Şah Hüseyin'in Son Yılları ve Safevilerin Yıkılışı
Şah Hüseyin zamanında uygulanan dinî politika sadece Sünnilere yönelik olmayıp -Hıristiyanlara pek olmamak üzere- gayr-i müslimlere de uygulanır olmuş ve eskiden –bazı istisnalar olmakla birlikte- gösterilen tolerans yerini basıkıya bırakmıştır. Böylece Safevi ülkesinde yaşayan Zerdüşt ve Yahudiler Müslüman olmaya zorlanmış, dini yapıları tahrip edilerek büyü vs. yapmakla suçlanmışlardı. Bu sebeple Safevi idaresinin baskısından bunalan Kirman’daki Zerdüştler Afgan Mir Mahmud’u ve İsfahan Yahudileri de Nadir Şah Afşar’ı kurtarıcı olarak karşılaşmışlardı.[1]
Şah Hüseyin’in Şia doktrini ve buna uygun baskısına ilk tepki –aynı zamanda ileride devletin yıkılışına da sebep olacak olan- Sünni Afgan kabilelerinden gelmiştir.[2] Bu bağlamda, Safevî-Babür rekabetinin cereyan sahası olan Kandahar’a hâkim olan Sünni Gılzaylar, Babürlülerin desteğini alarak isyan etmişlerdir.[3] Doğu sınırlarındaki isyan faaliyetleri üzerine Şah, 1704’te Gürcü asıllı dirayetli bir vali olan Gorgin [Giorgi] Han’ı 20.000 kişilik bir kuvvetle bölgeye göndermiştir.[4] Kandahar Valiliğine atanan Gorgin Han, ilk iş olarak şehirde baskı ve zulümle otorite tesis ettikten sonra isyanların başını çeken Gılzayların reisi (Kalantar) Mir Üveys’i tutuklayıp gözetim altında tutulması amacıyla Safevî başkenti İsfahan’a göndermiştir.[5] Bu durumu 18. asır Osmanlı müverrihi Şem’dânî-Zâde şöyle açıklamaktadır: “Gürcü Beyi Yorgi Han, Kandehâr’a muhâfız ve zâbit ta’yin olundukta Müslimler bî-huzur olduklarını Yorgi görüp, Afgan’ın maldâr ve akıllısı Mir Üveys olup, katl olunmasını kasd eyledi. Lâkin Kandehar’da katli mümkin değil, ikrâm suretinde İsfahan’a gönderüp sû’-i hallerini beyân ve katlini tahrîr eyledi”.[6]
Fakat bir süre sonra zeki bir şahıs olan Mir Üveys, başkent İsfahan’da Şah Hüseyin nezdinde güven temin edince[7] Gorgin Han’ın uyarılarına rağmen hilat giydirilip resmen Gılzaylara “Bey-Emir (Kalantar)” tayin edilerek serbest bırakılmıştır (1708).[8] Mir Üveys’in serbest bırakılması Safeviler için bir dönüm noktası olmuş ve bu andan itibaren yıkılışa doğru geri sayım başlamıştır.
1709 yılının başlarında Kandahar’a dönen Mir Üveys, Gılzay ve Beluç aşiretlerinin önemli kişileriyle konuşup Şii Safevî idaresi ile şehirde bulunan Gürcü idarecilere karşı Sünni bir ittifak oluşturmuştur.[9] Tabii bu mücadeleyi sadece din ekseninde görmek hatalı olacaktır. Zira Safevî başkentinde kaldığı süre zarfında devletin zayıflamış halini gören[10] Mir Üveys, elindeki gücün farkında olarak imkân dâhilinde İran’ın doğusu ve Afganistan coğrafyasında hâkimiyet kurmak istemiştir.
Mir Üveys, Nisan 1709’da isyan bayrağını açmıştır.[11] Ardından bir vesile ile şehir dışında bulunan Kandahar Valisi Gürcü Gorgin Han’ı gafil avlayarak maiyetiyle birlikte katletmiştir. Daha sonra da 3000 kişiyle şehri koruyan Safevî askerini kılıçtan geçirmiş ve Kandahar’ı ele geçirmiştir.[12] Bu haberin İsfahan’a ulaşması neticesinde bölgeye 12.000 Kızılbaş askeri ile maktûl Gorgin Han’ın yeğeni İsfahan Darugası Keyhüsrev[13] gönderilmiştir (Kasım 1709). Bunun üzerine Mir Üveys, Safevi askerinin geçeceği yol üzerinde olan otları biçtirip Kandahar’ı tahkim (silah ve zahire ile) ettirmiştir. Safevîlerin Kandahar kuşatması, ordudaki açlık, hayvan yemi kıtlığı, hastalık (dizanteri) ve Gürcü-Kızılbaş çekişmesi gibi nedenlerle yarıda kalmıştır (26 Ekim 1711). Kuşatmanın başarısız olup ricat halindeki Safevî ordusunun da Mir Üveys tarafından takip edilerek dağıtılması haberi İsfahan’a ulaşınca Şah telaşlanmış ve Kurçi Başı Muhammed Han Şamlu’yu Gılzaylar üzerine göndermiştir. Fakat Muhammed Han’ın Herat’ta hastalanıp ölmesi sebebiyle Safevî ordusu dağılmıştır. Şah’ın bu sırada tekrar bir ordu toparlayacak durumu da yoktu. Bunu fırsat bilen Mir Üveys, Kandahar havalinde bağımsızlık ilan etmiştir.[14]
Bir süre sonra Safevî Devleti’nin Gılzay tehdidi karşısında etkin bir önlem alamamasını gören diğer bir Afgan kabilesi olan Abdaliler (Dürraniler) de isyan ederek bölgedeki Safevi idarecisi Abbas Kulu Han Şamlu’yu bertaraf edip Herat ve havalisinde müstakil bir idare teşkil etmişlerdir. Hatta 1716 yılında Safevî Devleti’nin Ustacalu Cafer Han’dan sonra bölgeye gönderdiği Mîr-i Şikâr Başı[15] Feth Ali Han Türkmen, 6000 kişilik bir kuvvete sahip Abdali reisi Abdullah Han ve oğlu Esadullah Han’a mağlup olunca bir ara Abdali kuvvetleri Meşhed’i bile yağmaladılar fakat buralarda tutunamayarak Herat’a geri çekildiler.[16] Bu müddet zarfında Sistan ve Kirman taraflarında bile talanlarda bulunmuşlar ve üzerlerine gönderilen Fars Beylerbeyi Lutf Ali Han’ı da mağlup etmişlerdir. Neticede Şah, Horasan bölgesinin güvenliği ve ayrıca stratejik olarak büyük önem arz eden Herat ve Kandahar şehirlerini Afganlara kaptırmış oluyordu.[17]
