Konu özeti

  • 1.Hafta: Usul, Yöntem, metod, araştırma kavramlarının izahı

    Dersin adını oluşturan metot, kelimesi Osmanlı Türkçesi’nde usuldür. Metodoloji ise usûliyât olarak kullanılmaktadır. Esasında usûl, Türkçe’ye Arapça’dan geçmiş bir kelimedir. Türkçede usûl yerine, yönlendirmek, yön vermeden türetilmiş yöntem, usuliyat yerine ise yöntem bilimi daha çok kullanılmaktadır. Usul sözcüğü Arapça asl sözcüğünün çoğuludur. Bu sözcük Arapçadaki anlamı ile Türkçeye asıllar, esaslar, kökler, temeller; bir bilimin veya tekniğin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken temel bilgi; başlangıç; yol, yöntem metot, düzen, kural anlamın geçmiştir.

    Metot ve metodoloji kelimeleri ise Türkçeye Fransızcadan Fransızcada metot Bir gerçeğe ulaşmak için tutulan mantıklı fikir yolu, Metodoloji ise Yöntemleri ve bunların bilimlerle ilgili olanlarını deneysel olarak inceleyen mantık kolu demektir. Esasında sözcüğün kökeni Grekçedir. Grekçede hodos, yol demektir. Kelimenin önüne öte, ötesi, ötesinde anlamı ile meta eklenince methodos türetilmiştir. Bu da Grekçede yol, yöntem, usul, izleme, araştırma, bir bilimsel sorunu yönteme uygun biçimde inceleme, el kitabı, doktrin, bilim, dolambaçlı yol, hile, yapmacık anlamlarına gelir.

    Kelimedeki loji yine Grekçedeki legein eylemine dayanan logos’tan gelir. Logos söz, söylenen şey, düşünce, özdeyiş, örnek, karar, durum, vaat, bahane, kanıt, emir, düzen, anma, söylenti, görüşme, felsefi tartışma, öykü, masal, düzyazı biçiminde kompozisyon, söylev, felsefi ahlaki tıbbi el kitabı, eser veya eserin bir bölümü, bilim, inceleme, güzel sanatlar, zekâ, sağduyu anlamlarını içerir. İnsanlar tarihin en eski dönemlerinden beri yaşamlarını sürdürebilmek ve tehlikelerden korunabilmek için yaşadıkları çevrede olup bitenleri merak etmiş ve öğrenmeye çalışmıştır. Böylece araştırma anlayışı ilk kez ortaya çıkmıştır. Araştırma, insanoğlunun yaşadığı çevreyi tanıması, daha iyiyi ve daha güzeli elde edebilmesi, bilinmeyeni öğrenmesi, içinde bulunduğu veya geçmişte karşılaştığı sorunlarına çözüm yolları bulabilmesi için giriştiği sistematik bir çabadır. Araştırma eyleminin temelinde iki sebep yatar; biri insanoğlunun dış dünyayı öğrenmesi ve olaylar arasındaki kalıcı ilişkileri bulup çıkarma ihtiyacı, yani merak ve tatmin. Diğeri kişiyi rahatsız eden sorunların giderilmesi ve insanın rahat ve mutluluğunu artırma isteği, yani tehlikelerden korunma ve doğayı kullanma isteği. Bütün bu merak ve gereksinmeler sonucu ortaya çıkan gelişmeler, yapılan işlerin rastgele değil, belli ve sistematik bir yöntem içinde yapılması gerçeğini de ortaya çıkarmıştır. Zira insanlar tarihin en eski dönemlerinden beri yaşadıkları çevrede olup bitenleri merak etmiş ve öğrenmeye çalışmıştır. Araştırma anlayışı ilk kez bu nedenle ortaya çıkmıştır. Araştırma en yalın haliyle insanoğlunun yaşadığı çevreyi tanıması, daha iyiyi ve daha güzeli elde edebilmesi, bilinmeyeni öğrenmesi, içinde bulunduğu veya geçmişte karşılaştığı sorunlarına çözüm yolları bulabilmesi için giriştiği sistematik bir çabadır. Bu eylemin temelinde iki sebep bulunur.

    1-İnsanoğlunun kendi dışında yaşananları öğrenmesi ve olanlar arasında var olan ilişkileri öğrenme arzusu

    2-İnsanın kendini rahatsız eden problemleri gidermesi ve mutlu olma isteği

    Araştırma eylemi iki türlüdür.

    1-Temel araştırmalar.

    2-Uygulamalı araştırmalar.

    Temel araştırmalar, bilim, bilim içindir görüşünden yola çıkar. Yeni bilgiler elde etmek ve teorik bilgi alanını genişletmek asıl amaçtır. Pratik bir sonuca varma kaygısı fazla değildir. Araştırma eylemine sanat, sanat içindir anlayışında olduğu gibi bakar.

    Uygulamalı araştırmalarda ise kişinin veya toplumun karşılaştığı sorunlara çözüm yolları aranması temel amaçtır. Bilime katkıda bulunmak ikinci derecede kalır. Bu iki tür araştırma çalışmalarını birbirinden tamamen kopuk olarak sürdürmez. Uygulamalı çalışmalar, sorunlara pratik çözümler getirebilmek için temel araştırmaların sonuçlarından ve verilerinden yararlanmak zorundadır. Böylece, bir bakıma temel araştırmalar da uygulamalı araştırmalar sayesinde insanlığın yararına kullanılmış olur.

     

    (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

     

     

    • 2.Hafta: Bilimsel araştırmanın aşamaları ve Özelikleri

      Bilimsel araştırmaların aşamaları belirlidir. Bu aşamalar değiştirilmesi söz konusu olmayan sıralar halinde değildir. Aksine, bazen araştırmanın konusuna ve taşıdığı özelliklere göre yer değiştirmesi mümkündür. Bilimsel bir araştırman şu aşamalarından meydana gelmektedir.

      1-Sorunu Belirleme

      Araştırmanın temelinde cevaplanması istenen bir mesele vardır. Bu mesele, doğal ve sosyal çevreyi öğrenme isteğinden doğmuş olabilir. İnsanı rahatsız eden bir sorunun giderilmesi amacıyla da alakalı olabilir. Örneğin insanın denizlerin ötesini öğrenme ve tanıma merakı ve isteği denizcilik bilimini, denizde karşısına çıkan yön bulma güçlüğü de harita bilimi ve pusulanın icadını doğurmuştur.

      Sorunu belirleme konusunda tarih için önemli olan, bir toplumun, tarihini öğrenmek yoluyla, geçmişin ışığını geleceğin bilinmeyen karanlığına tutarak öngörülerde ve tutarlı tahminlerde bulunmaya çalışmaktır. Geçmiş bir ölçüde ve bir yönüyle aydınlıktır. Geçmişten kalan elimizde ve çevremizde izler vardır. Dolayısıyla tarihçilerin aydınlatabildiği ölçüde en azından geçmişin bir kısım olayları bilinir. Oysa gelecek karanlıktır. Bu sebeple insanoğlu mantıklı bilgilere ve karinelere dayanmadıkları sürece gelecekte neler olacağını asla bilemezler. Bu bakımdan gelecek ilgili ileri sürülenlerin hepsi sadece bir tahmindir. Geçmişle gelecek arasında tarih biliminin yardımıyla bir köprü kurulabilir ve böylece gelecekteki olaylara dair öngörüde bulunulabilir. Geleceğin en sağlam, en tutarlı tahmini, geleceği bugüne ve düne, yani tarihe bağlamakla yapılabilir.

      2-Gözlem

      Bilimsel bir araştırmada mesele net bir biçimde ortaya konduktan sonra bu konudaki olaylar gözlenmeye ve ona dair kanıtlar toplanmaya başlanır. Olayların çeşitli yönleri, birbirleriyle karşılıklı bağlılıkları, değişme ve çelişkileri gerçek nitelikleriyle anlaşılmaya çalışılır. Bu manada tarih bilimi ile ilgili olarak şunları söylemek mümkündür. Tarihçi genellikle, bir fen bilimcisi veya bir doğa bilimcisi gibi gözlem yapamaz. Zira tarihsel olaylar geçmişte kalmıştır. Diğer bilimlere göre tarihçi için en büyük zorluklardan biri de incelenen olayların gözlemlenememesidir. Bu yüzden tarihçi, içinde yaşadığı olayları, geçmişte kalmış olan ve göremediği olaylarla çözmeye ve geleceğe dair öngörüde bulunmaya çalışır ve bunu yaparken çok zorlanır. Bunun için, tarihsel belgeler ve bu belgeler içinde saklı tarihsel olaylar üzerinde gözlem niteliğinde çalışmalar yapmaya girişir. Geçmişten kalan ve çoğunlukla müzelerde korunan malzemeler ile her türlü yapı yine tarihçinin gözlem yapabileceği malzemelerdir. Bir savaşın yapıldığı yere dair gözlem yaparak, o savaş hak kında bir takım sonuçlara varılabilir.

      3-Hipotez

      Bilimsel çalışmanın bu aşamasında yapılan çalışmalarda elde edilen bilgilerle olaylar arasında, akıl yürüterek ilişkiler kurulur ve geçici çözüm yolları önerilir. Çünkü hipotez, doğruluğu kesinleşmemiştir. Aksine araştırılan konuyla ilgili olarak öne sürülen, doğruluk veya yanlışlığı henüz kontrol edilmemiş, fakat doğruluğuna önceden güven duyulan bir çözümlemedir.

      Bu çözümleme, araştırmanın ilerideki aşamalarında yeniden olaylara dönülerek değerlendirilecek, eğer gerçekler tarafından doğrulanıyorsa bilimsel bir bilgi niteliğini kazanacak, aksi durumda değiştirilecek veya bütünüyle bırakılacaktır. Bu nedenle hipotez, araştırmayı sonuca götüren önemli bir yol göstericidir. Bütün bilimler için geçerli olan bu genel önerme, tarih bilimi için de aynıdır.

      İleri sürülen hipotezin kontrolü ise ancak belgelerin analiz ve sentezinin yapılması ile mümkündür. Belgenin dış eleştirisi ile gerçek bir belge olup olmadığı, iç eleştiri ile de olayların nasıl ve hangi koşullarda yansıtıldığı analiz edilir ve buradan bir senteze varılır. Yani, tarihsel belgelerden tarih- sel olaylara, tarihsel olaylardan da tarihsel gerçeklere gidildiğinde ortaya çıkan sonucun hipoteze uyması gere- kir. Uyuyorsa hipotez doğrudur ve o artık bilimsel bir bilgidir. Uymuyorsa hipotez değiştirilir.

      Bilimsel Araştırmanın Özellikleri

      Araştırmanın amaçlarından biri bilimsel bilgi üretmek olduğuna göre, bilimin ne gibi özelliklere sahip olduğunun araştırmacı tarafından bilinmesi gerekir. Tarih araştırmalarından da olumlu sonuç alabilmek için tarih bili- minin özelliklerini bilmek ve bunlara uymak gerekir. Bilimsel araştırmanın genel özelliklerden bir kaçı şunlardır

      1-Doğruluk

      Bilim, gerçeği öğrenme yöntemidir. Bu, tarafsız bir gerçek olmak zorundadır. Bilimsel araştırma- da doğruyu bulmak esastır. Bilimde, hiçbir öneri olaylar tarafından desteklenmedikçe doğru ve gerçek olarak kabul edilemez. Her bilim doğruyu bulabilmek için değişik yöntemler kullanır. Tarihin de kendine özgü doğruyu bulma yöntemi vardır. Bir tarihsel olay, diğer tarihsel olaylar ve bütün bu tarihsel olaylar tarihsel belgelerle desteklenmedikçe doğru olarak kabul edilmez. Araştırmacının görüşü olarak kalır ve sadece sahibini bağlar.

      Atatürk’ün, “tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” sözü bunu açıklamak için oldukça önemlidir.

      2-Yansızlık

      Doğruyu bulma çabasında olması gereken araştırmacı olayları, kişisel eğilim ve önyargılarının etkisi altında kalmadan, olduğu gibi yansıtmalıdır. Elde edilen bilgiler inanç ve ideolojilere ters düşse bile, doğruluktan ve yansızlıktan uzaklaşılmamalıdır. Buna aynı zamanda bilim ahlakı da denir.

