Konu özeti
I. Uluslararası İşletme Faaliyetlerinin Temel Çerçevesi o Ulusal, Uluslararası, Çokuluslu, Küresel, Doğuştan Küresel İşletme Tanımları ve Faaliyetlerinin Önemi, Kapsamı İşletmelerde Büyüme, Uluslararsılaşma derecesi, uluslararasılaşma teorileri o
ULUSLARARASI İŞLETME FAALİYETLERİNİN
TARİHSEL GELİŞİMİ
Genel bir yaklaşım olarak işletme; kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla üretim
faktörlerini uyumlu bir biçimde bir araya getirerek, ekonomik mal ve hizmet
üretmek, pazarlamak için faaliyette bulunan kuruluştur. İşletmenin amaçları; kar
elde etmek, toplumsal fayda sağlamak ve işletmenin yaşamını sürekli kılmaktır.1
Literatürde çok uluslu, uluslar ötesi, küresel yerine de kullanılan, “uluslararası”
kelimesi ülke sınırlarını aşan anlamına gelmektedir. Uluslararası işletmecilik iki
ya da daha fazla ülke arasında özel ya da kamu işletmeleri arasında gerçekleştirilen
satışlar, yatırım, taşımacılık gibi tüm ticari işlemlerdir. Lisanslama, franchising,
yönetim sözleşmeleri gibi düzenlemeleri de içermektedir. Bir ülkede satın
alıp, başka bir ülkeye nakliye yapılması ya da başka bir ülkede montajın yapılması,
bir ülkeden diğerine nihai ürünlerin perakende satışının yapılması, fabrika
kurulması, bankadan borç alınması gibi tüm işlemleri kapsamaktadır.2
19. yy’da fi nansın önem kazanmasıyla birlikte İngiltere, Fransa, Almanya ülke
dışında tahvillere ve tren yolu hisselerine yatırım yapmıştır. Birinci dünya savaşına
kadar yapılan yabancı yatırımların % 90’ı portföy yatırımları niteliğindedir. 19.
yy’ın sonlarına doğru üretim ve günümüzün önemli çok uluslu işletmeleri uluslararasılaşmaya başlamıştır. Buna zemin hazırlayan unsurlar; taşımacılık, depolama,
teknoloji, iletişimdeki gelişmelerle birlikte ekonomilerin bütünleşmesidir.3 Ülkeler
arasındaki uzaklık engelleri azalmıştır. Singer Şirketi, 1863 yılında kurulan
ilk çokuluslu işletmelerdendir. 19. yüzyılın sonlarında Standart Oil, General Electric,
Kodak, Siemens, Shell, Unilever Philips, Bayer gibi şirketler Batı’nın ilk çok
uluslu işletmeleri olmuştur. 1960’lardan sonra uluslararası işletmeciliğin yapısı
değişmeye başlamıştır. Çok uluslu işletmeler ve uluslararası üretim yükselmeye
ve önemli hale gelmeye başlamıştır. 1970’li yıllarda rekabetçi üstün yönleri olan
işletmeler, üretimlerini içselleştirme ve mevcut pazarların ihtiyaçlarını karşılama
yeteneklerine sahip olmuşlardır. 1980 ve 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, bilgiye
dayanan ekonomilerin olgunlaştığı, elektronik ağların gelişmesiyle uluslararası
ekonomik ve fi nansal faaliyetlerin bütünleştiği, sınır ötesi pazarların liberalleştiği,
dünyada en önemli yabancı para birimlerinin ihraç edildiği, küresel ekonomi sahnesinde
çeşitli yeni ülkelerin öneminin yükseldiği görülmektedir.
Büyük çok uluslu işletmelerin ortaya çıkması son otuz yıldır uluslararası işletmeciliğin
yapısını değiştirmiştir. Bugün en büyük 500 çok uluslu işletme dünyada
üretilen mal ve hizmet değişimini kontrol etmektedir. 10 000’den fazla çok uluslu
işletme bulunsa bile, en büyük 500 çok uluslu işletme tüm doğrudan yatırımların
en az % 80’ini ellerinde bulundurmaktadır. Çok uluslu işletmelerin büyük çoğunluğunun
merkez yerleşim yeri, Amerika, Batı Avrupa ve Japonya gibi sermaye
ve bilgi açısından zengin olan ülkelerdedir. Gelişmekte olan ülkelerde az sayıda
çok uluslu işletme bulunmaktadır. Bu büyük işletmelerin yöneticileri ekonomik ve
politik güce sahiptirler ve küresel rekabetin etkileriyle karşılaşmaktadırlar.4
ULUSAL KÖKEN YÖNÜNDEN İŞLETME TÜRLERI VE KAPSAMI
İşletmeler; faaliyet alanları dikkate alındığında üretim işletmeleri, ticari işletmeler
ve her iki tür faaliyeti birlikte yürüten işletmeler olarak sınıfl andırılmaktadır. Üretim
işletmeleri ihtiyaçları giderecek mal veya hizmetleri üretirken, ticari işletmeler
üretilen mal veya hizmetin tüketicilere ulaştırılmasını sağlayan işletmelerdir. Bir
diğer sınıfl andırma tüketici türlerine göre; en son tüketicilere yönelik işletmeler,
örgütsel tüketicilere yönelik işletmeler ve her iki tüketici grubuna yönelen işletmeler
olarak yapılmaktadır. En son tüketiciler kendi veya ailevi ihtiyaçları için satın
alan ve kullananlardan oluşmaktadır. Örgütsel tüketiciler ise, başka işletmeler için
üretmek veya başka işletmelere satmak amacıyla satın alanlardır. Üretilen mal
ve hizmet çeşidi ölçüt olarak alındığında işletmeler kullanım sürelerine göre buzdolabı, makine gibi dayanıklı, kibrit, ekmek gibi dayanıksız mal üreten işletmeler
olarak tanımlanmaktadır. Mal veya hizmetlerin ait oldukları sektörlere göre tarımsal
mal üreten, endüstriyel mal üreten, hizmet üreten işletmeler olarak sınıfl andırılmaktadır.
Üretim araçlarının mülkiyet biçimi dikkate alındığında ise işletmeler;
kamu ve özel işletmeler olarak ikiye ayrılmaktadır.5 Ülke sınırları içinden uluslararası
pazarlara doğru açılmak isteyen işletmeler, altı farklı aşamada faaliyette
bulunmaktadırlar.
1- Ulusal işletmeler
2- Yabancı ülkelere ihracat yapan işletmeler,
3- Üretimin, montajın, pazarlama ve satışın ülke dışına kaydırıldığı işletmeler,
4- Kaynaklar, yan kuruluşlar ve yönetim ile ilgili temel kararların ev sahibi
ülkede verildiği, ülke dışında yatırımlar yapan çok uluslu işletmeler6,
5- Yönetimin bağımsız olduğu, ulusallıktan uzak küresel işletmeler,
6- Doğuştan küresel işletmelerdir.
Ulusal köken yönünden ise işletmeler aşağıdaki gibi sınıfl andırılabilir.
Ulusal İşletme (National Companies)
İnsanların ihtiyaç ve isteklerini karşılayacak olan mal ve hizmetleri iç pazara yönelik
olarak üreten ekonomik birimlerdir. Ülke sınırları içinde kurulmuş, sermaye
ve yönetim bakımından bağımsız özel veya kamu işletmeleridir. Ulusal işletmelerin
iç pazara yönelmelerinin çeşitli nedenleri olabilmektedir. İşletmeci, ülke içinde
elde ettiği geliri yeterli bulabilmektedir. İşletme için önemli olan ülke içinde satışları
artırmaktır. Farklı bir para birimi ile alışveriş yapmak, yabancı dil öğrenmek,
siyasi ve hukuki belirsizliklerle dolu bir çevre, çok farklı ihtiyaç ve beklentilere
cevap vermek, diğer ülkelerin gümrük ve ticaret süreçlerini öğrenmek zor olabilecektir.
İşletmelerin uluslararası pazarlara açılmasını engelleyen önemli faktörler
bilgi yetersizliği ve tecrübesizliktir. Bazı işletmelerin ürünleri, işletmelerin bilgileri
olmadan, aracılar tarafından ülke dışında dağıtılabilmektedir. Bu durumda uluslararası
pazarlamaya aktif bir katılım olmamaktadır.
Buna ilaveten, ülke içinde faaliyet gösteren işletmelerin çevresel koşullarda
meydana gelen değişiklikler hakkında zamanında bilgi sahibi olmaları önemlidir. 1995’te kabul edilen “Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Tekstil ve Hazır
Giyim Anlaşması” ile on yıl sonra, üye olan ülkeler arasında tekstil ve konfeksiyon
ticaretinin tamamen serbestleştirilmesi kararlaştırılmıştır. 2005 yılında hazır
giyim sektöründe kotalar kalkınca, düşük fi yatla piyasaya giren işletmelerin
rekabetinden, ülke içinde çalışan işletmeler olumsuz etkilenmişlerdir. Diğer bir
örnek sanayi malı üreten işletmeler için verilebilir. CE işareti, üretilen ürünün
insan, hayvan, bitki sağlığına uygun üretildiğini göstermekte ve belirli şartlar
kapsamında sanayi malı üreterek AB’ye ihracat yapan işletmeler için zorunlu
görülmektedir. CE işareti kısaca AB’nin teknik mevzuat uyumu çerçevesinde
1985 yılında benimsenen, 21 adet “Yeni Yaklaşım Direktifl eri” kapsamına giren
ürünlerin bu direktifl ere uygun üretildiğini belirtmektedir. Türkiye’de sanayi malı
üretip AB’ye ihracat yapan işletmelerin CE işaretini ürüne iliştirmeleri gerekmektedir.
Ülke içinde sanayi malı üreten işletmelerin AB’ye uyum sürecinde mevzuat
uyumu tamamlandıktan sonra CE işaretine hazırlıklı olmaları gerekmektedir.
Sanayi malı üreten işletmeler mevzuat uyumu tamamlandıktan ve söz konusu
direktifl er yürürlüğe girdikten sonra ihracat yapmasalar bile ürünlerini iç piyasada
da satamayacaklardır. Ülke dışında değil, ülke içinde faaliyet gösteren işletmeler
de dünyada olup biten gelişmeleri takip etmelidir. Yapılan düzenlemeler
ülke içinde faaliyet gösteren işletmeleri de etkilemektedir.
Uluslararası İşletme (International Companies)
Uluslararası işletme; yabancı ülkelerde de faaliyette bulunan, sadece ticaret yapmayıp
taşımacılık, haberleşme, fi nansal faaliyetler, portföy yatırımı, doğrudan
yatırım vb. uluslararası her türlü faaliyette bulunan işletmelerdir.7 Uluslararası işletmeler
sadece ülke içinde değil, ülke dışında da üretim, satış yapan özel ya da
kamu işletmeleridir. Bununla birlikte dışarıda sınırlı yatırımları vardır. Uluslararası
işletme, merkezi bir yönetimden yararlanarak, diğer ülke pazarlarına girmeye çalışmaktadır.
İşletme yönetimi, ana ülke vatandaşlarının elinde olan işletmelerdir.
Dünyadaki durum ve gelişmeler dikkate alınarak farklı ülkelerde verilen kararlar,
merkezden yönlendirilir. Finans yapıları ve teknolojileri güçlüdür. Uluslararası
bir işletmeyi, ulusal sınırlar içinde faaliyet gösteren işletmeden ayıran en önemli
özellik belirsizliklerle dolu bir çevredir. Uluslarararası işletmeciliğin alanı özel
sektörün veya devletin imalat, petrol, tarım, madencilik, ticaret vb. sektörlerdeki
faaliyetlerini ve ayrıca pazarlama, hukuk, fi nansman, sigorta, ulaşım, muhasebe,
yönetim danışmanlığı gibi konularda hizmet sunma faaliyetlerini kısaca tüm ticari
faaliyetleri ve teknoloji transferi, ulaşım gibi hizmetleri de kapsamaktadır.Çok Uluslu İşletme (Multinational Companies)
Merkezi genellikle gelişmiş bir ülkede bulunan bir ana işletme ile, kontrolü altındaki
diğer ülkelerdeki bağlı işletmelere sahip olan; doğrudan yabancı yatırım, stratejik
işbirliği, uluslararası üretim, dağıtım, pazarlama konularında faaliyet gösteren, güçlü
sermaye, teknoloji, yönetim, ulaşım, haberleşme ağına sahip olan, temelde özel
sermayeye, nadiren kamu sermayesine dayanan, karını maksimize etmeye çalışan
işletmelerdir. Yabancı ülkelerde yatırım yapan asıl işletmeye “ana işletme”, yabancı
ülkede edinilen işletmeye ise, “yavru işletme” ya da “şube” adı verilmektedir. Ana
işletmeler şubelerin yönetimini denetler, uzun vadeli amaç ve politikaları oluşturur.
Vernon (1974) ve Root (1986)’un tanımlarına göre çok uluslu işletme, üretken
aktifl ere sahip olan ve oluşturdukları stratejiyi uluslararası alanda uygulayan, ayrı
ulusların işletmelerinin ortak bir yönetim ile biraraya getirildiği işletmelerdir. Casson
(1982) ve Rugman (1988)’a göre ise, çok uluslu işletme birden fazla ülkede
kendi mal ve hizmetlerini imal eden, yatırım faaliyetlerinde bulunan işletmelerdir.
Bu işletmeler araştırma geliştirmeye önem vermekte, çok sayıda bilimsel, teknik
işgücü çalıştırmakta, teknik olarak karmaşık ürünler üretmekte, ürün farklılaşması
yapmaktadırlar. Ana işletme, ülke dışındaki yavru işletmeleri kontrol ederken,
yavru işletmeler çok uluslu işletmenin kontrolünde-mülkiyetinde olup yatırım yapılan
ülkenin yasalarına göre kurulmaktadır. Yabancı ülkelerdeki üretim, kâr ve personeli;
toplam üretimin, kârının veya personelinin önemli bir miktarını oluşturan
işletmelerdir. Coca Cola (Amerika), Unilever (Britanya/Hollanda), IBM (Amerika),
Nokia (Amerika), Microsoft (Amerika), Ericsson (İsveç), Michelin (Fransa), Seagram
(Kanada), Sony (Japonya), Motorola (Amerika), Procter Gamble (Amerika),
Johnson&Johnson (Amerika), Fiat (İtalya), Nestle (İsvçre), Volkswagen (Almanya),
Peugeot (Fransa), Philips (Hollanda) örnek olarak verilebilir. ÇUİ, IBM gibi
farklı ülkelerde fabrikaları, ofi sleri ve farklı fonksiyonları olan bir işletme olabilir.9
Bazı görüşlere göre bir işletmenin çok uluslu işletme olarak kabul edilmesi için,
birden fazla ülkede faaliyet göstermesi yeterli olmamakta, kendi ürünlerini yabancı
ülkede üretme ve pazarlama faaliyetlerini gerçekleştirmesi, sermaye yatırımının
ve farklı ülkelerden yöneticilerinin olması gerektiği ileri sürülmektedir. Çok
uluslu işletme olmanın bir göstergesi işletmenin, toplam maddi kaynaklarının en
az % 20’sinin dış ülkelerde olması ve kârların en az % 35’inin uluslararası faaliyetlerden
elde edilmesidir. Vernon’un tanımına göre ise, yabancı yan kuruluşun
en az % 25 paya sahip olması gerekmektedir.10
Çok uluslu işletme için evrensel olarak kabul edilmiş ortak bir tanım bulunmamaktadır.
Bazı araştırmacılar çok uluslu (multinational), bazı araştırmacılar uluslarötesi (transnational) işletme kavramını kullanmaktadır. Özellikle Birleşmiş Milletler
tarafından kullanılan uluslarötesi işletme “Farklı milletlere ait olan ve yönetilen
işletme” anlamına gelmektedir. Örneğin; petrol şirketi olan Royal Dutch Shell’in
yönetimi ve mülkiyeti, İngiltere ve Hollanda arasında bölünmüştür. Uluslarötesi işletme
kavramı çok yaygın kullanılmamaktadır. Bu nedenle çalışmada “çok uluslu
işletme” kavramı kullanılmıştır. Ayrıca çalışmada çok uluslu işletme ve çok uluslu
girişim aynı anlamda kullanılmaktadır.11 Çok uluslu işletme, belirli sayıda ülkede
ya da belirli büyüklükte üretim faaliyetlerinde bulunan, yabancı ülkelerde küresel
bir yaklaşım kullanan işletmedir. Bu tanıma göre çok uluslu işletmenin büyük bir
işletme olması beklenir. Bununla birlikte küçük bir işletme de kaynaklarıyla küresel
bir yaklaşımda bulunabilir ve farklı faaliyet şekilleri gösterebilir. Bundan dolayı,
birçok yazar günümüzde “çok uluslu işletme” kavramını birden fazla ülkede
faaliyet gösteren herhangi bir işletme için kullanmaktadır.12
Çok uluslu işletme kavramı 1978 yılında, iki ya da daha fazla ülkede fabrikaları
olan, satış şubelerini kontrol eden girişimler olarak tanımlanmıştır. Kavram,
“Üretimi en az bir ülkede kontrol etmek” ile sınırlandırılmıştır. Harvard işletme
okulunun çok uluslu girişim projesinde ise, bir işletmenin çok uluslu Amerikan
işletmesi olarak tanımlanması için “Fortune 500” dergisinde listelenmesi ve en az
altı ya da daha fazla ülkede şubesinin olması koşulu aranmıştır.13 Hammaddeyi
uygun herhangi bir ülkeden tedarik eden, üretimi işçiliği ucuz olan başka bir ülkede
gerçekleştiren, mamulü başka bir ülkenin pazarında satışa sunan, milliyetleri
farklı kişilerin mülkiyetinde olup, farklı milliyetten kişilerce yönetilen işletmeler çok
uluslu işletme olarak kabul edilmektedir.
Bunlara ilaveten, çok uluslu işletmelerin tanımlarında üç yaklaşım kullanılmaktadır.
Tanımlarda kullanılan birinci yaklaşım, işletmenin ekonomik faaliyetlerini altı
ya da daha fazla yabancı ülkede sürdürmesidir. İkinci yaklaşıma göre çok uluslu
işletme sayılabilmesi için yabancı ülkedeki faaliyetlerin (şubelerin yaptığı ihracat,
satışlar olabilir) toplam faaliyetlere oranının14 % 20 ya da % 30 olması gerekir.
Üçüncü yaklaşım ise, şirketin yönetim tarzı ile ilgilidir. Diğer bir anlatımla, çok
uluslu işletmelerin dünya merkezli yönetim anlayışına sahip olması, dünya çapındaki
faaliyetlerde, küresel plânlama stratejisinin kullanılmasıdır.Uluslararası işletmelerden daha büyük ve kendine özgü özelliklere sahip olan çok
uluslu işletmelerin özellikleri şunlardır:
Sermaye payları iki veya daha fazla ülkeye dağılmıştır.
Üst kademe yöneticileri merkezden sağlanmaktadır. Bununla birlikte üst
yönetimin milliyetsizliği, dünya vatandaşlığı esas alınmaktadır.
Her ülkedeki birim belli bir bağımsızlık içinde çalışmaktadır. Ancak uzun
vadeli amaç ve politikalar genel merkezde oluşturulmaktadır.
Üretim birden fazla ülkede gerçekleştirilmektedir. Yabancı ülkelerdeki üretim
toplam üretimin % 25-30’unu geçmektedir.
Girdikleri ülkenin kalkınma ve ekonomik sorunlarını göz önünde bulundurmadan
kendi kâr ve çıkarlarını düşünmektedirler. Yıllık gelirleri birçok geri
kalmış ülkenin geliri ve GSMH’ından daha fazladır.
İkiden fazla ülkede satış hasılatı 100 milyon $’ın üzerindedir.
Faaliyetleri en az altı ülkeye yayılmıştır.
Satışlarının en az % 20’si yabancı ülkelerdeki satışlardan gelmektedir16.
Farklı ülkelerde mamul ve tutundurmada uyarlama yaparak pazarlama ve
ürünü yerelleştirme politikaları takip edilmektedir.
İleri teknolojiye, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine sahiptirler.
Örgüt yapıları karmaşıktır.17
Küresel İşletme (Global Companies)
Küreselleşme, “Ulusal unsurların tüm dünyaya yayılması, uluslararası unsurların
ise ulusal hale gelmesi” ya da “Malların, hizmetlerin, paranın, teknolojinin,
fi kirlerin, bilginin, kültürün hızlı ve sürekli bir biçimde sınır ötesine akışı” olarak
tanımlanmaktadır. Küreselleşme, uluslararasılaşmanın çok ileri ve karmaşık durumunu,
diğer bir anlatımla işletmelerin dünya üzerine yayılmış ve dağınık ekonomik
faaliyetlerinin bir ölçüde bütünleşmesini ifade etmektedir. Farklı ülkelerdeki
faaliyet ve iletişimin anında olmasına imkân veren, bilgi teknolojisi yardımı ile
oluşan bir değişim sürecidir.18 Küreselleşme dünya ölçeğinde bir süreçtir ve ülkelerin
politik, ekonomik ve teknolojik anlamda bütünleşmesini de kapsamaktadır.Dolayısıyla çoğu kimselerin ifade ettiği gibi küreselleşme sadece para, sermaye
ve mal hareketlerinin serbest dolaşımı demek değildir. Para, sermaye ve mal hareketlerinin
serbest dolaşımının ötesinde politik, ekonomik ve teknolojik boyutları
da olan evrensel bir olgudur.19
Uluslararası ticaretin genişlemesi, fi nansal kaynakların sınırları aşması ve aktarımı,
dış yatırımların artması, çok uluslu işletmelerin ve ortak girişimlerin büyümesi
anlamına gelmektedir. Küreselleşme sürecinde ticaret, üretim, yatırım, fi nansal
faaliyetler, teknoloji uluslararasılaşmakta ve birbirine bağımlı hale gelmekte, ulusal
kültürler farklı ulusal kültürlerden etkilenmekte veya onları etkilemektedir.20
Arzulanan ekonomik kalkınma ve refah düzeyine ulaşmak için her ülke başka
ülkelerin ya pazarına, ya sermayesine, ya üretim girdilerine, ya teknolojisine ya
da en azından işbirliğine ihtiyaç duymak zorundadır. Küresel işletmeler, imalat,
lojistik, pazarlama, ürün ve ar-ge plânını içeren küresel bir strateji ile faaliyetlerini
sınır tanımaksızın sürdürmektedirler. Dünya tek bir pazar olarak görülmektedir.