1718 yılında İsfahan Darugası Safi Kulu Han önderliğinde içinde topçu birliklerinin de bulunduğu 30.000 kişilik bir Safevî ordusu, Horasan coğrafyasından Özbek, Türkmen (Teke ve Yomut) ve Afgan kabilelerini sürmek için gönderildiyse de 27.000 kişilik birleşik Özbek-Afgan birlikleri karşısında başarılı olamamıştır. Bu muharebeler sırasında Safevi tarafına hizmet eden Çemişgezek Kürtleri ile Kaçar oymakları, yeterince mücadele etmedikleri ve gayret göstermedikleri sebebiyle Safi Kulu Han tarafından cezalandırılmışlardır.[18]
Şah Hüseyin’in saltanatının son zamanlarında devletin içine düştüğü durum çok vahim idi. Zira Özbekler Horasan ve Beluç kabileleri de bir süredir açlık ve kıtlıkla boğuşan Kirman şehri ile Bender Abbas taraflarını yağmalamaya başlamışlardı. Hatta Mir Üveys’in Nisan 1715’teki ölümüne müteakip bazı mücadelelerden sonra 1716’ta 18 yaşında iken Gılzayların reisi olan -Mir Üveys’in oğlu- Mir Mahmud[19], Meşhed şehrini Safevî hâkimiyetinden çıkararak Batı Horasan’da şahlığını ilan etmişti. Ülkenin doğusunda bu gelişmeler yaşanırken Şah Hüseyin, başkentinin düşman eline geçmesini önlemek ve kuzey bölgelerinden asker temin etmek maksadıyla payitahtını 1717/1718 yılı kışında İsfahan’dan Kazvin’e taşımayı bile göze almıştır. Tabii bu sırada Safevî ümerası arasında çekişmeler de devam etmekteydi.[20]
Doğuda Afgan kabilelerinin isyanları devam ederken kuzey batıda Dağıstan ve Şirvan havalisindeki Sünni halk da isyan etti. Buna sebep olarak Safevî Şahlarının her sene hediye (bağış) olarak kendilerine gönderdiği bir miktar parayı Şah Hüseyin’in kesmesini göstermişlerdi.[21] Gerçekte bu isyanın sebepleri arasında Şah’ın uyguladığı müfrit Şii politika ile devletin içine düştüğü sıkıntılı durumu söylememiz yerinde olacaktır.
Hacı Davud Han komutasındaki 15.000 kişilik birleşik Dağıstan kuvvetleri, 1721 yılında Safevî kumandanı Hüseyin Han’ı öldürerek Şirvan Eyaleti’nin merkezi Şamahı şehrini ele geçirmiş ve şehirde bulunan Şii halkın bir kısmını katletmişlerdir. Ayrıca bu sırada şehirde bulunan Rus tüccarlarının bazıları öldürülerek mallarına el konulmuştur. Dağıstan hanlıklarına ait bu kuvvet, daha sonra Osmanlı Devleti’nden resmen yardım ve korunma istedi.[22] Bunun üzerine Davud Han’a Şirvan Hanı olarak Ocak 1723 tarihli bir berat ile nâme-i hümâyun yollanmış ve Davud Han’ın Şirvan Hanı olarak Osmanlı himayesinde bulunduğu Rus çariçesine bildirilmiştir.[23]
Osmanlı Devleti, Safevî Devleti’nde meydana gelen iç hadiseleri yerinde öğrenmek ve bazı ticari meselelerin müzakere edilmesi amacıyla şâir Ahmed Dürrî Efendi’yi Şıkk-ı sânî defterdarlığı payesi ile İran’a yollamıştır.[24] Ağustos 1720 yılında Şah Hüseyin’e yazılmış bir nâme ile yola çıkan Ahmed Dürrî Efendi, 31 Ekim 1721’de Safevî sınırına varmıştır. Şah Hüseyin bu sırada Tahran’da bulunduğundan Osmanlı sefaret heyeti de Tahran tarafına yönelmiştir. Şah Hüseyin, “Tahran nâm kasabada oturduğu bağçe sarayın hânesinde yemîn ü yesârında [sağında ve solunda] üç bin kadar surhserân-ı mükemmel silâh [silahlı Kızılbaşlar]” olduğu halde Osmanlı sefaret heyetini içtenlikle kabul etmiş ve Osmanlı elçisi Ahmed Dürrî Efendi ile Türkçe ve Farsça sohbet etmiştir.[25]
Şah ve Safevî devlet erkânı, ülkelerinin bu zor durumunda Osmanlı Devleti’nin fırsattan istifade bazı toprakları geri isteyeceği korkusundaydı.[26] Fakat Ahmed Dürrî Efendi’nin bu tarz bir görevle ülkelerine gelmediği anlaşılınca Safevî devlet ricali rahatlamıştır. Neticede ikili görüşmelerden sonra kendisine verilen görevi tamamlayan Ahmed Dürrî Efendi, Nisan ayında geri dönüş yolculuğuna başlamış ve 5 Aralık 1721 tarihinde İstanbul’a geri dönmüştür. Ardından da hazırladığı raporu III. Ahmed ile Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’ya sunmuştur.[27]
Ahmed Dürrî Efendi’nin İstanbul’a dönüşünün ardından aradki dostluk bağlarını kuvvetlendirmek ve Osmanlı Devleti’nin takip edeceği politikayı öğrenmek amacıyla mukabil Safevî elçisi Murtaza Kulu Han, 24 Aralık 1721’de Üsküdar’a ulaşmıştır. 7 Ocak 1722’de Sadrazam ile görüşen Safevî elçisi, 4 Şubat tarihinde de Padişah III. Ahmed tarafından kabul edilmiştir. Fakat bir müddet sonra Nisan ayında Safevî ülkesinin iç ahvali hakkında Bağdat Muhâfızı Hasan Paşa ve Erzurum Vâlisi İbrahim Paşa’nın raporları[28] gelince elçi ile daha fazla mülakat yapılmasına gerek duyulmamış ve 12 Nisan 1722’de ülkesine geri gönderilmiştir.[29]
