinde yeni bir nüfus siyasetini uygulamaya başladılar. Etnik Kazak nüfus yoğunluğunun ülkedeki Slav nüfusundan az olmasından kaynaklanan kaygılarla, hem Kazakistan içindeki, hem de bugünkü Kazakistan sınırlarına komşu ülkeler topraklarında kalan tarihi Kazak yerleşim bölgelerindeki etnik Kazakların artık bağımsız olan Kazak memleketine göçe başlaması, Kazakistan’daki Kazak şuurunun kuvvetlenmesine bilig, Yaz / 2009, sayı 50 58 önemli katkılar yapacağı ümit edildi. Kazakistan sınırları dışındaki Kazak nüfusunun bir kısmı artık Kazak adıyla bağımsız devlet kuran kardeşlerine güç vermek ve bütün dünyadaki Kazaklar olarak bu bağımsız Kazak devletini birlikte kuvvetlendirmek amacıyla Kazakistan’a gelmeye başladılar. Ancak, daha Kazakistan’a komşu ülkelerdeki bütün Kazaklar tamamıyla Kazakistan’a göç etmiş değillerdir. Buna rağmen, Kazakistan’ın gerçek sahibi etnik Kazakların çevre ülkelerden gelen kardeşlerinin tarihi de yavaş yavaş tartışmasız şekilde Kazakların yakın tarihinin bir parçası halinde Kazak illerindeki yayınlarda ses bulmaya başlamıştır. Sovyetler Birliği döneminin milliyetsizleştirme ve internasyonalleştirme -dünya işçi ve köylü kardeşliği iddiasına 70 yıl boyunca maruz kalan Kazaklar, bağımsızlıktan bu yana geçen senelerde hem bugünkü Kazak topraklarının son üç-dört asırlık tarihini hem de Kazakistan çevresinde asırlardır Kazak toprağı olmuş bölgelerdeki Kazakların tarihi, siyasi, kültürel ve medeni tarihlerine ait bilgilerle donatılmaya başlandı. Sovyet döneminin demir perdesinden sıyrılan Kazakistan’daki Kazakların memleket sınırları dışındaki kardeşleriyle ilgili bilgilenmelerine, Kazakistan sınırları dışında doğan, büyüyen, eğitim alan Kazak aydınlarının da etkisi olmuştur. Bunlardan ilki, Zardıhan Kıynayatulı’nın Moğolistan’ın Kobda ve Bayan Ölgiy bölgelerinde yaşayan Kazakların Orta Jüzinin Kerey ve Nayman boylarının bugün Moğolistan sınırları içinde bulunan bu topraklarda varoluşunun tarihini inceleyen eseridir. Bu eserinin önsözünde yazar şöyle der: ...Moğolistan’daki Kazaklar. Onlar Kazakların Kerey ve Nayman kabilelerinin soylarıdır. Bu kabilelerin ismi tarihte VIII-IX asırlardan beri vardır. Adı geçen kabileler Esil, Tobıl, Nura, İrtiş nehirleri, Sarı-arka, Tarbagatay, Jetisuv, Jongar çukurundan başlayarak Moğolistan’ın Kerlin, Onıng, Tula, Kobda nehirleri, Kentav ile Altay dağları arasında, şimdi Çin toprağı sayılan Bulgın nehrinin baş tarafı, Kara İrtiş, Kıran İrtiş, Şingil nehirleri, Öraltay zirvelerine kadar geniş coğrafyada on asırdan beri yaşayan ve bütün dünyaca bilinen büyük bir gruptur (Kıynayatulı 1995: 5). Zardıhan Kıynayatulı bu eserinde Kazak topraklarının sadece Kazakistan sınırlarıyla kısıtlanamayacağını, Kazak tarihinin de 15-16. asırlardaki Kazak hanlığı döneminden başlatılamayacağını açıkça belirtmektedir. Kazakistan bağımsızlığının ilk beş yılından itibaren giderek artan eserler, Kazak tarih şuurunun 20. asırdaki Sovyet öğretilerinden dışarı çıkamayan bakış açılarını alt-üst etmekle kalmamıştır. Kazakların özellikle bugünkü Çin topraklarında bulunan grubunun 20. asırdaki tarihi ve yaşadıkları siyasi, kültürel, sosyal ve askeri mücadeleler de 1990’lı yılların ortalarından itibaren Kazakistan’daki basın ve yayınlarda yankı bulmaya başlamıştır. Bağımsızlık sonrasında sınırdaş ülkelerdeki Kazak topraklarından bağımsız Kazak vatanına göçerek gelip Hakim, Kazakistan’daki Tarih Anlayışı ve Uluslararası Boyutları 59 yerleşen Kazak aydınları sadece ilmi eserler vermekle kalmayıp popüler çalışmalarla, Kazakistan dışındaki Kazak topraklarında yaşayan Kazakların geçmiş tarihlerini de ele almaya başlamışlardır. Kazakistan dışındaki etnik Kazakların yirminci asırda özellikle Doğu Türkistan’da merkezi ve bölgesel Çinli hakimiyete karşı verdikleri mücadeleler son sekiz yıllık yayınlarda onlarca kitap ve bir çok makalenin konusunu teşkil etmiştir. Bunların ilki Doğu Türkistan’da yaşayan Kazakların 1930’lardan 1950’lere kadar süren silahlı mücadelesinin roman olarak betimlendiği ve Kazakça Sergeldeng adıyla dört cilt olarak Kazakistan’daki okuyuculara sunulan romandır. Bu romanın yazarı Jaksılık Samiytulı’nın (1996, 2001, 2004, 2005) daha sonradan Çin’deki Kazaklar (2000) olarak çevirebileceğimiz araştırma kitabı, Kazakistan’da Dünya Kazaklarının Cemiyeti yayınlarından çıkmıştır. Bu araştırma eseri, Kazakistan sınırları dışında yaşayan beş milyon etnik Kazak nüfusunun bir milyon iki yüz bin kadarının Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Kazak topraklarında yaşadığını hatırlatarak, oradaki Kazakların tarihi, kültürü, edebiyatı, sosyal, ekonomik ve siyasi hayatı, dili, dini, adet ve gelenekleri ile beraber milli özelliklerini koruma ve yaşatma anlayışlarını Kazakistan’daki Kazak dilini kullanan, anlayan ve okuyan okuyuculara anlatmak için kaleme alınmıştır. Kazakların Orta Jüz-Kerey boyunın ata mekanı olan Altay bölgesindeki İyteli kabilesinden Sabitoglu Zuvha Batır romanı da, 1930’lar öncesindeki Doğu Türkistan Kazak halkının o devirdeki hayatını ve bölgesel Çin hakimiyetinin Altay bölgesindeki Kazaklara karşı kullandığı siyaseti betimler. Bu romanın baş kahramanı Zuvha Sabitulı 1929 senesinde bölgesel Çin idaresi tarafından öldürülür ve Altay bölgesinin en önemli şehri olan Sarsümbe şehrinde Zuvha’nın başı bir kazığa geçirilerek teşhir edilir. Altay bölgesindeki Kazakların bağımsızca davranışlarına ket vurmak için kullanılan bu metot, Doğu Türkistan Kazaklarının istiklal mücadelesinde her zaman hatırlanan bir hadise olmuştur (Kusbegin 2000). Doğu Türkistan Kazaklarının bağımsızlık mücadelesine aktif olarak katılanların bir çoğunun bölgesel idareciler tarafından maruz bırakıldıkları kişisel trajedilere sadece bir örnek olan bu eser ile, Doğu Türkistan Kazaklarının yirminci yüzyıldaki tarihinin ana sebeplerinden birine değinilmiştir. Doğu Türkistan’ın Altay, Tarbagatay ve Tanrı Dağlarında yaşayan Kazakların yirminci asırdaki bağımsızlık mücadelelerinin en meşhur kahramanı Osman Batur İslambayoğlu’nun mücadelesini anlatan bir diğer popüler kitap ta; kendisi de 1960’lı yıllarda Çin Halk