      Bu durum genellikle sosyal bilimlerde, özellikle tarihte uygulanmadığı takdirde, aynı olay hakkında birbirine zıt sonuçlar ortaya çıkabilir. Ancak özellikle ve önemle belirtilmesi gereken nokta tarih araştırmalarında, olayların bugünün mantığı, tekniği, teknolojisi fakat o günün koşulları göz önüne alınarak değerlendirilmesidir. Geçmişin koşulları, bugünün gerçekleriyle değerlendirilmeye kalkılırsa yanlış sonuçlara varmak kaçınılmazdır. Ayrıca, her toplumun değer ölçüsünün birbirine uymadığı da gözden uzak tutulmamalıdır.

      3-Eleştiri

      Bilimin en önemli özelliği eleştiriye açık olmasıdır. Eleştiri, bilime kendi kendisini yenileme ve geliştirme olanağı verir. Bilimsel araştırma dogmanın karşıtı olduğuna göre eleştirisiz bilim düşünülemez. Dogmatizmde yanılmaz ve değişmez doğrular ve yanlışlar vardır. Bu doğrular ve yanlışlar hiçbir şekilde eleştirilemez ve tartışılamaz. Doğru veya yanlış oldukları düşünülmeden ve tartışılmadan sadece kabul edilir. Oysa bilimin ortaya koyduğu sonuçlar değişmez ve tartışılmaz değildir. Aksine her zaman için en iyinin daha iyisi, en doğrunun daha doğrusu bulunabileceği kabul edilir, araştırılır, eleştirilir ve tartışılır. Bilimde ortaya konulan sonuçlar kesin son değil, geçici sonlardır. Sürekli değişen insan dünyasını düzenlemek için gidilecek tek yol bilim ve tekniktir.

      Tarihte eleştirinin yeri daha da önemlidir. Tarih araştırmalarında eleştirinin olmaması, yapılabilecek bütün yanlışların ve düşülebilecek bütün hataların gerçek ve doğru olarak kabul edilmesi gibi kötü bir sonuç doğurur. Kaleme alınan yazının eleştirisi ilki olumlu diğeri olumsuz olmak üzere iki türde yapılabilir. Bu eleştiri türlerinin her ikisinde de asıl amaç yazarın savunmak üzere kaleme aldığı ve yazıda değindiği ilmî ya da fikrî sonuçların doğru, hatalı ya da eksik yanlarını belirlemek veya tartışmak olduğuna göre eleştiren açısından bakınca konuya vukufiyetin esas olduğu muhakkaktır. Zira vukufiyet eleştirilecek yazının içeriği ile ilgili derinlemesine bilgi sahibi olmayı, ortaya atılan sonucun/görüşün doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine hüküm verebilmeyi içerir. Öte yandan eleştiri için gerekli diğer önemli husus hem kaynak hem telif eser bilgisi olduğu yadsınamaz. Zira kaynak bilgisi, vukufiyetle birlikte eleştirinin daha doğru yapılabilmesinin omurgasını oluşturur.

      4-Genelleme

      Bilim geneli arayıcıdır. Tek tek olaylarla ilgilendiği gibi, bunlar arasındaki ilişkilerle de ilgilenir. Birbirinden kopuk veya aralarında bir bağlantı yokmuş gibi görünen olaylar ve durumlar arasında ilişki kurar. Benzer ilişkiler, daha sonra belirli bir model içinde bütünleştirilerek genel kurallar şekline sokulur. Tarih araştırmalarında genellemenin ayrı bir önemi vardır. Özellikle küresel ve kıyaslamalı tarih araştırmalarında bu uygulamayı yapmak kaçınılmazdır. Diğer tür tarih araştırmalarında da duruma göre genelleme yapılır veya yapılmaz. Genelleme bir tarihsel olayın diğer tarihsel olaylarla sebep-sonuç ilişkileri bakımından kıyaslanması olarak kabul edilirse, yatay genelleme ve dikey genelleme olarak iki gruba ayrılabilir.

      a-Yatay genelleme, bir tarihsel olayın aynı zaman dilimi içinde ülkenin veya dünyanın diğer bölgelerindeki olaylarla kıyaslanması demektir. Tarih araştırmalarında böyle bir yol izlenmezse bir ülkenin veya bir toplumun tarihini araştırmada ve anlamada yanılma olasılığı en yüksek noktaya çıkar. Çünkü hiçbir toplumun tarihi diğer toplumların tarihinden kopuk olarak süregelmemiştir. Eğer gelmişse o toplumda hemen hemen hiçbir gelişme olmamış demektir.

      b-Dikey genelleme ise bir tarihsel olayın değişik zaman dilimleri içinde benzer olaylarla kıyaslanması demektir. Tarih araştırmalarında dikey genelleme olmadan da bir tarihsel dönemi anlamanın ve açıklamanın olanağı zorla- şır. Böyle bir araştırmada yanılgılar ve yanlış saptamalar ortaya çıkar. Genel bir önerme olarak şu söylenebilir; hiçbir tarihsel olay, gerek aynı zaman dilimi içinde ge- rekse değişik zaman dilimleri içinde, diğer olaylardan soyutlanamaz. Çünkü bütün tarihsel olaylar birbirleriyle zincirleme olarak ilişkilidir. Bu ilişkilerin derecesi ve süresi değişik olabilir.

      5-Amaç

      Bilim, öğrenme isteğinden veya toplumsal gereksinimlerden doğar. Günlük yaşamın karşımıza çıkardığı sorunlar ve gereksinimler bilimin ilerlemesinde başlıca etkendir. Dolayısıyla her bilim bir amaca yöneltilmiştir. Tarih araştırmalarının da bir amaca yöneltilmiş olması doğaldır. Tarih araştırmaları bir sorunu çözme amacıyla yapılabileceği gibi, gerektiğinde bilim, bilim içindir anlayışı içinde de çalışabilir. Bu ikinci durumda yapılacak çalışmada amaç tarih biliminin ve tarih bilgisinin alanını genişletmektir. Tarihin asıl amacı, baştan beri akıp gelen çağlar içinde insanlığın yaşamını bir bütün olarak yeniden ortaya koymaktır. Ancak, bu işi eksiksiz olarak yapmak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Çünkü tarihsel olayların hepsi belgelere geçmemiştir. Belgelere geçenlerin de bir kısmı değişik nedenlerle yok olmuştur. Bu işin zaman zaman eksik yapılmasının nedeni budur.

      Eski çağlar üzerinde araştırma yapacaklar için belge azlığı tarihçi açısından önemli bir sorun olduğu gibi yakınçağlardaki aşırı belge yığını da yine bir sorundur. Çünkü bu yığınlar arasından kullanılabilir olanlarını bulup çıkarmak her şeyden önce bir zaman sorunudur. Bütün bu zorluklara karşın tarihçi, insanlığın yaşamını bir bütün olarak yeniden kurmaya çalışır. Bu durum tarih biliminin genel amacıdır.

      Elbette tarihin amacı sadece bunlarla sınırlı değildir. Sonraki bölümlerde tarihin önemi ve özellikleri anlatıldığında, tarihin amacının diğer yönleri de açıklanmış olacak ve tarih biliminin sanılanın aksine çok geniş bir alanı ve değişik konuları kapsadığı görülecektir.

      Tarih, Türkiye’de genellikle sanıldığı gibi çocuklara anlatılan bir masal veya sadece okuyanı eğlendiren boş bir öykü değildir. Bu anlayış içinde olanlar, tarihin zaferler ve başarılarla dolu olan kısmını ele alır, araştırır ve öğretir. Yenilgiler ve başarısızlıkların bulunduğu kısımlar ise görmezden gelinir veya saklanır. Bu anlayışın egemen olduğu toplumlarda gelişme ve ilerleme olamaz ve bu toplumlar, dünya milletler ailesi içinde kesinlikle yaşama ve ayakta kalma şansı bulamazlar. Çünkü tarih, sanıldığı gibi bir masal değil, toplumların yaşamını sağlayan ve ona yön veren ciddi bir konudur. Üzülerek söylemek gerekir ki Türk toplumu bu konuda oldukça geri bir noktadadır.

       

      (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

       

       

      • 3. Hafta: Tarihin konusu, alanı, önemi, özelikleri ve tanımı

        Bugün toplum bilimlerinin alanları arasındaki sınırı belirleme konusunda genel bir kriz yaşanmaktadır. Bu kriz, bilgi birikiminden, bilimler arası işbirliği olmayışından ve birbirleriyle bütünleşememelerinden ileri gelmektedir. Bilimler arasında bir işbirliği gerçekleşemediği gibi her bilim kendi alanındaki gelişmeye de zaman zaman ayak uydur makta zorlanmaktadır. Bu nedenle bilimler kendi aralarındaki sınırı tam çizememenin sıkıntısı içindedir. Bunun yanında işbirliğini gerçekleştirme yolunda fazlaca bir çaba gösterildiği de söylenemez.

        İnsan topluluklarıyla ilgilenen ve bunlar üzerinde çalışmalarını sürdüren toplumsal bilimlerden tarih ile toplumbilim, toplumsal antropoloji ve halkbilim arasında fark vardır. Kuşkusuz bu bilimlerin her birinin insan topluluklarına bakış açıları ve ele alış biçimleri farklıdır. Tarih felsefesi ile felsefe tarihi, tarihi coğrafya ile coğrafya tarihi, adları benzer gibi görünse de birbirlerinden ayrı disiplinlerdir. Günümüze yakın dönemleri hem tarihçiler hem de siyasal bilimciler araştırmaktadır. Siyasal bilimcilere göre yakın geçmiş henüz en azından tam anlamıyla tarih olmamıştır. Dolayısıyla tarihçilerin araştırma konusuna girmez. Tarihçilere göre ise günümüze ne kadar yakın olursa olsun geçmişin her alanı tarih bili- minin araştırma alanı içindedir. Yakın geçmişin tarih araştırmalarının alanı içine girmediğini kabul eden tarihçiler vardır.

        Tarih sözcüğünün kapsadığı alanı ve tarihin konusunu geniş ve dar anlamda olmak üzere iki türlü düşünmek gerekir. Geniş anlamda tarih denilince taş, toprak, su gibi cansız varlıkların, ot, ağaç, sebze, meyve gibi canlı varlıkların ama bitkilerin, diğer canlı varlıklardan çeşitli hayvanların ve nihayet en gelişmiş canlı varlık olan insanın tarihi akla gelir. Dar anlamda tarih denildiğinde ise yalnız insanın düşünce ve eylemleri sonucu ortaya çıkan tarihi düşünmek gerekir. Bu kitapta ele alınacak tarih dar anlamdadır, yani insanın tarihidir.

        İnsanın düşünce ve eylemleri sonucu ortaya çıkan tarihin de nasıl oluştuğu konusunda son yüzyılın tarihçileri arasında görüş birliği yoktur. Mesela, Michelet ve Fustel de Coulanges tarihin konusunun doğası gereği insan olduğu yani tarihsel olayları bireylerin yarattığını ileri sürer.

        İngiliz tarihçisi Thomas Carlyle’ın görüşü ise farklıdır. Carlyle’a göre insanların başardığı işlerin tarihi, yeryüzünde çalışıp çabalamış adamların tarihidir. İnsanlık tarihinin esasını büyük adamlar oluşturur. Bunlara dâhi veya kahraman denir. Başka bir deyişle insanlık tarihi dâhilerin ve kahramanların tarihidir.

        Bu görüşlerin aksine mesela, Marc Bloch tarihi yaratanların bireyler, dâhiler veya kahramanlar olmayıp organize toplumlar olduğunu ileri sürer.

        Tarih, bir millete kimliğini veren bilimdir.

        Tarih, belli bir entelektüel deneydir.

        Tarih, yüksek eğitim değeri olan bir bilimdir.

        Tarih, tam bir zihni terbiye biçimidir.

        Tarih, insan davranışına etki ederek, kişinin yaşamını değiştirebilen bir bilimdir.

        Tarih, önceden görüş ve anlayış dinamizmi veren bir bilimdir.

        Tarih, çağımızın en önemli, eğitim, kültür ve hümanizma aracıdır.

        Tarih, bir ulusun nelere yetenekli olduğunu ve neler başarabilme gücünde olduğunu gösteren en doğru kılavuzdur.

        Tarih araştırmalarının bitiminde ulaşılması gereken hedefler şunlardır:

        Araştırmanın bitiminde bir sonuca varabilme.

        Çıkarılan sonuçtan pratik yarar elde edebilme.

        Çıkarılan sonuçla doğru düşünmeyi sağlayabilme.

        Çıkarılan sonuçla ülkede yaşanmakta olan olayları doğru anlayıp kavrayabilme.