Afgan istilasına dönecek olursak; Gılzayların reisi Mir Mahmud, bir süredir İsfahan’ı ele geçirip tâc ve taht sahibi olmayı kafasına koymuştu. Ayrıca Safevi başkenti İsfahan ele geçirilirse iktidarını güçlendirecek ve bunu sürdürecek bol miktarda ganimete de sahip olacağının farkındaydı. Tüm bunlara ilave olarak; Babür hükümdarı Evrengzîb de 1717’de vefat etmiş ve Babür sarayında taht için mücadele başlamıştı. Neticede iki tarafta da güçlü ve düzenli bir ordu çıkarabilecek bir siyasi güç kalmamıştı. Böylece siyasi konjoktürün kendisine tanıdığı bu uygun anda hedeflerine ulaşabileceğini anlamış ve 1719 yılında 11.000 askerle Batı İran’a girerek Kirman şehri üzerine yürümüştür.[30]
Şah, Afganların Safevi topraklarında işgale başladığını haber alınca Eşik Ağası Başı[31] Rıza Kulu Han Şamlu’yu Fars bölgesine asker toplayıp Afganlara karşı müdafada bulunması için görevlendirmiştir. Ayrıca Şah’ın da bulunacağı Safevi ordusunun harekete geçmesi ve Vezir Feth Ali Han Dağıstânî’nin yeğeni olan Fars Hâkimi Lutf Ali Han’ın da ana orduya katılması planlanmış fakat Molla Başı Muhammed Hüseyin ve Hekim Başı Rahim Han’ın muhalefeti dolayısıyla etkili bir önlem alınamamıştır.[32]
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Kirman Hâkimi Hüseyin Han ise elindeki kuvvetlerle savaşı göze alamayarak şehri Afganlılara teslim etmiştir (4 Kasım 1719). Şehirde bulunan Zerdüştler, Şii mollaların elinden bir hayli çektikleri için Afganları hürmetle karşılamışlardır. Fetihten sonra şehirde yaklaşık dokuz ay kalan Mir Mahmud, haber aldığı bir isyan hareketi üzerine tekrar Kandahar’a dönmüştür. Afgan kuvvetlerinin Kandahar’a çekilmelerinden kısa bir süre sonra da Safeviler şehri tekrar ele geçirmiş ve Rüstem Muhammed Sad’lu[33], Kirman Hâkimi olarak atanmıştır.[34]
Mir Mahmud, iki yıl sonra Safevi Devleti’nin içinde bulunduğu zayıflığı tam manası ile idrak ettiğinden Beluç ve Hazara[35] kabilelerinin de desteğini almış ve 22 Ekim 1721’de tekrar 20.000 civarında askerle Kirman şehrine saldırıya geçmiştir. Kuşatma devam ederken şehrin cesur ve kararlı valisi Rüstem Muhammed Han vefat etmiş ve onun yerine geçen idareci, büyük miktarda para[36] ve İsfahan ele geçirilirse Kirman’ı savaşsız teslim etmeyi taahhüt edince teçhizatsız olduğu için kuşatmadan bir türlü sonuç alamayan Mir Mahmud, Yezd yoluyla İsfahan’a doğru hareket etmiştir (Ocak-Şubat 1722).[37]
Afganların yaklaştığı haberi Safevi başkenti İsfahan’da korku ve telaşa sebebiyet vermiştir. Öncelikle, 1720’lerdeki Rusların Kafkas harekâtında Safevi ordusunun ve ülkenin genel durumu hakkında bilgi sızdıran Yeni Culfa Ermenilerinin silahları, muhtemelen onlara güvenmeyen Sultan Hüseyin’in emriyle toplatılmıştır.[38] Ardından Şah, ümera ve ulemayı (Vezir-i A‘zam/İtimadü’d devle Muhammed Kulu Han, Hüseyin Han Zengene, Kullar Ağası Gürcü Rüstem Han, Arabistan Valisi Abdullah Han, Kurçi Başı Şeyh Ali Han, Luristan Valisi Bahtiyârilerden Ali Merdân Han vs.) toplayarak savaş kararı aldı. Afgan ordusu, kayıplarına rağmen takriben 20.000 kişi[39] olup küçük çapta da olsa topçu birliği ile destekli idi. Safevî ordusu ise 42.000 (30.000 yaya ve 12.000 atlı) kişi olup Topçibaşı Ahmed Han komutasında yer alan 24 adet de topa sahipti. Topçu birliğine Philippe Colombe isimli yabancı [Fransız] bir uzman da eşlik ediyordu.[40]
İki ordu İsfahan’a yaklaşık 16 km mesafede bulunan Gülnâbâd denilen mevkide 8 Mart 1722’de karşılaşmıştır. İki ordunun yerleşme düzeni şu şekildeydi: Hassa alayı kumandanı (Kullar Ağası) Rüstem Mirza, Afgan Mahmud’a karşı sağ tarafta ve İtimadü’d devle ile Kurçibaşı ise Mahmud’un başkomutanı Emanullah Han’a karşı sol tarafta. Savaş, Safevîlerin saldırısı ile başladı. Emanullah Han, develere yüklettiği mihverli topları [zenbûrek] ile İtimadü’d devle ve Kurçibaşı’nın taarruzunu püskürttü ve Safevîlere ağır zayiat verdirdi. Kullar Ağası Rüstem Han ise Mir Mahmud’u yaptığı üç taarruz ile zor duruma düşürmüştü. Fakat tam bu sırada, üzerine saldıran Safevî kuvvetlerini geri püskürten ve onlara ağır zayiat verdiren Emanullah Han yardıma geldi. Mir Mahmud ve Emanullah Han, Rüstem Han ve askerlerini çevirdi. Ardından yaralanan Han’ı kaçmasına fırsat vermeden katlettiler. Neticede Safevî ordusu tam bir hezimete uğramıştı.[41] Safevîlere ait tüm toplar ve ağırlıklar (25 adet bal yemez[42] cinsi top, 25.000 tümen nukûd akçe vs.) Afganların eline geçti.[43] 18. asır müverrihi Muhammed Kâzım, -abartılı görünmekle birlikte- 10-12 bin Safevî askerinin katledildiğini yazmaktadır.[44] Mir Mahmud, İsfahan yakınlarında kazandığı bu zaferden sonra şehri muhasara altına aldı.