Cumhuriyetinde sürdürülen kültür devrimi kurbanlarından olan Seyithan Abilkasımoglu’nun romanıdır (2001). Bu yazar daha sonra kendi mahkumiyetini konu almakla birlikte 1960’larda bilig, Yaz / 2009, sayı 50 60 Doğu Türkistan’daki aydınların da eziyet, işkence, aşağılanma ve mahkumiyet gördükleri hayatlarını Kuvgın (2007) isimli romanıyla betimlemiştir. Türk Dünyasının başka bölgelerinde, mesela İran ve Azerbaycan sınırlarının iki yakasında yaşayan Azerilerin tecrübesine benzer tecrübeler (Schaeffer 2008) Orta Asya’da Kazakların tarihinde de rastlanır. On dokuzuncu ve yirminci asırlarda, o dönemin Çarlık Rusya’sıyla Çin devleti arasında yapılan sınır anlaşmaları ile Çin, Çarlık Rusya ve Moğolistan sınırlarına bölünen Kazakların her bir grubu farklı rejimler ve devlet idareleri altında yaşamışlardır. Ancak ondokuzuncu asrın sonu ile yirminci asrın başına kadar, bütün Kazaklar ortak tarih ve kültür açısından; ekonomik, sosyolojik, linguistik, teolojik inançlar ve adetler açısından aynı toplum olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir. O dönemlerde Kazakların “ayrı devlet sınırlarında yaşayan farklı siyasi sistemlerin vatandaşları olmaları” sadece kağıt üzerinde kalan kopmalardan ibaret idi. Gerçek hayatta Kazaklar, sadece, eğer var idiyse, birkaç sınır nöbetçisinin kontrolünden geçerek, güya diğer devlet vatandaşı olan yakın akrabasını ziyaret edebiliyordu. Ancak, yirminci asrın çetin sistemleri sonucunda Kazakların da birbirlerinden ayrı kalmaları ve pratik anlamda da farklı devletlerin hukukuna tabi olmaları gerekti. Kazakistan’ın bağımsızlığından sonraki dönemde ise Kazak devleti sınırları dışında Çin Halk Cumhuriyeti ile Moğolistan gibi devletlerde kalan Kazakların, Kazakistan’ın Çarlık Rusya ve Sovyet döneminden ayrı ve farklı tarihi hakkındaki çalışmalar sadece roman tarzında olmayıp, bu sahada hem hatırat, hem de kaynaklı araştırma kitapları da yayınlanmıştır. Bu konulardaki yayınlar, yirminci yüzyıl ortalarından itibaren batıda ve Türkiye’de de yapılmıştır. Doğu Türkistan Kazaklarının başlattıkları istiklal savaşının yankıları sadece o mücadele sonunda Çin idaresince cezalandırılan, idam edilen Osman Batur gibi kahramanların hayatıyla sınırlı değildi. Doğu Türkistan’daki siyasi mücadeleye iştirak etmiş Kazakların bir grubunun 1950 senesi itibarıyla komünist Çin hakimiyetinden çarpışarak kaçışı bütün dünyada yankı bulmuştur. Doğu Türkistan’dan silahlı mücadele sonucu son derece kısıtlı imkanlara rağmen Taklamakan Çölünü, Himalaya dağlarını çarpışarak aşan Kazakların yarım asır önceki kavgaları, o dönemde dünya basınının da dikkatlerini çekmiştir. Bu konuda ABD nin Harvard Üniversitesinde doktora çalışmalarıyla başlayan ilmi incelemeler, daha sonraları batıda yapılan onlarca ilmi kitap haline getirilmiştir. Daha da önemlisi, Doğu Türkistan’daki Kazak Türklerinin tarihi, kültürü, adet-gelenek ve kimlikleri konusundaki bilgiler, Türkiye’ye iltica eden bu Kazakların kendi kalemlerinden çıkmış eserlerle tespit edilmiştir. Bu konudaki ilk eser bundan 47 sene evvel İzmir’de Hürriyet Uğrunda Doğu Türkistan Kazak Türkleri (Oraltay 1961) ismiyle yayınlanmıştır. Doğu Türkistan’daki Kazakların tarihi, hayatı, mücadelesi konusu Türkiye Cumhuriyetinde neredeyse yarım asır öncesinde yayınlanmış olmasına rağmen Kazakların Kazakistan’ın doğusunda kalan Hakim, Kazakistan’daki Tarih Anlayışı ve Uluslararası Boyutları 61 tarihi topraklarının gerçeği ancak Kazakistan bağımsızlığından sonra, Kazakistan tarafından ele alınmaya başlamıştır. Bunun en önemli sebebinin de Kazakistan’ın artık bağımsız olması ve gerçek Kazak tarih şuuru ve gerçek Kazak kimliğini bağımsızlık sonrasında tekrardan oluşturmaya başlamasından kaynaklanmaktadır. Kazakistan’ın bağımsızlığından sonra sadece ezeli Kazak topraklarında yaşayan Kazaklar değil, vaktiyle Türkiye Cumhuriyeti gibi hür Türk kalesine göç eden Kazak asıllı Türk vatandaşları da Kazakistan’daki tarih şuurunun gelişmesine kendi katkılarını yapmaya çalışmışlardır. Kazakistan’daki Kazakların okuması için kaleme alınan bu eserlerin ilki Oraltay’ın önce Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından Kazakça olarak basılan ve yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Doğu Türkistan’dan Avrupa’ya kadar uzanan Kazak mücadelesini, hayat ve hatıratını betimleyen eseridir (1999). Bunun için Doğu Türkistan tarihinin geçen asırdaki Kazak hayatıyla ilgili gerçeklerin Kazakistan basınında da yankı bulmasına sebep olan yukarıda belirtilen eserlerin neredeyse tamamı 1999 senesinden sonraki tarihlere rastlaması tesadüf değildir. Doğu Türkistan’daki Kazak hayatına ve gerçeklerine yönelik çalışmaların uluslararası platformlarda yer edinmesinden sonra Kazakistan resmi organları ve bu bağlamda özellikle Kazakistan’da kurulan Dünya Kazakları Cemiyeti, Doğu Türkistan’daki Kazak varlığına yönelik ciddi eserler yayınlamak kararını almış gibidir. Ancak, 2000 senesinde, bu cemiyet bünyesinde Altay’dan Göç-eden Halk (Altay 2000) ve Zor Zaman Zor Günler (Canaltay 2000) adıyla çıkan iki eser de, vaktiyle Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye iltica etmiş iki Kazak Türkünün hatıratı olarak basılmıştır. Sonuç olarak, oldukça kısa bir zaman önce bağımsızlığını elde eden Kazakistan’daki Kazak halkının tarihi uzun asırlara yayılan mazisi bütün gerçekleriyle ve yirminci yüzyıldaki Sovyet ideolojisinin bütün öğretilerinin tersine tekrardan ele alınmaktadır. Kazakistan’ın bağımsızlığını ilan ettiği ilk yıllardaki şartlar artık değişmiş, Kazaklar kendi ata topraklarında hem tarihin hem de geleceğin sahibi olma yolunda çalışmalara başlamışlardır. Kazakistan’daki Kazak nüfusun arttırılması amacıyla, başka ülkelerdeki Kazakların da ata topraklarına göçe başlamasıyla Kazak tarihinin Sovyet döneminde reddedilen bir çok boyutları gün ışığına çıkarılmaktadır. Böylece Kazak tarih hafızasının sadece Kazakistan’da yaşayan etnik Kazakların bir kaç asırlık geçmişi değil, Kazakistan sınırları dışındaki Kazakların ve tüm Türk dünyasının da ortak geçmişi tarih araştırma konularına dahil edilmiştir.