        Çıkarılan sonuçla dünyada yaşanmakta olan olayları doğru anlayıp kavrayabilme.

        Çıkarılan sonuçla ülkede ve dünyada yaşanmakta olan olaylar arasında sağlam, sağlıklı ve doğru ilişkiler kurabilme.

        Çıkarılan sonuçla geleceğe yönelik planlar, programlar, projeler veya kuramlar üretebilme.

        Geçmişi yeniden kurarken, aslına bağlı kalma, kesinlikle yansız olma, kişisel duygu, düşünce, ideoloji, inanç ve benzeri etkenlerin altında kalmama.

        Tarihin Tanımı

        Eskiçağlardan günümüze kadar tarihin çok çeşitli tanımları yapılmıştır. Bu tanımların kimileri arasında büyük farklar vardır. Esasen, eskiçağlardan günümüze kadar tarih ve tarihçilik anlayışı da çok büyük değişiklikler geçirmiştir. Bilim ve teknikteki gelişme, toplumların içinde bulunduğu durumlar, bilim adamlarının kişisel anlayış ve değerlendirmeleri göz önüne alındığında bu farklılığı doğal karşılamak gerekir.

        En çok bilinen ve en yaygın tanım Lucien Febvre tarafından yapılmıştır. Febvre’e göre, tarih, insan geçmişinin bilimidir”. Febvre, daha sonra bu tanımı, tarih, geçmiş ve bugünün incelenmesidir şeklinde kısmen geliştirmiştir.

        Güstav le Bon’a göre, tarih, insan ruhunun çeşitli etkiler altındaki tepkilerinden doğmuştur. Fakat bu ruhun gerçek mahiyeti daha yeni anlaşılabilmektedir. Tarih biliminin asıl temeli olan psikoloji şimdiye kadar onun ancak çevresini aydınlatabilmiştir.

        Kant’a göre tarih, rasgele oluşmuş sıradan ve kaba olaylar dizisi değildir. Aksine insanların ya da toplumların belirlenmiş ilkeler çerçevesinde oluşan eylemlerinin dizisidir

        Gabriel Monod’a göre, tarih, insan eylem ve düşüncelerinin birbirini izle- me, gelişme ve ilişki oranı veya bağlılık oranı açılarından ortaya çıkan durumun bütünüdür.

        Ernest Bernheim’a göre, tarih, insanların yer ve zaman çerçevesinde oluşturdukları gelişmeleri, bunların sosyal bir bünyenin bireyleri ve toplulukları sıfatıyla yaptıkları eylemlerinde ve aynı zamanda bu sosyal yaşamda söz konusu farklı durumlardaki rol ve önemleri saptanan psikolojik ve fiziksel etkenlerin ortaya çıkardığı neden-sonuç ilişkileri çerçevesinde araştıran ve anlatan bilimdir.

        Zeki Velidi Togan, tarihin tanımı konusunda Bernheim’ı hemen hemen aynen tekrar etmektedir. Togan’a göre, tarih, insanlığın toplumsal ve siyasal yapılar oluşturarak ilerlemesinde kişiler ve toplumlar tarafından yapılan eylemleri ve ortaya çıkan olayları inceler. Tarih bu olayların nedenleri ve sonuçları arasındaki iliş- kileri araştırır ve saptar.

        Frankfurt Okulu taraftarlarına göre tarih, insanların doğaya olduğu kadar, birbirlerine hükmetme sürecidir. Varoluşçu tarih görüşünü savunanlar ise tarihi “insanın içinde bulunduğu ortam olarak tanımlamıştır.

        Fernand Braudel’e göre, tarih, dün, bugün ve geleceğin incelenmesidir.

        Tarih daha birçok şekilde tanımlanabilir. Mesela, tarih, doğa ve insan veya insanların yani toplumların birbirleriyle ilişkileri ve etkileşimleri ile örülen geçmiştir.

        Tarih, geçmiş zaman boyutunda yer alan olayların ve hareketlerin, başlangıçtan sonuca kadar olan akışını inceleyen, bu süre içindeki bilgileri toplayan, düzenleyen, değerlendiren ve yorumlayan bilimdir.

        Ya da nihayetinde tarih, geçmiş dönemlerde insanın görünür ve görünmez düşünce ve eylemleriyle oluşturduğu maddeler ve olayların tümüdür.

        Tarih bilimi ise insanın oluşturduğu maddeler ve olayların neden ve sonuçlarını araştırarak geçmişi yeniden kuran ve yeniden kurduğu bu geçmişle içinde bulunduğu an ve gelecek arasında köprü kurmaya çalışan bilimdir.

         

         

        (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

         

         


        • 4. Hafta: Tarihsel Belge, tarihsel olay, tarih bilgisi ve tarih bilinci

           Tarih içinde her şeyden önce araştırma konusu olan şey olaylardır. Tarihsel olaylar, insanın geçmiş zamanlarda görünür ve görünmez çalışmasıyla vardığı sonuçlardır. Bunlar, insan düşünce ve psikolojisinin çeşitli etkiler altındaki tepkilerinden doğar. Bir binanın yapılması, iki ordu arasındaki savaş, bir kentin kurulması veya bir toplumun bir yerden başka bir yere göçmesi ve bu olaylar çevresinde öykü ve destanların ortaya çıkması birer tarihsel olaydır. Geçmişte olmuş bir olayın tarihsel olay niteliği kazanabilmesi için, toplumu olumlu veya olumsuz yönde etkilemesi ve iz bırakması gerekir. İz bırakmamış olayı hiçbir şekilde bilemeyeceğimiz için onun tarihsel olay olup olmadığını da tartışamayız. İnsanın günlük yaşamı içindeki biyolojik ve fizyolojik hareketleri, çevreye veya topluma herhangi bir etki yapmayan bireysel eylemler tarihsel olay değildir. Buna karşılık bir toplumun veya topluluğun günlük yaşamı, gelenek ve görenekleri tarihin konusu içindedir. Olaylar uygulamada doğrudan ve dolaylı olmak üzere ancak iki şekilde öğrenilebilir. Eğer olay olduğu sırada kişi orada ise veya olaya bizzat katılmışsa bu olay doğrudan öğrenilmiş demektir. Dolaylı öğrenme ise üç şekilde olabilir: Olayı gören birinden dinleyerek Olayı görüp yazmış olan birinin bıraktığı metin okunarak Olaydan kalan diğer izler araştırılıp incelenerek Aslında, olayı görüp anlatan sözlü kaynak, olayı görüp yazmış olanın bıraktığı yazılı metin yazılı kaynak, diğer izler ise yazısız kaynak sınıfına giren belgelerdir. Tarihi oluşturan olaylar çeşitli nedenler altında doğar. Bunların bir kısmı toprak, iklim, ırk gibi sürekli nedenlerdir. Dinler, istilalar, savaşlar, doğal yıkımlar gibi nedenler ise geçicidir.

          Tarihsel olayları genellikle görünürdeki nedenler başlatır fakat gerçek nedenler yönlendirir ve sonuçlandırır. Bu nedenle neden/sebep kavramı eskiçağ düşünürlerinin zihnini sürekli işgal etmiştir. Ancak bu ilgi eskiçağdan bugüne değişmiş değildir. Bugün de tarihçiler için olayların neden ve sonuçları birinci derecede önem taşır. Tarihin boş bir öykü olmaktan çıkarılıp, topluma yararlı bir bilim olabilmesi için güncelleştirilmesi gerekir. Bu da ancak tarihsel olayların sebep-sonuç ilişkilerinin araştırılıp ortaya konulmasıyla olanaklıdır.

          Tarihsel olayların nedenleri şu gruplar içinde toplanabilir:

          Gerçek olup olmadıklarına göre iki tür neden vardır;

          Görünürdeki neden ve gerçek neden

          Bir olayın nedenleri oluştukları yere göre de iki gruba ayrılır;

          İç neden ve dış neden

          Olayların nedenleri olaya etki veya ilişki derecesine göre yine iki grup içinde toplanabilir:

          Uzak neden ve yakın neden

          Tarihçinin asıl amacı, akıp gelen çağlar içinde insanlık yaşamını eskiden olduğu gibi yeniden birleştirmek ve canlandırmak olmasına karşın bu iş her zaman eksik yapılacaktır. Çünkü eski dönemlere ait birçok tarihsel olay hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitmiştir. Bu izlerin kaybolması çok çeşitli nedenlere dayanır. Belgelerin kayboluşu iki ana grupta toplanabilir:

          Doğal yollarla kaybolanlar ve insan eliyle yok edilenler

          Tarihsel olaylar maddi ve zihni olmak üzere iki kısma ayrılır.

          Tarihsel olayların araştırılabilmesi için tanınabilmesi ve bilinmesi gerekir. Olayların bilinip tanınması ise onun bir belgede korunmuş olmasıyla mümkündür. Geçmişteki olaylar hakkında bize bilgi veren, onu doğru anlayabilmemiz için tanıklık eden her türlü malzemeye belge denir. Tarih, belgelerle yapılır. Tarihsel belgeler maddî ve zihnî olmaları bakımından iki gruba ayrılır:

          Maddi iz bırakmış olaydan kalanlar. Yapı veya işlenmiş herhangi bir şey.

          Zihni iz bırakmış olaydan kalanlar. Yazılı bir tanım veya öykü. Bunlar aynı zamanda yazılı ve sözlü belgeler grubuna da girer.

          Özellikleri açısından ise tarihsel belgeler iki grupta toplanır:

          Sözlü belgeler. Dilden dile ve nesilden nesle aktarılan her türlü efsane, destan, öykü, masal, fıkra, atasözü, deyim ve benzeri anlatılar.

          Sözlü olmayan belgeler.

          Bunlar da kendi içinde üç gruba ayrılır;

          Yazısız belgeler. İnsan elinden çıkmış üzerinde yazı bulunmayan her türlü madde. Yapılar, ev eşyaları, giysiler, süs eşyaları gibi.

          Kazılı, yazılı ve çizili belgeler. Sert maddeler üzeri- ne kazınarak yazılmış her türlü kalıntı, resim, gravür, şekil, harita gibi malzemeler, arşiv ve kütüphanelerde bulunan her türlü yazılı belgeler.

          Sesli, görüntülü ve elektronik belgeler. Fotoğraflar, plaklar, ses bantları, filimler, videobantlar, bilgisayar disketleri, CD, VCD, DVD, parmak bellekler ve taşınabilir bellekler. Belgesiz tarihsel gerçek olmaz. Belgesiz araştırmalar sözde kalır. Tarih belgelere dayanmak zorundadır. Bu nedenle tarihsel dönemler yazının icadı ile başlar. Yazının icadından önceki dönemlere tarih öncesi denir.

          Bir tarihsel gerçeğe ulaşabilmek için daha önce onunla ilgili tarihsel olayları bulmak ve bilmek gerekir. Tarihsel olaylar da tarihsel belgelerin içinde saklıdır. Bunlar tarihin organları gibidir. Hepsi bir araya gelince tarihi oluşturur. Öyle ise buradan şöyle bir önerme çıkarılabilir; tarihsel belgelerden tarihsel olaylar, tarihsel olaylardan da tarihsel gerçekler elde edilir.

          Tarihsel Olay

          Tarihin amacı, tarihsel olayları ve olguları inceleyerek insanoğlunun zaman içinde geçirdiği yaşamın özünü ve gerçeğini anlamak ve bu deneyimi kullanarak gelecek için kurallar, planlar, programlar ve politikalar üretmektir. Bu noktada tarih kavramı, insanın eylemlerini ve bu eylemlerin sonuçlarını, doğal olanın dışında özellikle insan tarafından gerçekleştirilmiş kültür ve uygarlıkları ifade eder. İnsanoğlunun eylemi önce düşüncede ortaya çıkar, sonra tasarı haline gelir, daha sonra uygulamaya konularak somut olay veya olgular haline dönüşür.

          Olay, insanı ilgilendiren toplumsal, ekonomik, siyasal, dinsel, hemen her alanda olan ve ortaya çıkan her şeydir. Tarihsel gerçek bu olay ve olgularla örülür. Tarih, doğa ve insan veya insanların yani toplumların birbirleriyle ilişkisi ve etkileşimleri ile örülür. Bu ilişki ve etkileşimler çeşitli olaylar ve olgulardan oluşur.