Ekim ayına gelindiğinde Şah Hüseyin, tüm ümitleri sönmüz ve tam anlamı ile çaresiz kalmıştı. Bir ara şehri görmek için meydana çıktığında başkentin ve halkın düştüğü harap hali görerek yüreği sızlamış ve yanındakilere şunları söylemişti: “Kaza-yı ezel, nâşayeste [uygun olmayan] fiilimiz içün taht-ı İranî bize layık görmeyüb ahere [başkasına] virdi. Sizi ve bizi takdir-i Hoda [Allah’ın takdiri] gayre [başkasına] bende [kul] kıldı. Çün irâdet-i ‘aliyye buna taalluk etti. Şah-ı cedide [yeni Şah’a] varub cümlemiz ser fürû [baş eğme] ve âna [ona] kul olmakdan başka çare kalmadı. Elveda ey tah-ı Şâhî, elveda ey mülk-i İran, elveda ey şehr-i İsfahan. ”[45]
Osmanlı müverrihi Şem’dânî-Zâde, Şah’ın bu durumu şöyle tasvir etmektedir: “Vaktâki Şah’ın dahi zerre kadar ta’amı [yiyeceği] kalmıyacak, Şâh gafletden bidâr olup [uyanıp], etbâ’ı ile vedalaştı ve sokağa piyade [yaya] çıkıp lâşeleri [leş] gördü ve sağ kalanlara, ey muhabbetim ile mihnete [eziyet] giriftâr olanlar, binâ’-i devletimizi elimiz ile virân ettik; nâil olduğumuz nimetin şükrünü ve sâdık kullarımızın kadrini bilmedik, saz ve söze ve ricâlimizin şikâk [anlaşmazlık] ve nifâkına bakup bu hale geldik; düşmanlar ayağı altında kaldık ve su’-i tedbir [kötü tedbir] sebebine malımız ve saltanatımız yâdlar [yabancılar] eline girdi. Nâ-şâyeste [uygun olmayan, yakışıksız] fiilimiz [işlerimiz] içün tâc ve tahtımızı Bâri [Yaratan] ta’alâ bize lâyık görmedi deyü şehri gezüp, sokaklara el-veda ve’l firâk [ayrılma] deyü çağırdı”.[46]
Afganların İsfahan kuşatması devam edeken Mahmud, iki defa temsilci gönderip Şah’ın bir kızının gönderilmesi, harp tazminatı ödenmesi ile Kandahar, Sistan, Kirman ve Horasan’da hâkimiyetinin tanınması karşılığında sulh talebinde bulunmuş ve kuşatmayı kaldırmayı taahhüt etmişti. Fakat bu teklifi Safevi devlet ricali tarafından uygun bulunmamıştır. Bunlara ek olarak, Şah’ın İsfahan’ı terketmesi gündeme gelmiş ama bu öneri de ümera tarafından hanedanlığın sükûtuna sebebiyet vereceği düşüncesiyle reddedilmiştir.[47]
Neticede yardım yolları kesilen, açlık[48] ve hastalık (veba) tehlikesi karşısında dayanamayacak duruma gelen 53 yaşındaki Şah Hüseyin, 6/7 aylık bir kuşatmadan sonra 23 Ekim 1722’de teslime mecbur oldu[49] ve mücevherlerle süslü Safevî tac ve sorgucunu –tâc-ı Şâhî ve taht –ı İranî- kendi eliyle Gılzayların lideri 24 yaşındaki Mir Mahmud’a teslim etti (23 Ekim 1722).[50] Şah Hüseyin, bu sırada Afgan Mahmud’a Âl-i İmrân Suresinden bir ayet[51] okuduktan sonra Türkçe olarak “Oğlum, günahlarımdan dolayı Allah, beni hükümdarlığımın devamına layık görmemiş ve hükümdarlığı sana vermiştir [Tâc ü taht-ı İran’ı takdîr-i ezel benden alıp sana layık gördü].[52] İşte hükümdarlık alâmetini senin başına koyuyorum. Hâkimiyetin uzun olsun” demişti. Daha sonra 25 Ekim’de İsfahan’a giren Mir ya da -artık tâc ve taht sahibi- Şah Mahmud, Safevîlere ait hazineye el koyduğu gibi devrik hükümdarın kızlarından biriyle de evlenmiştir. Böylece yarım asırdan fazla bir süredir can çekişen devlete sadece yaklaşık 20.000 kişilik bir Afgan ordusu son darbeyi vurmuş oluyordu.[53]
28 yıl saltanat süren Şah Hüseyin, İsfahan’da Çehar Bağ Medresesi ile Ferahâbad İmâreti’ni yaptırmış ve şahların ikamet ettiği Çehel Sütûn Sarayı’nı da yeniletmiştir. Şah’ın saltanatı boyunca beş veziri olmuştur. Bunlar sırasıyla Şah Kulu Han Zengene, Mahmud Han Şamlu, Mirza Tahir, Feth Ali Han Dağıstânî ve son olarak Afganların İsfahan kuşatmasında katledilen Muhammed Kulu Han idi.[54]