                        Sovyetler döneminde Kazakistan’da resmî dil Rusça idi. Sovyet hükümetleri, Kazak dilinin eğitim dili olmadığını ileri sürerek onu sadece köylerde konuşulan bir dil olarak benimsetmeye çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Sovyetler zamanında Kazak Türkçesi ile eğitim veren okullar açıldıysa da bu okullardan mezun olanlar çoğunlukla kolhozlarda ve köylerde çalıştırılmıştır. 28 Ocak 1993’te kabul edilen anayasanın 7. maddesinin birinci fıkrasında devletin resmî dilinin Kazakça olduğu belirtilmekle birlikte ikinci fıkrasında devletin yönetim birimlerinde Kazakça ile Rusça’nın eşit olarak kullanılacağı vurgulanmıştır. Bunun sebebi, Kazak dilinin unutulmuş olması yanında Kazakistan’da Rus nüfus oranının yüksek oluşudur. 1999 yılından itibaren bütün resmî yazışmalar Kazak dilinde yürütülmeye başlanmıştır.

                        • Konu 12

                          12.      Konu                    Eğitim ve Kültür

                          Konular:  Bağımsızlık döneminde yeni eğitim ve kültür konseptleri ve şimdiki durum; Alfabe değişimi; Ortak dil ve tarih meseleleri;

                          Temel Okumalar:

                          -           Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2.. Bölüm;

                          -           Nadir Devlet, “Sovyetler Birliğindeki Türkleri Ruslaştırmada Yeni Adımlar”, Türk Dünyası Araştırmaları, Cilt 28, 1984;

                          -          Wikipedia’dan uygun makaleler;

                          -           Youtube’dan değişik videolar.

                          Ders Notları:

                          Dil ve Edebiyat. Türkçe’nin Kıpçak dil grubuna giren ve Kazakistan Cumhuriyeti’nin resmî dili olan Kazak dili Kazakistan, Doğu Türkistan, Moğolistan, Kırgızistan ve Özbekistan ile değişik ülkelerde dağınık olarak yaşayan Kazaklar tarafından konuşulmaktadır. Arapça ile Farsça’nın fazla tesir etmediği Kazak dili ünlü-ünsüz uyumu bakımından diğer lehçelere göre daha gelişmiştir. Genel Türkçe’deki “ş” yerine “s”, “ç” yerine “ş” kullanılması, bazı yazılı durumlarda m/b/p ile n/d/t ünsüzlerinin ortaya çıkması önemli özelliklerindendir.

                          Üç defa alfabe değiştiren Kazaklar 1929’a kadar Arap, 1929-1940 yılları arasında Latin, 1940’tan sonra Kiril harflerini kullandılar. 1991’de bağımsızlığın kazanılmasıyla birlikte bazı Kazak aydınları Arap alfabesine dönülmesini, bazıları ise diğer Türk halkları ile ortak bir alfabenin benimsenmesini istediler. Halen çoğunlukla Kiril alfabesi kullanılmakta, Latin harflerine dayanan bir alfabe üzerinde de çalışılmaktadır. XIX. yüzyılın ortalarında başlayan yazılı Kazak edebî dili halkın en çok kullandığı şiveye dayanır. Çokan Velihanov, Abay Kunanbay ve Ibıray Altınsarin gibi Kazak aydınları bu dili kullanmışlardır.

                          Kazak edebiyatının ilk eserleri olarak Türk dünyasının ortak dil ürünleri olan Orhon yazıtları kabul edilmektedir. Bunları Oğuznâme ve Dede Korkut Kitabı takip eder. Kadırgali Celâyir’in Türkler’in eski tarihini, XIV-XVI. yüzyıllardaki Kazakistan’ı, Kazak hanlarının soy kütüğünü anlatan Câmiu’t-tevârîh’i (1602) bölgenin ilk yazılı edebiyatının kaynaklarından sayılmaktadır.

                          Sözlü edebiyat Kazak Hanlığı’nın kurulmasından sonra gelişmiştir. Halk ozanlarının çalıp söyledikleri cırlar en eski nazım türünü oluşturur. Güzel söz söyleme, irticâlen şiir okuma, olayları canlı bir dille meclislerde aktarma, cenaze merasimlerinde şaman duaları, düğünlerde şarkı okuma ve şiir yarışmaları Kazaklar’ın itibar ettiği sosyal faaliyetler arasında yer alır. XX. yüzyıl başlarına kadar göçebe hayatını devam ettiren Kazaklar’ın zengin bir halk edebiyatı teşekkül etmiştir. Hemen tamamı anonim olan añız-ertegi (rivayet, efsane, masal), makal-metel (atasözü), şeşendik söz (kıssa, hikmetli söz), turmıs-salt (gelenek, görenek), tarihî cırlar, arnav (kaside, methiye), tolgav (koçaklama), öleñ (türkü) ve aytıs (atışma) bu edebiyatın çeşitli türlerini oluşturur. Halk şarkılarına “cır”, bunları söyleyenlere “cırav” veya “cırşı” denir. Akınlar da (halk ozanları) cıravlar gibi dombıra veya kopuz çalarak hikâye, destan anlatır, yarışmalara katılır. Başlıca örnekleri Koblandı, Alpamış, Edige, Kanbar Batır olan batırlar cırı nesilden nesile ulaşan, kopuz veya dombırayla birlikte söylenen kahramanlık destanlarıdır. Hemen bütün Doğu halklarının edebiyatlarında yer alan kırk vezir, Kelile ve Dimne, tûtînâme gibi halk hikâyeleri Kazaklar arasında da yaygındır.

                          Kazak halk edebiyatının ilk cıravları bütün Deştikıpçak’ta adı duyulan Asan Kaygı, Kodan Tayşı ve Kaztugan’dır. Bunların ortak konuları dostluk, yiğitlik, namus, adalet ve vatan sevgisidir. XIV. yüzyılda yaşayan Cirenşe Şeşen ve Sıpıra Cırav’ın söylediği kıssa ve cırlar günümüze kadar ulaşmıştır. Bu tarz şiirin gelişmesinde Dosmambet ve Şalkıyız önemli rol oynamıştır. XVI. yüzyılda Tensufi Bek ile kadın ozanlardan Çal Kiyiz Hala ve Kerulan Hala, XVII. yüzyılda da Kazdabıstı Kazıbek’in adları bilinmektedir.

                          XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Cungarlar’ın Kazaklar’a yaptığı baskınlar dolayısıyla bunlara karşı mücadele verenlerin kahramanlıkları Aktamberdi, Ümbetey, Tötikara gibi ozanların eserlerinde görülür. Bu devirde yazdığı siyasî hiciv şiirleriyle Kazak edebiyatının en büyük temsilcisi, özellikle Rus tehlikesine dikkat çekerek halkın uyanmasını isteyen Buhar Cırav olmuştur. Köteş ve Şal Akın da zenginlik-fakirlik, din, ahlâk ve adalet üzerine didaktik şiirler söylemişlerdir.