          Tarih Bilgisi

          Bir toplumun dünya uluslar ailesi içinde ayakta kala bilmesi ve yaşayabilmesi, dün-bugün-yarın arasında sağlam bir köprü kurmasıyla yani geçmişini geleceğiyle bütünleştirmesiyle olanaklıdır. Buna tarih bilinci denir. Ancak tarih bilincine ulaşabilmek için, daha önce tarih bilgisine gereksinim vardır. Geçmiş dönemlerde insanlığın yaşadığı olay ve olgular hakkında tarihçilerin yaptıkları araştırmalar sonucunda elde edilen bilgiye tarih bilgisi denir. Yazılı metinlerde ve konuşmalarda genellikle tarih bilgisi yerine kısaca tarih sözcüğü kullanılır.

          Tarihçilerin elde ettikleri bu bilgilerle yaşanan olayların nedenleri öğrenilir. Buradan hareketle, yaşanan olayların nasıl sonuçlanacağı ve gelecekte hangi olaylarla karşılaşılacağı tahmin edilir ve buna dayalı olarak gereken önlemler alınır. Geçmişten elde edilen bilgiler uluslararası ilişkileri aydınlatır ve bunların düzenlenmesine yardımcı olur.

          Bir ulus kendi tarihini, insanlığın tarihsel deneyiminin toplamı demek olan dünya tarihi içindeki yerine doğru bir biçimde oturtmak zorundadır. Bu deneyimin günümüzdeki sorunların çözümü için yeniden yorumlanması sonucunda tarih anlayışı, tarihe bakış açısı veya diğer adıyla tarih felsefesi ortaya çıkar. Bu tarihsel incelemeler ve değerlendirmeler yardımıyla toplumlar tarih bilinci kazanabilir. Tarihi bu şekilde güncelleştirdikten sonra gelecekteki hedeflerini bulabilir veya politikalarını üretebilirler. Tarihsel oluşumlar sürekli olarak kendini yeniler. Bu yenilenmeye değişim veya çağdaşlaşma denir. Değişim yalnız insan eliyle ve insan üzerinde olmaz. Doğada da sürekli bir değişim vardır. İnsan eliyle ortaya çıkan değişimler toplumsal, ekonomik, bilimsel, kültürel, teknik ve teknolojik değişimlerdir.

           

           

          (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

           

           

           

           

           

          • 5. Hafta: Tarihçi ve tarihin dönemlere bölünmesi

            Tarihçi Tarih biliminin konusu, geleceğin sağlam temeller üzerine kurulması için, yorumlanarak değerlendirilmek üzere yaşanan tarihin ve öncesinin incelenmesi, yeniden kurulması, anlaşılması ve kavranılması işidir. Bu işi yapana tarihçi, yaptığı işe de tarihçilik denir. Bütün bu işleri yapacak olan tarihçi tarihsel belgelerle, tarihsel olayları, tarihsel olaylarla da tarihsel gerçekleri bulmaya çalışan kişidir. Tarihin tanımında olduğu gibi, tarihçinin tanımında da tarih felsefecilerinin değişik tanımları vardır. Mesela bunlardan birine göre tarihçi, eski malzeme ile eski binayı yeniden yapan mimardır. Geçmişten gelen hazır bir planı vardır ve bu planı değiştirmesi söz konusu değildir. Araştırmasını yaparken tesadüfen hareket etmez. Her gördüğünü yazmaz. Yazacağını görmeye çalışır. Binanın yapım işi bittiği zaman karşıdan bakıldığında duvarlarda eski taşlar arasında yer yer farklı ve yeni taşların bulunduğu görülür. Bunlar tarihçinin belge bulamadığı noktalarda, yine tarih araştırma yöntemi kuralları çerçevesinde koyduğu ve sadece bir görüş olmaktan öteye gitmeyen tamamlamalardır. Tarihçi, gerektiği zaman bu yola da başvurmak durumundadır. Tarihçi, bir analiz ve sentez uzmanı olmalıdır. Tarihçi, olayları bulur, sıralar. Fakat olayları bulup sıralamak yeterli değildir. Bu olayları sıralarken bu nedenler ve etkenleri de bulup çıkarmak orundadır. Belki de bu, tarih araştırmalarının en zor yanıdır.

            Bu noktada işin içine belli ölçüde insan psikolojisi girmektedir. Yaşayan bir insanın bile psikolojik yapısını anlamak zorken artık yaşamayan birini etkilemiş olan psikolojik nedenleri ortaya çıkarmak elbette daha zordur. Olaylar geçmişe, tarihçi bugüne ait olduğundan, tarihsel olayları doğuran psikolojik nedenlerin heyecanına kapıl- maması gerekir. Bunu başarabilirse ancak o zaman taraf- sız bir tarihçi olarak tarihsel gerçeklere ulaşabilir. Bir kez daha anımsamak gerekir ki tarihçi araştırmasını yaparken genel anlamda bilimsel araştırmanın özelliklerinden olan doğruluk, yansızlık, eleştiri, genelleme ve amaç kurallarından ayrılmamak zorundadır. Tarihçide bulunması gereken nitelikler şöyle özetlenebilir.

            Bilimsel düşüncenin temelini oluşturan gözlem, inceleme ve deney yapabilme.

            Bilim ve teknolojideki yapıcı, yaratıcı, eleştirel ve bilimsel temele dayanma.

            Belgeye ve belgedeki bilgiye ulaşabilme.

            Elde edilen belge ve bilgi ile bugün arasında bağlantı kurabilme.

            Bu bağlantıyı kurduktan sonra, bugünden yarını görebilme.

            Elde edilen belgelerdeki bilgilerin analizini yaparak sonuç çıkarabilme.

            Çıkarılan sonuçları yorumlayabilme.

            Çıkarılan sonuç ve yapılan yorumlardan senteze varabilme.

            Tarih bilimindeki gelişmeleri izleyebilme.

            Tarih araştırmalarında gerektiğinde teknik ve teknolojik yenilikleri kullanabilme.

            Planlı ve programlı çalışmayı alışkanlık haline getirebilme.

            Birinci el kaynaklara ulaşabilme. Konuyla ilgili araştırmaları toplayabilme.

            Kaynak ve araştırmalar üzerinde bilimsel eleştiri yapabilme.

            Araştırma konusunu doğru seçebilme.

            Araştırma konusunun sınırlarını doğru çizebilme.

            Bilinmeyenleri ortaya çıkarıcı veya bilinenlere katkıda bulunucu araştırma yapabilme.

            Bilinenleri yinelemekten kaçınma.

            Tarihin Dönemlere Bölünmesi

            Tarihi dönemlere ayırırken şu noktalar gözden kaçırılmamalıdır:

            Bugünkü tarihi dönemlere bölme anlayışı yenidir ve Alman tarih profesörlerinin eseridir.

            Bugünkü tarihi dönemlere bölme anlayışı önce edebiyatta başlamış, sonra tarihi de kapsayan bir özellik kazanmıştır.

            Tarih dönemleri yapay olup gerçeklere uymazlar. Çünkü bir bütün oluşturan tarihsel olaylar birbirlerine zincirlenmişlerdir. Bunlardan bir veya birkaç tanesini diğerlerinden ayırmak olanaksızdır. Dolayısıyla tarihi dönemlere bölmek, daha önce belirtildiği gibi sadece pratik bakımdan yarar sağlama açısından önemlidir.

            Bugünkü tarihi dönemlere bölme durumu evrensel değildir. Yani her dönem ve bütün uluslar için geçerli olmayıp sadece Avrupa kıtasında yaşayan toplumlar için geçerlidir.

            Çağların başlangıcı veya sonu olarak gösterilen olaylar da tek ve standart değildir. Ülkeden ülkeye veya tarihçiden tarihçiye farklılık gösterebilir.

            Tarih dönemlerine başlangıç veya son oluşturan tarihler kesin bir sınır ifade etmezler. Her ne kadar seçilen tarih Avrupa toplumlarını büyük ölçüde etkileyen ve ilgilendiren olayların tarihi olsa da eski dönemin birçok özellikleri bu yeni dönemde de uzun süre devam edebilir. Veya aksine içinde bulunulan çağın bazı özellikleri önceki çağda da var olmuş olabilir.

            Bu anlayış içinde gelişen ve Avrupa tarihi esas alınarak yapılan tarihi çağlara bölme en son şu şekli almıştır:

            Eskiçağ veya İlkçağ: Yazının icadından (MÖ 3200) Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılışı (MS 395) veya Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışına (476) kadar geçen süre.

            Ortaçağ: Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılışından İstanbul’un Türkler tarafından fethine (1453) veya matbaanın icadına (1440) yahut Amerika’nın keşfine (1492) ya da Reform hareketlerinin başlamasına (1517) kadar geçen süre.

            Yeniçağ: Ortaçağın sonu olarak kabul edilen tarih- ten Fransız Devrimi’ne (1789) kadar geçen süre.

            Yakınçağ veya Sonçağ: Fransız Devrimi’nden günümüze kadar geçen süre.

             

             

            (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

             

             

             

            • 6. Hafta: Tarihe Yardımcı bilimler ve diğer uzmanlık alanları

              Hiçbir bilim tek başına gelişmemiştir. Her bilimin bir diğeriyle ilişkisi, yardımı ve katkısı vardır. Çeşitli bilim dalları arasında birer sınır çekilmiş olması demek bu bilimlerin birbirlerinden kopuk ve ilgisiz olduğu anlamına gelmez. Tarih bilimi de bu genel prensibin dışında değildir.

              Toplumsal bir varlık olan insanın eylemleriyle uğraşan tarih, çok geniş bulunan alanı nedeniyle bütün bilimlerle ilişkilidir. Bu ilişkinin genişliği diğer bilimlerle kıyaslanamayacak kadar çok ve sıkıdır. Tarih, her şeyden önce düşünen bir varlık olan insanın, insan psikolojisinin ve insan topluluklarının ürünüdür. Yalnız konusu bakımından değil, araştırma şekli/yöntemi, yani metodolojisi ile de diğer bilimlerden ayrılır. Buna karşın diğer bilimler, özellikle toplumsal bilimler önemli ölçüde tarihe yardımcı bilimlerdir.

              Tarihin asıl konusu gelişmenin birbirleriyle olan ilişkilerini ve özelliği olan çeşitli olayları araştırmak olduğu ve bunlar da insanın düşünmesi sonucu oluştuğuna göre psikoloji ve özellikle toplumsal psikolojinin genel kuralları bilinmeden sağlam bir toplumsal tarih araştırması yapılabileceğini düşünmek oldukça zordur. Yazılı, yazısız bütün tarihsel belgelerin oluşmasında insan psikolojisi birinci derecede etkili olmuştur.

              Toplum yaşamının, tipik şekil, kural ve gelişmelerinin toplum içindeki bireylerde ve toplumsal gruplarda nasıl belirdiklerini araştırmak toplumbilimin işidir. Yani toplumbilim kendi araştırma yöntemi içinde toplumsal olaylarla ilgili kuralları belirler. Toplumbilim kendi yöntemine göre araştırma yaparken, tarihsel olayların ifade ettiği anlamda, her zaman yer ve zaman kavramlarını göz önüne almayabilir. Tarihte ise bunun tam aksi söz konusudur. Ancak tarihçiler araştırmalarını yaparken, özellikle de toplumsal tarih araştırması yaparken toplumbilimin genel kurallarından yararlanmak zorundadır. Sonuç olarak tarih de toplumbilim gibi insan topluluklarını ve bireyleri araştırdığına göre toplumbilimin ana hatları bilinmeden yine sağlam bir toplumsal tarih araştırması yapılabileceği söylenemez.

              Yer kavramı olmadan tarihsel olayların ne araştırılması ne de öğretimi olanaklı değildir. Dolayısıyla coğrafya, tarihsel olayların araştırılmasında ve anlaşılmasında olduğu gibi anlatılmasında yani eğitim ve öğretiminde de kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bu konuda tarihsel coğrafyayı tarihten ayrı düşünmek olanaksızdır. Özellikle tarihte yaşamış devlet ve toplumların şu durumları ancak coğrafya ve tarihsel coğrafya ile ortaya çıkarılabilir

              Esasında eğer tarih bir insana benzetilirse siyasal ve askeri tarih bu insanı ayakta tutan iskelettir denilebilir. Ekonomik tarih, sanat tarihi, toplumsal tarih, kültür ve uygarlık tarihi, bilim tarihi ve tarihin diğer dalları ise bu insanın diğer organlarıdır. İskeleti olmayan bir insanın ayakta durması söz konusu olmadığı gibi diğer organları bulunmayan bir iskelet de fazla anlam taşımaz. Bunların hepsi bir arada olduğu zaman bir anlam taşır.