İhtiyaç ve istek farklılıkları dikkate alınmamakta, herkesin ihtiyaç ve isteklerinin
ortak olacağı düşüncesinden hareket edilmektedir. Küresel işletmelerde, ürünlerin
standardizasyonu ve farklı ülkelerde bütünleşme; güçlü yabancı işletmelerle
rekabet ve dünya pazarlarının homojenleşmesi söz konusudur. Küresel işletme
düşüncesi; ortak müşteri ihtiyaçlarını karşılamak, küresel kanalları kullanmak,
transfer edilebilen pazarlama, ölçek ekonomileri, uyumlu teknik standartlar, ortak
pazarlama düzenlemelerinden hareketle oluşmuştur.
Küresel işletmeler, ulusal kimliğin ve geleneksel ulusal sınırların ortadan kalktığı,
ana ülke gözetmeksizin faaliyet gösteren, kararların küresel bir bakış açısıyla
verildiği, ileri teknolojinin kullanıldığı, birçok farklı ülkeden dünya vatandaşı yöneticiyi
istihdam eden, işgörenleri çoğunlukla farklı etnik, dinsel, ulusal temellerden
gelen işletmelerdir.21 Birleşmiş Milletler, küresel işletmeyi tanımlarken hukuki
statüleri ve tabi olacakları hukuk kurallarını esas almaktadır. “Küresel işletmeler”,
dünyadaki fırsat ve tehditleri inceleyebilen ve bu fırsat - tehditlere göre politikalar
oluşturabilen, hükümet politikalarını etkileyebilecek güce sahip olan, çok
büyük ve çok yaygın ağlara sahip olan, farklı milliyet, din, dil, ırk vb. özelliklerdeki
personelden oluşan işletmelerdir. Küresel işletme, üretim stratejilerinde küresel
olarak yeniden yapılanmaktadır. Örnek olarak; çok sayıda ülkede otomobil parçaları
üretmek maliyetlerden dolayı imkansız görülürken, günümüzde tasarım bir
ülkede, üretim, montaj başka bir ülkede yapılıp, farklı ülkelerde satış gerçekleştirilmektedir.
İşletmeler ortaklaşa araştırma ve geliştirme yapmakta ve küresel tedarik anlaşmalarıyla birbirlerine bağlanmaktadırlar. Üretim işletmelerinin yanısıra
bankalar, sigorta şirketleri, yazılım işletmeleri gibi hizmet işletmelerinin küresel
pazarlara girişi artmaktadır. Toyota, Nissan, Mercedes, Coca Cola, Microsoft,
IBM, GE, Nokia, Mc Donalds, Nestle küresel işletmelere örnek verilebilir.
Uluslar Üstü İşletme (Supranational Corporation)
Uluslararası bir anlaşma ile hiçbir ülkeye mensup olmayacak şekilde kurulan,
uluslararası bir kuruluş nezdinde tescil edilen kuruluşa bağlı olan ve bu kuruluş
tarafından denetlenen, bu kuruluşa vergi ödeyen, milliyetini hukuken kaybeden
işletmelerdir.
Doğuştan Küresel İşletmeler (Born Global Companies)
Doğuştan küresel işletme kavramı uluslararası işletmecilik literatüründe yeni bir
olgudur. İlk kez on yıl önce Avustralya’da kullanılmıştır. 1970’lerin ortalarında
Johanson ve Vahlne, 1978’lerde Bilkey, 1980’lerde Çavuşgil tarafından ihracatı
geliştirme; yönetimin kapasitesine, tecrübesine, beklentilerine bağlı olan aşamalı
bir süreç olarak araştırılmıştır. Son beş on yıl içinde ise, geleneksel uluslararasılaşma
literatüründe işletmelerin ihracat davranışlarıyla ilgili yeni uygulamalar
incelenmiştir. Çoğu işletmenin uluslararası faaliyetlerini, belirtilen aşamalara göre
gerçekleştirmedikleri belirlenmiştir. Literatüre göre bir işletmenin uluslararasılaşması
için belli bir zaman geçmesi, önce yakın pazarlara ve az sayıda ülkeye
ihracat yapması gerekirken; doğuştan küresel işletmeler uluslararasılaşmaya
kuruldukları anda başlamaktadır, çok uzaklardaki pazarlara ve çok sayıda ülke
pazarına girmektedirler. Bu gibi işletmeler uluslararası yeni girişimler, yüksek teknolojiyle
başlayanlar olarak da adlandırılmaktadır. Bu işletmelerin ortaya çıkmasında;
küresel pazar koşullarının olması, küçük pazar dilimlerinin (niş pazarlar)
öneminin artması, taşımacılıktaki yeni gelişmeler, üretim ve iletişim teknolojisindeki
hızlı gelişmeler, uluslararası pazarlarla ve diğer küresel işletmelerle işbirliği
ve ticari faaliyetlerinin gelişmesi, küçük işletmelerin değişen pazar koşullarına,
yabancı standartlara ve kurallara daha kolay uyum sağlamaları, uluslararası tecrübesi
olan kişilerin sayısının artmasının etkisi olmuştur.Knight ve Çavuşgil’e (1996) göre küresel doğanlar, “kuruldukları ilk andan itibaren
uluslararası pazarlarda faaliyet gösteren küçük, teknoloji odaklı işletmelerdir.”
23 Dünyayı tek bir pazar olarak görmektedirler. Faaliyetlerine ihracatçı olarak
başlayarak, işbirliği ve ağ ilişkilerini araştırmaktadırlar. Kısıtlı örgüt ve yönetim
kaynakları olduğundan, farklı ülkelerde müşterileri araştırmak için fax, email, internet, elektronik veri değişimi gibi ileri iletişim teknolojilerini kullanmaktadırlar.
İleri iletişim araçları, işletmelerin düşük maliyetle ortak ve müşteri aramalarına
izin vermektedir. İnternet vasıtasıyla işletmeler aralarındaki alım-satım emri, faturalama,
ödeme gibi işlemleri, işletmeden işletmeye (B2B) gerçekleştirebilmektedirler.
Biogen, Computer Network Technology, Progress Software, Auspex Systems
doğuştan küresel işletmelere örnek verilebilir.24
Doğuştan küreseller, küçük, ileri ve hızlı bilgi teknolojileri odaklı, vizyonu olan
girişimciler tarafından yönetilen, sınırlı kaynaklarıyla yeteneklerini tamamlayacak
ortaklar arayan, minimum pazarlama karması uyarlama gerektiren iş alanlarını
seçen işletmelerdir. Tedariki çok farklı ülkelerden sağlayan, ürettikleri ürünleri
yine çok farklı ülkelere satan, uluslararasılaşma sürecinde belli bir aşama takip
etmeden, ileri teknolojiye sahip olan, kurulduktan iki veya üç yıl gibi kısa bir süre
içinde farklı ülkelerde ürünlerini satarak kâr elde edebilen işletmelerdir. Doğuştan
küresel işletmelerin özellikleri; uluslararası faaliyetlere, ülke içindeki faaliyetlerle
aynı zamanda hatta daha önce başlamaları, vizyon ve misyonlarının küresel pazarlar
olması, küresel esaslara göre ürün, yapı ve sistemlerini ve fi nansmanlarını
planlamaları, küresel pazar lideri olmayı vizyonlarının bir parçası olarak planlamaları,
farklı ürün, üretim ve pazar stratejilerinden faydalanmaları ve küresel
pazarlama stratejilerini takip etmeleridir.25 Buraya kadar yapılan açıklamalardan
hareketle doğuştan küresel işletmeler;
- Tüm dünyayı pazar olarak görmektedirler.
- Çok kısa sürede ihracata başlamakta ve ihracatları, toplam üretimin % 25
ini bulmaktadır.
- Küçük ölçekli işletmelerdir.
- Genellikle ileri teknoloji ağırlıklı, benzersiz bir ürünü üretmek, geliştirmek ve
yeni bir işletmecilik yöntemi uygulayarak faaliyetlerini yönlendirmektedirler.
- Girişimci bir özelliğe sahiptirler.
- Ürettikleri ürünler önemli bir fi nansal değere sahip, endüstriyel kullanımı
olan ürünlerdir.
Uluslararası İşletmeleri Etkileyen Dışsal Faktörlerin Önemi (Dışsal Ve Içsel Çevre Analizi) o İşletmelerin Uluslararası Faaliyetlere Girişme Nedenleri o Sürdürülebilirlik Kavramı ve İşletmeler açısından Önemi
İŞLETMELERIN ULUSLARARASI PAZARLARA GIRME
NEDENLERI
İşletmeleri uluslararası pazarlara açılmaya yönelten çeşitli faktörler vardır. Bunlar
çekici faktörler, itici faktörler ya da her ikisi birden olabilmektedir. Çekici faktörler; işletmenin mevcut pazarından çok uluslararası pazarların çekici olması, itici
faktörler ise mevcut pazarda algılanan zorluklar ve sınır ötesi pazarlara girerek
bunların üstesinden gelmektir. İtici faktörler; iç piyasa koşullarının yetersizliği, iç
pazarın doymuş olması, ücretlerin yüksek, diğer sosyal hakların gelişmiş olması,
vergi mevzuatı, vergi yükünden kaçmak, dış ticaret politikasıdır. (tablo 1). İşletmeleri
yabancı ülke pazarlarına girmeye yönelten faktörler; ülke içi pazarın durgun
olması, ülke dışından talep gelmesi, kapasite fazlalığının olması, büyüme
isteği, devletlerin ihracatı teşvik tedbirleri, uluslararası fuarların sayısındaki artış,
rekabetin artması gibi nedenlerden de kaynaklanabilmektedir.İşletmelerin yabancı bir pazara girmek istemelerinin nedenleri Dunning’e (1992)
göre ise kaynak arayışı, pazar arayışı ya da verimlilik arayışıdır. Günümüzde
birçok işletme yeni olan, çok fazla bilinmeyen pazarlara girerek kâr elde etmeyi
istemektedir. Bir işletmede uluslararası pazarlara doğru genişleme kararı verildiğinde,
üç temel karar alınması gerekmektedir.
1) Hangi pazar ya da pazarlara girilecek?2) Ne zaman girilecek?
3) Hangi ölçekte girilecek?
Dünyada iki yüzden fazla ülke olduğuna göre, uzun vadede kâr potansiyeli olan,
maliyet ve risk analizi yapılabilen ülkeler seçilmelidir. Pazarın büyüklüğü, satın
alma gücü, ekonomik büyüme oranları önemlidir. Çin, Hindistan gibi ülkeler çok
büyük pazarlar olmakla birlikte, yaşam standartları ve ekonomik büyümeleri açısından
da değerlendirilmelidir. Bu ülkelerde yaşam standartları düşük olsa bile
hızla gelişen ve yatırımlar için hedef pazar olan ülkelerdir. Ülke pazarlarının değerlendirilmesi
konusunda ikinci bölümde bilgi verilmiştir.
Bir işletme için cazip olabilecek pazarlar tanımlandıktan sonra, ne zaman girileceği
de önemli bir unsurdur. İlk giren olma avantajı, günümüz rekabet koşullarında
anahtar bir kavram olarak açıklanabilir. Diğer bir ifade ile “Hızlı olmak”, pazarı
iyi analiz etmek ve gözlemlemek, güçlü bir marka oluşturarak talebi yakalamak,
rakiplerin stratejilerine göre doğru stratejiler geliştirmek, keşfedilmemiş yeni pazarlar
bulup buralara iyi stratejilerle hızlı giriş yapmak işletmelere avantaj sağlamaktadır.
Türkiye’de tekstil sektöründe işletmelerin Çin’e karşı rekabette avantajlı
oldukları nokta “hızlı” olmaları ve böylece talebe daha çabuk cevap verebilmeleridir.
Çin kalitede rekabeti yakalamış, hızda ise, henüz yakalayamamıştır. Pazara
ilk giren işletme, sonradan girenlere göre fi yatı aşağı çekerek rakiplerini pazar
dışında tutup maliyet avantajı sağlayabilmektedir. Bununla birlikte ilk giren olmanın
dezavantajları da olabilecektir. Ana ülkeden çok farklı bir pazara giren işletmelerin
önemli zaman ve çaba harcamaları gerekmektedir. Ürünün sunulması,
yerel müşterilerce tanınması için yapılan tutundurma faaliyetleri maliyetli olabilmektedir.
İşletme hata yapabilmektedir. Pazara sonradan giren işletmelerin ise ilk
girenlerin hatalarından ders alarak daha iyi işler yapmaları mümkündür. Örneğin
Kentucky Fried Chicken Çin pazarına Amerikan tarzı fast food’u ilk tanıtan işletmedir.
Mc Donalds pazara sonra girmesine rağmen pazarda, hızla tutulmuştur.
Uluslararası faaliyetlere girişmek isteyen işletmelerin dikkate alması gereken bir
diğer nokta, ölçek ekonomisidir.26 Büyük ölçekli işletme olarak bir pazara girmek,
önemli kaynak taahhütlerini gerektirmektedir. Giriş ölçeği büyük olduğunda, müşteriler
ve distribütörler, o işletmenin pazarda uzun süre kalacağını düşünmektedirler.
Bununla birlikte internet kullanımının artması ve elektronik ticaretin gelişmesi,
büyük işletmelerin hakim oldukları pazarlarda, küçük işletmelerin de faaliyet göstermeye
başlamasına neden olmuştur. Uluslararası faaliyetlere girişen işletmeler
günümüzde gittikçe artmaktadır. Günümüzde en küçük işletmeler bile yeni itici
güçlerin etkisiyle uluslararası pazarlara yönelmektedir. Bu itici güçler; teknolojiningelişmesi ve yaygınlaşması, ülkelerin ekonomik faaliyetlerinin serbestleşmesiyle,
ticarette engellerin azalması, küresel rekabetin artması, üretim maliyetlerini düşürme
isteği küresel medya sayesinde ihtiyaç ve isteklerin benzeşmesi ve Avrupa
Birliği gibi bölgesel bütünleşmelerin oluşmasıdır.
Teknolojinin Gelişmesi ve Yaygınlaşması
İşletmeler, yabancı ülke pazarlarına girerek yabancı sermaye, teknoloji ve bilgiye
ulaşmaya çalışırlar. Yabancı ülkelerde bir yer elde ettikten sonra kaynakları ve
uzmanlığı kendi ülkesindeki faaliyetleri geliştirmek için kullanabileceklerdir.27
Gelişmekte olan ülkelerin araştırma ve geliştirmeye (ar-ge) ayırdıkları nakit
artmaktadır. 2005 yılında Çin dünya çapında Ar-Ge harcamalarında, ABD ve
Japonya’nın ardından 2000 – 2005 arasında yılda % 18’den fazla artış kaydederek
üçüncü olmuştur. Teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşması sonucunda, haberleşme
ve ulaştırma kolaylaşmıştır. Teknolojiye yapılan yatırımlar sayesinde internet
erişimiyle dünyanın her yeri birbirine bağlanmış, özel yazılımlar sayesinde
iletişim sorunları ortadan kalkmış, bilgi akışı hızlanmıştır. Teknolojik değişim bir
taraftan yeni sanayilerin oluşmasını sağlarken, diğer taraftan da mevcut sanayi
yapılarının değişmesinde öncü bir rol oynamaktadır. Evlerdeki videoların yerini
önce vcd player’lar, sonra dvd player’lar almıştır. İşletmelerin çeşitli ürünlerini
satabilecekleri eBay, amozon.com gibi internet açık artırma siteleri, sanal pazar
yerleri kurulmuştur. Herhangi bir ülkede listelenen ürünlerin hepsi dünyada alıcılara
açıktır. Elektronik devlet sayesinde işletme ruhsatı almak, vergi ödemek,
pasaport almak gibi işlemler kolaylaşmış, sınır ötesine yapılan seyahatler artmıştır.
Haberleşme ve ulaşımdaki gelişmeler, ülkeler arası mesafenin kısalmasını ve
iletişimin hızlanmasını, dünyanın bir yerinde geliştirilen mal ve hizmetlerden diğer
ülkelerdeki insanların da haberdar olmasını sağlamıştır.28 Böylece, işletmelerin
uluslararasılaşmaları hızlanmış ve ülke dışında yaptıkları yatırımlarında karşılaştıkları
yönetim, koordinasyon ve denetim sorunları büyük ölçüde azalmıştır.
Kısaca, uluslararası pazarlara girmenin getirdiği risklerin bir bölümü azalmıştır.
Ülkelerarası Ekonomik Faaliyetlerin Serbestleşmesi
Uluslararası ticareti engellemek isteyen ülkeler gümrük vergisi, kota, kambiyo
sınırlaması, boykot, standartlar, paketleme, etiketleme şartları gibi düzenlemeler
yapabilmektedir. Her ülke, farklı ülke sınırları arasında mal ve hizmetlerin, işgücü
ve sermaye gibi kaynakların dolaşımını sınırlamaktadır. Düzenlemeler her an
değişebileceği için uluslararası işletmecilik riskli olabilir. İkinci dünya savaşındansonra ülkeler arasındaki iş faaliyetlerinde tarifeler, kotalar gibi kurumsal engeller,
vatandaşların mal ve hizmetlere daha kolay ulaşmalarını sağlamak, yabancı işletmelerle
rekabet sonucu yerel işletmelerin verimliliklerini artırmak gibi nedenlerle
azaltılmaya başlanmıştır. Ülkeler arasında ticaret gelişmiş ve ekonomik ilişkiler
düzenli bir şekilde artmıştır. 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşmasıyla birlikte
Ortak Pazar’ın (AET) kurulması, uluslararası ticaretin gelişmesinde ve işletmelerin
uluslararasılaşması sürecinde etkili olmuştur. Amerika ve Avrupa işletmeleri
ortak sağladığı imkânlar ile yeni pazarlara açılmışlardır.
Uluslararası İşletme Faaliyetlerini Destekleyici Faaliyetlerin ve
Uluslararası Düzenlemelerin Geliştirilmesi
Ülkelerin ve dünyanın refahının sağlanması için, uluslararası işletmeciliği kolaylaştıran
düzenlemeler yapılmaktadır. Bankalar, işletmelerin yabancı ülkelerdeki
satışlarının ödemelerini alabilecek dış ticarette fi nansman, ödeme yöntemleri
geliştirmiştir. Avrupa ülkeleri arasında yapılan Avrupa Serbest Bölge Anlaşması
(EFTA), Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi uluslararası niteliğe sahip
organizasyonların oluşması ülkeler arasında yakınlaşmayı sağlamıştır. Uluslararası
Para Fonu (IMF) yabancı para birimlerinin farklı para birimlerine çevrilmesiyle
ilgili engellerin kaldırılmasına ve uluslararası ticaretin gelişip, yaygınlaşmasına
yardımcı olurken, Genel Gümrük Tarifeler ve Ticaret Anlaşması’nda (GATT) tarife
ve kotaların azaltılmasıyla çokuluslu işletmelerin yaygınlaşması ve yabancı ülkelerdeki
faaliyetlerinin artmasında etkili olmuştur. Bu düzenlemeler sonucunda
uluslararası ticaret engelleri azaltılmıştır.
Bölgeler arasında yapılan anlaşmalar ile birlikte, bölgesel ekonomiler arasında;
ticaret, yatırım, mali kaynak akışı, teknoloji transferi konularında karşılıklı bağlılık
oluşmaktadır. İşletmeler yerel pazarlarında bile yabancı işletmeler ile mücadele
etmektedirler. Pazarlar gittikçe artan bir şekilde bölgeselleşmeye ve küreselleşmeye
başlamıştır. Avrupa Birliği (AB), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Birliği
(NAFTA), Asya-Pasifi k Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (APEC) dünya ticaretinin çok
büyük bir kısmını gerçekleştirmektedir. ABD, AB ve Japonya dünya üzerindeki
doğrudan dış yatırımlar ve uluslararası ticaretin büyük bölümüne hakimdir. Bu
üçlünün ilişkileri yakın coğrafyalarını da önemli ölçüde etkilemektedir. ABD; Kanada,
Orta ve Güney Amerika ülkeleri, AB; Doğu Blok Ülkeleri ve Japonya da Pasifi
k bölgesindeki ülkelerle yakın ilişki içindedir. Ekonomik bütünleşme şekilleriyle
ticari engellerin azaltılması sonucunda üye ülkeler ve işletmeler serbest ticaret
yapmaya başlamaktadır. İşletmeler böylece ölçek ekonomilerinden yararlanarak
müşterilerini arttırarak ortalama üretim ve dağıtım maliyetlerini düşürebilirler. Düşük
maliyet yapısı ise, uluslararası alanda daha iyi rekabet etmelerine yardımcı
olmaktadır. İşletmeler ana ülkenin yanı sıra ülke dışına da yerleşmeye başlamaktadırlar.