                          XVIII. yüzyılın sonunda Kazakistan’ın büyük bir bölümü Ruslar’ın eline geçince Kazak bozkırında yeni bir dönem başlamış, halkı Rus baskısına ve işgallere karşı mücadeleye çağıran şiirler söylenmiştir. XIX. yüzyılın ilk yarısında İslâmî eğitim görmüş, Rusça bilen, 1830-1845 yılları arasında çarlık rejimine ve Cihangir Han’a karşı mücadelelere girişmiş olan Muhammed (Muhambet) Ötemisûlı şiirlerinde bu isyanların hikâyesini anlatmıştır. Yine medrese eğitimi gören Kuramsaûlı Akın Sarı da Rus istilâsına karşı gelmiş, bu arada Muhammediyye’yi Kazak Türkçesi’ne çevirmiştir. Aynı yolda şiir yazanlar arasında Dulat Babataev, Şortanbay Kanaev ve Murat Monkeev de Kazak kültürünün yayılmasında rol oynamıştır. Bu yüzyılın önde gelen yazarları etnograf ve halk bilimcisi Çokan Velihanov, eğitimci yazar Ibıray Altınsarin ve yenilikçi şair Abay Kunanbay’dır.

                          XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında bir taraftan “Kadîmci” ve “Cedîdci” diye ikiye ayrılan medreselerde eğitim gören, diğer taraftan yeni okullarda Rusça ve modern bilimler okuyan yazar ve şairlerin hemen hepsinin ortak hedefi halkı uyandırmak ve cehaletten kurtarmak olmuştur. Basın hayatının gelişmesiyle de sözlü edebiyat ve Doğu edebiyatı ürünleri, şecereler, dinî kitaplar, Rusça’dan tercümeler ve Kazak yazarlarının eserleri yayımlanmıştır.

                          1905 Rus İhtilâli’nin getirdiği serbestlik Kazak aydınlarını da etkiledi. Petersburg’da Abdürreşid İbrahim tarafından Serke adıyla ilk Kazakça gazete sadece birkaç sayı çıkarılabildi (1906). Bunu 1907’de yayımlanan Kazak Gazeti ve Dala, 1911-1913 yılları arasında çıkan Kazakstan gazeteleri takip etti. Ahmed Baytursun’un yayımladığı Kazak ise Muğcan Cumabayev, Alihan Bökey Hanov, Mîr Yâkub Dulatov gibi ünlü Kazak ediplerinin yazı yazdıkları, günlük 8000 gibi yüksek tirajlara ulaşan en ciddi gazete oldu (1914-1917). Muhammedcan Siralin’in çıkardığı Kazakça ilk dergi olan Aykap (1911-1916, seksen sekiz sayı) Kazak edebî dilinin gelişmesinde rol oynadı. İşim Dalası (1913) ve Alaş da (1916-1917) dönemin iki önemli dergisidir.

                          Böylece XX. yüzyıl başlarında eğitim ve basının gelişmesiyle Kazak edebiyatında yeni türler ortaya çıktı. XIX. yüzyılda eserlerini vermeye başlayan Bircan Kocagulov, Aset Naymanbayev, Sara Tastanbekova, Akın Sere, Cayav Mûsâ Baycanov gibi şairler baskıya ve adaletsizliğe karşı şiirler yazdılar. Kazaklar’ın en ünlü şairlerinden olan Cambıl Cabayev ise Hokand hanlarının ordusunda Ruslar’a karşı savaşırken Kazak millî kahramanlarını öven şiirler kaleme almış, fakat 1917 Bolşevik İhtilâli’nden sonra Bolşevikler’in tarafına geçerek daha önce söylediklerini yeni dönemin siyasetine göre değiştirmiştir. Aykap dergisi etrafında toplanan ve Abay’ın hiciv ve tenkit tarzındaki şiirlerini örnek alan Sultanmahmud Toraygirov, Sabit Dönentaev, Spendiyar Köbeyev, Muhammedcan Siralin, Beket Utetilevov, Tâhir Cömertbayev ve Berniyas Kuleyev de 1917 ihtilâlinden sonra sosyal gerçekçi bir politika izlediler. Aynı dönemde eser veren Nurcan Navşabayev ve Yûsuf Köbeyev gibi aydınlar folklor malzemelerini ve yazılı edebiyat örneklerini topladılar, eserlerinde dinî görüşlere ağırlık verdiler.

                          Kazak edebiyatının ilk romanı Mîr Cakıp Dulatûlı’nın Bahtsız Jamal adlı küçük hacimli eseridir (1910). Aynı yazar daha sonra pek çok kısa roman ve uzun hikâye yazdı. Bu yıllarda Tâhir Cömertbayev’in Kız Körelik (kız görelim, 1912), Akiram Galimov’un Beyşara Kız (bîçare kız, 1912), Spendiyar Köbeyev’in Kalıñ Mal (başlık, 1913), Muhammedsâlim Kaşimov’un Muñlu Mariyem (dertli Meryem, 1914), Sultanmahmud Toraygirov’un Kamar Sulu (1914), Beyimbet Maylin’in Şuganıñ Belgisi (Şuga’nın yâdigârı, 1914), Bolgan İs (olmuş iş, 1914), Seksen Som (1918), Saken Seyfullin’in Cubatû (avutma, 1917) romanları ile B. Ercanov’un Okuga Mahabbat (1912) yayımlandı. Eğitimsizlik ve cehalet yüzünden Kazak halkını tehlikelere karşı uyaran Bahtsız Jamal’ın tesiriyle bütün bu romanların ortak teması eğitim olmuştur. Eserlerin sonunda kadın kahramanların trajik ölüm veya intiharları da ortak motiflerden biridir.

                          1917 Bolşevik İhtilâli sonrasında Îsâ Bayzakov, Kalmakan Abdükadirov, Abdilda Tacibayev gibi şairler yeni bir imaj, üslûp ve değişik konularla Sovyet Kazak edebiyatını güçlendirmeye çalıştılar. Gabidin Mustafin ve Gabit Müsirepov gibi romancılar da yazarların ideolojik eğitiminde ve burjuva ile mücadelesinde önemli rol oynadılar. 1926’da Emekçi Kazak Yazarları Birliği kuruldu. 1928’de Caña Adebiet (yeni edebiyat) adlı gazete yayımlanmaya başlandı. 1934’te Kazakistan Yazarlar Birliği oluşturuldu. Bu tarihlerde yazar ve şairler rejimin prensipleri doğrultusunda eser vermeye başladılar. Saken Seyfullin, Lenin’i anlatan ve halkın bağımsızlık mücadelesini yansıtan şiir ve romanlar yazdı. Beyimbet Maylin de milliyetçiliğine rağmen Kazak köylerinin kolektifleştirilmesi için yapılan mücadeleyi anlatan Azamat Azamatiç adlı eserini yayımladı (1934).

                          Saken Seyfullin, Beyimbet Maylin, Muhtar Avezov, Ciyengali Tilepbergenov, İlyas Bekenov, Gabit Müsiperov, Sabit Mukanov, Smagul Saduvakasov, C. Aymavıtov ve İlyas Cansugirov gibi genç yazarlar 1920’li yıllarda Kazak edebiyatına damgalarını vurdular. Sosyalist gerçekçi Sovyet Kazak edebiyatının kurucuları sayılan bu yazar ve şairlerin çoğu Sovyet hükümetinin çizgisinde yazmadıkları için 1930’lu yıllarda hayatlarını kaybettiler.

                          Saken Seyfullin Tar Col, Taygak Keşû (kaygan geçit, 1923-1927) adlı romanlarıyla o zamanın emekçi yazarı kabul edildi. Fakat Kazak halkının köydeki hayat tarzını idealize etmesi, köylüleri ve olayları tasvir edişi Sovyet eleştirmenlerinin işini güçleştirdi. Beyimbet Maylin de Estay Avılı (Estay köyü, 1922), Gülşara Cengey (Gülşara yenge, 1923) ve Ravşan-Komünist (1929) gibi 1917 Bolşevik İhtilâli’ni öven hikâyeler yazdığı halde tenkide uğradı. Talak (1926) ve Şarigat Buyrugı (1928) gibi din karşıtı hikâyeleri bu tenkitlerin biraz hafiflemesine sebep oldu.