              Matematik biliminden doğan istatistik, ekonomik ve demografik veriler başta olmak üzere hemen bütün veriler için karşılaştırmalı değerlendirmeler yapmanın şimdilik bilinen tek yoludur. Aynı zamanda monoton ve soyut tarih anlatımını bir ölçüde görsel duruma getirerek öğrenmeyi ve kavramayı da kolaylaştırır. Fakat istatistik,  bir dikdörtgen veya kare şekil içine zikzaklı çizgiler ya da uzunlu kısalı göstergeler koymaktan ibaret değildir. İstatistiğin de bir bilim dalı olarak kendine özgü yöntemi ve tekniği vardır. Mantıklı gerekçelerle kabul edileceği üzere tarih araştırmaları, eğitim ve öğretimi için istatistik ciddi önem taşır.

              Politika gibi bilimler de aynı mantık kuralı içinde düşünülebilir. Devlet şeklinin türlü tipleri, devlet işlerinin nasıl yürütüldüğü ve şekilleri, uluslararası ilişkiler bilinmeden siyasal tarih yazılamaz

              Siyasal bilimi yaşanan günlük olaylardan ibaret değildir. Toplumsal olaylar birçok yönde neden-sonuç ilişkileri içinde birbirleriyle bağlantılıdır. Bugünkü siyasal olayları anlayabilmek için dünkü siyasal olayları bilmek gerekir.

              Toplumların nasıl bir hukuk anlayışı ve uygulaması için de olduğu bilinmeden o toplumun ne toplumsal ne ekonomik, ne politik ne de diğer konulardaki sorunları anlaşılabilir. Özellikle hukuk tarihi araştıran bir tarihçinin en azından genel hukuk alanında bir bilgisi olmak zorundadır.

              Bir tarihçi kültür tarihi üzerinde çalışma düşünüyorsa ve ne sanat ne de sanat tarihi hakkında hiç bir bilgisi yoksa ciddi yanlışlıklara düşebileceğini söylemek mümkündür.

              Bir tarihçinin, bir dönemin veya bir toplum çevresinin felsefi düşünüş tarzını gerçekten anlayabilmesi ve ortaya koyabilmesi için, orada esas olan temel anlayışların, din dogmalarında, bilim sistemlerinde, toplumsal hareketlerde nasıl ortaya çıktığını gerçekten anlaması ve kavraması gerekir. Bu da ancak felsefe bilgisi ile olanaklıdır. Felsefe bilimini önemsiz saymak, sadece körleşmiş uzmanlığın kötü bir belirtisidir.

              Bu anlatılan bilimlerden başka, birkaç bilim dalı daha vardır ki bunlar tarihin uzmanlık alanıyla doğrudan ilişkidedir. Yöntemsel bir tarih araştırmasında adeta her an başvurulması gereken bu bilim dallarına tarihin yardımcı bilimleri denir.

              Tarihe yardımcı diğer uzmanlık alanları ise şunlardır:  

              Eskipara Bilimi (Nümizmatik, Meskûkât)

              Belgebilim (Diplomatik, Diplomatika veya Vesika İlmi)

              Ölçübilim (Metroloji)

              Özelad Bilimi (Onomastik)

              Yeradı Bilimi (Toponomi)

              Soykütüğü Bilimi (Jeneoloji, Silsilename, Şecere İlmi)

              Yazıtbilim (Epigrafi, Kitabe İlmi)

              Damgabilim (Sicillografi, Mühür İlmi)

              Madalya ve Arma Bilimi (Heraldik)

              Nüfusbilim (Demografi)

              Tarih Yazıcılığı (Historiografi, Vak’a-nüvislik)

              Kazıbilim (Arkeoloji, Hafriyat)

              Antropoloji, Fizik Antropoloji, Kültür Antropolojisi

              Halkbilim (Etnoloji, Folklor)

              Dilbilim (Filoloji, Lengüistik, Lisaniyat)

               

              (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

               

              • 7. Hafta: Erken zamanlardan bugüne tarihçilik anlayışları

                Eskiçağ’da Tarihçilik Anlayışları

                Efsanevi ve Edebi Tarihçilik Anlayışı

                Efsanevi tarihçilik anlayışı ilk çağlarda görülür. Eskiçağ Grek tarihçilerinden Herodot ve Tukidides gibi tarihçiler gördükleri ve duydukları olayları yazmışlar fakat bu olayları doğuran gerçek nedenleri araştırmamışlardır. Ayrıca Grekler yalnız doğa olaylarını değil, aynı zamanda toplum olaylarını da açıklamak için sürekli olarak tanrıları araya sokmuşlardır. Bu nedenle efsanevi tarihçilik döneminde tarihsel olaylar, bu anlayış içinde ortaya çıkmış efsanelerle anlatılmış ve açıklanmıştır.

                Grekler Güney Avrupa, Kuzey Afrika ve Anadolu’dan başka yerleri tanımadıklarından genel tarih yazma anlayışına sahip olamamışlardır. Herodot ve diğer Grek tarihçileri daha çok ilişkide bulundukları uluslarla yapılan savaşların aşamalarını efsanevi biçimde anlatmışlardır.

                Grek uygarlığının etkisi altında gelişen Roma toplumunda da efsanevi tarihçilik anlayışı vardır. Roma tarihçilerinden Tit-Live, Roma’nın kuruluşu ile ilgili eserini, bu konuda halk arasında söylenen efsaneleri toplayarak yazmıştır.

                Romalılarda efsanevi tarihçilik anlayışı yanında edebi tarihçilik anlayışı da doğmuştur. Sözgelişi Latin Tacit ve Grek Plutarque gibi Eskiçağ tarihçileri, tarihsel olaylardan tarihsel gerçeği çıkarmayı düşünmeyip, sırf okuyanlara bir zevk ve heyecan vermek için olayların karakterlerini istedikleri gibi değiştirmişler ve onları edebi bir dil ve üslupla yazmışlardır.

                Tarih özellikle Tacit’e göre bir nutuk söyleyebilme sanatıdır. Tarih yazarları böyle bir anlayış içinde olayları, kendi inançlarını kabul ettirecek veya gelecek kuşaklara güzel örnekler oluşturacak biçimde düzenlemişlerdir.

                Özellikle efsanevi ve edebi tarihçilik anlayışının yoğun olduğu dönemlerde hayal gücünün olayları anlatma ve açıklamada çok etkili olduğu bir gerçektir.

                Yararcı veya Öğretici Tarihçilik Anlayışı

                Bu tarihçilik anlayışı da efsanevi ve edebi tarihçilik anlayışlarıyla birlikte eskiçağlarda ortaya çıkmıştır. Böyle bir anlayışın doğmasının nedeni, tarihi sadece bir öykü gibi dinlemek değil aynı zamanda ondan yararlanmak düşüncesidir. Bu anlayışa göre geçmiş, insanların ibret alacağı olaylarla doludur. Geçmişte yaşanmış bu olaylar kullanılarak içinde yaşanılan zaman ve gelecek için yararlar sağlanabilir.

                Bu anlayışla birlikte tarihsel olayların tartışılması ve eleştirisi de başlamıştır. Herodot’u tarihin babası ilan eden Batılılar, Thukidides’i de yararcı tarihçilik anlayışı konusunda eleştirel tarihin babası ilân etmişlerdir. Gerçekten Thukidides’in ünlü, Peleponneslilerle Atinalıların Savaşı adlı eseri Herodot ve diğer Eskiçağ tarihçilerinin eserlerinden farklıdır ama bütünüyle modern tarih anlayışına göre de yazılmamıştır. Ancak bu anlayış yoluna gidişte yazılmış ilk eserlerden biridir denilebilir. Thukidides’e göre, bizzat gözlemlenen ve yaşanan olaylar yazılabilir. Tarihçinin görevi kendi gözlem ve haber toplama yeteneklerini bir süzgeçten geçirerek tamamlamak ve sonuçları inceleyerek yansız bir biçimde yazmaktır.

                Tukidides tarihsel olayların ortaya çıkmasına yol açan iki temel etkenin bulunduğunu, bunların da askeri ve ekonomik güç olduğunu söylemiştir. Ayrıca akıl ve iradenin de önemli etkenler olduğunu eklemiştir. Thukidides’ten sonra diğer Grek, Roma ve sonraki dönem tarih yazarlarından da bu anlayışı benimseyenler olmuştur. Mesela yaşamı Atina, Mısır ve Roma’da geçmiş olan Plutark, eserinde Grek ülkesinde ve Roma’da yaşamış ünlü kişileri, Thukidides’in tarihçilik anlayışı çerçevesinde anlatmıştır. Polybios ve Cermen tarihçisi Tacite’in eserleri de Thukidides tarzında yazılmış tarihler arasında sayılır. Sonraki tarih yazarlarından Machiavel’in Prens adlı eseri başka bir örnek olarak gösterilebilir. Öğretici tarih bu yönüyle İskoç tarihçisi Thomas Carlyle’ın tarih anlayışına da kısmen benzerlik göstermektedir. Carlyle’a göre tarihi, kahramanlar ve dâhiler yaratmıştır, yani tarih kahramanların ve dâhilerin tarihidir

                 Ortaçağ’da Tarihçilik Anlayışı

                 Dinsel Tarihçilik Anlayışı

                Dinsel tarihçilik anlayışı da ilk çağlarda görülmekle birlikte, asıl önce Museviliğin, arkasından Hıristiyanlığın çıkışı ve giderek bütün Avrupa’ya yayılması üzerine Ortaçağ’da yoğun bir biçimde görülmüştür. Ancak eski çağlarda efsanevi, edebi ve öğretici tarih anlayışının dinsel tarih anlayışı üzerine yoğunlaştığı yıllarda İslam dünyasında ibn Haldun ve el-Biruni gibi modern tarihin kurucularını bu anlayıştan ayrı tutmak gerekir. Ortaçağ’da Avrupa koyu bir dinsel anlayış içinde yaşarken, doğuda adeta bir Rönesans yaşanmaktadır. Yukarıda sözü edilen ibn Haldun’u artık Batılı tarihçiler bile modern tarihin ve tarih felsefesinin babası olarak görmektedir.

                Dinsel tarih ve tarihçilik anlayışında olayların oluşu ya iyi ya da kötü bir ilahi gücün veya insan dışı gücün etkisi altındadır. Bu nedenle sürekli olarak ondan korkmak ve ona yalvarmak gerekir. Buna göre insanlığın tarihsel yaşamının kapsamı ve değeri ilahi bir gücün temel yasalarına uyup uymamasına bağlı olarak ortaya çıkar. Bir Müslüman düşünüre göre ancak İslam dini esaslarına uygun, bir Hıristiyan düşünüre göre ise Hıristiyan dininin esaslarına uygun bir yaşam söz konusu olabilir. Kendi dini dışındaki dinlerden olanların yaşamları ise şeytan tarafından yönlendirilir ve yönetilir.

                Ortaçağ’ın tarihi kutsal bir tarihtir. Her şeyden önce Hıristiyanlığın nasıl doğup, ne şekilde yayıldığını anlatmaktadır. Tarihi çağlara bölme anlayışı bile dinsel olaylara göre yapılmıştır. Bu dönemde okur-yazar sayısı az olduğundan kilise adamları tarihsel olayları kitaplara geçirmekle birlikte, aynı zamanda tablolarla kiliselerde halka göstererek inançlarını onlara aktarmışlardır. Bu nedenle, özellikle resim ve heykel sanatında, bugün de hayranlıkla izlenen eserler ortaya çıkmıştır.

                Bu yaşam biçimi karşısında doğal olarak tarih ve tarihçilik anlayışı da bu temel üzerine oturtulmuştur. Dolayısıyla tarih yazımında din adamları ve din görevlileri ön plana çıkarıldığı gibi kaynaklarda verilen bilgiler de eleştirilmeden aynen aktarılmıştır.

                Rönesans Döneminde Tarihçilik Anlayışı

                 Felsefi Tarihçilik Anlayışı

                Avrupa’da Ortaçağ’ın sonlarında matbaanın icadı, ke- şifler, Rönesans ve Reform gibi hareketlerle dogmatik dönemden eleştiri dönemine geçilmeye başlanmıştır. Bi- limin ilerlemesi evrende her olayın kesin kurallara bağlı bulunduğunu, keyif ve isteklerin genel anlamda bunlara hiçbir etkisi olmadığını kanıtlamıştır.