Ticari bütünleşmeler doğrudan yabancı yatırımlar için cazip olmaktadır.Örneğin General Mills, Toyota, Samsung gibi birçok Avrupa’dan olmayan çok
uluslu işletme AB’de yatırım yapma kararı almıştır.
Küresel Rekabetin Artması
Ülkeler arasında ticari sınırların kalkmasıyla işletmeler ülke içinde ve dışında
daha zorlu bir rekabet içinde süreklilik göstermek zorunda kalmışlardır. Teknolojik
gelişmeler küreselleşmeyi hızlandırmış ve işletmeler ortakları, tedarikçileri
ve müşterileriyle doğrudan bağlantı kurabilmeye başlamışlardır. Günümüzde çok
uluslu işletmeler, üretim yerlerini hızlı bir şekilde değiştirebilmektedirler. Daha
hızlı hareket etmek ve pazarlara daha kolay girebilmek, sürekli kalite iyileştirmeye
ağırlık vermek ve üstün kalite uyumunu sağlamak zorundadırlar. Birçok
işletme uluslararası pazara rekabetten dolayı girmektedir. Örneğin ülke içinde
aynı pazarda faaliyet gösteren A ve B fi rması birbiriyle rekabet ediyor olsun. A fi rması,
B fi rmasının yabancı bir pazara girerek büyük karlar elde etmesinden ve bu
karları ülke içinde rekabet pozisyonunu geliştirmesinde kullanmasından (reklam,
geliştirilmiş ürünler gibi) korkabilir. Bu nedenle yabancı pazara girerek, rakibinin
üstünlük kazanmasını engellemek isteyebilir.29
Ülkeler Arasında Tüketici İhtiyaçlarının ve Tercihlerinin Benzeşmesi
Günümüzde teknolojinin, haberleşmenin gelişmesi, internet kullanımının yaygınlaşması
ile birlikte tüketiciler yenilik ve gelişmeleri takip edebilmektedir. İnternet,
uydu, mobil iletişim sistemleri düşünüldüğünde, kültürel küreselleşme hızla yayılmaktadır.
Dünyanın bir yerinde olup bitenden ya da üretilen yeni bir üründen
herkes aynı anda haberdar olabilmekte, farklı mamul ve markalar tanınabilmekte
ve erişim sağlanabilmektedir. Tüketicilerin zevk ve tercihleri, birbirlerine yakınlaşmıştır.
McDonalds’ın, Starbucks’ın, Coca Cola’nın, Microsoft’un uygulamalarının
her yerde tercih edilmesi örnek verilebilir. Kitle iletişim araçları kullanılarak dünyanın
her yerinde benzer bir kültür sunulmaktadır. Bu da tüketici tercih ve taleplerinin
homojenleşmesini sağlamaktadır. Bununla birlikte müşteriler yeni, daha
iyi ve farklı mamulleri de isteyebilirler. Bu gelişme büyük işletmelerin dünya çapında
araştırma geliştirme yapmalarını arttırmıştır. Diğer taraftan, küreselleşme
sorgulanmaktadır. Küresel ve yerelleşme kavramları birleştirilerek “küresel düşün
yerel faaliyet göster” anlamına gelen “küre-yerelleşme (glocalization)” kavramı
türetilmiştir. Küreselleşme tüm farklılıkları ortadan kaldıramayacağından, küresel
pazarlara sunmak üzere yerel kültürlere uyacak şekilde uyarlanmış mal ve hizmetler
yaratılmaktadır. Örneğin; Coca Cola yerel tüketicilerin damak tadına göre
bu stratejiyi takip etmektedir.Diğer Amaçlar
İşletmelerin satışları iki önemli faktöre bağlıdır. Bunlar; tüketicilerin işletmenin mal
ya da hizmetlerine ilgi duymaları ve satın almayı istemeleridir. İşletmeler satış
yapmak için tek bir ülke pazarı yerine yüksek satın alma gücüne sahip çok sayıda
insanın olduğu farklı potansiyel pazarlara yönelebilirler. Dolayısıyla, satış
miktarının artması daha fazla kârla sonuçlanabilecek ya da işletmelerin kârlılıkları
arttırılabilecektir. Dünyanın en büyük işletmeleri, satışlarının yarısından fazlasını
ana ülke dışındaki ülkelerde gerçekleştirmektedir. Küçük işletmeler, büyük işletmelerin
nihai ürünleri için parça üretmenin yanısıra yabancı ülkelere ihracat da
yapmaktadırlar. İşletmeler risklerini azaltmak için yatırımlarını çeşitli ülkelere yayarak
çeşitlendirme yoluna gitmektedirler. Bir ülkede olabilecek bir kriz halinde,
diğer ülkedeki tesislerin kullanımını artırarak krizin etkisi azaltılabilir. Satışlardaki
durgunluk ya da düşüş gibi riskleri minimize etmek için de farklı ülke pazarlarına
yönelmektedirler. Örneğin; Nestle 2001 yılında Batı Avrupa ve Amerika’da satışlarının
büyümesinin yavaşlaması üzerine ortaya çıkan riski, Asya, Doğu Avrupa
ve Latin Amerika’da satışlarının yüksek olması ile minimize etmiştir. Çokuluslu
işletmeler, üretim maliyetlerini düşürmek amacıyla faaliyetlerini az gelişmiş ya da
gelişmekte olan ülkelere kaydırabilmekte ve fason üretim yaptırabilmektedirler.
İşletmeler, malzeme, işgücü, sermaye ya da teknoloji gibi kaynakları elde etmek
için uluslararası işletmecilik faaliyetlerine yönelmektedir. Kuzey Amerikalı bakkal
toptancıları kahve ve muzu Güney Amerika’dan, Japon işletmeleri ağaç ürünlerini
Kanada’dan, işletmeler petrolü Orta Doğu’dan ve Afrika’dan almaktadır.
II. İşletmelerin Uluslararası Pazarlara Giriş Stratejileri Uluslararası Pazara Giriş Kararı Ve Uluslararası Pazarlara Yönelme Nedenleri Hedef ülke pazar araştırması nasıl yapılır? o o İkncil ve Birincil very Kaynaklarıyla Pazar Araştırması
İŞLETMELERIN ULUSLARARASILAŞMA SÜRECI TEORILERI
İşletmelerin yabancı ülkelerin pazarlarına girerlerken hangi stratejinin seçileceğini
açıklayan çeşitli teoriler geliştirilmiştir. İşletme yöneticileri, uluslararası pazarlara
giriş stratejilerinden bazılarının neden diğerlerinden daha düşük maliyetli olduğu
ve daha iyi olduğu konuları üzerinde durmuşlardır. 1970’lerde uluslararasılaşma
yaklaşımında, lisanslama, franchising ve alt sözleşmeler tanımlanmış, 1980’lerde
birleşme, satın alma ve ortak girişimler küreselleşmedeki yerlerini almışlardır.
İşletmelerin uluslararasılaşma süreci ile ilgili çok sayıda açıklama bulunmakla
birlikte, tam bir fi kir birliği yoktur. Yaklaşımlar genel olarak statik ve dinamik yaklaşımlar
olarak iki gruba bölünmektedir.
Statik yaklaşımlarda, çok uluslu işletmelerin nasıl ortaya çıktıkları açıklanırken
dinamik yaklaşımlarda uluslararasılaşma, birbirini izleyen aşamalardan oluşan
bir süreç olarak görülmektedir (Tablo 2). İşletmelerin uluslararası çevreyle bağları
açıklanmaya ve tahmin edilmeye çalışılmıştır.Uluslararasılaşma Kavramı
Welch ve Luostarinen (1988)’ın tanımına göre uluslararasılaşma; “Uluslararası
faaliyetlere katılımı artırma sürecidir”. Başka bir ifadeyle, ülke sınırlarını
aşan ekonomik faaliyetlerin yaygınlaşmasıdır. Uluslararası pazarlama literatüründe
uluslararasılaşma aşamalı ve yenilikçi bir süreç olarak ele alınmakta,
uluslararasılaşma sürecinin ilk aşamasının ihracat, son aşamasının ise, doğrudan
yatırımlar olduğu kabul edilmektedir. Ulusal işletmeler önce uluslararası
işletme, daha sonra çok uluslu işletme haline gelmektedirler. Uluslararasılaşma
sürecine başlayan çok sayıda küçük ve orta büyüklükteki işletme, yetersiz
kaynak ve uluslararası düzeyde gerekli özel yönetim modellerinin eksikliğinden
dolayı bu süreci sonlandırmak zorunda kalmıştır. Geleneksel uluslararasılaşma görüşü ölçek ekonomisine ve büyük işletmelere dayalıdır. Küçük
işletmelerin daha çok iç pazar odaklı çalıştıkları görülmektedir. Uluslararasılaşmada,
bir işletmenin ana ülke dışındaki satış kazançları ya da faaliyetlerinin
derecesi üzerinde durulmaktadır. Bir işletmenin ülke dışındaki satışlarının,
toplam satışlarına oranı yüksek ise uluslararasılaşma derecesinin yüksek olduğu
kabul edilebilmektedir. Diğer taraftan, işletmenin ülke dışındaki satışları
dışında incelenmesi gereken bazı faktörler vardır. Bu faktörler; işletmenin fi -
nans ve örgüt yapısı, ihracat bölümü, uluslararası becerilere sahip personeli,
uluslararası bölümün olup olmaması, pazara sunduğu mal çeşidi, hedef pazar
olarak seçtiği ülkeler, üst düzey yöneticilerin uluslararası pazarlamaya bakış
açısı, dışa açılmada kullanılan stratejiler olarak sıralanabilir.30
Uluslararasılaşma Teorilerinin Açıklanması
Uluslararasılaşma teorileri, işletmelerin uluslararası faaliyetlere yönelme nedenlerini
ve işletmelerin hangi stratejilerle uluslararası pazarlara girdiklerini açıklamaktadır.
Uluslararasılaşma çeşitli aşamalardan oluşan bir süreç olmakla birlikte,
her işletmenin bu süreçte aynı aşamalardan geçmesi beklenmemektedir. Her
ülkedeki iş koşulları, her işletmenin organizasyon yapısı, politikası, fi nansman
durumuna uygun olmayabilecektir.31 İşletmeler öncelikle kendilerine yakın buldukları,
ana ülkeye benzer talep yapısı, gelir seviyesi olan ülke pazarlarını hedef
pazar olarak seçmektedirler.32 Hedef pazarı belirledikten sonra kaynakların yöneltileceği
pazar bölümü belirlenmektedir.33 Hangi pazar bölümüne girileceğine
karar verildikten sonra, hangi strateji ile pazara girileceğine karar verilmektedir.
İşletmeler, uluslararası pazarlara ihracat, sözleşmeli anlaşmalar ya da doğrudan
yatırım stratejileri ile girmektedirler. 34 Giriş stratejileri birbirini takip eden bir sırada
ve zaman içinde kazanılan deneyimle, aşamalı olabilmekte ya da işletme, yapısına
göre bu stratejilerden sadece birini seçerek uluslararası pazara girebilmektedir. Uluslarasılaşma sürecinde yönetimin bilgili ve tecrübeli olması durumunda,
aşamalardan bazıları atlanabilmektedir.35
Hymer Teorisi (1960)
Doğrudan yabancı sermaye yatırımını açıklayan ilk çalışma 1960 yılında yazılıp,
1976 yılında basılan Stephen Hymer’ın doktora tezidir. İşletmelerin uluslararası
üretim yapma nedenleri; yatırımları üzerindeki riskleri minimize ve getirileri ise
maksimize etmektir. Çok uluslu işletmelerin varoluş nedenleri monopolistik güçleridir.
36 Hymer’ın “fi rma teorisi”, üreticilerin pazar güçlerinin boyutlarını artırmalarını
açıklar. Pazar gücü, fi rmaların tek başlarına ya da bir arada hareket ederek,
pazara hakim olmaları ve yüksek kar elde etmeleridir. Çok uluslu işletmelerin
rekabeti azaltmak, kendi sanayilerine giriş engellerini ve monopol güçlerini uzun
dönemde artırmak için yabancı ülkelerde yatırım faaliyeti gösterdiklerine inanılmaktadır.
Çok uluslu işletmeler, ana ülkedeki piyasanın durgunluğu sonucu, ülke
dışına hareket etmektedirler. Hymer’ın amacı; mevcut çok uluslu işletmelerin faaliyetlerini
değerlendirmekten çok, ulusal fi rmaların neden ülke dışına gittiklerini
araştırmak olmuştur.
Hymer kendi tezinde, bilginin maliyetsiz ve serbestçe elde edilebileceği varsayımına
karşı çıkmıştır. Hymer’a göre, ev sahibi ülkedeki yerel fi rmalar, yabancı
fi rmalara göre ekonomik koşullar hakkında daha bilgili ve daha üstün konumdadırlar.
Uluslararası yatırımlara girişen işletmeler ise, risk ve belirsizlik
ile karşı karşıyadırlar. Bu nedenle yabancı pazarlarda doğrudan yatırımda bulunacak
çok uluslu işletmelerin, yabancı pazarlarda başarılı olabilmeleri için,
evsahibi ülke işletmeleri karşısında bazı üstünlüklere sahip olmaları ve aksak
rekabet koşullarının olması gerekmektedir. Bir işletmenin başka bir ülke pazarında
yatırım yapması için yabancı işletme olması dolayısıyla ortaya çıkan
dezavantajları ortadan kaldıracak bir takım işletmeye özgü avantajlara sahip
olması gerekmektedir. Yerli işletmeler kendi piyasalarında dil, kültür, yasal
koşullar gibi alanlarda daha avantajlı durumdadırlar. Çok uluslu işletmeler ise,
sermaye, yönetim, teknoloji, patent, pazarlama, hammaddelere erişim, ölçek
ekonomileri, pazarlık gücü, dağıtım deneyimi, gibi üstünlüklere sahiptirler. Bu
monopolistik avantajlar ise piyasa aksaklıklarından kaynaklanmaktadır. Kindleberger
yatırımcı işletmelerin sahip oldukları üstünlükleri aşağıdaki gibi sıralamaktadır.Yatırım yapılan ülkenin mal piyasalarında tam rekabet şartlarını aksatan
her türlü faaliyetler, yatırımcı işletmelere monopolistik üstünlük kazandıracaktır.
Bu faaliyetlere; bilgi üstünlüğü, dağıtım ağları, ölçek ekonomileri,
ürün ve fi yat farklılaştırması, özel pazarlama ve reklâm yöntemleri örnek
olarak gösterilebilir. İşletmelerin sahip oldukları bazı üstünlükler, pazarda
güçlerinin olması, monopolistik üstünlüklerdir.
- Yatırımcı işletmelerin patent haklarına sahip oldukları yeni teknolojileri, kolay
sermaye temin edebilme olanakları, yöneticilerin bilgi ve yetenekleri
gibi gelişmeler faktör piyasalarında tam rekabetten uzaklaşılmasına neden
olmaktadır.
- Yatay ve dikey bütünleşmeler yolu ile dışsal ekonomiler sağlanması.
- Yabancı piyasalara girişte hükümet müdahelelerini en aza indiren ve işletmelerin
elde ettikleri gelirlerin transferini kolaylaştıran ev sahibi ülkenin
politikaları.
Evsahibi ülke işletmeleri karşısında yukarıda sayılan üstünlüklere sahip olan yatırımcı
işletmeler, bu üstünlüklerini doğrudan yatırımlar yoluyla değerlendireceklerdir.
Yatırımcı işletmeler doğrudan yatırımları, teknik sırların korunması açısından
lisans anlaşmalarına tercih etmektedirler.
Hymer’ ın teorisine göre monopolistik üstünlüklerinden dolayı tam sahiplik en iyi
alternatiftir. İşletmelerin uluslararası faaliyetlerinin pazar güçleri ve maliyet faktörlerine
göre belirlendiği sonucuna varmıştır.37 Bu teori işletmelerin neden dışarıya
yatırım yaptıklarını açıklamakla birlikte, A ülkesi yerine neden B ülkesine yatırım
yapmayı tercih ettiklerini açıklamamaktadır. İşletmeler;
1) Sahip oldukları özel varlıkların fi yatını belirlemede güçlük çektiklerinden,
2) Lisans anlaşmalarının ortaya çıkaracağı tanımlama ve yönetim maliyetlerini
ortadan kaldırmak için,
3) Sahip oldukları gücü kaybetmemek için lisans anlaşması, ihracat yerine
üretim tesisi açarak doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapmayı tercih
etmektedirler. Böylece, yabancı ülkelerdeki işletmeleri kontrol edebileceklerdir.
Hymer, doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile portföy yatırımlarının farklılığını
ortaya koyan ilk iktisatçıdır. Risk, belirsizlik, işlem maliyetleri durumlarında portföy
yatırımı yerine doğrudan yabancı sermaye yatırımı tercih edilmelidir.İşlem Maliyeti Teorisi (Transaction Cost Theory- Williamson 1975,
1985)
İşlem maliyetleri, bir piyasa işlemiyle ortaya çıkan uygulama, izleme, araştırma
ve aracılık maliyetlerinden oluşan iş ortaklığına ilişkin tüm maliyetlerdir. Bu yaklaşımda,
işletme faaliyetlerini daha düşük maliyetlerle gerçekleştireceğini düşündüğü
için, uluslararası pazarlara yönelir. Maliyetler; taşıma, hammadde, pazarlama
maliyetleri gibi maliyetleri kapsamaktadır.
Williamson’ a göre (1985) sınırlı rasyonellik, fırsatçılık, belirsizlik, ticaretin azlığı
işlem maliyetlerini arttıran faktörlerdir.38 İşlem maliyetçileri, uluslararası giriş
stratejilerinin maliyet yönünü dikkate almışlar ve giriş stratejilerinin işletmenin
kazançları üzerindeki etkisi üzerinde durmamışlardır. Etkili yönetim yapılarından
birisi, toplam üretim ve işlem maliyetlerinin minimum olduğu yapıdır. İktisatçılara
göre, alıcı bulma ve alıcılarla iletişim kurma, farklı dillerde görüşme, ürünlerin
transfer edilmesini ve ödemelerin yapılmasını izleme, farklı yasal ve kültürel sistemler
içinde sözleşmeli anlamalar yapmanın maliyetleri işletmelerin uluslararası
stratejilerini etkilemektedir. İşlem maliyetleri dikey entegrasyon ile azaltılabilir. Dikey
entegrasyon ile çok uluslu işletme, üretimin birbirini izleyen her aşamasında
kendisi faaliyet göstermektedir. Böylece bilgi teknolojisini korurken, koordinasyonu
da artırmakta, üretimin her aşamasında elde edilen kâr işletmenin kendi
bünyesinde kalmaktadır. Üretim maliyetleri, ürün imal etmede kullanılan işgücü,
enerji, hammadde, parçalar, makina amortismanı, bakım onarım gibi doğrudan
ve dolaylı maliyetleri içermektedir. İşlem maliyetleri ise tasarlama, izleme, uygulama
kısaca sözleşme yapmak için ortak bulma ile ilgili sözleşmede ortaya
çıkan maliyetlerdir. İşlem maliyetleri üç özellik ile tanımlanabilir. Buna göre optimal
yönetim yapısı, belirli aktifl ere sahip olma, belirsizlik-karmaşıklık ve işlemin
sürekli tekrarının yapılması özelliklerine göre belirlenebilir. Belirsizliğin artması,
sözleşme yapılanlarla işlemi takip etmenin maliyetlerini artırmaktadır. Bu nedenle
işletmeler belirli aktifl ere sahipse, belirsizlik yüksekse ve işlemin sürekli tekrarı
yapılıyorsa kendi kuruluşlarına sahip olmayı isterler. Fırsatçı davranışların
karşısında güvenilir yönetim yapısı olarak işletmenin kendi kuruluşuna sahip olması
önerilebilir. Çalışanların fırsatçı yaklaşımları, hiyerarşi, otorite ve kurallarla
engellenebilir. İşletmenin gerekli aktifl eri elde etmesi maliyetli olduğunda ve ara
girdilere sahip olunmadığında etkili yönetim yapısı, ortak girişim olacaktır. İşlem
maliyeti teorisine göre, ülke riski ve iş çevresinin belirsizliği, hedef ülkede yan
kuruluş açarak faaliyette bulunmak isteyen çok uluslu işletmelerin bilgi gereksinimini
ve yönetim maliyetlerini artırabilir. İşlem maliyetlerini ve riski minimize etmek
için çok uluslu işletmelerin bu nedenle yerel işletmelerle ortak girişim oluştur.maları gerekmektedir. Yabancı işletmeler hedef ülke pazarlarında yayılma, yerel
işgücünü yönetme, yerel kaynakları ve ara ürünleri organize etme konularında
uzmandırlar. Hedef ülkede yatırım yapmak istediklerinde hedef ülkedeki yerel ortaklarla
işbirliği yapmaları gereklidir.39 Örneğin, Çin’de bulunan çok sayıda ortak
girişim, yerel işletmelerin kontrolünde olan kaynaklara ulaşmak amacıyla oluşturulmuştur.
İşlem maliyeti teorisi, işletmelerin ortak girişim stratejisiyle mi yoksa
tamamen kendilerine ait yan kuruluş açarak mı uluslararası pazara gireceklerini
açıklamaktadır. Yatırım yapan işletmenin kaynaklarını tamamlama ihtiyacı varsa,
bu kaynakları pazarda satın alması çok maliyetli olacaksa yan kuruluş açmak
yerine ortak girişim stratejisini tercih etmektedirler.