Son olarak; Osmanlı müelliflerinin kendilerinin Lale Devrine (1718-1730) denk gelen Safevîlerin yıkılış devresine dair gözlemlerini naklettikten sonra Şah Hüseyin dönemini bitirelim. Afganların İsfahan kuşatması sürecini tasvir eden Şem’dânî-Zâde’yi zaten belirtmiştik. Divân-ı Hümâyûn kâtipliği yapan ve 1742 yılından itibaren Kars ve Erzurum taraflarında bulunan Sırrı Efendi, 1722/1723 yılını şöyle anlatmaktadır: “1135 senesinde bi-irâdetillahi te‘âlâ tâife-i Afgâniyâ’nın ‘Acem Devleti’ne istîla ile Şâh Hüseyin’i hal‘ ve tahtgâh-ı İran’a mâlik oldukları esnada bir taraftan dahi Moskov keferesi Gilân’ı zabt ve bir taraftan Lezgî tâifesi Şirvân’ı teshîr ve her tarafdan hem-hudûd olanlar kurb ü civârlarında olan mahallere istîla-birle memâlik-i İran’ın râbıta-i nizâmı münhâl ve her bir eyâlet ü vilâyetinin hân ve mirzâyân ve sergerdegânı [büyükler, reisler] taraf taraf baş çeküp ser-rişte-i nizâm [düzenin ipi] dest-i sâhib-i tedbirden [tedbir sahibinin elinden] dûr [uzak] ve kûşe be kûşe [köşe bucak, her yer] fitne vü âşûb [fitne ve kargaşalık] zuhûr idüp bi’l-külliyye emniyyet merfû‘a [kalkmış] olmak hasebiyle kurb u civâr-ı memâlik-i İslamiyyeyi [yakın İslam beldelerini] sirâyet-i fiten ü âşûbdan [fitne ve kargaşadan] sıyânet [koruma] kasdı ve eğer devlet-i İran’dan hâdise-i ihtilâl ber-taraf olup ke’l-evvel [eskisi gibi] nizâm-ı aslîsine[asli düzenine] rücû‘ ider [döner] ise yine taraflarına redd olunmak [geri vermek] mülâhazasıyla [düşüncesiyle] kurb u civârda vâki‘ birkaç şehir ve kıla‘ [kaleler] zabt u teshîr [alınmış] olunmuş idi.”[55]
1730-1744 yılları arasını anlatan Vak‘anüvis Subhî Mehmet Efendi, Safevilerin son evrelerini (Şah Hüseyin’in son dönemi ve Şehzade [II.] Tahmabs’ın saltanatını) “İcmâl-i Hâl-i İran” başlığı altında şöyle anlatmaktadır: “Silsile-i Safeviyye’den otuz seneden berü fermân-ı fermâ-yı memâlik-i İran [İran’a hâkim] iken şu‘le-i tîz-hîz-i fiten [hızlı bir fitne aleviyle] ve âşub-ı Afgâniyân [Afgan kargaşası] ile tâk-ı mu‘allâ-revâk-ı saltanatı [yüksek kemerli saltanatı] ‘alevgîr-i inhidâm [çöküş-yıkılma] ve Mahmûd Hân-ı Afgânî’nin giriftâr-ı pençe-i kahr ü demârı [öldüren pençesinin esiri] olmağla, üftâde-i çâh-ı hizlân u hirmân [yalnızlık ve mahrumiyet kuyusuna düşmüş] olan Şah Hüseyin-i Safevî’nin ibtidâ-yı mahsûriyyet-i Isfahân’da [esirliğinin ilk zamanlarında] veli‘ahd eylediği Şehzâde Tahmasb [geleceğin Şah II. Tahmasb’ı] hılâl-i mezbûrda [adı geçen aralıkta] bir takrîb [bahane-vesile] ile deryâ-yı âteş-mevc-i ma‘rekeden [ateş dalgası denizi gibi olan savaş meydanından] keştî-i vücûd-ı nâ-sûdını [faydasız vücudunun gemisini] endâhte-i sâhil-i necât ü rehâ [kurtuluş sahiline atarak] ve bir zamân hod-be-hod [kendi kendine] Mazenderân taraflarında serserî-i geşt-i kûh u sahrâ [dağ tepe-ova dolaşarak] olup, ne semte azîmet [hangi tarafa yöneleceği] ve ne kâra mübâşeret [ne işe başlayacağı] ideceğinde meslûbü’ş-şu‘ûr ve perîşân-hâtır [şuursuz ve dağınık halde] serâsime-gerd-i e‘âzım-ı aşâyir-ü kabâyil [aşiret ve kabilelerin büyükleri arasında sersemce dolaşarak] ve imdâd ü igase-hâh-ı ekâbir ü asâgîr [büyük ve küçüklerden yardım talep ederek] olarak âhirü’l-emr [sonunda] Harezm ve Horasan taraflarına hatt-ı râhl-i azîmet [varmak niyetiyle] ve ol havâlîde bâst-ı bûriyâ pâre-i otağ u çerâ iden [yayılıp otlayan] ba‘zı kabâil ve oymaktan istimdâd u isti‘anet [yardım] eylediği cihetten, mahal-i merkûmda [adı geçen yerlerde] olan Feth Ali Hân-ı Türkmân [Kaçar] dahi kendü aşîretinden gayri Afşar ve Bayat ve Çemişgezek aşîretleriyle bi’l-ittifâk şehzâde-i müşârün-ileyhin cânibine meyl ü iltihâk [katılarak] ve cümlesi hidmet-i ubûdiyyette [bağlı olarak] olmak üzre kemerbend-i ahd ü mîsâk [sözleştikten] olduklarından sonra …”.[56]
Neticede, müfrit derecede Şii olan Şah Hüseyin zamanında, Safevî Devleti’nin içinde bulunduğu karışıklığı değerlendiren ve Şah’ın din adamları vasıtasıyla güttüğü Şii siyasetini bahane eden Afganlar[57], 1709 yılında istilaya başlayıp 13 yıl içinde Kandahar, Herat, Meşhed, Kirman ve sonunda 1722’de Safevî başkenti İsfahan’ı ele geçirmişlerdir. Doğuda bunlar yaşanırken kuzey batıda Rus tehdidi ve Batı İran’da ise Osmanlı baskısı artmıştı. Kısacası Safevî Devleti acziyet içinde tam bir çözülme periyoduna girmişti.