                Eleştiriye dayalı tarihçilik anlayışının doğması, dinsel tarihçilik anlayışının on sekizinci yüzyıl başına kadar oldukça etkili bir biçimde devam etmesine engel olamamış ve bu gelişmelerle birlikte giderek azalmaya başlamış ama hiçbir zaman tümüyle ortadan kalkmamıştır. Hatta on sekizinci yüzyılda bile üniversitelerde okutulmaya başlanmasına karşın tarih, edebiyatın bir kolu olarak görülmüştür.

                 Yeni ve Yakınçağlarda Tarihçilik Anlayışları

                Bu çağlar Avrupa’da hızlı bir gelişmenin yaşandığı çağlardır. Özellikle on sekizinci yüzyıl Avrupa’da Aydınlanma Çağı olarak kabul edilir. Rönesans ve Reformla başlayan ve süregelen gelişmeler, on sekizinci yüzyılda doruk noktasına ulaşmıştır. Bu dönemde tarih anlayışları ve tarih felsefesi bilim adamları ve düşünürlerin sürekli tartıştığı ve yazdığı bir dönemdir. Doğal olarak bu tartışmaların arkasından pek çok tarih anlayışı, farklı tarih felsefesi görüşleri ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu görüşlerin yandaşlarının katıldığı okul adı verilen merkezler oluşmuştur.

                Pozitivist Tarihçilik Anlayışı

                Tarih araştırmalarında pozitivist anlayış, tarih metodolojsinin sosyal ve doğal bilimler yolunu izlemesinden doğmuştur. Bu tarihçilik anlayışı August Comte’un 1839 yılında çıkan Pozitif Felsefe Dersleri adlı eserinden ilham alınarak geliştirilmiştir. Pozitivist tarihçilik anlayışı tarihte doğaüstü etkenlerin etkisini kabul etmez. Buna göre tarihsel olaylar tümüyle doğal etkenlerin sonucu ortaya çıkmıştır. Fakat onun materyalist tarihçilik anlayışı ile de fazlaca ilgisi yoktur. Pozitivist tarih anlayışına göre bir ülke halkının uygarlık tarihinde geçirdiği dönemler ve gelişme aşamaları, genellikle sosyo-psikololojik koşulların etkisiyle ortaya çıkar.

                İdealist Tarihçilik Anlayışı

                İdealist tarihçilik anlayışına göre insanlar özgürlüklerini sağlayabilmek için kendi kişisel özgürlüklerinin önemli bir kısmını devlete verirler. Başka bir deyişle kendi kişisel özgürlüklerini yine kendi istekleriyle sınırlandırırlar. Bu bir düşüncedir ve insanlığın yaşamını yöneten temel etkenler de bu gibi düşüncelerdir. Düşünce ise ilahi ruhun ürünüdür ve özgürlükten yoksun olan ilkel yaşamın kendiliğinden gelişmesi yoluyla ortaya çıkar. Doğulu uluslar özgürlüğün değerini bilmemektedir. Grekler ve Romalılar ise kısmen anlamışlardır. Özgürlüğün değerini gerçek anlamda ancak Hıristiyan Avrupalılar, özellikle de Germenler, ilk kez olmak üzere kavramışlardır.

                İdealist tarihçilik anlayışına göre insanlık tarihi ancak düşünce esası üzerinde gelişen ulusların tarihinden oluş- maktadır. Bu anlayışta madde genellikle ruhun elinde kullanılan bir araçtır. Sürekli olarak yaşayan ve hareket eden şey ise düşüncelerdir.

                Ekspresyonist Tarihçilik Anlayışı

                Ekspresyonist tarihçilik anlayışı modern sanattaki ekspresyonizmden ilham alınarak, ona dayanılarak geliştirilmiştir. Bu görüşe göre tarih insan yaşamının oluş şeklini anlamak ve kavramak için bir araçtır. Bu nedenle tarih tarihçilerden öğrenilmekten çok “intuition”la, yani içe doğma, önsezi ve sezgi yoluyla muhakeme kullanmadan ortada olmayan bir şeyi sezme yoluyla öğrenilir. Tarih ciddi tarih kitaplarından çok destanlardan anlaşılır. Tarihin konusu kesin bir biçim almış olan doğabilimden ayrıdır. Artık kesin biçimini almış olan doğa, bilimsel yöntemlere göre araştırılmalı, fakat henüz tam anlamıyla oluşmamış, hâlâ oluşmakta ve gelişme durumunda bulunan, yaşayan ancak kesin biçimini alamamış insan yaşamı demek olan tarih için şiir söylemelidir.

                Maddeci veya Materyalist Tarih Anlayışı

                Dinsel tarih anlayışını savunanların aksine, materyalist tarih anlayışını savunanlara göre dünyayı yöneten güç ilahi ve doğaüstü değildir. Aksine evren belli bir düzen içinde oluşan maddi doğa yasalarına bağlıdır. Materyalist tarih anlayışı, tarihin bilimsel olması için insan topluluklarının gelişmesinde etkili olan bu maddi doğa yasalarının doğru bir biçimde öğrenilmesini şart koşmuştur. Buna göre toplumlar ve devletlerin tarihinde doğal biyolojik etkenlerin derecesi ya Darvin’in “hayvanların ve insanların kökeni ve yaşam için mücadeleleri” veya Karl Marx’ın ortaya attığı “ekonomik etkenlerin derecesi” esas alınarak saptanmıştır. Başka bir deyişle toplumsal gelişmenin yalnız maddi temele dayandığı kanıtlanmaya çalışılmıştır.

                Günümüzde Tarih ve Tarihçilik anlayışı

                On sekizinci yüzyıldan itibaren bilimselleşmesine karşın tarih, bağımsız bir bilim olarak diğer bilimlerin arasına katılamamıştır. Çünkü tarihsel olayları kesin yasalara bağlama olanağı bulunamamıştır. Aynı zamanda hangi yöntemle yazılırsa yazılsın tarih araştırmaları yanlılıktan kurtulamamıştır. Pozitivist tarih anlayışının da ortaya çıkmasına yol açan Auguste Comte, tarih için yeni bir anlayış gündeme getirmiştir. Bu bilimsel tarih anlayışıdır. Bilimsel tarih anlayışı ile birlikte modern tarih anlayışı da doğmuştur. Aslında bilimsel olmayan tarih, modern olamayacağından bir anlamda ikisi aynı şeydir. Yalnız on sekizinci yüzyıl bilimi ile yirmi birinci yüzyıl biliminin aynı olmadığını unutmamak gerekir. Bütün bunlara karşın tarihin bilim olup olmadığını bugün bile tartışanlar vardır.

                On sekizinci yüzyıla gelinceye kadar genellikle tarihçiler yaşadıkları veya dinledikleri olayları yazmaktan öteye gidememiş ve çok azı kaynak kullanma yöntemini seçmiştir. On sekizinci yüzyıldan bugüne gelinceye kadar araştırmacılar, giderek artan ölçüde kaynak kullanmışlar fakat tarihsel olaylarla ilgili bilgileri kaynaklardan olduğu gibi aktarmakla yetinmişler, bu belge ve bilgileri eleştirmemişlerdir.

                Geçen yüzyılın sonuna göre bugün tarihçilik anlayışında gelişmeler ve yenilikler vardır ama tek tip bir modern tarihçilik anlayışının varlığını söylemek zordur. Bazıları temelde ayrılmakta, bazıları ise temelde aynı fakat bir kısım noktalarda birbirinden ayrılmaktadır.

                 

                 

                (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

                 

                 

                • 8. Hafta: Tarih araştırmalarında eleştiri

                  Tarih araştırmalarında belgelerin eleştirilmesi oldukça önemlidir. Tarihçi belgenin sahte olması veya yanlışlığı muhakkak kontrol etmelidir. Eleştirilecek belgenin mutlaka arşiv belgesi olması gerekmez. Tarih araştırmasına kaynak olabilecek her türlü malzemenin tahlilinin yapılması gerekir. Olayın geçtiği zamanda düzenlenmiş sahte belge, ayarı bozulmuş para, kitabesi değiştirilmiş yapı, fotomontaj yapılmış fotoğraf, değiştirilmiş ses ve görüntü bantları bunun için birkaç örnek olarak gösterilebilir. Belgenin içinde verilen bilgilerin yanlışlığı da ayrı bir eleştiri nedenidir. Belgeyi eleştirmeden içindeki bilgileri aynen aktarmak yanlış ve yaygın bir alışkanlıktır. Bir belge eleştirisinde yapılacak ilk iş dış eleştiridir.

                  Belgenin dış eleştirisi üç aşamada yapılır. Birinci aşama aslına çevirmedir. Araştırma konusuyla ilgili olarak toplanan belgeler saklanma durumlarını kontrol etmelidir. Bazı belgeler sonraki dönemlerde kaleme alınan kopyalardır. Tarihçi belgelerin içeriğini temizlemeli, düzeltmeli ve onları güvenilir metin haline getirmelidir. Böyle olmayan belgenin sağlam bir metnini kurabilmek için üç ihtimalden söz edilebilir.

                  Orijinal yani özgün belge. Bu tür belgeler, yazanın kaleme aldığı metinlerdir. Başkası tarafından kopya edilmemiştir.

                  Aslı olmayan belge. Eldeki belge asıl belgenin kopyasıdır. Burada kopya edilen belgenin bilerek mi yoksa bilmeden mi yanlış hale geldiğidir.

                  Hangi nedenle olursa olsun elde tek kopya varsa yapılan yanlışları düzeltmek zor ve sakıncalıdır.

                  Aslı olmayan ve birden fazla kopyası bulunan belge.

                  Belgelerde geldiği yer, yazanın kimliği ve yazıldığı tarih bulunmazsa bu belge kullanılamaz

                  Belgelerin çıktığı yerin eleştirisinin başlıca aracı, araştırılan belgeyi iç eleştiriden geçirmektir. Bu eleştiri belgenin yazarı, yazıldığı tarih, yaşamış olduğu ülke ve kentle ilgili bilgi vermeye yarayacak ipuçlarını bulmak için yapılır.

                  Önce belgenin yazısı incelenir. Özellikle Osmanlı devlet dairelerinde belirli konularda belirli yazı türleri kullanıldığı bilinmektedir. Mesela ferman, hüküm, yarlık, bitik gibi saraydan çıkan belgeler divani yazı ile yazılmıştır. Şeyhülislamlıktan çıkan yazılar talik, defterdarlıkta tutulan hesaplar siyakat yazısı ve divan rakamları, kitap istinsahı için genellikle nesih yazı kullanılmıştır. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren yazıda kısmi bir birlik oluşmuş ve genellikle yazılar rıka yazı türü ile yazılmıştır. Ayrıca belgenin dilini incelemek de çok önemlidir.

                  Belgeler resmi yazılar ise üslup ve format yönünden de incelenir. Genellikle resmi yazılar belli bir üslupla ve belli kalıplarla yazılır. Ayrıca belgenin kâğıt özellikleri de tarihçiye belgenin gerçekliği konusunda kolaylık sağlar.

                  Belgenin iç eleştirisinde ise esasında içerik yani yorum eleştirisi yapılır. Yani belgede anlatılanları eleştirmek ve yazarının ne demek istediğini anlamak bir yorum eleştirisi. Belgeyi yazanın anlattıklarının doğruluğu için ortaya çıktığı koşulları da bilmek gerekir.

                  Bir metni anlayabilmek dil bilmeyle doğrudan ilgilidir. Bu nedenle filoloji tarihe yardımcı bilim olarak kabul edilir ve bir tarihçinin mutlaka belgenin dilini bilmesi gerekir.

                  Bir belge yazarının anlatmak istediği şey yazanın da kabul ettiği bir sonuç olmayabilir.

                  Eleştiri ve analiz yalnızca düşünceleri ve ifadeleri ortaya çıkarmaya ve onlarla birlikte anlatılan olayların olabildiğince kesin bir biçimde doğru olup olmadıkları hakkında fikir edinmeye yarar. Bundan sonra tarihi yeniden kurmaya yarayacak ayrı ayrı tarihsel olayların ele alınmasına gelir.

                   

                  (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

                   

                  • Bu konu

                    9. Hafta: Araştırma konusunun belirlenmesi ve sınırlarının çizilmesi

                    Tarih araştırmalarına başlarken incelenecek konunun seçimi sırasında uyulması gereken belirli kurallar vardır. Konuyu araştırmacının kendisinin seçmesi oldukça önemlidir. Zira bir araştırmanın başarılı olması için o konunun doğru seçilmiş olması gerekir. Bu bakımdan araştırmacı herkesten alacağı yardımla en doğru konuyu seçerek araştırmak zorundadır. 