                          II. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında edebiyat üzerindeki baskılar nisbeten hafifleyince yazarlar konularını daha serbestçe seçme imkânı buldular. Nitekim Kazak edebiyatının babası sayılan şair ve yazar Muhtar Avezov, önce Abay Kunanbay’ın hayatını anlatan iki ciltlik Abay adlı kitabını çıkardı, daha sonra 1952 ve 1956’da Abay Yolu adıyla iki cilt daha yayımladı. Bu kitaplarda Avezov, Sovyet döneminden çok önce Kazak aydınlarının uyanışını hazırlayan Abay’ın ideallerine ve XIX. yüzyılda Kazak hayatının değerlerine dikkati çekti. İhtilâl öncesini idealize etmekle Komünist Parti çizgisinin tamamen dışına çıkan bu roman 1950’lerden sonra yazılacak olan Kazak tarihî romanlarına da ilham verdi.

                          1953’te Stalin’in ölümüyle yazarlar biraz daha rahatladı. Tarihî şahsiyetlerin biyografilerini konu alan romanlar kaleme alınmaya başlandı. Çokan Velihanov hakkında dört ciltlik bir roman yazmaya girişen Sabit Mukanov 1967 ve 1970’te ilk iki cildi Akkan Culdız adıyla bastırdı. Dikhan Abilev de Akın Armanı (şairin gayesi, 1965) ve Arman Colında (gaye yolunda, 1965) adlı iki ciltlik kitabını kaleme aldı. Abilev reformcu şair Sultanmahmud Toraygirov’un hayatını anlattı. İlyas Esenberlin gibi yazarlar ise XIX. yüzyıldan gerilere giderek tarihî şahsiyetleri ön plana çıkardılar. İlyas Esenberlin üç ciltlik eserinde XV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadarki Kazak tarihini ele aldı.

                          Dükenbay Doscanov, Orta Asya’nın İslâm öncesi ve İslâmî dönemlerini anlatan romanlar yazdı. Zeval (1970) adlı romanında Cengiz Han dönemindeki Moğol istilâsı sırasında Orta Asya Türkleri’nin çektiği sıkıntıları hikâye etti. Doscanov’un diğer romanları Otırar (1973), Farabi (1975) ve Tabaldırınga Tabın (1980), İslâm’ın Orta Asya’daki ilk yıllarını ve o dönemin Fârâbî gibi tarihî şahsiyetlerini konu aldı. Diğer Kazak yazarlarından Abiş Kekilbayev Ürker (Ülker, 1980) ve Cumabek Edilbayev Türkistan (1982) romanında Sovyet dönemi öncesindeki Orta Asya’yı anlattılar.

                          XX. yüzyılın başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan yeni edebî türler arasında tiyatro eserleri de görüldü. Kazak Sovyet edebiyatının oluşmaya başladığı bu yıllarda Beyimbet Maylin, İlyas Cansugirov, Sabit Mukanov gibi yazarlar roman ve şiirle birlikte piyes de yazdılar. Aralık 1929’da Kazakistan Ölkelik Parti Komitesi’nin düzenlediği toplantıda tiyatro meselesi tartışıldı. Sosyalist gerçekçiliği gösteren, yeni devri öven piyeslerin yazılması tavsiye edildi. 1 Kasım 1931’de Kazakistan Ölkelik Parti Komitesi, Kazak drama tiyatrosunun durumu ve meseleleri konulu toplantıda sanatçıların yetiştirilmesini ve büyük yerleşim birimlerinde tiyatrolar kurulmasını kararlaştırdı. 8 Eylül 1933’te Halk Eğitimi Komiserliği’nin kararıyla vilâyet merkezlerinde tiyatrolar açıldı. Muhtar Avezov’un Tas Tülekter, Alma Bağı, Şekara, İlyas Cansugirov’un Türksib ve Min de Şap adlı eserleri ortaya çıktı. 1930’lu yıllarda tiyatronun gelişmesine en çok emeği geçen Beyimbet Maylin Bizdiñ Cigitter, Calbır ve Amankeldi’de bağımsızlık mücadelesi veren gençleri anlattı. Tiyatro yazarı Avezov aynı zamanda tiyatro eleştirmenliği de yaptı ve ilmî yazılarla tiyatronun gelişmesine hizmet etti. Kazak tiyatrosunun gelişiminde Sheakespeare, Molière, Goldoni, Puşkin, Gogol, Ostrovski, Pogodin, Kirşon, Furmanov, Trenev’den yapılan tercümelerin de etkisi oldu.

                          II. Dünya Savaşı yıllarında Kazak drama yazarları savaşı anlattılar ve halkın milliyetçi duygularını harekete geçirmeye çalıştılar. A. Abişev’in Nayragay, Ş. Hüsayınov’un Curtın Süygen Cürek (yurdunu seven yürek) adlı piyesleri Sovyet insanının düşmana karşı koyuşunu, vatanı korumaya girişenlerin kahramanlıklarını ve halkın eline silâh alıp kendi iradesiyle cepheye gidişini tasvir etti. Bu konuda Muhtar Avezov ile A. Abişev’in Namus Gıvardiyası önemli bir rol oynadı. Savaştan sonra A. Abişev’in Dostık pen Mahabbat (1947), Bir Semya (bir aile, 1950), Gabidin Mustafin’in Milliyoner (1949), Abdilda Tacibayev’in Gülden, Dala (1949), Ş. Hüsayınov’un Köktem Celi (1950) piyeslerinde savaş ana motif olarak kullanıldı. Gabit Müsirepov’un Amankeldi (1949), M. Akıncanov’un Ibıray Altınsarin (1953), Sabit Mukanov’un Şokan Velihanov (1954) adlı piyesleri tarihî konuları ve şahsiyetleri işledi. Puşkin’in, Lermontov’un, N. Nekrasov’un, T. Şevçenko’nun ve A. Çehov’un eserleri tercüme edildi.

                          1956-1975 yılları arasında Kazak tiyatrosunun gelişmesinde Muhtar Avezov, Gabit Müsirepov, Sabit Mukanov, Saken Seyfullin, Beyimbet Maylin ve Abdilda Tacibayev gibi yazarların emeği geçti. Kız Cibek, Er Targın gibi Kazak klasikleri Moskova’da sahnelendi ve büyük üne kavuştu. Kazak tiyatrosunun oluşmasında Rus ve dünya klasiklerinden yapılan çeviriler ve bunların sahnelenmesi önemli rol oynadı. Muhtar Avezov’un tercümelerinin yanında Ş. Hüsayınov’un Kıyın Tagdırlar (kötü kader) piyesiyle Tahavi Ahtanov’un Kütpegen Kezdesü (ansızın karşılaşma) adlı piyesi devre damgasını vuran eserlerdir. Ahtanov daha sonra Ant adlı tarihî dramasını yazdı.

                          2. Mimari. Kazakistan’da geniş çaplı arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır. XX. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Güney Kazakistan bölgesindeki birçok kurganda sondaj kazılarının yapıldığı görülmektedir. Açılan kurganlar, milâttan önce V. yüzyıl ile milâttan sonra XV. yüzyıllar arasına tarihlendirilmiştir. Yenikent’in 5 ile 15 km. çevresinde Altıntepe, Tokaytepe, Çaplaktepe, Pıçakçıtepe; Sütkent civarında Bayırkum, Aktepe, Öksüz, Kavganata, Artıkata, Buzuktepe; Sâdıkatatepe çevresinde birbirinden 8-10 km. mesafedeki Mîrtepe, Şornaktepe, Çuytepe, Karaspontepe ve Cuvantepe’nin bulunduğu yerlerde yapılan incelemelerde iskân mahallerine rastlanmıştır. Yetersiz veri yerleşimlerin niteliği hakkında bilgi sahibi olmayı engellemekteyse de büyük ölçekli kazılarda önemli bulguların ortaya çıkacağı muhakkaktır.