İçselleştirme Teorisi (Buckley ve Casson 1976; Rugman 1981)
Bu teori, işlem maliyeti teorisine dayanmaktadır. Çok uluslu işletmelerin var oluş
nedenlerinin uluslararası pazarlarda aksak rekabete ve eksik bilgiye dayandığını
açıklayan geniş kabul görmüş teorilerden birisidir.40 Ülke dışındaki piyasaların
risk içermesi (gecikme, hükümet düzenlemeleri, belirsizlik gibi) nedeniyle işletmeler
doğrudan yabancı yatırım yaparak içselleştirmeye yönelirler. Yönetim, organizasyon,
ar-ge, pazarlama, reklam, fi nansman gibi faaliyet alanları arasında
koordinasyon ve işbirliğini sağlamak amacıyla, bu faaliyet alanlarını içeren piyasaları,
dikey bütünleşmeye giderek işletme sistemi içinde toplarlar. İçselleştirme,
işletmeye özgü avantajları başka işletmelere lisanslama, ortak girişim ile vermek
yerine doğrudan yabancı sermaye yatırımı yaparak kendi organizasyonu içinde
kullanmaktır. İşletmeler monopolcü güçlerini ellerinde tutmak isterler. Patent ve
know-how’un fi yatlandırılması zor olduğu için ve kaynakları uzun vadede kontrol
edebilmek için, teknoloji, ar-ge sonucu oluşan know-how, marka gibi maddi olmayan
varlıklarını kendilerine bağlı şube açarak transfer etmek istemektedirler.
İçselleşme teorisine göre, çok uluslu işletmeler, lisanslama yerine doğrudan yatırımı
tercih etmektedirler. Bunun nedenleri olarak bilgiyi kaybetmenin maliyetli
olması, fırsatçılığın olması ve çok uluslu işletmelerin belirli aktifl ere sahip olmaları
verilebilir. Teknolojik bilgi ve pazarlama bilgisi iç pazarda korunabilir. Lisanslama
stratejisi kullanıldığında ise, işletmenin teknolojisini ve know-how’unu kaybetme
riski vardır. Doğrudan yabancı yatırım yapmak isteyen işletme için ilk adım ihracat
yapmak olabilir. Diğer işletmelere göre üstünlüğe sahip olan işletmeler doğrudan
yatırım yaparak yayılmaya çalışmaktadırlar.Teori kısaca iki varsayıma dayanmaktadır.
1) Firmalar her faaliyetlerini başarıyla sürdürecekleri en düşük maliyetli yeri
seçerler.
2) Firmalar faydalarının, maliyetlerinden daha önemli olduğu piyasalarda büyürler.
İçselleşme teorisine göre çok uluslu girişimciler, kazançlarını maksimize
edebilecekleri kendi yan kuruluşlarını açabiliyorlarsa, ortak girişim
oluşturmaktan kaçınırlar. Ortak girişimler ve diğer işbirliği türleri çok uluslu
girişimciler için tehlike oluşturmakta, çok uluslu işletmelerin belirli üstünlüklerini
olumsuz etkilemektedir. İşbirliğinin faydaları, stratejik risk ve işlem
maliyetlerini hiç bir zaman önleyememektedir. Buckley, Davis ve Rugman’ın
görüşlerine göre ortak girişim ve lisanslama gibi işbirliğinin farklı türlerinin
artması, çok uluslu işletmelerin belirli üstünlüklere sahip olmadıklarında
riski dağıtmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. İçselleşme teorisi ortak
girişim oluşturulmasının nedenini açıklayamamaktadır. Bununla birlikte,
Beamish ve Banks, uzun süreli başarı elde etmek için birbirine karşılıklı
güven ve taahhüdün yerine getirilmesi çabası olduğunda, belirsizlikle ilgili
problemlerin ve fırsatların olduğu durumlarda ortak girişim oluşturulabilceğini
ileri sürmüşlerdir.42 Özelikle, Kuzey Amerikan işletmeleri özsermaye
ortaklığına girmekte daha isteksizdirler. Belirli üstünlükleri olan çok uluslu
işletmeler kendi yan kuruluşlarını açmayı tercih etmekte ve bilgiyi başkalarıyla
paylaşmayı istememektedirler. 43
Eklektik Teori (John H. Dunning 1981, 1988) (OLI Paradigması)
Bu teori çok farklı teorileri bir araya getirerek (ownership, location ve internationalization
teorileri) doğrudan yabancı sermaye yaklaşımını açıklamaya çalıştığından
dolayı “Eklektik” adı verilmektedir. Teori, ülke dışına giden fi rmaların dokunulmaz
ve teknoloji, marka adı gibi transfer edilebilen belirli avantajları üzerine
odaklanmakta ve Hymer teorisi ile içselleştirme yaklaşımlarına dayanmaktadır.
Yabancı bir ülkede faaliyet gösteren işletmeler, yerel rakipleri karşısında yerel
pazar koşullarını az bilme, yasal, kurumsal, kültürel, dil farklılıkları, uzak bir ülkede
faaliyet gösterme ve iletişim maliyetleri ile karşı karşıyadırlar. Sonuçta yabancı
bir işletme, diğer bir ülkede başarılı olacak ise bazı özel avantajlara sahip
olmalıdır ve yüksek kazançlar elde etmelidir. Teori; işletmelerin mülkiyet, yer ve
içselleştirme avantajlarının bileşimiyle ülke dışında üretim tesisi kurma kararını
açıklamaktadır. Bu üç avantaja OLI avantajları adı verilmektedir.İşletmelerin mülkiyet avantajı: İşletmelerin mülkiyet ya da sahiplik avantajı, yabancı
ülkelerde diğer yerel işletmelerle rekabet edebilmek için sahip olduğu maddi
ve maddi olmayan avantajlarıdır. Bunlar; doğal kaynaklar, ürün yenilikleri, patent
hakları, ticari marka adı, teknoloji, organizasyon ve pazarlama, dağıtım sistemi,
tecrübeli satış gücü, reklam yetenekleri, pazarlama araştırması, iş organizasyonu,
fi nansman, benzersiz kaynaklardan doğan monopol avantajıdır.
Yer avantajı: Yatırımın hangi ülkede yapılacağını belirleyen avantajlardır. Yatırımın
yapılacağı ülkedeki üretim şeklinin üstünlüğü, ev sahibi ülkenin bir bölgesel
entegrasyona üye olması, pazar büyüklüğü, yatırım teşviki, girdi fi yatları, ucuz
işgücü, taşıma, iletişim maliyetleri, altyapı, müşteriye yakınlık, vergi, ticaret uygulamaları
gibi etkenlerden doğan bölgesel avantajlardır. Yabancı ülkedeki yer, işletmenin
kendi ülkesindeki yerden daha avantajlı olmak veya daha fazla çekici olmak
durumundadır.44 Örneğin Caterpillar, düşük gücü maliyetleri ve Amerika’daki
fabrikalardan ihraç edilen mallarda yüksek tarifelerden kaçmak için buldozerleri
Brezilya’da üretmektedir. Ülkenin belirli avantajları ekonomik, politik ve sosyal
(kültürel) olmak üzere üç sınıfta toplanabilir.
1) Ekonomik avantajları: Üretim faktörlerinin miktarı ve niteliği, taşımacılık,
iletişim maliyetleri ve pazar büyüklüğünden oluşmaktadır.
2) Politik avantajlar: Doğrudan yabancı yatırımları, işletmeler arası ticareti ve
uluslararası üretimi etkileyen belirli hükümet politikalarını kapsamaktadır.
3) Kültürel veya sosyal avantajlar: Yatırımcı ve ev sahibi ülke arasındaki dil,
kültür, yabancılara davranış şekli gibi ilişkileri kapsamaktadır.
İçselleştirme: İşletmeler yeni faaliyetlerini dikey bütünleşmeyle bir araya getirirler.
İşletmelerin ar-ge, teknoloji sonucu oluşan bilgi, marka gibi maddi olmayan kaynaklarını
lisans anlaşması, ortak girişim gibi yollarla başka işletmelere vermek
yerine kendilerine bağlı şube kurarak kendi organizasyonları içinde içselleştirerek
kullanmalarıdır. Bunun nedenleri; uyuşmazlık olduğunda lisans alanın taklit
etmesini önlemek, araştırma ve görüşme maliyetlerinden, belirsizlikten, kaliteyi
korumaya çalışmaktan kaçınmaktır (Tablo 3).45
Şartlar sürekli değiştiğinden bir bölge için önemli olan faktörler zaman içinde değişebilir.
Örneğin, ucuz işgücü önemli bir bölgesel avantaj iken günümüzde teknolojik
yeniliklerle birlikte nitelikli işgücü önem kazanmıştır. Uzak olduğu için tercih
edilmeyen birçok bölge, iletişim teknolojisinin gelişmesi ile birlikte günümüzde
tercih edilir duruma gelmiştir.Kaynak Temelli Yaklaşım (Resource-Based Theory)
Kaynak temelli yaklaşım, 1930’larda ortaya çıkmıştır ancak, yakın zamanda
önem kazanmıştır. İşletmelerin başarı ve başarısızlıklarının nedenleri, belirli kaynakların
farklı yapısı, benzersizliği üzerinde durularak açıklanmaya çalışılmıştır.
İşletmelerin maddi ve maddi olmayan kaynakları vardır. Maddi kaynaklara örnek
olarak arazi, makinalar, üretim faaliyetleri; maddi olmayan kaynaklara ise örnek
olarak teknolojik know-how, yönetim bilgisi, fi nansal bilgi, organizasyonun iş yöntemleri,
marka adı verilebilir.
Artan rekabet çevresi içinde işletmenin başarısı için gereken, rekabetçi üstünlüğü
nasıl sürdürebileceğini tanımlayabilmesidir. Porter’a göre (1999) rekabet üstünlüğü,
sanayide yapılan yatırımlarda tutarlı bir şekilde ortalamanın üstünde kazanç
elde edebilme yeteneğidir. Barney’e göre bir işletme mevcut ya da potansiyel
rakiplerinin benzer olarak uygulamadıkları değer yaratan bir stratejiyi uygularsarekabetçi üstünlüğe sahiptir. Benzersiz kaynaklar ve yapabilirliklere, literatürde
“esas yetenekler”, “görünmeyen aktifl er”, “şirket kültürü”, “esas yapabilirlikler” gibi
çeşitli isimler verilmektedir. Kaynaklar; değerli, nadir, taklit edilemeyen ve ikame
edilemeyen özelliklere sahiptir.46 Değerli olması işletmenin fırsatlardan yararlanabilmesi
ve çevresindeki olumsuzlukları etkisiz kılmasına, işletmenin etkinlik ve etkililiğini
artırabileceği stratejiyi uygulamasına imkan vermesidir. Nadir olması ise
diğer işletmeler tarafından kullanılmaması anlamına gelmektedir. Barney (1991)
kaynakları fi nansal kaynaklar, fi ziksel kaynaklar, insan kaynakları ve organizasyon
kaynakları olmak üzere dört kategoride sınıfl andırmaktadır. Finansal kaynaklar;
yabancı sermaye ve öz sermaye ile dağıtılmayan karları, fi ziksel kaynaklar;
işletme tarafından kullanılan teknoloji, fabrikalar, teçhizat, hammaddeyi, insan
kaynakları; tecrübe, bilgi, risk alma eğilimi, bilgelik, zeka gibi özellikleri içerir. İşletme
kaynakları maddi (fi ziksel, fi nansal) ve maddi olmayan kaynaklar (teknoloji,
ün, kültür) ve beşeri kaynaklar (özel yetenekler ve bilgi, iletişim yetenekleri, motivasyon)
şeklinde de sınıfl andırılabilir.47 Teori, işletmelerin benzersiz, değerli ve
taklit edilemeyen kaynaklarının (yenilik kapasitesi, ar-ge yeteneği, patentler gibi)
uluslararası pazarlara büyük karlılıklarla transferi ile ilgilidir. Bu benzersiz kaynaklar,
kolaylıkla kopya edilemez ve yalnızca ülke dışında bağlı şubelere transfer
edilebilir.48 Bu teoriye göre işletmelerin çok uluslu hale gelmesi için aynı zamanda
aşağıdaki koşullar uygulanmaktadır;
1) İşletmelerin benzersiz ve değerli üretim kaynaklarında kapasite fazlasının olması,
2) Bu kaynaklar için piyasanın aksak rekabet piyasası olması,
3) Hükümet kısıtlamaları, düşük faktör maliyetleri, taşıma maliyetleri ve ürünlerin
kolay bozulabilirliğinden dolayı ana ülkeden dışarıya ihracatın doğrudan
yatırıma göre daha az verimli olması,
4) Benzersiz ve değerli kaynaklara sahip olmanın ev sahibi (yatırım yapılan)
ülkede fi rmaya belirli bir üstünlük vermesi,
5) İşletmelerin yönetsel hizmetlerinde kapasite fazlasının olması ve böylece
yabancı kuruluşunu yönetebilmesi,
6) Yabancı ülkeden elde edilecek kazançların, iç pazardan elde edilebilecek
kazançlardan daha fazla olması,
7) Fazladan bir şubeyi yönetmenin bürokratik maliyetlerinin potansiyel kazançlara
engel olmamaması gereklidir.Yabancı Pazara Giriş Stratejisi Tercihinde Eklektik Teori
Hill, Hwang ve Kim (1990) literatürde varolan teorilerin üzerine, bu teoriyi geliştirmişlerdir.
Araştırmacılara göre, yabancı pazarlara girebilmek için üç özellik önemlidir.
Bunlar; işletmenin kontrol seviyesi, kaynak taahhüdü ve risk yayma isteğidir.
Kontrol seviyesi, faaliyetler ve stratejik kararlar üzerindeki özerklik miktarıyla ilgidir.
Belirli giriş stratejileri, ana işletmeye daha fazla kontrol imkanı vermektedir.
Örneğin, işletme yan kuruluş açtığında, lisans anlaşması ve ortak girişime göre
kararlar üzerinde daha fazla kontrole sahiptir. Hill, Hwang ve Kim’e göre giriş
stratejisi kararını etkileyen değişkenler: stratejik, çevreyle ilgili ve işlemle ilgili belirli
değişkenlerdir. Stratejik değişkenler; strateji türü ve küresel sanayi içinde yoğunlaşma
isteği giriş stratejisi kararını etkilemektedir, Çevreyle ilgili değişkenler;
ana ülke riski, hedef ülkenin ana ülkeye benzer olması, talep koşulları ve yerel
rekabetdir. Bu değişkenler işletmenin kaynak taahhüdü ile yakından ilişkilidir. İşlemle
ilgili belirli değişkenler ise işletmenin sahip olduğu know-how’un değeri,
risk yayma ve kontrol seviyesine verilen önem derecesi uluslararası pazara giriş
stratejisini etkilemektedir. Çok uluslu girişimciler için optimal karar, tüm faktörleri
göz önünde bulundurarak uzun dönemde işletmenin değerini maksimum
yapacak giriş stratejisini seçmektir. Küresel stratejinin izlendiği, küresel stratejik
koordinasyonun gerektiği, çok uluslu girişimcilerin özel know-how’a sahip oldukları
durumlarda yan kuruluş açma stratejisi tercih edilmektedir. Hedef ülkede risk
yüksekse, hedef ülke ana ülkeden uzaksa, talep belirsizse ve rekabet istikrarsız
ise ortak girişim giriş stratejisi tercih edilmektedir.
Ürün Yaşam Eğrisi Teorisi (Vernon 1966)
Yeni bir ürünün önce gelişmiş ülkede piyasaya çıkacağı, sonra ihraç edileceği,
olgunlaştığı zaman başka bir ülkede üretileceği, en son aşamada ise, üretimin az
gelişmiş ülkeye kayacağı ve ilk üreten ülkenin ithalatçı konuma geleceği üzerinde
durulmaktadır. Vernon’un 1966 yılında yazdığı “International Investment and International
Trade in the Product Cycle” makalesi ile önem kazanmıştır. Vernon’a
göre uluslararası ürün yaşamı yeni ürün, olgun ürün ve standardize ürün olmak
üzere üç aşamayı içermektedir.
Yeni Ürün Aşaması: Ürün başlangıçta araştırma ve geliştirmenin yapıldığı Japonya,
Almanya, Amerika gibi gelişmiş bir ülkede üretilmektedir. İleri teknolojinin, kişi
başı gelirin, alım gücünün yüksek olduğu pazarlarda yer alan monopol güce sahip
öncü işletme, yüksek gelir grubundaki tüketicilere yönelik olarak yerel pazar için
ürün üretmektedir. Pazarlama yöneticileri, yeni ürünün müşterilerin beklentilerini
karşılayıp karşılamadığını takip etmektedir. Pazardan hızla geribildirim sağlanması
önemlidir. Kullandığı teknolojinin diğer işletmeler tarafından bilinmemesi ve
yeni ürüne karşı yüksek gelir gruplarında talebin fi yat esnekliğinin az olmasından dolayı işletme monopol güce sahiptir. İşletmenin üretim maliyeti yüksektir. Pazar
büyüklüğü belirsiz olduğundan, işletmede genellikle üretim kapasitesine yapılan
yatırım minimize edilmeye çalışılmaktadır. Bütün yeni teknoloji sonucu ortaya çıkan
yeni ürünler, rekabet, talep, bilim adamları, mühendisler, yüksek gelir grupları
gibi faktörler nedeniyle öncelikle sanayileşmiş ülkelerde üretilmektedir. Kısaca
başlangıçta üretim yenilikçi olan bir ülkede, ana ülke pazarı için yapılmaktadır.
Ürünler ülke içinde satılmaya çalışılır ve ihracat satışları sınırlıdır. Kişisel bilgisayar,
fotokopi makinası örnek verilebilir. Apple bilgisayar 1976 yılında bir garajda
kurulmuştur, ilk büyük siparişler kişisel bilgisayarlar içindir. Apple gerekli araştırmaları
yapmış, Hewlett Packard, Intel gibi önemli elektronik fi rmaları ve Silikon
vadisindeki elektrik mühendisleri tasarımcıları ile çalışmış ve sonuçta satışları
hızla artmıştır.49 Bir Amerikan işletmesi ya da Fransız işletmesi öncelikle kendi
ülke pazarlarındaki istek ve ihtiyaçları dikkate almaktadır. Ürün yaşam eğrisi teorisinde
doğrudan yabancı sermaye yatırımı bir ürünün yaşam eğrisinde aşamalı
olarak izleyen basamaklar olarak ele alınmıştır.
Olgunlaşmış ürün aşaması: İkinci aşamada ürün tanınır hale geldiğinden talep artmaktadır.
Teknoloji geliştiğinden üretim maliyetleri düşmektedir. Ürüne talep arttığı
ve rekabet yoğunlaştığı için gelişmekte olan ülkede üretim tesisi kurulur. Ürünü ilk
üreten, çok uluslu işletme haline gelir. Yenilikçi işletme kapasitesini büyütmek için
yeni fabrikalar kurarak ülke içi ve ülke dışındaki talebi karşılar. Teknolojinin diğer
yerel üreticiler tarafından öğrenilmesi ile diğer işletmeler de benzer ürünler üretmeye
başlar, öncü işletme monopol gücünü kaybetmeye başlar ve rekabet artmaktadır.
Ürünü ilk üreten işletme, önce gelişmiş sonra gelişmekte olan ülkelere ihracat
yapar. İşletme gerekli değişiklikler ve düzeltmeleri yaptıktan sonra ürünleri, ana
ülkeye benzer talep yapısı, gelir seviyesi, tercihi olan pazarlara ihraç eder.50 Apple
ikinci olarak 1977’de montaj versiyonunu tanıtmış, California ve Texas’da üretim
yapılarak Amerika ve Hollanda’daki depolara dağıtım yapılmıştır.
Standardize Ürün Aşaması: Ürün için pazar istikrarlı hale gelmiştir. Üçüncü ve
son aşamada üretim süreci standart hale gelmekte ve düşük maliyetli az gelişmiş
ülkelere üretim kaydırılmaktadır. Sonuçta ürün, yenilikçi işletmenin ülkesine ithal
edilmeye başlanmaktadır. Amerika’da milyonlarca kişisel bilgisayar yabancı işletmeler
tarafından sözleşmeli üretim ile üretilmektedir. Teori, teknolojiye dayalı, gelişmiş
ülkeler arasındaki doğrudan yabancı yatırımları açıklamakta yetersiz kalmakta,
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki DYSY’nı açıklamaktadır.
1. İhracat Stratejileri İhracat Stratejisi, Aktif Pasif Ihracatçı Nedir? o o İhracat Başlama Nedenleri, Ihracatta Yapılan Hatalar İhracat Faaliyeti Aşamaları o İhracat Biçimleri Ve Aracıları 1. Doğrudan İhracat 2. Dolaylı İhracat
İhracat, ülke içinde üretilen
mal ve hizmetlerin diğer bir ülkeye pazarlanması ya da doğrudan satılmasıdır.
İhracat pazarlaması, uluslarasılaşma sürecindeki ilk aşamadır. İhracat geliştirme
ya da uluslararasılaşma sürecindeki aşamaları açıklayan modeller şunlardır:
Bilkey ve Tesar’a göre (1977) yönetim, başlangıçta ihracat ile ilgili değildir. Sonra
siparişleri karşilamak için aktif ihracatın yapılabilirliğini araştırır. Psikolojik bakımdan
yakın ülkelere ihracat yapmayı dener. Daha sonra da uzak ülkelere ihracat
yapmayı araştırır.