                    Araştırma konusunun seçimi sırasında uyulması gereken kurallar şu şekilde belirlenebilir.

                    Konu araştırmacının uzmanlık alanı ile ilgili olması.

                    Araştırmacının ilgisinin olması.

                    Araştırmacının bilimsel yeterliğinin dikkate alınması.

                    Konunun araştırılmaya değer olup olmaması.

                    Konunun araştırılması için yeterli kaynağın olması.

                    Konu daha önce araştırılmamış olması

                    Daha önce araştırılmış bir konu bazı durumlarda yeniden ele alınabilir Bu durumlar şunlardır

                    Konunun niteliğini değiştirecek yeni ve özgün belgelerin ortaya çıkması.

                    Konunun yeniden araştırılacak kadar eskimesi.

                    Konunun bilimsel bir yöntemle araştırılmamış olması.

                    Konunun ayrıntılı değil de özet olarak araştırılması

                    Konunun sadece bir yönü ile ele alınması, etraflıca değerlendirilmemesi.

                    Konunun taraflı bir gözle ele alınmış olması

                    Konu seçildikten sonra yapılacak ilk iş konunun sınırlarını çizmektir. Sınırın çizilmesi her şeyden önce konunun özelliğine ve araştırmacının zamanına bağlıdır.

                     Konu içinden çıkılamayacak kadar geniş veya dar olmamalıdır. Bir konunun sınırı ne kadar daraltılırsa o ölçüde ayrıntılara girme şansı olur. Araştırılan konu sınırlandırılırken şu noktalara dikkat etmek gerekir.

                    Zaman bakımından sınırlandırma

                    Mekân olarak sınırlandırma

                    Yapısal veya örgütsel konu bakımından sınırlandırma

                     

                     (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

                     


                    • 10. Hafta: Geçici planın hazırlanması ve kaynak toplama aşaması

                      Seçilen ve sınırları çizilen bir konu geçici bir plân yapılması gerekir. Ön çalışma sırasında nereden başlanması gerektiği konusunda bilgi sahibi olunur. Çalışmanın ilerleyen safhalarında çalışma planı da elde edilen bilgiler ışığında değişebilir.

                      Tarih çalışmalarının en önemli aşamalarından biri de kaynak toplamadır. Bu, kaynak toplama ve araştırma eserlerinin belirlenmesi olarak iki aşamada yapılır. Kaynak demek sözlü ve sözlü olmayan olmak üzere ikiye ayrılır.

                      Sözlü kaynaklar eskiden bu yana yazıya geçirilmemiş bilgilerdir.

                      Sözlü olmayan kaynaklar ise çeşitlidir. Aslında bu grup da yazısız ve yazılı olmak üzere ikiye ayrılır. Yazısız kaynaklar üzerinde herhangi bir metin bulunmayan her türlü yapı ve malzemelerdir.

                      Yazılı belgeler ise herhangi biri tarafından kağıda aktarılmış ve araştırdığımız konuyla ilgili olan bütün metinleri ifade eder. Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatımıza giren elektronik belgeler de kaynak gurupları arasında yer almaktadır.

                      İşte bu belgeleri bulmak için başvurulacak işlemlerden ilki arşiv ve kütüphane çalışmasıdır. Bununla kitaplar, makaleler, yayınlanmış sempozyum bildirileri ve konferans metinleri ve armağan kitaplarında bulunan araştırmalar irdelenir.

                      Kütüphane çalışmalarında bibliyografya ve biyografiler taranmalıdır. Bunu yaparken katalogların taranması gerekir. Kütüphane katalogları üç tür tasniften oluşur. Bunlar yazar soyadına göre, konuya göre ve kitap veya makale adına göre yapılan tasniflerdir.

                       

                      (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

                       

                       

                      • 11. Hafta: Metnin yazılması sırasında takip edilecek yol

                        Araştırmanın bundan sonraki aşaması yazma aşamasıdır. Yazarken dikkat edilecek ilk iş araştırma plânını doğru yapmaktır. Bölümlere ayırma işinde bölüm sayısı ne ölçüde doğru yapılırsa, araştırma o ölçüde başarılı olur. Bir araştırmanın bilimselliği bölüm sayısının azlığı veya çokluğu ile ölçülmez. Bölüm sayısı araştırılan konunun durumuna ve özelliğine göre gerektiği kadar olmalıdır. Bölümlerin alt başlıkları için de aynı mantıkla hareket edilmelidir.

                        Not alma ve fiş yöntemi asıl kaynaklar ve araştırmalar toplandıktan sonra yapılır. Ancak başlangıçta saptanmış kaynak veya araştırma varsa, bir yandan diğer çalışmalar sürdürülürken, diğer yandan eldeki malzeme okunup not alınır ve fişlenir.

                        Yazma aşamasında kullanılacak dil ve üslup oldukça önemlidir. Okuyucunun anlayacağı ve Türkçe dil bilgisi kurallarına uygun bir şekilde yapılmalıdır.

                        Bir çalışmanın bilimsel olup olmadığının en önemli göstergelerinden biri de çalışmada kullanılması gereken dipnottur. Dipnot kullanmanın amaçları şunlardır.

                        Araştırmacının savunduğu görüşlerin doğruluğunu kaynaklar göstererek desteklemek.

                        Bilgilerin kaynağını göstererek, araştırmacının kendi katkısının ne olduğunu belirtmek.

                        Sunulan bilgilerin doğruluk, güvenilirlik ve tarafsız- lığı konularında okuyucuya denetim olanağı sağlamak.

                        Konuyla ilgili araştırma yapacaklara, ilgili kaynak ve araştırmaların yer, cilt ve sayfa numaralarını vererek kolaylık sağlamak.

                        Konuyla doğrudan ilgili olmayan fakat belirtilmesinde yarar görülen kısa bilgiler vermek.

                        Metin içinde fazla yazım işaretleriyle, metnin okunmasını zorlaştıracak karmaşık duruma getirmemek.

                        Dolaylı kısa aktarmalar koymak.

                        Asıl metnin içine koymak gerekmiyorsa farklı görüşleri belirtmek.

                        Her okuyucunun bilmeyebileceğini varsayarak kimi sözcük, terim ve deyimleri açıklamak.

                        Özgün şekliyle verilen terim ve deyimlerin, günü- müz Türkçesiyle karşılıklarını vermek veya açıklamak.

                        Dipnotu gerektiren durumların neler olduğu da önemlidir. Bunu gerektiren durumları şu şekilde belirlemek mümkündür.

                        Dipnotlar gelişigüzel kullanılmaz Yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda bir araştırmada konulan dipnotların çokluğu onun daha bilimsel olduğunu göstermez. Az olması da bilimsel olmadığını göstermez. Önemli olan dipnotların yerinde ve gerekli olduğu kadar konulmasıdır. Zorunlu olmadıkça birkaç sayfada veya bir bölümde sürekli olarak peş peşe hep aynı kaynak dipnotlarda gösterilmemelidir.

                        Dipnot konulmasını gerektiren durumlar, dipnot kullanılmasındaki amaçlara benzerlik gösterir. Mesela:

                        Herkesin bildiği, genel bilgilerin dışında kalan özgün bilgi, düşünce veya görüşlerde,

                        Başka yerlerden aynen yapılan aktarmalarda,

                        Başka yazarların kendilerine ait düşünce, hüküm ve önerileri verildiğinde,

                        Bir tablo veya istatistiğin düzenlenmesinde kullanılan verilerin kaynağını göstermek gerektiğinde,

                        Başka yerden alınan bir harita, resim veya benzeri unsurların kaynağını belirtmede,

                        Araştırmanın daha önce veya daha sonraki bölümlerine yapılan atıflarda,

                        Bazı sözcük, deyim veya terimlerin açıklanmasında,

                        Gerekiyorsa kimi sözcüklerin, deyimlerin veya terimlerin değişik şekilleri gösterilmek istendiğinde,

                        Metinde verilmesi, konunun akıcılığını bozan, kopukluk yaratan, asıl konudan uzaklaşmaya neden olan fakat konuya açıklık getirecek olan her türlü tanım, yorum, ek bilgiler ve karşıt görüşlerde, dipnot kullanmak gerekir.

                        Herkesçe bilinen ve özgünlüğü olmayan genel bilgilerde dipnot koymak gerekmezse de bu tür bilgilerin geçerliliğine yöneltilen eleştirilerin dipnotlarda gösterilmesi uygun olur.

                        Dipnotlar gereksiz derecede uzun olmamalıdır. Aynı dipnot numarası ile birden fazla kaynak gösterilebilir. Özellikle belirli bir konu üzerinde metinde fazla bilgi verilemeyip, isteyen okuyucuya fazla bilgi verilmek istenirse, konuyla ilgili çok kısa bir kaynakça bir dipnot içinde verilebilir. Her kaynak veya araştırma aralarına iki nokta ya da noktalı virgül konularak ayrılır.

                        Başlık satırlarına zorunlu olmadıkça dipnot konulmaz. Başlık satırlarında mutlaka bir açıklama yapmak gerekiyorsa bunun yıldız şeklinde dipnot ile verilmesi uygun olur. Bazı özel durumlarda dipnotların arasına bir veya birden fazla yıldız işareti ile yine bir tür dipnot verilebilir.

                        Tüm konuyu ilgilendiren bir dipnot konulacaksa bu hem bölümün ilk sayfasına, hem de diğer dipnotlardan önce gösterilmelidir.

                        Bir bilimsel araştırmada dipnotları, metin içinde adların, kavramların veya konuyla ilgili sözcüklerin üstüne ya da cümlelerin veya paragrafların sonuna konur. Bu dipnot numaralarının açıklama kısmı ise üç şekilde düzenlenebilir:

                        Sayfa altlarına. En pratik, okuyucuya kolaylık sağlayan, konuyu ve dikkati dağıtmayan yöntemdir. En yaygın uygulamadır. Bölüm sonlarına. Kullanılması en zor, okuyucunun dikkatini dağıtan, boşuna zaman kaybına yol açan yöntemdir. Pek sık görülmemekle birlikte bu yöntemi uygulayanlar vardır.

                        Kitap sonuna. Kitap sonuna konulan dipnotlar da iki şekilde düzenlenebilir. Birincisi, her bölümün dipnotları ardı ardına sıralanır. Bu da okumayı kolaylaştırıcı bir dipnot koyma yöntemi değildir. Dipnotun ilgili bölümünü bulmak, sonra onun numarasını aramak zaman kaybına yol açacağından, konu üzerinde yoğunlaşmayı zorlaştırır, okumayı sıkıcı bir duruma sokar. İkincisi, metin içindeki dipnotları 1’den başlamak üzere sırayla sonuna kadar götürülür. Bu yöntem birincisine göre daha iyi bir dipnot koyma şekli olmakla birlikte önerilmez. Bilgisayar yazım ve basım işinde kullanılmaya başlamadan önce bu yön- temler daha yaygın olarak kullanılmaktaydı. Günümüzde bilgisayarla dipnot düzenlenmesi istenildiği biçimde çok kolay yapıldığı için, bölüm sonu veya kitap sonuna dip- not koyma yöntemleri giderek azalmaktadır.

                        Gerek metin içindeki gerekse sayfa altına konulan dipnotların numaralandırılması üç şekilde yapılır:

                        Her sayfada 1’den başlamak üzere,

                        Her bölümde 1‘den başlamak üzere,

                        Araştırmanın başından sonuna kadar 1’den başlamak üzere.

                        Bir kaynağın ilk kez dipnot gösterilmesi şekli ile daha sonraki şekilleri aynı değildir. Kullanılan kaynak veya araştırma ilk geçtiği yerde olabildiği kadar en geniş şekliyle verilir. Daha sonraki dipnotlarda aynı kaynak gösterileceği zaman bu kez kısa şekliyle verilmelidir.

                        Bibliyografyada soyadı öne alınıp alfabetik dizilen kaynaklar ve araştırmalar, dipnotlarda yazar ad ve soyadının sırası bozulmadan verilir. Eğer araştırmacı hemen herkesçe tanınan biri ise ad ya tamamen kaldırılır veya adının baş harfi ile soyadı verilebilir. Soyadları aynı olan araştırmacıların en azından adlarının baş harfinin yazılması gerekir.