                          Kazakistan coğrafyasını yurt edinen toplulukların uzun süre göçebe yaşam biçimini tercih ettikleri bilinmektedir. Bunun yanında erken dönemlerden itibaren isimleri bilinen şehirler de vardır. Milâttan önce 330-327 yıllarında Makedonyalı İskender, Siriderya nehrini geçtikten sonra yeni şehirler inşa etmişti. Selefki hükümdarlarından Antiochos (m.ö. 282-261) Siriderya’nın kuzeyinde Antiochie şehrini kurmuştu. Destanlara göre Oğuz Han’ın tesis ettiği, Karahanlılar zamanında da önemini koruyan Yenikent (Yengi Kent, Yangı Kent) bir dönem başşehir olmuştur. Issık Göl ve Mangışlak yörelerinde yerleşimin olduğu kaydedilmektedir. Tarâz’da ve Çu vadisinin Kırgızistan sınırları içinde kalan kısmında konut kalıntıları bulunmuştur. Bunların yanı sıra Siriderya boylarında Cend, Huvara, Barçınlığkent, Ribatat, Aşnas, Karaçuk, Suğnak (Sığnak), Sabran (Sepren, Savran), Karnak, Özkent, Yesi, Sütkent, Suyab’la birlikte çeşitli kasaba, kale ve köylerin varlığı bilinmektedir. Ancak 1245 yılında Siriderya boylarında kaybolmuş şehirler, yakılmış köyler ve terkedilmiş kasabalar gören Plano Caprini’nin de kaydettiği gibi Moğol istilâsından sonra birçok yerleşim birimi binalarıyla birlikte yok olmuştur. Bu sebeple çoğunun mevkileri bulunamamakta, arkeolojik bulgularla ortaya çıkarılan kalıntılar adlandırılamamaktadır. İsim ve konumları bilinenlere örnek olarak kazıları sürdürülen, bir zamanlar 70.000 asker çıkarabilecek büyüklükte Otrar, VII. yüzyılın önemli ticaret merkezi Tarâz, 20.000 kişi çıkarabilecek büyük bir yerleşim olan Suyab, bir kısım binaların halen görülebildiği Sayram (İsfîcâb, Aksu) sayılabilir.

                          Siriderya’nın bugünkü yatağından 2 km. kadar batıda Sütkent 1 ve Sütkent 2 olarak adlandırılan iki harabeden daha eski olan 1. Sütkent 800 × 900 m. ölçüsünde bir alanı kaplar. İçeride müstahkem bir alanda 8 m. yükseklikte bir set üzerinde inşa edilmiş olan 150 × 150 m. ölçülerindeki mescidle şadırvanına ait kalıntılar bulunmuştur. Bu kalıntılar 969 yılına tarihlendirilmektedir.

                          En eski buluntu, Almatı’ya 50 km. uzaklıkta Issık Göl civarındaki Esik kurganında, 3 × 2 m. plan ve 1,2 m. yükseklik ölçülerindeki mezar odasıdır. Toprağın 7 m. altında olmasına rağmen mimari bir nitelik taşır. Başka bir yerde hazırlanıp bulunduğu yerde monte edilirken karışmaması için cidarını oluşturan ahşap parçaların çentiklerle işaretlenmiş olması dikkat çekicidir. Karbon testiyle milâttan önce V-IV. yüzyıllarda yapıldığı anlaşılan mezar odasında at kemikleri yanında, üzerinde Kök-Türk harfleriyle Proto-Türkçe yazı bulunan gümüş bir çanakla “Altın Elbiseli Adam” olarak ün kazanan altın zırhlı bir ceset çıkarılmıştır.

                          VII-VIII. yüzyıllara tarihlenen Tas Arık Külliyesi ile Kara Tau’nun (Karaçuk) kuzeyindeki Babaata şehri kalesinde VI-VIII. yüzyıllardan kalan bir yapı bulunmuştur. Türk çadırı şeklinde merkezî ocağı ve bacası olan bir orta hücrenin etrafına dizilmiş tâli kubbeli ve kemerli altı hücreden oluşan yapının bir beye ait mesken olduğu tahmin edilmektedir. Gürel bölgesinde Kulsarı’da yer alan çok kubbeli bir mescid ise Karahanlı devrine tarihlendirilmektedir.

                          Orta Kazakistan’da Kızılorda eyaletinde tuğladan yapılmış, dairesel planlı, silindir şeklindeki yüksek gövdesinin üst kısmı konik ya da piramidal biçimle daralan bir dizi ateş kulesine rastlanmaktadır. Kulelerin yapım tarihi hakkında henüz bilgi yoktur.

                          Hazar denizi kıyısındaki Mangışlak yarımadasında Üstyurt bölgesinde Kent-i Baba’da, kayalara oyulmuş haçvari planlı Şahbak Ata Mescidi çevre halkı tarafından erken İslâmî devreye (IX-X. yüzyıl) tarihlendirilmekle birlikte çevresindeki kaya mezarları ile beraber daha eski bir döneme işaret etmektedir. Mescid yapısı kaya içine oyulmuştur. Ancak gerek kubbeli orta mekânı gerekse kemerli-sütunlu mekân geçişleri gibi mimari unsurları bünyesinde barındırması açısından da önemlidir.

                          Büyük ticaret yollarının kesişme noktasında yer alan Tarâz (Talas, Evliyaata, Jambul) VII. yüzyılda önemli bir ticaret merkeziydi. Batı Türkleri’nin, Karluk ve Karahanlılar’ın başşehirlerindendi. Şehrin çevresi 8-9 km. olup yapıları birbirine yakındı. Bölgede Karluk dönemine ait olduğu tahmin edilen kitâbeler ve çeşitli mezar taşları bulunmuştur. Araplar 893’te şehri aldıklarında büyük kiliseyi camiye çevirmişlerdi. Şehirde daha X. yüzyılda birçok İslâmî külliye yer alıyordu.

                          Tarâz kazısında kale içinde duvarlarında çiniler bulunan, X-XI. yüzyıla ait bir hamamın kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bu büyük yerleşimden geriye ayrıca iki türbe kalmıştır. Bir dönem şehre Evliyaata isminin verilmesine sebep olan Barak Han oğlu Evliya Ata Kara Han’ın türbesi tuğladan yapılmış dikdörtgen planlı bir yapıdır. Orta mekânı çok yüksek kasnaklı, sivri kesimli kubbe ile örtülmüştür. İki yanındaki sütunçeleriyle taçkapı anlayışında inşa edilen ön cephesi binadan daha yüksektir. Ancak son onarımda türbenin ön cephesindeki süsleme programı tamamıyla değiştirilmiştir. XI. yüzyıl yapısı olan türbenin cephesi XIV. yüzyıl Timurlu cephe düzenine dönüştürülmüştür. Diğer yapı, bugün bulunmayan kitâbesine göre 1262 senesinde Uluç Bilge İkbal Han Dâvud Beg b. İlyas için inşa edilmiştir. Tek kubbeli, küçük ve sade yapının ön cephesi yine binanın kendisinden daha yüksektir. İki türbenin çevresinde eskiden birçok mezar taşı yer almaktaydı, ancak günümüzde bunlar yok olmuştur.