Cavuşgil’e (1980) göre; fi rma hakim olduğu pazarda faaliyette bulunur. Yine yakın
ülkelerle ilişki kurar. Aktif ihracat yapar.
Czinkota’ya (1982) göre fi rma başlangıçta ihracat ile ilgili değildir. Daha sonra
kısmen ilgilenmeye başlar ve araştırmalar yapar. İhracat denemelerinde bulunur
ve küçük çapta ihracatı dener ve daha sonra da tecrübeli ve büyük bir
ihracatçı olur.İHRACATA BAŞLAMA NEDENLERİ
İşletmeler neden ihracat yapmaya başlar? Aslında bunu tahmin etmek çok da
zor değildir. İhracata başlamaya etki eden bir takım faktörler vardır ya da işletme
kaynaklarını zaman içinde geliştirmek istemektedir. İşletme sahiplerini ihracat
yapmaya motive eden faktörler içsel ya da dışsal nedenlerden kaynaklanabilir.
İçsel nedenler işletmeden, dışsal nedenler ise ana ülke ya da hedef pazardaki
çevresel faktörlerden kaynaklanmaktadır. İşletme, iç ya da dış çevreden kaynaklanan
baskılara cevap verirse reaktif (iten faktörler) davranış, pasif hareket ederek
rekabet gücü ya da pazar imkânlarından dolayı ihracata yönelirse proaktif
(çeken faktörler) davranış gösterir.
Küçük işletmelerde ihracat kararını tek kişi vermektedir. O da işletmenin sahibidir.
Büyük işletmelerde ise karar verme ünitesi tarafından karar verilmektedir,
karar verme sürecine çok sayıda karar verici katılmaktadır. Karar vericilerin özellikleri,
yöneticilerin ülke dışında doğmuş olmaları ya da yabancı ülkelere sık sık
seyahat yapan kişiler olup açık fi kirli olmaları, ticari birliklere üye olunması gibi
faktörler ihracat kararını etkilemektedir. İşletmeler büyümek, benzersiz ürünün,
iyi teknik servisin olması gibi pazarlama altyapısının olması, ürün reklâm, dağıtım
ve diğer alanlarda ölçek ekonomilerine sahip olması, çeşitli pazarlara girerek
riski azaltmak, tekstil, spor teçhizatı gibi sanayilerde mevsimsel ürün satışlarını yaymak, kullanılmayan kapasiteden yararlanmak, fuarlara katılmayı destekleyen,
kredi garantisi veren, sponsor olan kısaca ihracatı teşvik eden kurumların olması
nedenleriyle de ihracata yönelebilir. Bazı işletmeler için ülke içindeki pazar potansiyelinin
küçük olması (özellikle endüstriyel ürünler için) işletmeleri ihracata
yöneltmektedir. Bazen de ülke içindeki pazar potansiyeli çok büyük olsa bile işletme
ihracata yönelebilmektedir. Örneğin Kanada’lı işletmeler, Batı Kanada yerine
A.B.D. pazarına girmeyi ya da Avustralya’lı işletmeler, Japonya’ya ihracatı ekonomik
nedenlerle daha uygun bulmaktadırlar. Ana ülke pazarının doymuş olması
ve işletmenin bu nedenle karlarının azalmaya başlaması, yeni pazar fırsatlarının
bulunması diğer nedenlerdir. (Şekil 8)2
İhracat yapma kararı zaman almaktadır. Önemli organizasyon değişiklikleri, kültürler
arası yeteneklerin geliştirilmesini gerektirir. Bununla birlikte birçok işletme
ihracata planlayarak değil kaza ile başlamıştır. İyi bir ihracat stratejisi geliştirmek,
aşağıda açıklanacak olan hataları yapmamak için önemlidir. İşletmeler öncelikle
satış gelirlerini artırmak için ihracat yaparlar. Hizmet işletmeleri kadar üretim
işletmeleri için de temel neden budur. Muhasebeciler, reklâmcılar, avukatlar ve
danışmanlar ülke dışında yaşayan müşterilerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde
hizmetlerini ihraç ederler. Bazı işletmeler de ülke dışında riski yüksek olduğundan
dolayı yabancı yatırım yapma yerine ihracat yapmayı tercih etmektedir. Diğer
nedenler ise şöyle sıralanabilir:
1) Büyüme ve kâr
2) Ülke dışından talebin olması
3) Ülke dışındaki pazar fırsatlarından haberdar olma
4) İç pazarda sınırlı satış potansiyeli, rekabet olması
5) İşletmede atıl kapasitenin olması
6) Ürünün özellikleri
7) Risk azaltma
8) Vergi indirimi, kredi kolaylıkları gibi teşvikler
Reaktif pazar seçiminde ihracatçı, pazarı seçmede pasif hareket eder. Seçim süreci
çok informeldir ve sistematik değildir. Yabancı müşterilerden, temsilcilerden
istek olmakta ve beklenmeyen siparişler alınmaktadır. Amerika’da ihracatçıların
% 56.4’ü ihracata pasif ihracatçı olarak başladıklarını belirtmiştir. Danimarka da
uygulamalı çalışmalar ihracatçıların %42’sinin ihracata beklenmeyen, ani siparişlerle
başladıklarını göstermiştir. Pasif pazar seçimi, genellikle tecrübesi olmayan
küçük ve orta büyüklükteki işletmeler tarafından yapılmaktadır. Proaktif pazar
seçimi ise tersine pazar odaklı bir yaklaşımdır. İhracatçı yabancı pazarların
seçiminde aktiftir ve pazarlarda tüketici bölümlendirmesine gider. Sistematik ve
formal olarak yapılır. Sistematik olarak pazar araştırması ve daha sonra ülke dışı
ziyaretleri yapılır.3
Pazar seçiminde politik, sosyal, ekonomik ya da kültürel olarak ülke pazarlarına
benzer pazarlar tercih edilir. Böylece ihracatçı bir pazardan diğerine minimum
ürün uyumu gerektirecek şekilde yayılmış olur. İlk zamanlar yakındaki komşu
ülke pazarları optimal yayılma alanları olarak görülür ve pazarlama programları
bu pazarlar için yapılır. Bu politikaya “kümeleme yöntemi” ya da “yakın komşu
yaklaşımı” adı verilir. Amerika ve Kanada, Danimarka, Norveç, İsveç arasında,
İngiltere ve İrlanda arasında, İspanya ve Portekiz arasında bu yaklaşım kullanılabilir.İhracatın faydalarının, sakıncalarının ve yabancı acenta ve distribütörün nasıl
seçileceğinin bilinmesi, ihracat prosedürlerinin öğrenilmesi, ödemelerin düzenlenmesi
konuları yabancı pazarlara ihracat stratejisiyle girmek isteyen girişimciler
için çok önemlidir. Uluslararası pazara ilk kez açılan bir işletme, yabancı pazarlarda
rekabet edebilmek için kaygılarını yenmelidir. Uluslararası işletmeler, uluslararası
pazarlama faaliyetlerinde tam kontrol sağlamaktan çok, uluslararası pazar ve
politika riskini azaltmayı isterler. Bu nedenle ihracat, genellikle üreticiler için en iyi
giriş stratejisi olarak görülmektedir.4 Yabancı pazarlara girme stratejilerinden en
az riskli olanı ihracattır.5 İhracat yapmak isteyen işletmeler yabancı ülkedeki tarifeler,
döviz kurları, ticari kısıtlamalar, kültürel farklılıklar, belirsizlikler, hammadde
kaynakları gibi faktörleri; sanayi ile ilgili ürün yaşam eğrisinde ürünün nerde yer
aldığı, üretim yapısı faktörlerini, kendisi ile ilgili ise knowledge gibi dokunulmaz
kaynaklarını, büyüklüğünü, talebi karşılayıp karşılayamayacağını, tedarikçilerini
göz önünde bulundurmalıdır. İhracat rekabeti üstünlüğünün anlamı, fi yat rekabeti
(düşük birim maliyet, düşük satış fi yatı), üstün ürün kalitesi (daha iyi tasarım,
daha iyi ambalaj) ya da hizmetler (satış sonrası hizmetler, daha hızlı teslimat)
olarak belirtilebilir.DOLAYLI İHRACAT
Ülke içinde bulunan bir aracı vasıtasıyla ürünlerin yabancı bir ülkeye gönderilmesine
dolaylı ihracat denilmektedir. Genellikle yeterli fi nans kaynağı olmayan ya da yabancı
ülke pazarlarına açılmayı, risk üstlenmeyi istemeyen işletme yöneticileri tarafından
kullanılmaktadır. İşletme, ürünleri ülke içindeki bir müşteriye satarmış gibi yerel aracıya
satar ve bu aracı da ürünleri ülke dışına gönderir. Dolaylı ihracatta işletme yabancı
pazarlar hakkında bilgi ve tecrübe sahibi olan ana ülkedeki komisyoncu, yerli tüccar6,
yabancı tüccar ve temsilciler, ihracatçı birliği, ihracat yönetim şirketleri (Export Management
Companies), dış ticaret şirketleri (Export Trading Companies) kullanılabilir.
Örneğin Amerikan işletmesi olan Hewlett Packard mikroçipleri diğer bir Amerikan işletmesi
olan Intel’den bilgisayar üretmek için satın alır ve sonra ürettiği bilgisayarları
Avrupa’ya ihraç eder. Intel’in çipleri dolaylı ihraç edilmiş olur.
Komisyoncular ve Yerli Tüccarlar: Komisyoncular yabancı müşteriyi temsil
ederler, alıcı ve satıcıyı hiç karşılaştırmadan tüm faaliyetleri yürütürler ve belirli
bir komisyon karşılığı çalışırlar. Yerli tüccarlar ise ihracat yapan ülkenin vatandaşı
olan, kendi hesaplarına bağımsız olarak çalışan kişi veya kuruluşlardır. Yerli tüccar
kullanıldığında ihracatçı fi rma uluslararası pazarla bir bağlantı kurmaz, mallar
ülke içindeki bir müşteriye satılmış gibi olur.
İhracatçı Birliği: Farklı sektörlerde çalışan üretici işletmelerin gönüllü olarak üye
oldukları kurumlardır.İşletmenin tek başına yapamayacağı faaliyetleri gerçekleştirir.
Ölçek ekonomilerinden yararlanarak büyük miktarlarda girdiyi düşük maliyetlerle
elde edebilirler.7
Yabancı Tüccar ve Temsilciler: Yabancı işletmeler için büyük miktarlarda alım
yapan, üretici işletmenin ülkesindeki tüccar ve temsilcilerdir.
Dış Ticaret Şirketleri (Export Trading Companies): İhracat şirketleri olarak da
bilinen bu şirketler ihracatçı işletmenin mallarını yabancı ülkelerde pazarlayan
bağımsız kuruluşlardır. Geniş bir mamul portföyleri vardır. Yükleme, depolama,
fi nans, sigorta, danışmalık, teknoloji transferi konularında uzmandırlar.
İhracat Yönetim Şirketleri (Export Management Companies): İhracatçı işletmenin
ülkesinde faaliyet gösteren, birbirine rakip olmayan belirli sayıda işletmenin
mallarını pazarlayan, ihracatçıyı temsil eden, müşterilerle görüşmeleri işletme
adına yapan, siparişler için onay alan aracılardır. Farklı işletmeler ile çalıştıklarından
maliyeti düşüktür. İhracatçının malını satın alır ve ülke dışında kendi hesaplarına satarlar. Üretici işletmelerin ihracat bölümü gibi çalışırlar. Özellikle küçük
işletmeler, ihracat bölümü kurmadan ihracat yönetim şirketlerini kullanabilirler.
İhracat yapmak isteyen işletme bir ya da daha fazla aracı kullanarak mal ve hizmetlerinin
pazarlamasını ve dağıtımını yapabilir. Aracılar taşımacılık, belgeleme
gibi sınırlı hizmetler sunabilir ya da mal ve hizmetlerin sahipliğini üzerlerine alarak
daha fazla sorumluluk üstlenebilirler. İşletmenin doğrudan ya da dolaylı ihracata
karar verirken elinde bulunan kaynakları, ürünleri, pazarlama planı, pazarın yapısı,
rekabet, kanal sistemleri, hükümet düzenlemeleri önemlidir. İşletmeler hangi
aracıyı kullanacaklarına karar verirken kontrol, kaynaklar, risk, esneklik gibi faktörleri
gözönünde bulundurmaktadır. Aracının büyüklüğü, yeteneği, satış kayıtları,
mevcut ürün karması, tesisleri, teçhizatı, pazarlama politikaları, müşteri profi li,
tutundurma stratejileri dikkate alınmalıdır.Dolaylı İhracatın Dezavantajları
1) Aracıların nihai fi yat üzerindeki kontrol güçleri olduğundan kazanç kaybı
olabilir.
2) Üretici aracıya bağlı kaldığından tüketici davranışları, rakipleri hakkında
bilgi edinemez.
3) Dolaylı ihracat, yabancı pazarlara ilk kez giren bir işletme için iyi bir yol
olmakla birlikte kalifi kasyonu yüksek acentaların olmaması nedeniyle çok
tercih edilmeyebilir. Yanlış pazarlama yapılması işletmenin markasına zarar
verebilir.
DOĞRUDAN İHRACAT
İhracat miktarı arttıkça işletme doğrudan ihracata yönelebilir. Doğrudan ihracat,
mal ve hizmetlerin ihracatçının ana ülkesi dışındaki bir ülkede tüketiciye, distribütöre
ya da nihai kullanıcıya kısaca üçüncü bir tarafa doğrudan satılmasıdır.Doğrudan ihracatta, işletme ana ülkedeki aracılardan yararlanmaz. Yabancı
ülke pazarında yerleşmiş olan, üreticiyi temsil eden acenta ve distribütörler kullanılır
ya da işletme kendi satış şubesini açar.8 Böylece dolaylı ihracatta kısıtlı
katılım söz konusu iken, doğrudan ihracatta daha iyi bağlantılar kurulur ve satış
çabası gösterilir. Doğrudan ihracatta üretici işletmenin bilgi gereksinmesi dolaylı
ihracata göre daha fazladır ve nakliye, uluslararası ödeme yöntemleri hakkında
bilgi sahibi olunması gerekmektedir. Doğrudan ihracatta kullanılan aracılar;
acenta (satış temsilcisi), distribütör, yurt dışı satış büroları, gezici satışçılar,
katalog, telepazarlama, e-ticarettir. Daha az kullanılan bir kanal olarak üretici,
doğrudan nihai tüketici ile bağlantı kurar. Doğrudan ihracat, üreticinin prosedürler
ve ihracat nakliyesi belgelerini ögrenmesini gerektirir. Üreticiler distribütörler
ile satış haklarının, rekabet koşullarının ve sürenin yer aldığı işbirliğine dayanan,
yazılı bir sözleşme yaparlar. İhracat yoğunluğu, ihracat satışlarının toplam
satışlar içindeki payıdır.9
Acentalar: Acenta üreticiyi temsil eder. Risk ve sorumluluk almadan komisyon
karşılığında ürünleri yabancı pazarda satar. Acenta ihracatçı işletmeye müşteri
temin eder ve müşteri ile işletmeyi karşılaştırır. İşletmenin adını almadan, ürünlerini
toptancı, perakendeci gibi diğer aracılara ya da nihai alıcılara satar, bazı
teknik servisler sağlar.
Distribütörler: Yabancı distribütör ise tüccar aracı olup, kendi adı altında ürünlerini
kendi ülkesinde aracıya ya da nihai tüketiciye satar. Belirli bir kâr marjı karşılığında
çalışır. Acentadan farklı olarak stok tutar, promosyon, fi ziksel dağıtım,
ürün bakım onarımı sağlar. Tablo 23’de distribütörü seçerken dikkat edilmesi
gereken kriterler verilmiştir. Distribütörle yapılan sözleşmede tarafl arın kimlikleri,
sözleşmenin feshi koşulları, ürün bilgileri, bölgesi, tek satış hakkı süresi,
satış ve teknik destek, vergi sorumluluğu, ürün dağıtımı, fi yatlar, reklâm, stok,
ödeme koşulları, satış sonrası hizmetler gibi bilgiler yer alır. Distribütör üzerinde
kontrol sağlanamaması işletme için problem yaratabilir. Johnie Walker şirketi,
Japonya‘da ürünlerinin dağıtımı için yıllarca distribütörleri kullanmış ama daha
sonra iki ana distribütörünü satın alarak markası üzerinde kontrol sağlamıştır.
Nissan Japon otomobil imalatçısı, İngiltere’de otomobillerin tek satış hakkında
yılarca distribütör olarak Nissan UK’ı kullanırken, 1992 yılında kendi şubesini
açmıştır.Yurt Dışı Satış Büroları: Ülke dışındaki pazarlarda depolama, satış, dağıtım ve
tutundurma faaliyetlerini yürütürler. Yabancı ülkeyi yakından tanıma imkanlarına
sahip olduklarından elde ettikleri bilgileri ana işletme ile paylaşırlar.
Gezici Satışçılar: Gezici satışçılar işletmenin malını ülke dışında pazarlamaya,
mal hakkında bilgi vermeye çalışan, işletmeyi dışarıda tanıtan ve hedef pazar
hakkında bilgi toplayan işletme görevlileridir. İhracat yapan işletmenin mallarıyla
ilgili bilgileri belirli bir ücret karşılığında uluslararası pazarlarda müşterilere aktarırlar.
Maliyeti yüksektir.11
Kataloglar ve Telepazarlama: Bazı işletmeler ürünlerini endüstriyel katologlar,
perakende satış katalogları, ticari eşya katologlarıyla ve ücretsiz telefon hatlarını
kullanarak satmaktadır. Televizyon reklâmlarıyla müşterilerin dikkati çekilmekte,
ücretsiz telefon hatları doğrudan sipariş verme imkânı sunmaktadır.
TV Kanalları: Turizm, tatil pazarlama, ev aletlerini pazarlamada TV kanallarının
kullanılması gittikçe artmaktadır.Elektronik Ticaret: Elektronik ticaret kısaca “Bilişim ağları (Internet gibi) üzerinden
yapılan tüm bilgi, hizmet, para vs. gibi ekonomik değerlerin değişimi
süreci”’dir. Araçları; telefon, fax, televizyon, elektronik ödeme ve para transferleri,
elektronik veri değişimi, internet olarak sıralanabilir12.
İnternet, işletmelerin ürünlerini nihai kullanıcıya ihraç etmelerinde önemli bir araçtır. İnternetin
ihracat yapmak isteyen işletmeler için faydalarını şu şekilde sıralayabiliriz13:
1) Uluslararası bilgi kaynaklarına ulaşmayı sağlayarak psikolojik engelleri ortadan
kaldırmaktadır.
2) Elektronik para transferleri, ödemeler sayesinde faaliyet işlemlerini basitleştirir.
3) İnternete bağlı herkes evrensel bir iletişim ağında, anında ve neredeyse
sıfır maliyetle iletişim kurabilmektedir.14 Yirmidört saat, yedi gün erişim ve
hizmet sunulmaktadır. Düşük maliyetle pazar araştırması yapmayı, uluslararası
bilgi elde etmeyi sağlayarak organizasyon engellerini ortadan kaldırır.
Müşteriler istedikleri ürün ya da işletme bilgilerine ulaşabilmektedir.
4) Müşterilerle, tedarikçilerle ve distribütörlerle fi ziksel olarak aynı yerde bulunmak
gerekmeden, doğrudan bağlantı kurmayı sağlar. Geleneksel aracılara
bağımlılığı azaltmıştır. İnternet, bireysel müşterilerin ihtiyaçlarına
cevap verecek, kapsamlı aramalarında yardımcı olacak yahoo, google,
amozon gibi yeni bilgi aracılarını ortaya çıkartmıştır.
5) Ülke pazar seçimini, uluslararası müşterilerden geri bildirimi, küresel niş
stratejisine uyum sağlayarak ürün/pazar engellerini ortadan kaldırmaktadır.
İşletme yöneticileri uzak ülkelere gitmeden video konferanslar düzenleyebilmekte,
mail ile sipariş verilip alınabilmektedir.
6) İnternet, bilgisayar, turizm, kitap, dağıtım, fi nansal hizmetler gibi birçok
sektörde ölçek ekonomileri, dağıtım, marka adı gibi pazara giriş engellerini
ortadan kaldırmaktadır.
7) Mevcut ve yeni müşteriler için yeni mal ve hizmetler geliştirilmesini sağlar.İnternette yapılan satışların %80’i endüstriyel alımlardır, yani işletmeler arası
ticarettir (B2B). Tedarikçiler ve alıcılar kapasitelerini web sitelerine bildirmekte
ya da B2B değişimleri yapmak istediklerini duyurmaktadırlar. General Motors,
Wall Mart, General Electric gibi büyük işletmeler internetten alım yapmaktadırlar.
Şirketlerden tüketicilere olan sektör (B2C) kitap satışları, online hisse senedi
satışları gibi perakende satışları kapsamaktadır.16 Dell Bilgisayar Şirketi, 1997
yılında bilgisayarlarını internet üzerinden Malezya, Avustralya, Hong Kong, New
Zealand, Singapur, Taywan ve diğer Asya ülkelerine satmaya başlamıştır17. MasterCard,
Visa gibi kredi kartı ve UPS gibi uluslararası dağıtım şirketleri uluslararası
pazarlarda hizmet vermektedir. Elektronik ticaret özellikle küçük ve orta büyüklükteki
işletmeler (KOBİ) için önemlidir. Elektronik ticerete başlamak kolaydır,
hızlı ve ucuz bilgi dağıtımı olur, yeni ürünler hakkında hızlı geri bildirim sağlanır,
müşteri hizmetleri geliştirilebilir, farklı pazarlara girmek için stratejik bir araçtır, telefon
konuşmasından ucuzdur, tedarikçiler ve müşterilerle elektronik veri değişimi
kurulmasına yardımcı olmaktadır.