[1] Laurence Lockhart, a.g.e., s. 73-74.
[2] Douglas E. Streusand, a.g.e., s. 171.
[3] İlker Külbilge, a.g.e., s. 89-90.
[4] P. M. Sykes, a.g.e., s. 307; İlker Külbilge, a.g.e., s. 90.
[5] Gülcan Sarıoğlu, Yozefo Tiflisi’nin “Vâkı‘ât-ı Mir Veys ve Şâh Hüseyin” Adlı Eserinin Tahlil ve Transkribi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hatay, 2008, s. 7; Jonas Hanway, a.g.e., c. 2, s. 102; Laurence Lockhart, a.g.e., s. 85.
[6] Şem’dânî-Zâde Fındıklılı Süleyman Efendi, a.g.e., c. 1, s. 48.
[7] Afgan Mir Üveys, başkent İsfahan’da iken Şah’ın güvenini o derece kazanmıştı ki Hac vazifesi için izin bile almıştı. Bkz. Juda Tadeusz Krusinski, a.g.e., s. 22.
[8] Şem’dânî-Zâde Fındıklılı Süleyman Efendi, a.g.e., c. 1, s. 49; D. M. Lang, a.g.m., s. 531; Rudi Matthee, a.g.e., s. 234.
[9] Abdurrahman Ateş, a.g.e., s. 13-14.
[10] Safevilerin içine düştüğü durumu, Şem’dânî-Zâde, Mir Üveys’in ağzından “Zirâ ben onları gördüm ve akıllarını tecrübe ettim. Onların ricâl-i devleti ahmaktır ve tedbirde birbirlerine zıd ve her biri kendi intifâ’ı safâsı kaydında olup, esbâb-ı sefer ve nizâm-ı asker ve intizâm-ı memleket ve tesviye-i ra’iyete sarf-ı zihn edebilür kalmamıştır. Eğer üzerimize gelirler ise kuvvet kalb ile muhâvere ve muhâbere ederiz” şeklinde anlatmaktaydı. Bkz. Şem’dânî-Zâde Fındıklılı Süleyman Efendi, a.g.e., c. 1, s. 50.
[11] P. Avery, Mir Veys’in Gorgin Han’a başkaldırmasında Gürcü valinin Kandahar’da sorumsuzca hareket etmesi, aşırı alkol tüketmesi ve şehvet düşkünü olup ahalinin kızlarına sarkıntılık ederek Afgan aşiret reisinin bir kızını zorla alıkoymasını göstermektedir. Bkz. Peter Avery, “Nadir Shah and the Afsharid Legacy”, The Cambridge History of Iran, Cambridge, 1991, c. 7, s. 12. Valinin bu hareketleri ve Sünni Müslüman bir coğrafyaya Gürcü asıllı bir yöneticinin gönderilmesi elbette bölgedeki tansiyonun yükselmesine neden olmuştur. Fakat Mir Veys ve Afganları asıl isyana hazırlayan olaylar, Safevi yönetimin baskıcı Şii politikaları ile Mir Veys’in başkent İsfahan’da iken Safevilerin düştüğü zâfiyeti idrak etmesi olmalıdır.
[12] Rıza Kulu Han, a.g.e., c. 8, s. 495; P. M. Sykes, a.g.e., s. 308-309; İlker Külbilge, a.g.e., s. 93; Laurence Lockhart, a.g.e., s. 87.
[13] Bu kişi, Şem’dânî-Zâde’de “Mir Üveys’in katl ettiği Gürcü Yorgi Bey’in karındaşı Hüsrev” şeklinde geçmektedir. Bkz. Şem’dânî-Zâde Fındıklılı Süleyman Efendi, a.g.e., c. 1, s. 50.
[14] Laurence Lockhart, a.g.e., s. 91-92.
[15] Büyük emirlerden olup Şah’ın av işlerinden sorumlu idi. Bkz.Zülfiye Veliyeva, a.g.t., s. 203.
[16] Laurence Lockhart, a.g.e., s. 97-98.
[17] Abdurrahman Ateş, a.g.e., s. 15-16; Rıza Kulu Han, a.g.e., c. 8, s. 496.
[18] P. M. Sykes, a.g.e., s. 311; Laurence Lockhart, a.g.e., s. 98.
[19] Bkz. Juda Tadeusz Krusinski, a.g.e., s. 30.
[20] Abdurrahman Ateş, a.g.e., s. 16-17.
[21] Abdurrahman Ateş, a.g.e., s. 17; İlker Külbilge, a.g.e., s. 97.
[22] Enver Ziya Karal, “Ahmed III”, İA, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1978, c. 1, s. 167.
[23] Abdurrahman Ateş, a.g.e., s. 17; İ. H. Uzunçarşılı, a.g.e., c. IV, s. 176-177; Münir Aktepe, a.g.e., s. 16-17.