                          Tarâz şehri yakınında XII. yüzyıl başlarına tarihlenen Ayşe Bîbî Türbesi kare planlı, köşelerinde büyük sütunçeler bulunan, tuğladan yapılmış bir binadır. Kitâbesi yoktur; fakat Karahanlı Sultanı Nasr b. İbrâhim tarafından eşi (Alparslan’ın kızı) Ayşe Bîbî için yaptırıldığı kabul edilir. Binanın kubbesi ve üst kısmı yıkılmıştır. Bütün cepheleri hiç boşluk kalmayacak şekilde, altmış dört değişik kabartma desenle işlemeli pişmiş topraktan levhalarla bezenmiştir. Almatı Müzesi’ndeki rekonstrüksiyon maketinde piramidal külâhlı olarak sergilenmektedir. Hemen yakınındaki Balacı Hatun Türbesi tuğladan yapılmış, 7 × 7 m. ölçülerinde bir bina olup bu da XII. yüzyıl başlarına tarihlenir. Üzeri içten kubbe, dıştan yıldız tabanlı çok yüksek prizmatik külâhla örtülüdür. Ön cephesi beden duvarlarından daha yüksek tutularak geleneğe uyulmuştur. Eski fotoğraflarında giriş cephesinde kabartmalı yazı kuşağı görülmekteyse de bugün mevcut değildir.

                          İpek yolu üzerinde önemli bir ticaret ve kültür şehri, bir dönem hükümet merkezi de olan Sayram’ın çevresi X. yüzyılda 3-3,5 km. kadardı. Tarâz ile birlikte İslâmî külliyelerin en çok bulunduğu şehir olmuş, ancak bölgedeki diğer şehirler gibi Moğol istilâsında harabe haline gelmiştir. Eski şehrin üzerine kurulduğu anlaşılan bugünkü Sayram kasabasında dağınık şekilde birkaç türbe kalmıştır. Yapılar XIX. yüzyılda yeniden elden geçirilmiş ve değişikliğe uğramıştır.

                          Abdülaziz Baba (Abdülaziz Han) Türbesi (XIV. yüzyıl) yanlarda birer mezar hücresi ve ortada mescidden meydana gelen küçük bir külliyedir. Bu birimlerin üçü de kubbe ile örtülmüştür. Mescid mekânını örten orta kubbe çift cidarlı olup yanlardakilerden yüksektir. Cephenin ortasında yer alan taçkapı da beden duvarlarından yüksektir ve sivri kemerli derin bir niş içine alınmıştır.

                          X. yüzyıla tarihlenen Mîrali Baba Türbesi’nin ön cephesi bütünüyle taçkapı anlayışında yükseltilmiştir. Cephe, basık kemerli bir eyvan içine alınan kapısı dışında farklı kotlardaki çıkmaları destekleyen tuğla payandalar ve ortada yuvarlak iki köşesinde sivri kemerli alınlıklarıyla geleneksel düzenlemenin dışında kalır.

                          XI. yüzyılda Hoca Ahmed Yesevî’nin babası (İftihar oğlu Mahmud oğlu İbrâhim) için yapılan İbrâhim Ata Türbesi tuğladan, 7 × 7 m. ölçülerinde, üzeri kubbe ile örtülü bir yapıdır. Yüksek ön cephesinin üst kısımları yıkılmıştır. Karaşaş (siyah saç) Ana Türbesi adıyla tanınan yapı Hoca Ahmed Yesevî’nin annesi Ayşe Hanım için inşa edilmiştir. XI-XII. yüzyıllara tarihlenen yapı kare planlı, tek kubbelidir. Ön cephe ile tek bir yan cephesi yükseltilerek sivri kemerli eyvanlar şekline getirilmiştir. Yüksek cephelerin birinde kapı, diğerinde dua penceresi yer alır.

                          Sayram’da tarihlenemeyen üç yapı daha vardır. Yıkılıp üzeri toprakla örtülmüş Hazret-i Hızır Mescidi’nin kalıntılarının yanında tuğladan silindirik gövdeli minaresi günümüze ulaşmıştır. Kazı Bayzovmi Türbesi kare planlı gövde üzerinde içten kubbe ile örtülüdür; dıştan ise âdeta kule gibi nisbetsiz bir kubbe ile farklı bir görünüm verilmiştir. Her cephenin ortası kemerli büyük bir niş ve köşeleri ikişer sütunla süslenmiştir. Yan tarafında mimari ve tezyinî özelliklerini bütünüyle kaybetmiş olan Hoca Sâlih Türbesi bulunur.

                          Türkistan şehrine 50 km. mesafede Otrar harabeleri yakınındaki Arslan Baba Türbesi XII. yüzyılda yapılmış, XIX. yüzyılda yenilenmiştir. Girişi sağlayan büyük eyvanın sağında mescid, solunda türbe odası yer alır. Bu binada da bütün ön cephesi yükseltilmiş olan, uzun, yatık dikdörtgen cephenin köşelerinde birer minare, ortasında yüksek ve derin giriş eyvanı bulunur. Türbe kısmı sivri kesimli ve iki kubbe ile örtülüdür. Dışarıdan düz çatılı izlenimi veren mescidin içinde mihrabın önünde küçük bir kubbe vardır.

                          Bütün Kazakistan’ın en görkemli yapısı Türkistan şehrindeki Hoca Ahmed Yesevî Türbesi’dir. Bugünkü âbidevî külliye Timur tarafından yaptırılmıştır. 45 × 65 m. oturumlu, dikdörtgenler prizması gövdesi ve çok büyük taçkapısıyla muazzam bir yapıdır. Üzerinde çeşitli büyüklükte kubbeler yer alır. Giriş cephesi dışındaki bütün cepheleri hiç boşluk kalmayacak şekilde renkli-sırlı tuğlalarla tezyin edilmiş, kubbeler turkuvaz renkli çinilerle donatılmıştır. Orta kubbesi 18 m. iç çapıyla Orta Asya’nın en büyük kubbesi unvanını taşır. Mevcut binanın yerinde daha önce de bir türbe olduğu bilinmektedir. XI. yüzyıla ait duvar örneği, arka cephedeki türbe odası girişinin dışında sağ yan yüzde, bugünkü duvardan 20 cm. kadar içeride bulunmaktadır ve yakın zamanda yapılan tamir sırasındaki raspa ile ortaya çıkarılmıştır.

                          Ahmed Yesevî Türbesi’nin önünde Timur’un torunu ve Uluğ Bey’in kızı Râbia Sultan Begüm Türbesi yer alır. XV. yüzyıla tarihlenen sekizgen planlı yapı, yüksek kasnak üzerinde sivri kubbeli olup Timurlu mimarisi özelliklerini taşımaktadır. Sur duvarlarıyla çevrili aynı alanda bulunan bir hamam ve rekonstrüksiyon çalışmaları devam eden birçok temel izi vardır.

                          Kazakistan’ın XVIII. yüzyıldaki bağımsızlık ve eğitim hareketiyle kurulan bir dizi medrese binasına örnek olarak Suzak bölgesindeki Babaata ve Çayan’daki kompleks gösterilebilir. Bir dönemde müze olan 1907 tarihli, dilimli yüksek kubbeli, zengin süslemeli Almatı Rus Ortodoks Kilisesi nâdir bulunan kilise yapılarına güzel bir örnektir.

                          Kazakistan’ın çeşitli bölgelerinde farklı tarihli birçok türbe yapısına rastlanmaktadır. Güney bölgelerinde türbe yapımı geleneği devam etmektedir. Yeni camilerde geleneksel formların sürdürüldüğü görülür. Kırsal kesimde halen yurt çadırı kullanılmakta, büyük şehirlerde de halk tarafından geçici yapı kurulması gerektiğinde yine yurt çadırlarına başvurulmaktadır.