ULUSLARARASI PAZARLARI BELİRLEME YAKLAŞIMLARI
Ekonomi ve ticaretteki küreselleşme eğilimleri ve artan rekabet ile birlikte işletmeler
dışa açılma stratejilerine yeniden yön vermeye başlamıştır. Küreselleşme
süreci ile birlikte üretim faaliyetlerinin belirli bir bölgede yoğunlaşmasının etkisi
azalmış, sınır ötesi işbirliği anlaşmaları artmaya başlamıştır. Yabancı yatırımlar
üzerindeki engellerin azalmaya başlamasıyla birlikte, piyasalar birbirine daha
bağımlı hale gelmiştir. İşletmeler stratejilerini gözden geçirmeye ve daha düşük
maliyetlerle daha verimli üretecek yöntemleri aramaya yönelmişlerdir. İşletmeler
uluslararasılaşma sürecine büyük işletmeler olarak başlamazlar. Ama işletmenin
dış pazarlara satılabilecek ürünlere sahip olup olmadığı, dış pazarları araştırma
kararı verilmeden önce düşünülmesi gerekli önemli bir karardır. İşletmelerin
çoğu tanıdık olmayan yabancı ülkelerdeki faaliyetleri, ülke içindekinden daha
riskli görmektedir. Yabancı ülkelerdeki faaliyetler öğrenildikçe ve tecrübe kazanıldıkça,
yabancı pazarlar daha az riskli görüldüklerinden daha fazla taahhütte
bulunulur. Yeni işletmelerin bir çoğu öncelikle ülke içindeki ihtiyaçları karşılamak
için kurulmakta ve sadece ülke içindeki fırsatlar düşünülmektedir. Ülke dışından
beklenmeyen bir anda talep geldiğinde ise ihracat yapıp yapmama kararı ile karşı
karşıya kalınır. Bazı işletmeler mamullerini ülke dışında nasıl tanıtacağını bilememekte
ve bazı işletmeler ise yabancı ülkelere ihracat yapmayı bilmediği için bu
fırsatı kaçırmaktadır. İleri teknoloji, elektronik ticaretin oluşması maliyetleri azaltmakta,
farklı ülkelerden tedarikçi, aracı sağlama, hızlı hareket etme ve pazarlara
girme imkanı vermekte, tüm dünyadaki müşteriye ulaşmak mümkün kılınmaktadır.
Örneğin, Hewlett Packard, kurduğu iletişim ağıyla dünya çapında yayılan şubeleri
arasında işbirliği sağlayarak önemli bir esnekliğe ulaşmıştır. Amazon.com,
milyonlarca CD, kitap, elektronik eşyayı fi ziki olarak bulundurmaksızın siparişleri
karşılamakta, yeni çıkan kitapları web sitesinden tüm dünyaya duyurmaktadır.
Dünyadaki son gelişmeler işletmelerin ticaret engellerinin üstesinden gelmesi için
olanak sağlamaktadır. İşte tüm bu gelişmeler doğrultusunda uluslararasılaşma
45
46 Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
sürecinde belli bir aşama takip etmeyen, ileri teknolojiye sahip olan, kurulduktan
iki veya üç yıl gibi kısa bir süre içinde farklı ülkelerde ürünlerini satarak kâr elde
edebilen doğuştan küresel işletmeler ortaya çıkmıştır.
Bu bölümde işletmelerin uluslararası pazarlara girme kararını nasıl verdikleri, hedef
ülke pazarını nasıl belirledikleri ve dışa açılma stratejileri açıklanarak, stratejilerin
üstün ve zayıf yönleri hakkında bilgi verilmiştir.
İŞLETMELERİN DIŞA AÇILMA STRATEJİLERİ VE PAZARA GİRİŞ
SÜRECİNDE VERİLMESİ GEREKEN KARARLAR
İşletmelerin uluslararası pazarlara girerken vermesi gereken bazı kararlar vardır.
Bunlar;
1) Uluslararası pazarlama çevresinin incelenmesi
2) Uluslararası pazarlara girip girmeme kararı
3) Hangi pazarlara girileceği- hedef ülke pazarını seçme kararı
4) Pazara hangi strateji ile girileceği kararı
5) Pazarlama programı kararı
6) Pazarlama örgütlenme ve kontrol kararıdır.
Uluslararası pazarlara giriş stratejisi kapsamlı bir pazarlama plânı yapmayı ve
hedef pazardaki başarıyı takip etmeyi gerektirir. Giriş stratejisi zamanı birçok işletme
için üç-beş yıl zaman almaktadır. İşletme ürettiği her ürün ve düşündüğü
her yabancı pazar için giriş stratejisini tasarlamalıdır. Benzer ülke pazarlarına
aynı strateji ile girilebilmektedir. Hangi pazarlara girileceği kararından sonra verilmesi
gereken karar, hangi giriş stratejisinin kullanılacağıdır. İşletmeler karar
verirken mülkiyet avantajları, yer avantajları, içselleştirme avantajları ve kontrol,
kaynak uygunluğu, küresel strateji gibi belirli faktörleri göz önünde bulundururlar.
Planda karar verilmesi gereken konular;
- Hedef ürün ve hedef pazarların nereleri olacağı,
- İşletmenin hedef pazardaki amaçlarının belirlenmesi,
- Hedef ülke pazarına hangi strateji ile girileceği kararı,
- Hedef ülke pazarına nüfuz etmek için pazarlama planı ve
- Başarılı olup olunmadığını izlemek için bir kontrol sisteminin kurulmasıdır.
Bu kararların her biri gözden geçirilebilir ve gerekirse değiştirilir. Bir ülkede
başarılı olan giriş stratejisi diğer bir ülkede başarılı olmayabilir. Belirli
bir ürün ve hedef ülke pazarı için giriş stratejisine karar veren yöneticiler,
işletmenin içsel faktörleri kadar, bir takım dışsal faktörleri de göz önünde
bulundurmalıdırlar. Giriş stratejisini etkileyen dışsal faktörler;Hedef ülke pazar faktörleri (satış potansiyeli, pazarın büyüme hızı, rekabet yapısı
ve dağıtım sistemi, dağıtım ağları, iletişim sistemi, altyapısı),
Hedef ülke üretim faktörleri (hammadde kalitesi, miktarı, uygunluğu ve yerel üretimin
girdi maliyetleri, işgücü, enerji gibi üretim unsurları),
Hedef ülkedeki çevresel faktörler (Politik, ekonomik, ve sosyokültürel faktörler,
hükümet düzenlemeleri, yabancı yatırım teşvikleri, risk),
Ana ülke faktörleri (Ana ülkedeki üretim, pazar ve çevresel faktörler)
İşletmenin içsel faktörleri ise; üretim faktörleri (ürün farklılaştırma derecesi, teknolojisi,
uyarlama ihtiyacı), kaynak/taahhüt faktörleridir (yönetim, sermaye, teknoloji,
ve bunları yabancı pazara verme isteği).ULUSLARARASI PAZARLARA GİRİP GİRMEME KARARI
Ülke içinde başarıyla faaliyette bulunan ve satışları artan işletmelerden bazıları
zaman içinde farklı ülke pazarlarına yönelmek isteyebilir. Girişimci olmayan ve
risk almak istemeyen işletmeler için ise ülke içinde faaliyet göstermek yeterlidir.
İşletme sahiplerinin işletmenin uluslararasılaşmasını istemeleri ve buna inanmaları,
yabancı pazarlar konusunda bilgi ve tecrübe sahibi olmaları uluslararasılaşmada
önemli etkenlerdir. Uluslararası pazarlara girip girmeme kararı karmaşık
ve verilmesi zor olan bir karardır. Bazı işletmeler ülke dışından gelen talep, iç
pazarın daralması, kapasite fazlasının olması, ülke dışında fırsatların olması gibi
nedenlerle bu kararı vermektedir. İşletmeler girmek istedikleri pazarı belirleyip
girme kararı aldıktan sonra, pazara hangi strateji ile gireceklerine karar verirler.
Uluslararası pazarlarda yayılmak isteyen bir işletmenin değerlendirilmesi plânlanması
gereken önemli bir adımdır. İşletmenin güçlü, zayıf yönleri, dışsal çevresindeki
fırsatlar ve tehdit eden unsurlar SWOT analizi ile değerlendirilmelidir.
Bu modelde; işletmenin içsel çevresi güçlü ve zayıf yanları ve dışsal çevresinde
uluslararası pazarlara gidildiğinde karşılaşılacak fırsatlar, tehditler dikkate alınarak
incelenmektedir. Değerlendirmede mevcut ve potansiyel rakipler de göz
önünde bulundurulmaktadır.
İşletmenin güçlü ve zayıf yönleri değerlendirilirken; işletmenin amacı, yerel pazardaki
rekabet gücü, belirli bir sürede geliştirmiş olduğu mal ve hizmetlerin kalitesi,
özellikleri, yeni ürün geliştirme yeteneği, üretim kapasitesi, üretim yöntemleri,
teknoloji, tedarik kaynakları, üretim personeli, müşterileri, fi yatlama politikaları,
tutundurma faaliyetleri, satışlar, dağıtım ve lojistik, pazar araştırması, pazarlama
yönetimi, organizasyon kaynakları, yönetimin kalitesi, personelin davranışı, çalışma
sermayesi, kârlılık ve yönetim bilgisi dikkate alınmaktadır. İşletmenin üretiminin esnek olması, yüksek miktarda üretim yapma kapasitesine sahip olması,
maliyetler, nitelikli yerel distribütörlerin olması dış pazarlara girme kararı alınmasını
kolaylaştırmaktadır.
2.Sözleşmeli Giriş Stratejileri Franchising Franchise, Franchisee, Franchisor Kavramları Nedir? Franchising’in Gelişimi, Marka geliştirmenin Önemi, Hangi işletmeler franchise verebilir? o
FRANCHISING
Franchising, tanınmış, kendi alanlarında başarılı olmuş, kaliteli ürün ya da hizmet
üreten işletmelerin ürün ya da hizmetlerinin ülke içinde ya da ülke dışında ana işletmeyle
tutarlı olarak, aynı görünümdeki mağazalarda üretilmesini, dağıtılmasını
ve belirli standartlar içinde kullandırılmasını sağlayan bir pazarlama ve dağıtım
yöntemidir. Başarılı bir işletmenin bağımsız bir işletmeye ya da kişiye başarılı olmasını
sağlayan kendi sistemini kullanma hakkını verdiği bir lisans şeklidir. Franchising,
franchisor ve franchisee denilen hukuken birbirinden bağımsız iki taraf
arasında sözleşme ile yapılmaktadır. Franchisor, tanınmış ürün ya da hizmetin,
işletme sisteminin sahibidir. Franchisee ise franchise verenin ticari markasını,
hizmet markasını, know-how’unu, işletme sistemini, başarılı olmasını sağlayan iş
yöntemlerini kullanma hak ve zorunluluğunu üstlenen bağımsız bir girişimcidir.
Kendi işini kurmak mı? Franchise almak mı? İşte bu iki soruya yanıt vermeden
önce franchising sisteminin tarafl ar açısından avantajlı ve dezavantajlı yönlerinin
bilinmesi gerekmektedir. Öncelikle franchising, franchise almak isteyen için kendi
işini kurmaktan kaynaklanabilecek riskleri azaltmakta, franchise verenin ise
çok kısa sürede, yatırım harcaması yapmadan uluslararası pazarlara girmesine
imkân vermektedir. Giriş stratejisi olarak franchising’in kullanılması hızla artmaktadır.
1967 yılında uluslararası faaliyetlerine başlayan bir işletme bu sistem ile 65
ülkede faaliyet göstermektedir ve 4000’in üzerinde uluslararası satış birimi bulunmaktadır.
Uluslararasılaşma teorileri daha çok işletmelerin ihracat kararlarından,
doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapmalarına kadar olan çeşitli stratejiler üzerine
odaklanmaktadır. Geleneksel olarak işletmeler bu süreçte yabancı pazarlarda
ve kültürel uzaklık olan uzak ülkelerde işlerini yürüterek tecrübe kazandıkça
kaynak taahhütlerini artırmaktadır. Farklı iş uygulamalarını anlamak, işletmelere
güven vermektedir.
Franchising, franchisor’ın bağımsız bir girişimci ya da işletmeci olan franchisee’ye
ürünlerini dağıtması ya da franchisor’ın sistemine göre işi yürütmesi için lisans
verdiği, tarafl ar arasında sürekli bir ilişkinin kurulduğu dikey bütünleşmenin sözleşmeli şeklidir. Franchisor bu dağıtım sistemiyle franchisee’ler üzerinde dikey
kontrol sağlar. Kullandığı dikey kontrol aracı ise tarafl arı bağlayıcılığı olan sözleşmedir.
12 Franchise veren karşı tarafa sadece dokunulmaz varlıklarının kullanım
hakkını vermez. Ayrıca sürekli bir şekilde satış promosyonu, eğitim yardımı sunar.
Ulusal Franchising Derneği (UFRAD)’ın tanımına göre franchising; “Ana fi rmanın
üretim veya hizmet alanında denenmiş ve başarılı olmuş ticari ve hizmet markasını,
ürünlerin dağıtım ya da hizmeti sunma hakkını belirli süre, şart ve sınırlamalarla
yasal ve fi nansal açıdan tamamen bağımsız olan bir diğer tarafa verdiği bir
pazarlama ve dağıtım yöntemidir. Diğer bir anlatımla franchising sistemi mal ya
da hizmetlerin üreticilerden tüketicilere etkin bir şekilde ulaştırılmasını sağlayan
bir dikey pazarlama sistemidir. Franchise veren standart ürün paketini, sistemini,
yönetim ve organizasyona ilişkin bilgi ve desteğini, eğitimi franchise alana sunmakta;
franchise alan ise sermaye, yerel pazar bilgisi ve idari konularda kişisel
katılımını ortaya koymaktadır. Özellikle perakendecilik sektöründe dünyada bu
sistemi uygulayan işletmelerin sayısı hızla artmaktadır. UFRAD’a göre; yapılan
araştırmalarda ABD’de oniki kişiden birisi kendi işini kurmak isterken, bu rakam
Finlandiya’da yüz kişide bir kişi, Almanya’da ise kırkbeşte bir olarak açıklanmaktadır.
Türkiye’de iki kişiden biri kendi işini kurmak istemektedir. Franchising gibi
işbirliği yaparak çalışma modeli çok yaygın değildir. Bu sistem özellikle marka
olmasını başarmış, istikrarlı satışları olan işletmeler için çok uygun olan bir sistemdir.
Ana fi rma, ürün veya hizmetle ilgili bilgi, teknoloji, işletme yönetimi, organizasyon
ve pazarlama konularında franchise alana eğitim ve uzmanlık yardımı
sağlar ve buna karşılık franchise alan, yıllık satışların belirli bir yüzdesini ve diğer
belirli ücretleri ana fi rmaya öder, ana fi rmanın standartlarını aynen koruyarak faaliyetlerini
sürdürür.13 Sistemin başarısı mal veya hizmetin markası ve adının,
kalite standardının her franchise biriminde aynı olmasına bağlıdır. Franchising
çok farklı iş alanlarında bir pazarlama ve dağıtım yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Bunları gıda, tekstil, konfeksiyon, mobilya, mutfak, banyo, bilgisayar, büro
malzemeleri, inşaat malzemesi, spor, eğitim, emlakçılık, temizlik, araba yıkama
ve bakımı, kiralama, otopark hizmetleri, otel ve motel işletmeciliği, baskı, fotokopi,
zayıfl ama, kozmetik, kuru temizleme, otomobil kamyon kiralaması, drugstore,
lokantalar, fast food, çamaşırhane, tamir bakım hizmetleri, alet edavat, eğlence
ve turizm, güvenlik sistemleri, sağlık hizmetleri, bahçıvanlık gibi işler olarak sıralayabiliriz.
Franchising ile ilgili yapılan araştırmalara göre ise uluslararası pazarlara girmek
isteyen işletmeler bu stratejiyi;
1) Sınırlı kaynaklar,
2) Yönetsel verimlilik,3) Risk yönetimi yaklaşımları nedenleriyle kullanmaktadır.
Bu yaklaşımlardan ilkine göre başlangıç ücreti franchise alandan sağlandığından,
franchise veren işletme yatırım harcaması yapmadan farklı ülke pazarına
girebilmektedir. İkinci yaklaşıma göre işletmelerin kendi kuruluşunu açıp yönetici
atamasındansa, franchise vermesi, işletmenin sahibi olduğundan franchise alanı
daha fazla motive etmekte, franchise verilen birimler daha verimli çalışmaktadır.
Teknolojik ilerlemeler uzaktaki franchise alanların kontrolünü, tedarik, fi nansman
gibi konularda bilginin aktarılmasını kolaylaştırmıştır. Üçüncü yaklaşımda ise
franchising sistemi sayesinde coğrafi k uzaklık ve kültürel farklılıklardan dolayı
oluşabilecek riskler azaltılmaktadır. Örneğin hotel endüstrisi yüksek yatırımları
gerektirmektedir. Franchising ise çok sayıda birime sahip olmanın riskini azaltmaktadır.
Bazı hotel işletmeleri bu gibi riskleri azaltmak için yönetim anlaşmalarını
da kullanabilmektedir. Franchise veren, fi ziksel tesislere önemli yatırımlar
yapmamakta sadece yönetim uzmanlığı ve kalite kontrolü sağlamaktadır.14 Franchising
konusunda literatür, coğrafi k uzaklığın olduğu ülke pazarlarına girmek
için franchising’in tercih edildiğini göstermektedir. İşletme kendi birimini açtığında
hükümet, coğrafi k, kültürel, dil farklılıklarından dolayı çalışanları izleme maliyeti
daha yüksek olmaktadır. Çok sayıda hizmet işletmesi yabancı ülke pazarlarına
girerken bu stratejiyi kullanmaktadır.15
Franchise işine sıfırdan başlanıldığı, yeni bir iş fi krini geliştiren girişimcinin bunu
doğrudan franchise vererek yaydığı uygulamada pek görülmektedir. Franchisor
işletme sistemini, franchise ağını oluşturmadan önce bir süre boyunca ve en
azından bir örnek işletmede başarıyla yürütmüş olmalıdır.16 Franchise vermek isteyen
fi rmanın büyüklüğü, ürün çeşidi, hizmeti sunuş şekli, rekabet gücü, fi nansal
gücü, yönetim yeteneği, aracılara sağladığı hizmetler, pazarlama tecrübesi, kısaca
fi rmanın gelişmişlik düzeyi önemliyken, franchise kararının verilmesinde işin
franchise edilebilecek bir iş olup olmadığı, franchisor ve franchisee’nin özellikleri,
işin pilot satış noktalarında test edilmesi önemlidir.
Franchisingde kendi alanında tanınmış ve başarılı olmuş ana işletmenin uluslararası
standartları sürdürülür. Sadece ana işletme kabul ettiği takdirde pazarlama
karması yerel koşullara uyumlaştırılabilir. Franchising’in amacı karşılıklı güven
ve sürekli bir işbirliği ilişkisi içinde her iki tarafın birbirinden yararlanmasını sağlamaktır.
Örneğin, İtalya asıllı Benetton’un farklı ülkelerde franchisee’leri vardır.
Benetton kıyafetleri İtalya da üretirken, franchise alanlar pazar bilgisini ana organizasyona network bilgisayar ağıyla iletirler ve bulundukları pazarda yerel reklâm,
satış promosyonları yaparlar.17 Franchise alan, franchise verenin adı ve markası
altında iş yapar ve belirli politikaları, prosedürleri takip eder. Franchise alan, tanınmış
marka adı, faaliyet yöntemleri, işin öğrenilmesi için verilen eğitim, kısaca
yeni bir işletme birimi açabilmek için franchise verene işin başında başlangıç ücreti
ödemektedir. Ayrıca franchise alan, franchise verenin sürekli verdiği hizmetler,
promosyon, stok kontrolü, malzeme tedariki, yönetsel yardım ve tavsiyeleri
için satışlarının belirli bir yüzdesini royalty olarak ödemektedir.18
Franchising’in Gelişimi
A.B.D’de endüstriyel devrimle birlikte teknoloji ilerlemiş, taşımacılık ve iletişim
araçları gelişerek kütle üretimi oluşmuştur. İmalatçılar, ürünlerinin bölgesel pazarlara
dağıtımının başarılarında ana faktör olacağını anlamışlardır. Otomobil imalatçıları,
ülke çapında bir dağıtım ağı oluşturmak için gerekli sermaye miktarının
çok fazla olması ve merkezi denetimin zorluğu nedeniyle bölgesel işletmelere
dağıtım hakkını vermişlerdir. Franchise dağıtım ağını kullandıklarında bu sermayeyi
kendilerinin sağlamalarına gerek kalmamış, franchise alanlar, (satıcı fi rmalar),
franchise veren fi rmaların (otomobil imalatçıları) maliyetlerini düşürmüşlerdir.