[24] Münir Aktepe, 1720-1724 Osmanlı-İran Münâsebetleri ve Silâhşör Kemânî Mustafa Ağa’nın Revân Fetihnâmesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1970, s. 3; Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, TTK, Ankara, 1992, s. 59-60.
[25] Râşid Mehmed Efendi-Çelebizâde İsmail Âsım Efendi, a.g.e., c. 2, s. 1256-1259.
[26] İlker Külbilge, a.g.e., s. 108.
[27] Ayhan Ürkündağ, Ahmed Dürrî Efendi’nin İran Sefaretnamesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s. 40-56; Münir Aktepe, a.g.e., s. 9.
[28] Sınır eyaletlerinden “Şâh-ı Memâlik-i İran” olan Şâh Hüseyin’in Sünniler üzerinde uyguladığı sert politikalar nedeniyle Afgan kabilelerinin isyan edip Mahmud Han liderliğinde Kandahar’dan İsfahan’a yürüdüğü ve Şah’ı mağlup ederek İsfahan’ın Ermenilerce meskûn bölgesini işgal ettiği yönünde raporlar gelince “hâlâ memâlik-i Acem’de ihtilâl olup Devlet-i Aliyye’ye bu esnâda münâsib olan ne gûne hareket etmektir?” denilerek meşveret edilmiş ve neticede “şimdilik Bağdat ve Erzurum taraflarında esbâb-ı harb gereği gibi tedârükü görülüp levâzım müheyyâ ve asker âmâde [hazır] dursun” şeklinde karar verilmiştir. Tabii bu husus Bağdat ve Erzurum valilerine bir emirle bildirilmiştir. Bkz. Râşid Mehmed Efendi-Çelebizâde İsmail Âsım Efendi, a.g.e., c. 2, s. 1287-1288.
[29] İlker Külbilge, a.g.e., s. 123; Münir Aktepe, a.g.e., s. 12-13.
[30] Laurence Lockhart, a.g.e., s. 111; Roger Savory, a.g.e., s. 246.
[31] Safevi saray ricalinde “saray görevlilerinin başı (baş teşrifat memuru)” anlamındadır. Bkz. Zülfiye Veliyeva, a.g.t., s. 200.
[32] Roger Savory, a.g.e., s. 247.
[33] Sa’dlu oymağı, Kara Koyunlu ulusunun en büyük boylarından biri olup yurtları Nahcivan ve Erivan’ın güneyi idi. Kara Koyunlu Devleti’nin yıkılmasından sonra Ak Koyunluların hizmetine giren Sa’dlular, daha sonraları Safevilerin oymakları arasına dâhil olmuşlardır.Bkz. Faruk Sümer, a.g.e., s. 106.
[34] İlker Külbilge, a.g.e., s. 95-96; Rudi Matthee, a.g.e., s. 238-239; Rıza Kulu Han, a.g.e., c. 8, s. 498; Laurence Lockhart, a.g.e., s. 111-113.
[35] Bugün Afganistan Devleti sınırları içinde olan Hezâre yada Hazara diye anılan Pencâb’ın kuzeyinde bir bölgede yaşayan halklardır. İçlerinde Afgan, Hindu ve Türk kökenli kabileler yaşamaktadırlar. Burada yaşayan Türklerin, Timur zamanında yerleştirilmiş oldukları, Karluk soyundan geldikleri veya Eftalit denilen Ak Hunların torunları oldukları iddia edilmektedir. Bkz. M. Longworth Dames, “Hezâre (Hazâra)”, İA, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1987, c. 5/1, s. 448-449. Önemli bir kısmı hayvancılıkla geçinen, büyük çoğunluğu Şii [Caferî] olan ve Farsça [Dari lehçesi] konuşmakla birlikte dillerinde Çağatay Türkçesinden kelimeler de barındıran Hazaralarla ilgili akademik bir çalışma için bkz. Ali Çelik, “Afganistan’da Yaşayan Hazara Türkleri ile Doğu Karadeniz Bölgesindeki Çepni Türkleri Arasında Yaşayan Halk İnanmaları Üzerine Bir Mukayese Denemesi”, Milli Folklor, Yıl: 13, S. 50, s. 9-21.
[36] Flaman Katolik rahip Alexander of Malabar, yazdığı raporlarında 10.000 tuman karşılığında Afganların kuşatmayı kaldırmaya ikna olduklarını belirtmektedir. Bkz. H. Dunlop, “The Story of the Sack of Isfahan by The Afghans in 1722 by Friar Alexander of Malabar”, Journal of the Royal Central Asian Society, 1936, Vol. 23, s. 646.
[37] P. M. Sykes, a.g.e., s. 314; Jonas Hanway, a.g.e., c. 2, s. 147-150; İ. H. Uzunçarşılı, a.g.e., c. IV, s. 172-173; İlker Külbilge, a.g.e., s. 96; Münir Aktepe, a.g.e., s. 10; Laurence Lockhart, a.g.e., s. 130-131. R. Matthee, Afganların Kirman taarruzu neticesinde bir hayli tahribat yapıldığı ve Şubat 1722’de Yezd yoluyla İsfahan taraflarına yöneldiklerinde sadece 3000 kişi sağ kalıp şehrin de harabeye döndüğünü belirtmektedir. Bkz. Rudi Matthee, a.g.e., s. 240.
[38] M. R. Arunova-K. Z. Eşrefyan, Nadir Şah-ı Avşar, Çeviri: Nergize Turaeva, Selenge Yayınları, İstanbul, 2015, s. 45.
[39] R. Matthee, Afgan birliklerinin toplam 12.000 kişi olup bunun da üç bininin ağır silahlarla mücehhez olduğunu belirtmektedir. Bkz. Rudi Matthee, a.g.e., s. 240.
