Şah II. Abbas devri siyasi olayları.
Şah Safi’nin oğlu olup 31 Aralık 1632 Cuma günü Kazvin’de doğmuştur.[1] Şah Safî’nin Kâşân şehrinde vefatı üzerine 9/10 yaşlarında iken 16 Mayıs 1642 Cuma günü yine Kâşân şehrinde Safevî tahtına oturmuştur.[2] Yeni hükümdarın tahta geçişi sebebiyle halkın üzerinde toplanmamış bulunan bazı vergiler bağışlanmıştır. Aynı yıl yeni Şah’ın cülûsu, Maksud Han adındaki elçi ve kıymetli hediyelerle Osmanlı Devleti’ne de bildirilmiştir.
Şah II. Abbas, devlet yönetiminde etkisi giderek artan erbâb-ı kalemden Vezir-i A’zam Mirza Takiyüddin [Mirza Taki] Muhammed’i 22 Ekim 1644 tarihinde katlettirerek yönetimi tamamen eline almıştır. Şah’ın vezirini katlettirmesinde Kurçi Başı[3] Cani Han, Kûh-ı Gilûye Beylerbeyi Nakdi Han, eski Şirvan Beylerbeyi Arab Han, Yesavul-ı Sohbet[4] Ali Mirza Bek ve Cebedârbaşı (Silahdar) Ebu’l Feth Bey’in şikâyetleri elbette etkili olmuştu.[5]
Şah II. Abbas çağında tahtından edilen Özbek hükümdarı Nedir (Nezr) Muhammed Han, Babürlü emirlerin tasallutundan kaçarak başkent İsfahan’a gelip Safevîlere sığınmıştır (17 Ekim 1645). Eşik Ağası Başı Mehdi Kulu Han ve Muhammed Ali Bek’i karşılamaya gönderen Şah, ona görülmemiş bir konukseverlik göstermiş, şerefine ziyafetler vermiş ve eğlenceler (ateş oyunları vs.) tertip ettirmiştir.[6] Daha sonra Safevî yardımcı kuvvetleri ile ülkesine gönderilmiştir. Muhammed Han, bu sayede Belh bölgesini geri alıp orada hükümdarlığını devam ettirmiştir. Sonraları Muhammed Han’ın oğlu “Türkistan Pâdişahı” Abdülaziz Han ile de samimi bir dostluk kurulmuş ve bu ilişki Şah’ın halefleri zamanında da devam etmiştir. Ayrıca Harezm hükümdarı Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın dostluk haberleri getiren elçileri de sık sık İsfahan’da görünmüşlerdir.[7]
Şah Safî’nin saltanatının son yıllarında Babür hâkimiyetine giren Kandahar ve havalisini yeniden Safevî hâkimiyetine almak için 1648 yılının Nisan ayında ümeranın teşvikiyle Şah II. Abbas sefer açmıştır. Zira bu sırada Safevî ordusu güçlü ve devlet hazînesi de dolu idi. Sefere Şah da bizzat katılmıştı. Neticede kalabalık ve mühimmat bakımından yeterli bir seviyede olan Safevi ordusu sayesinde başarı sağlanmış ve Kandahar ile havalisi (Zemindâver, Büst vs.) tekrar Safevî toprağı olmuştur (Şubat 1649).[8]
Babürlü hükümdarı Şah Cihân, ileriki yıllarda Kandahar ve diğer yerleri ülkesine katmak için üç defa teşebbüste bulunduysa da başarılı olamamıştır. İki ülke arasındaki dostluk, Şah Cihân’ın 1658 yılındaki vefatının ardından Âlemgir (Evrengzîb)’in hükümdarlığının ilk yıllarında yeniden tesis edilecektir.[9]
Kandahar’ın alınmasında ticarî gayeler elbette etkili olmuştur. Zira Kandahar, Hindistan ticaret yolu üzerinde son derece önemli bir noktada bulunuyordu. Şah II. Abbas çağında Safevilerin ipek ve baharat ticaretinde Ermeniler, Yahudiler ve Banyan denilen Hint tüccarı ağırlığını korumuşlardır. Ayrıca bu kârlı işte ticaret şirketlerinin (Hollanda ve İngiltere Kumpanyaları) ilgileri de devam etmiştir. Bender Abbas’ta konuşlanan İngiliz ve Hollandalı tacirler, ilave olarak Kirman seramiklerine de talip olmuşlardır. Bunun nedeni de Ming Hanedanı’nın 1644 yılında çökmesi ile 17. asrın ikinci yarısında Çin porseleni ihtiyacının ortaya çıkması idi.[10]
Safevî Devleti, 1649 yılında IV. Mehmed’in cülûsunu tebrik için Mahmud Han adlı elçisini göndererek iki hediye fil ile yeni hükümdarı kutlamıştır.[11]
1656 yılında Şah, bir elçisini Osmanlı Devleti başkentine göndermiştir. 22 Kasım 1656’da başkent İstanbul’a gelen Safevî elçisi Pir Ali, 20 Kasım’da Dîvân-ı Hümâyûn’a götürülüp hil’at[12] giydirilmiş ve cevabî bir nâme kendisine verilmiştir.[13] Böylece iki devlet arasında muahede yenilendikten başka İsmail Ağa adında bir Osmanlı elçisi de bir takım ağır hediyelerle Şah’a gönderilmiştir.[14]
[1] Veli Kulu Bek Şamlu, a.g.e., s. 214.
[2] Rıza Kulu Han, Târih-i Ravzatü’s Safa-yı Nâsırî, Kum, 1339, c. 8, s. 463; Cl. Huart, “Abbas II”, İA, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1978, c. 1, s. 10; Faruk Sümer, a.g.m., s. 25.
[3] Safevi devletindeki tüm ümeranın başı idi. Bkz. Anonim, Tadhkirat al-Mulûk, Translated by V. Minorsky, London, 1943, s. 46.
[4] Saray görevlilerinden olup Eşik Ağası Başı’nın emrinde çalışırlardı. Önemli emirlerin çocukları arasından seçilirlerdi. Saraydaki işleyişte görev alıp ayrıca elçi ve ulakları da karşılarlardı. Bkz. Tadhkirat al-Mulûk, s. 64; Zülfiye Veliyeva, Safevi Devlet Teşkilatı (Tezkiretü’l Mülük’a Göre), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s. 230.
[5] Veli Kulu Bek Şamlu, a.g.e., s. 284-285.
[6] Veli Kulu Bek Şamlu, a.g.e., s. 297-301.
[7] Faruk Sümer, a.g.m., s. 27-28.
[8] Riazul Islam, a.g.e., s. 111-112.
[9] Faruk Sümer, a.g.m., s. 27.
[10] Andrew J. Newman, a.g.e., s. 82-83, 91.
[11] İ. H. Uzunçarşılı, a.g.e., c. III, s. 249.
[12] Hil’at, üste giyilen elbiselerden birinin adıdır. Türkçesi “kaftan” idi. Hil’at aslında İslâm devletlerinde hükümdar tarafından giydirilen veya hediye edilen resmî elbise idi. Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, 1993, c. 1, s. 53.
[13] Naîmâ Mustafa Efendi, a.g.e., c. 4, s. 1719.
[14] İ. H. Uzunçarşılı, a.g.e., c. III, s. 250.