Franchise alan, sadece kendisine verilen belirli bir bölgede satış yapma hakkı
ile aynı modeli satan diğer satışçıların rekabetinden korunmuştur. İmalatçılar,
belirli bir bölgede sınırlı sayıda bulunan franchise alanların fazla miktarda satış
yapabilmelerini bir anlamda garanti etmişlerdir. Bira imalatçılarında olduğu gibi
otomobil imalatçılarıda franchise alanların sadece kendi ürünlerini satmalarını istemişlerdir.
Ayrıca franchisee’lerin herbirinin yeterli yatırımda bulunmasını, satış
sonrası hizmet sunmasını, şirketin imajını, imalatçının standartlarını sürdürmesini
ve geliştirmesini beklemişlerdir. Otomobil imalatçıları, kendi açtıkları satış
birimlerinde de tüm bunları elde edebilirler ama franchising, gerekli sermayenin
imalatçıdan çok satıcı fi rmalar tarafından sağlanmasını sağlar. Otomobil sektöründeki
ilk franchisee 1898’de buharlı otomobil satan William E. Metzger’dir. Perakende
birimlerini açmak için sermayeye ihtiyacı olan General Motors Şirketi,
imal edilen otomobillerin satışının yapılması ve satış sonrası hizmetin sunulması
için ilk başarılı franchise sistemini 1898’de kurarak bağımsız kişilere franchisee
olma hakkını vermiştir.19 Franchise dağıtım yöntemini kullanan ikinci önemli sektör
alkolsüz içecek şişeleme endüstrisidir. 1899’larda alkolsüz içecek imalatçıları,nihai ürünün en uygun dağıtım yöntemini bulmaya çalışmışlardır. Ana fi rmanın,
yüksek oranda su içeren içecekleri merkezde imal ederek, uzaktaki bölgelere
dağıtımını yapması ekonomik olmadığından, ana fi rma, bölgesel şişeleme tesisleri
bularak günümüzde de kullanılan lisans sözleşmeleri yapmıştır. Ana fi rmada
imal edilen konsantre, yapılan sözleşmeler ile bölgesel şişeleme tesislerine verilir.
Franchisee’ler konsantre şurubu ölçüsüne göre sulandırarak nihai ürün haline
getirirler ve şişeleyerek satışını yaparlar. Franchisee’ler, depozitli şişeleri kullanarak,
ürünün dağıtımının ekonomik olmasını, franchisor ise uzaktaki bölgelere
daha az maliyetle dağıtım yapılmasını sağlar. Günümüzde oldukça tanınmış olan
Coca-Cola, Pepsi-Cola, 7-up gibi alkolsüz içecek fi rmaları ürünlerinin dağıtımlarını
franchising yöntemiyle gerçekleştirmektedir.
Franchise dağıtım yönteminin kullanıldığı üçüncü önemli sektör petrol endüstrisidir.
Otomobil satış ve dağıtımlarının hızla artmasıyla, benzin ve yağ ürünlerine
olan talep artmıştır. Petrol şirketleri 1930’larda yaşanan petrol krizi sonucu kendilerine
ait petrol ofi slerinde merkezden bölgesel rekabet fi yatları belirleyememişlerdir.
Bağımsız petrol ofi slerinin fi yat kırmaları sonucunda rekabet güçleri ve
karlılıkları azalan petrol şirketleri, bölgesel yatırımcılarla franchise sözleşmeleri
yapmışlar ve petrol ofi slerini yatırımcılara kiralamışlardır. Bölgesel franchisee’ler
koşullara göre fi yatı belirlerlerken, petrol şirketleri de kira geliri elde etmişler ve
imajlarını yeniden kuvvetlendirerek, petrol satışlarını arttırmışlardır.20
1950’li yıllarda Ray Kroc ve Mc Donalds kardeşler biraraya gelerek fast food sektöründe
tamamen benzersiz olan hızlı ve etkili bir sistem geliştirmişlerdir. Kullanılan
malzemelerin kalitesinin iyi, sunulan hizmetin hızlı olmasına önem vererek,
geliştirdikleri sistemin adını ve nasıl olması gerektiğini öğreten yöntemleri kullanma
hakkını franchise vererek satmaya başlamışlardır. Geleneksel franchising’den
farklı olarak, işletme sistemi franchising’i gıda sektöründe ilk olarak Mc Donalds
ile gelişmiştir. 1960’ların sonlarında 50 restoran, franchise sistemini doğru uygulamadıkları
için iki yıl içinde başarısız olmuştur. Bunun nedenleri, franchisee’lere
yeterli eğitim verilmemesi, yer seçiminin kötü yapılması ve franchisor’ın yönetim
desteği sağlamamasıdır. 1963’lerde dünyada başlayan ekonomik kriz ve 1974
resesyonu ABD’de gelişmekte olan franchisingi olumsuz etkilemiştir. Yüzden fazla
franchisor 1970’de ifl as etmiştir ve binlerce franchise alanı peşinde sürüklemiştir.
21 1975’te ekonomik krizin kalkmasıyla franchising ekonomik gelişmelerle
yeniden önem kazanmaya başlamıştır. Franchise satışlarının düzenlenmesi için
geçici kanunlar yapılmıştır. Franchising dağıtım yönteminin, ilk geliştiği yıllarda
acentelik, bayilik ve tek satıcılık sözleşmesi ile hemen hemen aynı anlamlardakullanılmıştır. Benzin istasyonlarının, otobüs fi rmalarının, buzdolabı imalatçılarının
belirli şartlar ve sınırlamalarla bayilikler vermeleri franchising’in geleneksel
olarak kullanıldığı dönemin örneklerindendir ve hala günümüzde bayilik sistemleri
adıyla kullanılmaktadır. Bayilik sistemi tam olarak franchising’i anlatmaz.22
Bazı kaynaklarda bayilik sistemi, franchising’in bir türü olarak geçmekle birlikte
franchisingin bayilik olarak çevrilemeyeceği, daha gelişmiş bir sistem olduğu
görüşündeyiz. 1991’de ABD’de toplam franchise satışlarının %69.4’ü otomobil,
benzin ve alkolsüz içecek satışlarıyla gerçekleştirilmiştir. Amerika’da otomobil ve
kamyon satışları 1991’de toplam perakende satışlarının %65.7’ sidir. Bu üç sektörün
kullanıldığı franchise sisteminin ve Amerikan, İngiliz ekonomisinde franchise
perakende satışlarının payı hala önemlidir. 23
Avrupa Franchise Federasyonu’na göre fi nansal kriz franchise fi rmaları için fırsat
olarak görülmektedir. Birçok ülkede işsizliğin artmasıyla küçük birikim sahipleri,
franchise alarak girişimciliğe yönelebilmektedir. Diğer taraftan franchise alan
işletmelerden zarara uğradıkları gerekçesiyle anlaşmayı bozan işletmelerde bulunmaktadır.
Büyük alışveriş merkezlerinde yerleşen işletmeciler tüketicilerin alım
gücü düştüğünden çok fazla iş yapamamakta ve kira giderlerini ödeyemeyecek
duruma gelerek sıkıntı yaşayabilmektedir.
Franchising Türleri
Franchising anlaşmalarının çeşitli türleri bulunmaktadır. Bunlar;
Ürün ve Marka Franchise
Ürün ve marka franchise; franchise alanın, üreticinin adı ve markası altında ürünlerini
sattığı, üretici ile satıcı arasında kurulan bağımsız bir satış ilişkisidir. Pazarlanan
ürünler franchise veren fi rma tarafından üretilmeltedir. Franchise alan, ana
fi rmanın markası dışında ürün satamaz ve kendisi de üretimde bulunuyorsa ürettiği
ürünlerde üreticinin markasını kullanamaz. 18. y.y da Alman bira üreticilerinin kendi
markalarındaki biraları satmaları için birahanelerle yaptıkları sözleşmeler, Singer
Dikiş Makinaları Şirketinin makinaların satışı için bayilerle yaptığı sözleşmeler, yetkili
lastik, bilgisayar, televizyon satıcıları ürün ve marka franchisingine örnek verilebilir.
Bölgesel olarak ülkede belirli yerlerde franchising ile satış hakkının verilmesi
esasında bugünkü sistemin temelini oluşturmaktadır. 1950’lerden sonra franchising,
hemen her sektörde kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde bu dağıtım şekli
otomobil satışları (Fiat, Ford, Tofaş gibi), benzin istasyonları (Shell fi rması ile Shell bayileri arasındaki sözleşme gibi) ve alkolsüz içecek şişeleme tesislerinde (Coca-
Cola, 7-up gibi) bayilik adı altında oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır. Ürün ve
marka franchise bazı kaynaklarda “geleneksel” ya da “ilk jenerasyon franchising”
olarak tanımlanmış, bayilik ve distrübütörlük geleneksel ya da ilk jenerasyon franchising
başlığı altında gruplandırılmıştır. Ürün ve marka franchisinginde franchise
alan, işletmesi faaliyete geçtikten sonra franchise verene royalty ödemez.24. İşletme
Sistemi Franchising günümüzde daha sık kullanılmaktadır.
İşletme Sistemi Franchising
Bağımsız iki fi rma olan franchise veren ile franchise alan arasındaki işe giriş şeklini,
ana fi rmanın pazarlama stratejisi ve plânını, standartlarına uymayı, kalite kontrolünü
ve sürekli iki yönlü iletişimi içeren bir satış ilişkisidir. Ana fi rma, franchise
alana ticari markasını, işin nasıl yürütüleceği konusunda kendi pazarlama stratejisi
ve plânını, eğitim, standardizasyon, yer seçiminde tavsiye, yerleşim yerinin
dizaynı, muhasebe sistemi, kalite kontrol, mobilya ve renk düzeninin nasıl olması
gerektiğini verilmektedir. Karşılığında franchise alanın çalışma saatlerine, fi yat
politikasına, tedarik kaynaklarına, hizmet kalitesine önem vermesini ister. Yıllara
dayanan tecrübelerinden yararlanarak bildiklerini franchise alan yatırımcılarla
paylaşır. Franchise alanın işletmesinin dekorasyonunun, personel kıyafetlerinin,
mal ve hizmet kalitesinin ana fi rmayla aynı olmasını ister. İşletme sistemini korumak
için franchise alanın faaliyetlerini kontrol eder. Franchising’in bu kadar gelişmesinin
nedenlerinden birisi de hizmet sektörünün öneminin artmış olmasıdır.
Dönüştürme Franchising
Dönüştürme franchising, franchisinge konu olan işle aynı sektörde çalışan, varolan
bağımsız bir işin franchise birimine dönüştürülerek ana fi rmanın markası
ve adı altında yürütülmesidir. Ana fi rma bağımsız, kendi işi olan işadamını kendi
kuralları altında çalışmaya ikna ederek, franchise sistemine katar ve böylece iş
franchising sistemine dönüştürülür. Ana fi rma tecrübeli bir işadamının faaliyette
bulundukları alanı iyi tanımalarından kaynaklanan uzmanlığını, sermayesini kazanırken,
girişimci ünlü bir isim ve işletme sistemiyle reklâm, satın alma, araştırma
ve geliştirme gibi avantajlar kazanır. Bağımsız olarak kendilerine ait satış
birimlerinde işlerini yürüten tecrübeli kişilerin işlerini dönüştürerek franchise alan
olarak çalışmak istemelerinin nedenleri, ortak satın almanın ekonomik olması,
yaygın bir ticari isim adı altında reklâmın yapılması, düşük maliyetlerle hizmetlerin
sağlanmasıdır.25 Girişimci işini dönüştürürse ana fi rmanın standartlarına, veuygulama prosedürlerine uygun olarak işi yürütmeyi kabul eder ve belirli ücretler
öder. Dönüştürme franchise alanlar, daha önceden aynı alanda iş tecrübesine
sahip olduklarından, franchise verenin kontrolüne karşı koyabilirler. Bağımsız bir
işletme olarak faaliyette bulunan fakat satışlarında düşüş gözlenen işletmeler için
dönüştürme franchising uygun bir yöntemdir. Ana fi rma ile franchise anlaşması
yapan bu tür işletmeler franchise alan olarak ana fi rmanın sağladığı hizmetlerden
yararlanabilirler.26 Dönüştürme franchising’in diğer bir şekli; şirketlerin franchise
almak isteyenleri bularak kendi satış birimlerini franchise birimine dönüştürmeleridir.
Franchise verenlerin kendilerine ait satış birimlerini franchise edilmiş birimlere
çevirmeleri oranı günümüzde hızla artmaktadır. İşini bayilikten franchising
sistemine dönüştüren bir dağıtım zincirinde ortak marka veya işletme adının kullanılması,
franchise alana eğitim verilmesi, bilgi aktarılması gerekmektedir.
Ülke İçi ve Ülkeler Arası Franchising
Ülke içinde yapılan franchise anlaşmaları şehirler arasında, bölgeler arasında
yapılmaktadır. Her iki tarafta ülke içinde bulunduğundan elde edilen gelirler ülke
içinde kalmaktadır. Bir fi rma franchise vererek farklı büyüme stratejileri izleyebilir.
Öncelikle ülke içinde bir şehirde franchise vererek diğer şehirlere, sonra ülke dışında
benzer ülkelere yayılabilir. Bu strateji zincirleme coğrafi k stratejidir. Ülkeler
arası franchising ise franchise veren ve alan tarafl arın farklı ülkelerde olmasıdır.
Master Franchise
Ana fi rma, kendi ülkesi dışında bulunan girişimciye doğrudan franchise verebileceği
gibi, bir üçüncü taraf aracılığı ile dolaylı olarakta franchise verebilir. Böyle
bir durumda master franchise gündeme gelir. Ana fi rma kendi ülkesinde veya yabancı
ülkede bulunan bir girişimciyle master franchise anlaşması yapar ve belirli
bir bölgede kendi adına franchise verme hakkını girişimciye verir. Ana fi rmanın
sözleşme yaptığı franchise alan bu girişimciye “Master Franchisee”, bu özel uygulamaya
da “Master Franchise” denir. Master franchisee,
- Kendi ülkesinde ya da ülkesindeki geniş bir bölgede, ana fi rma gibi franchise
verme hakkına sahip olur,
- Kendi ülkesindeki girişimcilere franchise vererek her alt franchisee’den royalty
ve başlangıç ücreti alır ve ana fi rmaya bu bedellerin bir kısmını (yaklaşık
1/4’ünü) verir.
- Ana fi rma gibi kendi alt franchisee’lerine eğitim ve destek sağlar ve ana
fi rma tarafından belirlenen kalite standartlarına her alt franchisee’nin kendi
bölgesinde uymasından sorumlu olur.Master franchisee, yabancı bir ülkede bulunan ana fi rmadan transfer ettiği
know-how’u franchise verdiği diğer işletmelere aktarır. Herhangi bir fi rma
franchise vererek uluslararası pazarlara yayılmaya karar vermeden önce
kendi ülkesinde işletmenin faaliyetlerini, diğer rakip şirketlerle karşılaştırmalı,
ne durumda olduğunu gözden geçirmelidir. Franchise verenin hakim
olduğu pazardaki durumu, dünyanın başka bir yerinde gereken uzmanlığı
sağlayabilme yeterliliği, master franchise verebilmesi için önemlidir.27 İşletme
sistemi franchisingini kendi ülkelerinde başarıyla uygulayan fi rmalar,
standardize edilmiş paketleriyle uluslararası alana yayılmak için öncelikle
kendi pazarlarına en yakın ve benzer olan pazarları seçerler ve ürün, fi -
yat, yerleşim düzeni, promosyon gibi pazarlama karmalarında küçük düzeltmeler
yaparlar. Yapılan bir araştırmaya göre franchise alanların % 65’i
ürün, yerleşim, fi yat, promosyon gibi pazarlama stratejilerinde değişiklik
yapmazken, geriye kalan 35’i sadece belirli değişiklikler yapmıştır. Aynı
araştırmada franchise verenlerin % 61’inin Amerika dışında yayılmadan
önce 5 yıl franchising tecrübesine sahip oldukları bulunmuştur.28 ABD’de
pazarın doyması sonucu ABD’li fi rmalar global pazarlar aramaya başlamış
ve az gelişmiş ülkelerin pazarlarına yönelmişlerdir.
Master franchise vermenin avantajlarını aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1) Franchise vermek isteyen bir fi rma hükümet düzenlemelerinin kısıtlamalar
getirdiği, politik ve ekonomik riskin büyük olduğu pazarlara master franchise
vererek girme imkanı sağlar.
2) Master franchisee, kendi bölgesindeki pazar hakkında ana fi rmadan daha
fazla pazar bilgisine sahiptir. Ana fi rmanın hedef ülkedeki yönetim yükünü
azaltır, franchise verdiği alt franchisee’lerinden daha çok tecrübeli ve bilgili
olan master franchisee, ana fi rmanın işini kolaylaştırır.
3) Ana fi rma yayılmak için yeterli kaynağa sahip değilse, master franchisee
ile yabancı bir ülkenin pazarına girme fırsatı bulur.
Master franchise’ın dezavantajları ise şunlardır:
1) Ana fi rmanın gelirlerinin daha az olması,
2) Ana fi rmanın amaçlarına uygun master franchisee’yi bulup eğitmenin zor
olması,
3) Master franchisee üzerindeki kontrolün kaybedilebilmesi, gevşek standartların
uygulanabilmesi,
4) Master franchisee’nin işi tam olarak öğrendikten sonra franchise’ı bırakması
gibi risklerin sözkonusu olmasıdır.Franchising’in Franchise Alan Açısından Avantajları
Başarılı olmuş bir işletme sisteminin elde edilmesi sağlanmaktadır. Ana fi rmayı
adından, markasından, işaret, logo, renkler ya da yerleşim düzeninden tanıyan
müşteriler ülke dışındaki bir franchise biriminde sunulan mal ya da hizmetin ana
fi rma ile tutarlı olacağına güvenirler ve franchise alan fi rmayı tercih ederler.
İş başarısızlıklarının % 90’ından fazlası yetersiz yönetimden kaynaklanmaktadır.
Bunun farkında olan işletmeler, franchise verdikleri kişilere birimlerini açmadan
önce ve daha sonra yönetsel eğitim programları verirler ve böylelikle iş tecrübesizliği
önlenir. Franchise veren, franchise alana malzeme tedarik eder, muhasebe,
genel yönetim, pazarlama konularında destek ve eğitim verir.
Yeni bir iş kurmaya göre daha az nakit gerektirmektedir.
Standardize edilmiş bir reklâm pazarlama programı sunulmaktadır. Franchise
alan, bölgesel ve ülke çapında yapılan reklâmların ve tutundurmanın her ikisinden
de yararlanır.
Franchise alan, masraf yapmadan ve zaman kaybetmeden ana işletmenin sürdürdüğü
araştırma ve geliştirmelerden yararlanmakta, güncel gelişmelere ayak
uydurmaktadır.
Franchise veren büyük miktarlarda malzeme satın aldığından, franchise alan
miktar indirimlerinden yararlanma imkanı bulmaktadır.
Franchise alan, kendi bölgesinde başkalarının faaliyette bulunmalarını engelleyen
kanuni maddelerin sözleşmede bulunmasıyla, diğer franchise alanların rekabetine
karşı korunmaktadır.
Sistemde yer alan diğer franchise alanların tecrübelerinden yararlanma imkanı
bulunmaktadır, böylelikle risk ve işletmecilik sorunları azaltılmaktadır.
Franchising’in Franchise Veren Açısından Avantajları
Yabancı ülke pazarlarına girmek için gerekli sermaye kaynağı, bu sistemde franchise
alan tarafından sağlanmış olmaktadır. Aydınlatma, havalandırma, ısıtma,
bina, inşaat gibi genel giderleri, personel, kira ve idare giderleri, pazarlama maliyetleri
azaltılmaktadır. Franchise alan, sisteme giriş ücreti ödeyerek ve yıllık satışlar
üzerinden belli bir yüzdeyi ana fi rmaya vererek gerekli yatırım sermayesini
sağlanmaktadır. Böylece ana fi rma, franchise alan yatırımcıdan aldığı sermayeyi
kendi işini geliştirmek için kullanmakta ve marka adı, işletme sistemi kısa sürede
yabancı ülkede yayılmış olmaktadır.30 Mamul veya hizmetlerinin daha geniş bir
alanda pazarlanması sağlanmaktadır.Franchise veren, franchise alana yetki devrettiğinden çok fazla yönetim problemleriyle
karşılaşmaz ve günlük faaliyetlere müdahale etmez. Kendi ilgi alanlarına göre
franchise alarak işin başına geldiklerinden ve hukuken bağımsız olduklarından dolayı
motive edilmiş franchisee’ler yöneticiye göre daha istekli çalışmaktadır.
Kotalar, hükümet düzenlemeleri, vergiler gibi engellerin olduğu ülkelerin pazarlarına
girmede tercih edilen bir yöntemdir ve politik risk azaltılır. İşletme, master
franchise vererek yabancı bir pazara daha kolay girebilir.
Franchise veren, düzenli gelir elde etmektedir (royalty geliri). Sözleşmeye konulabilen
belirli girdilerin kendisinden veya kendi belirlediği üçüncü kişilerden alınması
şartına göre geliri daha fazla olabilir.
Franchise alan işletmeler, ürün veya hizmetler taklit edilmeden önce satış yaptıklarından
taklit önlenmiş olmaktadır.31
Franchising’in Franchise Alan Açısından Dezavantajları
Franchising sistemine katılmak için ödenmesi gereken başlangıç maliyetleri yüksektir.
Her franchise biriminde sunulan mamul veya hizmette standardizasyonun ve tutarlılığın
sağlanması gereği, franchise verenin belirlediği yerlerden tedarik sağlanmaktadır.