[40] P. M. Sykes, a.g.e., s. 314-315; Rudi Matthee, a.g.e., s. 240; Laurence Lockhart, a.g.e., s. 135. Polonyalı seyyah Krusinski, İtimadü’d devle komutasında Gülnâbâd denilen karyede toplanan askerin sayısının 40-50 bin civarında olduğunu söylemektedir. Bkz. Juda Tadeusz Krusinski, a.g.e., s. 51. Gülcan Sarıoğlu, çalışmasında kullandığı el yazması esere dayanarak Afganlıların İsfahan kuşatması sırasında Safevî askerinin 52.000 ve Afgan kuvvetlerinin ise 14.000 kişi olduğunu belirtmektedir. Bkz. Gülcan Sarıoğlu, a.g.e., s. 10-11. İlker Külbilge ise Afganlılar İsfahan yakınlarına geldiğinde Şah Hüseyin’in aceleyle ancak 18.000 asker toplayabildiğini söylemektedir. Bkz. İlker Külbilge, a.g.e., s. 114, 137; Gilânentz’in kronolojisinde ise Şah Hüseyin’in emriyle 30.000 kişi (12.000’i tüfenkçi) ve 24 top hazırlandığı bildirilmektedir. Bkz. Hrand D. Andreasyan, Osmanlı-İran-Rus İlişkilerine Ait İki Kaynak, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1974, s. 4.
[41] Hrand D. Andreasyan, a.g.e., s. 5-6; İlker Külbilge, a.g.e., s. 114. Krusinski, savaş sırasında Safevilerin Topçu Başısı olan zâtın helâk olduğunu ve böylece Kızılbaş topçusunun da işlevini tam olarak icra edemediğini söylemektedir. Bkz. Juda Tadeusz Krusinski, a.g.e., s. 53.
[42] Klasik çağlarda kale muhasaralarında kullanılan uzun menzilli batarya topu.
[43] Juda Tadeusz Krusinski, a.g.e., s. 54.
[44] Muhammed Kâzım Mervî, ‘Âlem-ârâ-yi Nâdirî, Yayına Hazırlayan: M. Emin Riyâhî, Neşr-i ‘İlm, Tahran, 1369, c. 1, s. 27.
[45] Juda Tadeusz Krusinski, a.g.e., s. 70.
[46] Bkz. Şem’dânî-Zâde Fındıklılı Süleyman Efendi, a.g.e., c. 1, s. 56.
[47] Laurence Lockhart, a.g.e., s. 144-164.
[48] Şem’dânî-Zâde, İsfahan’da çekilen açlığı “at ve katır ve kedi ve kelb [köpek] ve köhne pabuçları ekl ettiler [yediler]” şeklinde anlatmaktadır. Bkz. Şem’dânî-Zâde Fındıklılı Süleyman Efendi, a.g.e., c. 1, s. 55. Katolik rahip Alexander of Malabar ise at, eşek, kedi, köpek, sıçan ve fare etinin yüksek fiyatlarla satıldığını; ayrıca deve derisi, ağaç kabuğu, bitki kökleri ile yaprak vs. bile yendiğini belirtmektedir. Bkz. H. Dunlop, a.g.m., s. 648-649.
[49] Lockhart, Avrupalı şirket temsilcilerinin raporları ve kroniklere dayalı olarak yazdığı eserinde Şah’ın Afgan Mahmud’un gönderdiği bir atla görüşmeye gittiğini zira açlık sebebiyle Şah’ın saray atlarının bile kesilerek yendiğini ve bu yüzden saray ahırında at kalmadığını belirtmektredir. Bkz. Laurence Lockhart, a.g.e., s. 171. Katolik Rahip Alexander of Malabar da Şah’ın 21 Ekim’de gece saat 11.00’de ağlamaklı bir halde yanında kalan 24 kişilik maiyetiyle birlikte Afgan lider Mahmud’a teslim olmak için yola çıktığını yazmaktadır. Bkz. H. Dunlop, a.g.m., s. 649.
[50] Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Yayına Hazırlayan: M. Çevik, Milliyet Yayınları, İstanbul, 2010, c. 7, s. 2038; Abdurrahman Ateş, a.g.e., s. 18-21; P. M. Sykes, a.g.e., s. 319; İ. H. Uzunçarşılı, a.g.e., c. IV, s. 175; Gülcan Sarıoğlu, a.g.e., s. 13; İlker Külbilge, a.g.e., s. 116.
[51] “[Habibim] de ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden dilersen ondan alırsın (Âl-i İmrân Suresi 26. Ayet)”. Bkz. H. Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Yayına Haz. Yekta Saraç, Bilimevi Basım Yayın, İstanbul, 2009, c. 1, s. 120.
[52] Şem’dânî-Zâde Fındıklılı Süleyman Efendi, a.g.e., c. 1, s. 56.
[53] Hrand D. Andreasyan, a.g.e., s. 14, 17; Jonas Hanway, a.g.e., c. 2, s. 179-180; Roger Savory, a.g.e., s. 249.
[54] Rıza Kulu Han, a.g.e., c. 8, s. 505.
[55] Sırrı Efendi, Risâletü’t-Târîh-i Nâdir Şâh (Makâle-i Vâkı’a-ı Muhâsara-i Kars), Hazırlayan: M. Yaşar Ertaş, Kitabevi, İstanbul, 2012, s. 5.
[56] Subhî Mehmed Efendi, Subhî Tarihi Sâmi ve Şâkir Tarihleri ile Birlikte (İnceleme ve Karşılaştırmalı Metin), Hazırlayan: Mesut Aydıner, Kitabevi, İstanbul, 2007, s. 15-16.
[57] Afgan aşiretlerinin Safevî Devleti’nin inkırazındaki rolü hakkında aydınlatıcı bilgiler için bkz. Orhan Yazıcı, “Safevî Hanedanlığı’nın Çöküşünde Afgan Aşiretlerinin Rolü”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c. 9, s. 47, Aralık 2016, s. 311-322.