                        Yazar ad veya soyadından sonra eserin adı, eğer bu bir çeviri ise, parantez içinde çevirenin adı ve soyadı verilir. Eser dergi ise önce tırnak içinde makalenin adı, sonra derginin adı yazılır. Derginin adı italik, koyu renk veya altı çizili olabilir. Bundan sonra gerekiyorsa eserin basım yeri ve yılı, varsa cildi ve sayfa numarası verilir.

                        Metin aktarmaları da dipnotlarda olduğu gibi ancak gerekli olduğu zaman yapılmalıdır. Aşırı ölçülere varan metin aktarmalarından kaçınmak gerekir. Metin aktarmayı gerektiren durumlar şöyle özetlenebilir:

                        Araştırmacı savunduğu bir konuyu, o konuda eser vermiş yetkili bir kişinin sözleriyle desteklemek istediğinde.

                        Tartışmalı konularda bir görüşü veya aksini savunanların görüşlerini yine o yazarın ifadeleriyle belirtmek istediğinde.

                        Kullanılan metindeki ifade o kadar mükemmeldir ki araştırmacı onu bozmamak için ya tamamen veya kısmen kendi cümlesi içine monte etmek istediğinde.

                        Anlatılacak konu mutlaka bir metne bağlı olduğunda ve sık sık o metne göndermeler yapılması gerektiğinde.

                        Araştırmacı, bir metin aktarması yaptıktan sonra, eğer o konudaki düşüncesini açıkça belirtmezse, o metindeki görüşleri kendisi de aynen kabul etmiş demektir.

                        Kaynak ve araştırmalar bölümüne konulacak eserler çok çeşitli olabilir. Bunların başında kaynaklar gelir. Daha sonra araştırma eserleri yani kitaplar, makaleler, yayınlanmış konferans ve bildiri metinleri, duruma göre gazete yazıları ve ansiklopedi maddeleri de kaynak ve araştırmalar bölümüne konulacak eserlerdir.

                        Bibliyografya, yani kaynaklar ve araştırmalar listesi değişik biçimlerde düzenlenebilir.

                        Bibliyografyanın dışında da kaynaklar ve araştırmaların değerlendirmesi yapılabilir. Bu durumda Girişten önce Kaynak Değerlendirmesi veya Kaynaklar ve Araştırmalar Hakkında gibi bir başlıkla bir bölüm oluşturulur.

                        Bibliyografya hazırlanırken dikkat edilmesi gereken nokta eserlerin alfabetik olarak dizilmesidir. Alfabetik sıralamada eğer yazarın veya araştırmacının soyadı yoksa ada göre, soyadı varsa, soyadına göre sıralanmalıdır.

                        Bazı kitap veya makaleler ise iki veya daha fazla kişi tarafından yazılmıştır. Üç kişiye kadar olan eserlerde, ilk kişinin soyadı ve adı, diğer ikisinin normal sırayla adları ve soyadları yazılır. Adlar birbirinden tire ile ayrılır. Yazarlar üç kişiden fazla ise ilk kişinin soyadı ve adı yazıldıktan sonra ve diğerleri sözcükleri eklenir. Bazı durumlarda eserin bir komisyon tarafından yazıldığı belirtilmiş, ad ve soyadları verilmemiş olabilir. Böyle bir durumda ise o kitap veya makalenin adının ilk sözcüğünün ilk harfine göre sıralama yapılır ve bundan sonra parantez içinde Bir komisyon tarafından yazılmıştır açıklaması yapılır.

                         

                        (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

                         

                         

                        • 12. Hafta: Bir araştırmada bulunması gereken kısımlar

                          Bir araştırma içeriği bakımından üç ana kısımdan oluşmalıdır.

                          1-Başlık, ithaf, önsöz, içindekiler, ek ve tablo listeleri.

                          2-Giriş, asıl bölümler, sonuç.

                          3-Ekler, kısaltmalar, kaynaklar ve araştırmalar, dizin, resim, şekil, grafik, tablo ve haritalar.

                          Başlık araştırmanın ilk sayfası ve aynı zamanda kapak sayfası ile aynı bilgileri içeren sayfadır. Burada kitabın tam künyesini verecek bilgiler bulunur. Bunların başında araştırmayı yapan kişinin adı soyadı, kitabın adı, basıldığı yer ve yıl gelir. Bir kapak sayfası veya iç kapakta bu bilgilerin kesinlikle bulunması gerekir. Ayrıca iç kapağın arka sayfasında ISBN numarası, yayınevi ile ilgili bilgiler, içindeki bilgileri kullanacaklar için uyarı notu da bulunabilir.

                          Kitabın adı rasgele seçilmez. Uzun kitap adları pratik değildir. Ancak kitabın adını kısa tutmak isterken anlamsız bir ad da konulmamalıdır. Kitabın adı olanaklar ölçüsünde kısa ve içeriğini en iyi biçimde yansıtabilen bir ad olmalıdır. Bilimsel yayınlarda roman adı gibi süslü ve gösterişli adlar uygun değildir.

                          Kapak sayfasından sonra ithaf sayfası gelir. Ancak ithaf sayfasını kullanmak tamamen yazarın isteğine bağlıdır. Araştırmacı eserini ailesinden bir veya birkaç yakınına, sevdiği ve saygı duyduğu bir kişiye veya kişilere, ülkesine ve milletine ithaf edebilir. Bunun anlamı o kişi veya kişilere olan sevgi ve saygısını sunmak, varsa minnet ve şükran duygularını belirtmektir.

                          Önsöz araştırmacının konu hakkındaki kişisel görüşlerini belirttiği bir mesaj gibidir. Bu konuyu neden araştırmak istediği, araştırma sırasında izlediği yöntemi önsözde anlatır. Bazen önsöz yerine söz başı, başlarken, sunuş, sunarken gibi terimler de kullanılabilir.

                          Araştırmanın içindekiler kısmı eserin anahtarı durumundadır. Bu kısım, eserin nasıl bir plân içinde işlendiğini ve alt başlıklarda neler anlatıldığını gösterir. İçindekiler kısmındaki başlıklarla, metin içindeki başlıkların birbirini birebir tutması gerekir.

                          Araştırmanın asıl kısmı girişle başlar. Her araştırmada kesinlikle bir giriş olması gerekir. Girişte her zaman araştırılan konudan önceki dönem ler anlatılmaz. Bazen asıl konuyu açıklayıcı başka bilgiler de verilmesi gerekebilir. Her durumda giriş, sözcüğün sözlük anlamında da görüldüğü üzere, asıl konuya girmek için bir anahtar olarak düşünülmeli ve ona göre yazılmalıdır.

                          Araştırmanın ana bölümleri çalışmanın esasıdır. Bu kısımlar bilginin okuyucuya en iyi biçimde aktarıldığı kısımlardır. Bir araştırma sırasında asıl bölümlerin kaç tane ve her birinde ne kadar alt bölümün bulunacağı önceden bilinemez.

                          Bölümlerin sayısı ve düzenlenme şekli araştırma süresince durmadan değişebilir. Bölümler düzenlenirken bir mantık içinde ve bilimsel ölçütlere uygun biçimde olmasına dikkat edilmelidir. Belirli görüş ve düşünceler bir araya getirilerek bir bölüm oluşturulur. Bu ana bölüm de kendi içinde alt bölümlere ayrılabilir. Alt bölümlerin de yeni alt bölümlere ayrılması söz konusu olabilir. Bunun belirli bir sınırı yoktur. Bu sınır araştırma konusunun nitelik ve özelliğine ve araştırmacının beceri ve bilimselliğine göre değişebilir. Ana bölümlerin altındaki alt bölümlerde de yine bir ilgi, tutarlılık ve süreklilik olması ve bilimsel verilere dayandırılması gerekir.

                          Yapılan her çalışma ve araştırma bir amaca yöneliktir. Bu da araştırmanın bir sonuca varılmasını gerekli kılar. Sonucu olmayan veya sonuç çıkarılamayan bir araştırmanın yararı yoktur. Çalışmalar sırasında elde edilen yeni bilgiler ve bulgular, bilime ve insanlığa getirilen yeni katkılar ve yararlar sonuç kısmında belirtilir. Sonuç metninin uzunluğu konusunda bir sayfa sayısı söylenemez. Bu yazara ve onun vardığı sonucu aktarma durumuna göre değişebilir.

                          Araştırmanın ekler kısmında içindekiler de verilen ek veya eklerin bibliyografyadan önce konulması gereken yerdir.

                          Dizinlerin metinde aranması gereken kelimeleri içeren kısımdır. Okuyucuya kolaylık olması bakımından metin içindeki kelimelerin hangi sayfalarda olduğunu gösteren bölümdür. Metin içinden seçilecek sözcükler genellikle üç grupta toplanır:

                          Kişi adları

                          Yer adları

                          Terimler veya konu adları

                          Bir araştırmada resim, şekil, grafik, tablo ve harita gibi görsel malzemenin yeri önemlidir. Bu tür malzemelerin en uygun yeri, metin içinde geçtiği yerdir. Bu tür malzemeler genellikle kitabın veya makalenin sonuna konursa da pratik olan, okumayı kolaylaştıran ve kıyaslama olanağı veren yol metin içinde ilgili olduğu sayfalara dağıtmaktır. Ancak bu yöntem zaman alan bir yol olduğu gibi bazen de çeşitli nedenlerle imkânsızlaşır. Bu durumda ikinci yol araştırmanın sonuna koymaktır.

                           

                          (Kaynak: Yavuz Ercan, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik, Turhan Kitabevi, Ankara 2010)

                           

                          • 13. Hafta: Öğrenciler tarafından hazırlanan metinlerin tarih araştırma yöntem ve tekniğine uygunluğunun sınıf ortamından bütün öğrencilerle birlikte incelenmesi

                            Dersin başladığı ilk hafta öğrenciler arasından dört kişiye dönem boyunca anlatılacak derslere uygun olarak hazırlamaları için verilen ödevleri tamamlayan iki öğrencinin metinlerini yansı vasıtasıyla ekrana aktararak ödevlerini yaparken bilimsel bir araştırma sırasında takip edilmesi gereken kurallara uyup uymadıkları ve nerelerde, nasıl hatalar yaptıkları gösterilmektedir. Bu yapılırken öğrencilere çalışmanın konusunun seçiminden kaynakların toplanmasına, geçici planın hazırlanmasından fişlerin düzenlenmesine, metnin yazılmasından dipnotların verilmesine kadar takip ettikleri yöntem ve tekniğe yönelik neler yapması gerektiği uygulamalı olarak gösterilmekte ve öğrencilerin daha ilk seneden itibaren bir tarih çalışması sırasında yapması gerekenler öğretilmektedir.

                            Ayrıca bilimsel olarak hazırlanmış herhangi bir tarih kitabı incelenerek hem kendi yazdıkları metinlerdeki hem de örnek alınan kitaplardaki durumlar karşılaştırılmakta ve özelikle sunuş, giriş ve sonuç kısımları ile bibliyografya hazırlama teknikleri ayrıntılı olarak izah edilmektedir.  

                             

                            • 14. Hafta: Öğrenciler tarafından hazırlanan metinlerin tarih araştırma yöntem ve tekniğine uygunluğunun sınıf ortamından bütün öğrencilerle birlikte incelenmesi

                              Dersin başladığı ilk hafta öğrenciler arasından dört kişiye dönem boyunca anlatılacak derslere uygun olarak hazırlamaları için verilen ödevleri tamamlayan diğer iki öğrencinin metinlerini yansı vasıtasıyla ekrana aktararak ödevlerini yaparken bilimsel bir araştırma sırasında takip edilmesi gereken kurallara uyup uymadıkları ve nerelerde, nasıl hatalar yaptıkları gösterilmektedir. Bu yapılırken öğrencilere çalışmanın konusunun seçiminden kaynakların toplanmasına, geçici planın hazırlanmasından fişlerin düzenlenmesine, metnin yazılmasından dipnotların verilmesine kadar takip ettikleri yöntem ve tekniğe yönelik neler yapması gerektiği uygulamalı olarak gösterilmekte ve öğrencilerin daha ilk seneden itibaren bir tarih çalışması sırasında yapması gerekenler öğretilmektedir.  

                              Ayrıca bilimsel olarak hazırlanmış herhangi bir tarih kitabı incelenerek hem kendi yazdıkları metinlerdeki hem de örnek alınan kitaplardaki durumlar karşılaştırılmakta ve özelikle sunuş, giriş ve sonuç kısımları ile bibliyografya hazırlama teknikleri ayrıntılı olarak izah edilmektedir.