                          Günümüz Kazakistan’ındaki büyük şehirler, bir zamanların Doğu bloku ülkelerinin tamamında olduğu gibi modern şehir planlamacılığı açısından üstün nitelik taşır. Geniş bulvarları, meydanları, parkları, büyük konut bloklarıyla tek tipte, bahçeli, tek katlı konut grupları; görkemli devlet binaları; alışveriş, eğitim, dinlenme ve yaşama bölgeleri, spor tesisleri; gelişmiş alt yapısıyla planlı gelişmesi öngörülen düzenli şehir özelliklerinin hepsine sahiptir. Ancak dış görünüm bakımından etkileyici olan binalar, gerek mimari gerekse mühendislik ve inşaat tekniği açısından genellikle zayıftır. Gösterişli kabuklar içinde kullanışsız mekânlar topluluğu şeklinde tanımlanabilecek olan binalar, bu durumlarıyla düzenli şehir yapısını oluşturan basit birer unsur olmaktan öteye geçmez; cephe mimarlığı diye adlandırılabilecek nitelikleriyle bulundukları şehirlere estetik vitrin görevi yaparlar. Son zamanda başşehir, modern bir dünya şehri özelliklerine sahip olarak yeni inşa edilen Astana’ya taşınmıştır. Astana, eski İstanbul’un isimlerinden biri olan Âsitâne ile aynı kelime olup “başşehir” anlamına gelmektedir.

                          • Konu 13

                            13.       Konu                    İçtimai ve İktisadi Hayat

                            Konular: Özelleştirme süreci ve sonucu; Eski komünist nomenklaturdan yeni sosyo-politik elite; Petrolün sosyal hayata etkisi; Sosyal eşitsizlik; Kazak içtimaı yapısı – Uran, Damga ve en, Şecere, Egzogami, Barımta, Yol.

                            Temel Okumalar:

                            -            Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, 2. Bölüm;

                            -            Alain Giroux, “Kazakistan: Asya Devinin Potansiyeli ve Ekonomik Modeli”, Semih    Vaner (der.), Unutkan Tarih. Sovyet Sonrası Türkdilli Alan, İstanbul: 1998, s. 318-333;

                            -            Wikipedia’dan uygun makaleler;

                            -           Youtube’dan değişik videolar.

                            Ders Notları:

                            Sovyetler Birliği döneminde Kazakistan Cumhuriyeti sadece Rusya’nın ham madde kaynağı olarak kullanıldığından Kazakistan’da yer altı zenginliklerini çıkarma endüstrisinin aksine üretim endüstrisi hiç gelişmemiştir. 1993 ve 1994 yıllarında uygulanan özelleştirme siyaseti neticesinde devlet mülkiyetinde bulunan önemli ekonomik tesisler özel kişilere verilip monopollerin oluşturulmasına zemin hazırlanmıştır. Kasım 1993’te Kazakistan Cumhuriyeti’nin millî parası olan tenge tedavüle çıkarılmıştır. Son yıllarda petrol, altın ve gaz ihracatına daha çok önem verilmektedir.

                            Bağımsızlığın ardından siyasî ve ekonomik istikrara kavuşan Kazakistan'da büyük petroluranyumdemiraltın ve kurşun rezervleri bulunmaktadır. Kazakistan doğal kaynakları ve toprakları itibarıyla önemli bir ülkedir. Hacim ve çeşit bakımından mineral ve hammadde yatakları ile dünyanın sayılı ülkelerinden biridir.

                            Kazakistan'da 1225 tür mineral ihtiva eden 493 yatak bulunmaktadır. Uranyumkromkurşun ve çinko yataklarının zenginliği itibarıyla dünya ikincisi, mangan itibarıyla dünya üçüncüsü, bakır itibarıyla de beşincisidir. Kömürdemir ve altın rezervleri itibarıyla Kazakistan dünya sıralamasında ilk on ülke arasında, doğalgazpetrol ve aluminyum rezervleri itibarıyla da, sırası ile ilk on iki, ilk on üç ve ilk on yedi ülke arasında yer almaktadır. Kazakistan'da 1996 yılında dünyanın en büyük üçüncü altın madeni bulunmuştur. Dünyadaki kromun %26'sı, altının %20'si, uranyumun %17'si Kazakistan'dadır.

                            Ülkenin mineral ve hammadde üretimi ise, kendi ihtiyacının çok üstündedir. Bu nedenle metalik bizmut, süngersi titanyum, kil ve rafine bakır, mangan ve konsantreleri üretiminin yüzde 90'ı, petrol, metalik kurşun ve çinko üretiminin yüzde 80'i ile doğalgaz, kömür, demir cevheri ve krom üretiminin de yüzde 50'den fazlası ihraç edilmektedir. Kazakistan toprakları altında keşfedilmiş maddi zenginlik 2 trilyon Amerikan dolarından fazladır.

                             

                            • Konu 14

                              14.       Konu                       Kazakistan – Türkiye İlişkileri

                              Konular:  Nazarbayev’e göre Avrasyacılık; Karşılıklı ilişkilerde olumlu ve olumsuz olaylar; Enerji sahasında işbirliği.

                              Temel Okumalar:

                              -           Bagdad Amreyev, Dönemimizde Kazakistan – Türkiye İlişkileri ve Türk Dünyası, İstanbul: Hayat Yayınevi, 2011;

                              -           Demirhan Fahri Erdem, Dünyada ve Türkiyede Avrasya ve Avrasyacılık. Algılamalar, Yaklaşımlar ve Stratejiler, Ankara: Barışkitap, 2016;

                              -          Wikipedia’dan uygun makaleler;

                              -           Youtube’dan değişik videolar.

                              Ders Notları:

                              Kazakistan 16 Aralık 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Ülkemiz Kazakistan’ın bağımsızlığını aynı gün tanıyan ilk ülke olmuştur. 2 Mart 1992 tarihinde diplomatik ilişki tesis edilmiştir.

                              Türkiye ile Kazakistan arasındaki ortak tarihi, kültürel ve manevi bağlar ilişkilerimizin süratle geliştirilmesine temel teşkil etmiştir. Bağımsızlığını kazanmasının ardından Kazakistan ile imzalanan çok sayıda anlaşma ve protokolle çeşitli alanlardaki ilişkilerimizin ve işbirliğimizin esasları düzenlenmiştir. Ülkemiz ile Kazakistan arasındaki siyasi ilişkilerin ulaştığı düzeye paralel olarak Kazakistan ülkemizin bölgedeki en önemli siyasi ve ekonomik ortaklarından biri haline gelmiştir.

                              Başkent Nur-Sultan’da Büyükelçiliğimiz, Almatı ve Aktau şehirlerinde Başkonsolosluklarımız bulunmaktadır. Kazakistan’ın ise Ankara’da Büyükelçiliği, İstanbul’da Başkonsolosluğu ve Antalya’da Konsolosluğu bulunmaktadır.

                               

                              Türkiye’nin Kazakistan ilişkileri çok boyutlu ve stratejik düzeydedir.
                              Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in 2009 Ekim ayında ülkemize gerçekleştirdiği ziyaret sırasında imzalanan “Stratejik Ortaklık Anlaşması” ile ilişkilerimiz yeni bir boyuta taşınmıştır. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 2012 yılında ihdas edilmiştir.

                               

                              Ayrıca, ülkemiz ile Kazakistan’ın bölgesel ve uluslararası plandaki işbirliği de hızla gelişmektedir. Ülkemiz ve Kazakistan’ın Avrasya coğrafyasında barış ve istikrarın tesisi yönünde sürdürmekte oldukları işbirliğinin somut bir sonucu olarak iki ülke öncülüğünde Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi kurumsallaştırılmış; bu çerçevede Kazakistan, Türk Konseyi’nin ve TÜRKPA’nın kuruluşunda ülkemizle birlikte önemli rol oynamıştır. Ayrıca Kazakistan Türk Konseyi bünyesinde kurulan Uluslararası Türk Akademisi’ne de evsahipliği yapmaktadır.