Franchise alan, kendi bölgesel tedarikçisinden daha ucuza satın alabileceği
malzemeleri ana fi rmanın belirlediği yerlerden satın almak zorundadır.
Franchise alan, sisteme giriş ücretinden başka sürekli olarak, aylık satışların belirli
bir yüzdesini yani royalty bedelini (% 1-% 11) ana fi rmaya ödemek zorundadır.
Bir süre sonra bu ödemeler rahatsız edici olabilmektedir.
Franchise alan hukuken bağımsız bir işletme olsa bile, ana fi rma tarafından sürekli
denetlenerek kontrol edilmektedir. Franchise sözleşmesine göre birçok prosedürü
takip etmesi gereken franchise alanın bağımsızlığının bir kısmını kaybetmektedir.
Tüm ürün çeşitlerinin yapılışı, franchise zincirindeki her işletmede aynı
olmak zorunda olduğundan, franchise alan ana işletmeden izin almadan hiçbir
değişiklik yapamamaktadır.
Sözleşmenin uzun ve karmaşık olması franchise alanın sözleşmeyi tam olarak
anlamasını zorlaştırmaktadır. Sözleşmelerde boşlukların olması halinde sistem
franchise verenin lehine işleyebilir. Örneğin, sözleşmede franchise alan için bölge
koruması ilkesi yer almazsa, franchise veren franchise alanın işinin yakınlarında
bir yerde yeni bir franchise verebilmektedir.
Franchise alanlardan herhangi birinin, ana işletmenin sonradan itibar kaybetmesi,
franchise alanın işini kötü etkiler ve müşterilerini kaybetmesine neden olur.Franchise alan yeterli eğitim verilmemesi, eğitilmiş personel bulamama gibi zorluklarla
karşılaşabilir.
Franchising’in Franchise Veren Açısından Dezavantajları
Franchise alan, düzenli olarak satış bildirimi yapmayıp, zamanında royalty ödemeyebilir.
Kar paylaşılmaktadır.
Yasal boşukların olduğu ülkelerde kontrolün kaybedilmesi riski söz konusu olabilir.
Franchise alanın yanlış seçilmesi standartların bozulmasına ve müşteriye karşı
zayıf bir imajın yaratılmasına neden olarak ana fi rmanın itibarını zedeler. Standartlara
uyulmama sorunu ortaya çıkabilir.
Rakip yaratılması riski vardır. Franchise alanın sözleşme bittikten sonra belirli
bir süre, aynı sektörde faaliyet göstermeyeceği şartı sözleşmede belirtilmelidir.
Franchise anlaşmalarının süresinin hükümet tarafından kısıtlanması riski vardır.
Özellikle yabancı ülkeye ürünü ihraç edemediğinde ya da üretici olarak yatırım
yapmak istemediğinde işletme, üretim sürecini franchise alana franchising sözleşmesi
ile verebilir. Üretimi sermaye yatırımını gerektiren, teknik ve yönetsel yetenekleri
gerektiren fi ziksel ürünlerin imalatında ve reklâm, muhasebe, bankacılık,
sigorta, yönetim danışmanlığı gibi hizmet ürünlerinde franchising kullanılabilir.
Yabancı bir pazara nüfuz etmek isteyen işletme, riski düşük olduğundan dolayı
franchising stratejisini seçebilir. Pazarda tecrübe kazandıktan sonra ise işini ortak
girişim ya da doğrudan yatırıma dönüştürebilir. Tabi bu dönüşüm eğer hedef
pazarda daha fazla kar elde edilecekse olmaktadır. Franchise veren 85 Amerikan
fi rması üzerinde yapılan bir araştırmaya göre %68’inin yabancı franchisee,
%15’inin yerel yatırımcılarla oluşturulmuş ortak girişim ve %17’sinin franchise verenin
kendi doğrudan yatırımı olduğu belirlenmiştir.32
Franchise Verenin Yükümlülükleri
1- Franchise alan, franchise verenin başarılı olmuş işletme sisteminin imajına
sahip olmak için sözleşme yapar. Müşterilerin gözünde ana fi rma ile franchise
verdiği zincir işletmelerin imajının aynı olması için ana fi rma, marka,
işletme adı, mal veya hizmeti tanıtıcı işaretlerini, üretim, pazarlama ve işletme
ile ilgili sırlarını kısaca işletme sistemini franchise alana kullandırmalıdır.
Tanınmış bir marka adı hiç bilinmeyen bir isme göre daha yüksek
satışlar sağlar.2- Franchise veren, franchise alana danışmanlık, eğitim, uzmanlık yardımı
sağlamalı ve desteklemelidir. Ayrıca, franchise alanı ve personelini eğiterek
franchise biriminin kurulması aşamasında (dizaynı, dekorasyon ve
donanımı) ve sonrasında pazar araştırması yapmakla, mali, teknık yardım,
işletme ve yönetim yardımı yapmakla, reklâm ve promosyonlarda franchise
alanın işletmesine yer vermekle yükümlüdür.33
3- Ana fi rma, franchise alana belirli bir bölgede faaliyette bulunma hakkı verir
ve bu bölge içerisinde başka biriyle franchise anlaşması yapamaz. Ana
fi rmanın franchise alanın bölgesinde ve diğer franchise alanların bölgelerinde
faaliyet göstermeyeceği, bölge korunması sözleşmede hükümlerle
belirtilmelidir.
Franchise Verenin Hakları
- Franchise alanın uygulamasını denetleme,
- Franchise alanın muhasebe kayıtlarını inceleme
- Franchise alanın iş yerini kontrol etme,
- Belirli dönemlerde franchisee’den raporlar ve bilgiler talep etmek,
- Franchise alana sözleşme süresince ve sözleşme sona erdikten sonra belirli
bir süre için rekabet yasağı getirme,
- Franchise verene ait know-how ve ticari sırların saklı tutulması zorunluluğu
- Franchise konusu olan marka, isim, know-how ve diğer belirleyici maddi
ve gayrimaddi hakların sahibi olmak veya bunları başkalarına kullandırma
hakkını verebilmek için malikin lisans ve onayına sahip olmak,
- Franchise alana eğitim hizmetleri ve sözleşmenin süresince teknik veya
ticari yardım hizmetlerinde bulunmak, sürekli destek vermek.
Franchise Alanın Yükümlülükleri
1- Franchise alan, sözleşmede belirtilen belirli bir satış hacmine ulaşmalıdır.
Franchise veren, belirli bir satış hacmine ulaşmak için gerekli gayreti
göstermeyen franchise alana ifa davası açarak sözleşmede kararlaştırılan
belirli miktardaki malın kendisinden veya belirlediği üçüncü bir
kişiden satın alınmasını ve bedelinin ödenmesini isteyebilir. Ya da sözleşmeyi
iptal edebilir. Bununla birlikte franchise alan, mal ve hizmetlerin
satışını, kendi adına ve hesabına destekler ama sürümü artırma borcu
altına girmez.2- Franchise alan, kendisine sunulan sistemi kullanarak üretim, pazarlama,
işletme sistemindeki fi kri ve sınai değerlerden, know-how’dan yararlanmalıdır.
Elde ettiği ticari sırları saklamalı, franchise verenin markasını kendi
bölgesinde kullanmaya çalışanlar olursa bunu haber vermelidir. Sistemin
özelliğini sürdürmesi açısından bu önemlidir.34
3- Franchise alan, sistemin içerdiği ve ana fi rmanın sözleşmede belirttiği
şartlara uymalıdır. Ürünlerin ve hizmetin başarılı standart kalitesini sürdürmelidir.
Franchise veren sistemi korumak amacıyla franchise alanın
bu yükümlüğe uyup uymadığını denetler. Franchise alan ve personeli
franchise verenin sağladığı eğitim programlarına, kurslara katılmalıdır.
Bu eğitimler sınıfta ve uygulamalı olarak birkaç günden birkaç haftaya
sürebilir.
4- Franchise alan, franchise verenin sistemini kullanması ve sağladığı destekten
yararlanması karşılığında belirli bir ücret ödemekle yükümlüdür. Bu
ücretler işe başlamak için ödenen bir başlangıç ücreti ve genellikle yıllık
brüt satışlar üzerinden ödenen belirli bir yüzdedir. Ayrıca franchise alanın
teminat gösterme, iş yerini sigorta ettirme gibi borçları vardır.
5- Franchise alan sözleşme devam ettiği sürece ve sözleşme bittikten sonra
belirli bir süre franchise veren fi rma ile rekabet etmeme yükümlülüğü altındadır.
Sözleşme süresince franchise alan ana fi rmanın ürünü dışında
benzer ürünleri satamaz ve benzer bir sistem kurarak taklit edemez. Diğer
franchise alanların bölgelerine girerek rekabet edemez. Sözleşme süresince
franchisee, franchisor’ın ürünü dışında benzer ürünleri satamaz ve
benzer bir sistem kurarak taklit edemez. Rekabet yasağı, 1994’te yürürlüğe
giren Kartel Kanunuyla rekabeti kısıtlayan birtakım hükümleri yasaklamıştır
Franchise veren işletmeler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre; franchise veren
işletmelerin %97’si tüm franchise alanlara aynı standart franchise sözleşmesini
teklif etmiştir. %44’ü sözleşmeyi ya kabul etmelerini ya da sözleşme yapmamalarını
önermiştir. Araştırma sonucunda franchise alanların, franchise sözleşmelerinin
aynı olmasını tercih ettikleri ve franchise alanlardan istenen franchise ve
royalty ücretlerinin, franchise birimini oluşturma maliyetlerine ve pazarda oluşan
talebe göre değiştiği görülmüştür.Franchise Alanın Hakları
- Franchise alan taraf, bu sisteme girmeden önce malın piyasada tanınmış
bir markaya sahip olmasını, denenmiş ve başarılı olmuş olmasına, yakın
bölgede başka birine franchise verilmemesine dikkat etmelidir. Franchise
alanın hakları;
- Franchise verenin sahip olduğu know-how’ı ve buna bağlı ticari sırları kullanma,
- Markayı kullanma,
- Belirli bir bölgede satış hakkına sahip olma,
- Franchise verenden sürekli destek ve hizmet almadır.
Franchising Organizasyonu ve Franchise Edilebilen İşin Özellikleri
Franchise veren yabancı bir ülkeye doğrudan franchise almak isteyen girişimcilerle
anlaşma yaparak ya da master franchise vererek girebilir. Alt franchise
alanlar master franchise’a royalty öder. Mc Donalds Japonya pazarına uzaktan
faaliyetleri kontrol etmek zor ve maliyetli olacağından master franchise ile girmiştir.
Franchise verenin markası yerel halk tarafından yeterince tanınmıyorsa,
yatırım yapması zor olur. İnsanlar bildikleri, tanıdıkları, kalite garantisi müşterileri
çeken franchise birimine yatırım yapmak ister. Bunun dışında franchise veren
açısından uygun tedarikçileri bulmak zor ve pahalı olabilir. Örneğin McDonalds
Tayland’da tedarik konusunda patates üretimini geliştirmek için çiftçilere yardım
etmiştir. Franchising’de mamul ve hizmet standardizasyonu, promosyonun tanınırlığı
ve maliyet kontrolü önemlidir. Bu başarı faktörlerinin transfer edilmesi zordur.
Ev sahibi ülkenin farklı koşulları düzenleme yapmayı gerektirebilir. Örneğin
Japonya’da McDonalds’ın telafuz edilmesi zor olduğundan “MaKudonaldo” denilmektedir.
Almanya’da biraya, Türkiye’de ayrana talep olduğundan bu mamullerin
satışları yapılmaktadır. McDonalds’ın 1930’lardan günümüze kadar başarısını
sürdürmesinde etkili olan işletme sistemini oluşturan Ray Kroc’a göre bu başarıda;
“Birinci derecede işi yürütecek olan işletmeciler (franchise alanlar), ikinci
derecede kaliteli malzeme sağlayacak tedarikçiler ve en son ana şirket önemlidir.
Öncelikle franchise alan kazanmalıdır ki ana fi rma kazansın.”36
Franchise edilecek işin bazı özelliklere sahip olması gerekmektedir. Bu özellikler
şunlardır:37
1- Büyüklük ve Dayanıklılık: İş gelecekte başarıyı düşündürecek kadar uzun
süredir işlerlikte mi? Cazip bir yatırım olarak iyi bir gelir seviyesine ulaştıracak
kadar büyük mü?2- Verimlilik: Para getirici bir iş mi?, Sürekli mi?
3- Öğrenilebilirlik: Franchise alanlar, franchise verenin yaptığı gibi başarılı
olan yöntemi yani işi başarıya götürecek olan yöntemi öğrenebilirler mi?
4- Sistematize Edilebilirlik: İşe ait günlük işlemler analiz edilip müracaat el
kitabında tanımlanabilir mi? Franchise alanlar bunları uygulamadan aynı
sonucu olabilir mi?
5- Pazarlanabilirlik: İş etkin bir şekilde yayılabilir ve franchise almak isteyenlere
satılabilir mi?
6- Transfer Edilebilirlik: Ülke içinde ve ülke dışında herhangi bir farklı Pazar
ortamına uyum sağlanabilir mi?
7- Orjinallik: Ürünün rakiplerinden farklı olmasını sağlayan özellikleri var mı?
8- Bütçelenebilirlik: Franchise alan başlangıçtaki yatırımını yaptıktan ve royalty
ödedikten sonra yeterli kar elde edebilir mi? Franchise veren için verimli
olan bir işin franchise alan içinde verimli olacağı her zaman söylenemez.
Bunun için franchise alan kiralama, dekorasyon, makine ve ekipman
vb. başlangıç yatırımından sonra kâr elde edebiliyor mu dikkat etmelidir.
9- İşin franchise olarak daha önceden verilmiş ve başarılı olmuş olması:
Her büyük ve kapsamlı iş franchise edilemeyeceği gibi, küçük olmasına rağmen
bazı işlerde franchise edilebilmektedir.
Franchise veren işletme girdiği her pazarda aynı standart pazarlama karmasını
(mal, fi yat, dağıtım, tutundurma) kullanmaktadır. Coca-Cola’nın tüm dünyada
aynı ürünü satması, aynı reklâmları kullanması, McDonalds’ın açıldığı her
ülkede mağaza düzeninde, personel kıyafetlerinde, menüde standardizasyona
önem vermesi gibi. Standardizasyon, franchise zinciriyle oluşturulan itibarın sürdürülmesinde
önemlidir. Bu nedenle ana fi rma bütün birimlerde standardizasyonun
sağlanması için sıkı bir şekilde kalite kontrolünü sürdürmektedir. Örneğin;
Coca-Cola şirketi, franchise alan olarak seçtiği şişeleme tesislerinde sık sık numunelerin
kimyasal olarak değerlendirilmelerini, kalite kontrolünün yapılmasını
istemektedir. Franchise veren fi rma, franchise verdiği yatırımcılara kullandıkları
malzemeyi ve ürün tedarikini sağlamaktadır, uzun süreli olarak belirli kalite ve
miktarda ürünleri sağlayacak tedarikçileri belirlemektedir. Tedarik kaynaklarının
sık değişmesi franchise verenin araştırma maliyetlerini arttırır ve bu da kalite
standartlarının düzensiz değişmesine neden olabilir. Franchisingin uygulanabilmesi
için seçilen endüstrinin buna uygun olması gerekir. Ülke dışında çok başarılı
olan bir fi rma yerel pazarın özelliklerini iyi araştırmazsa, yerel özelliklerin hakim
olduğu alanlarda başarısız olabilir. Temizlik, oto kiralama, emlâkçılık, tanıtım,
kozmetik, ilaç sanayi, mobil telefon, bilgisayar, inşaat, yapı gibi hizmet sektörlerinde, giyim sektöründe, mağaza sektöründe standartlaşma sağlanabileceğinden
franchising verilebilir. Tüm tüketicilerin aynı satın alma davranışında bulunmaları
mümkün olmasa da bazı ürünlerde dünya pazarlarında homojenleşmeye
gidilmektedir. Elektrik, ekipman ve cihazları, sinema, müzik, sigorta, sigara, diş
macunu gibi ürünlerde standartlaşma sağlanabilir. Hizmet sektörünün hızla gelişmesiyle
insanlar günümüzde en iyi, kaliteli, güvenilir hizmete ulaşmayı isterler.
Marka adı, mal özellikleri, ambalajlama, etiketleme, standartlaştırılması daha kolay
unsurlardır. Gerçekleştirilen süreçler, yöntemler, markalar, işaretler, patent ya
da ticari markalarla korunmalıdır. 1995’te Türkiye’de çıkan markalar kanununa
göre artık hizmetlerin de markası vardır.38 Böylece hizmetin taklidi önlenecek,
hizmet sektöründe franchise verilmesi artacaktır. Franchising sisteminde standardize
görünüşün sağlanması müşterilerde tutarlı bir imajın yaratılması açısından
önemlidir. Kentucky Fried Chicken’ın çatısının kırmızı ve beyaz çizgili olması,
Pizza Hut’ın kırmızı çatısı müşterilerin bu fi rmaların ürünlerini tanımalarını sağlayan
belirli imajlardır. İş için gerekli teçhizat ve ekipman aynı fi yatla temin edilebilmeli,
franchise alanın yerleşim düzeni, iç dekorayonunun dizaynı, renk düzeninin
seçimi farklı yerlerde de aynı şekilde uygulanabilmelidir. İş, rakiplerinkinden ayırt
edilebilecek ama kolayca taklit edilemeyecek özellikte olmalıdır. Ticari markalar
ve hizmet markaları işin adını, logoları korumalıdır. Başarılı olan bir iş rakipleri
kolayca pazara çeker. Bazı işlerde farklılaşma yaratmak zordur. Baskı, fotokopı
işlerinde kalite ve hızmet farkının yaratılmasının zor olması gibi. Bu da kâr marjını
azaltan fi yat rekabetiyle sonuçlanır. Franchising’de fi yat standardizasyonunun
sağlanması önemlidir. Coğrafi k pazarların farklı yapılarda olmasından ve kanuni
engellerden dolayı fi yat kontrolünün sağlanması zordur. Yerleşim yerinin değeri,
ücret oranları, vergiler, masrafl ar ülkeden ülkeye farklılık gösterir. Sıkı fi yat
politikaları belirlenirse franchise alanlar, kendi bölgelerinde rekabet edemeyerek
zor durumda kalırlar. Franchise veren fi rma, franchise alanın fi yatı belirlemesine
izin vermelidir. Fiyat stratejileri ve kontrolü sözleşmedeki şartlara bağlıdır. Eğer
anlaşma royaltylerin satışlar üzerinden ödenmesine imkân veriyorsa, franchise
veren fi rma, satışların artması için franchise alanların düşük fi yatlar belirlemelerine
dikkat eder. Bu özellikle franchise verenin temel kazançları franchise alanlara
malzeme satışından sağlanıyorsa olur. Satışların artmasıyla franchise alanların
ana fi rmadan daha çok malzeme almaları gerekecektir. Bununla birlikte yüksek
kâr elde edilmek istendiğinde, yüksek fiyatlar belirlenir.
Lisans Anlaşmaları Lisans Anlaşmalarının Tanımı Ve Kapsamı o Avantaj Ve Dezavantajları Lisans Anlaşması Çeşitleri Franchising ve Lisanslama’nın Karşılaştırılması
Üretim sözleşmesi, lisanslama ile doğrudan yatırımın karışımıdır.
Üretim sözleşmesinde yabancı bir işletme, bağımsız yerel bir işletmeyle
belirli özellikteki ürünlerinin belirli bir süre üretimi iznini bir anlaşma ile vermektedir.
Bu izin üretimle sınırlıdır. Ürünlerin satış, promosyon ve dağıtım gibi pazarlama sorumlukları
uluslararası işletmeye aittir. Böylece yabancı işletmenin dış pazarda bir
üretim tesisi kurması gerekmemektedir. Üretilen ürünler, üretimin yapıldığı ülkede
ya da başka ülke pazarlarında satılabilir. Compaq, Texas Instruments gibi bilgisayar
donanım imalatçıları, üretimi düşük maliyetle elde etmek için işgücünün ucuz
olduğu Güney Asya’daki şirketlerle üretim sözleşmesi yapmaktadırlar.51
Politik riskin olduğu ülke pazarlarına uygun bir giriş yöntemi olmaktadır. Üretimi
yerel işletme yaptığı için, ana işletme yönetim problemlerinden kaçınmış olur. Bir
outsourcing52 yöntemi olan fason üretim anlaşmaları olarak ta bilinen sözleşmeli
üretim, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişmesine katkı sağlamaktadır.
Büyük işletmeler, teknolojiyi sağlamakta ve küçük işletmeler gerçekleştirdikleri üretim
ile kendilerini ya da aldıkları teknolojiyi geliştirme imkânı bulmaktadırlar. Fason
üretim anlaşmaları dikey nitelikte anlaşmalardır. Bu stratejinin uygulanabilmesi için
üretimi gerçekleştirecek olan işletmenin ürünü küresel standartlarda üretebilme ye-
5Outsourcing: Dış kaynaklardan yararlanma, bir işletmenin yapması gerekli olan tüm
işleri kendi bünyesinde gerçekleştrimeyip, bir takım işlerin yapılmasını bu konuda uzmanlaşmış
olan başka fi rmalara bırakmasıdır. Fason üretim, bir üretim anlaşması türüdür.
Fason üretimde, ana fi rma ile fason üretim yapan uydu işletmeler arasındaki teknolojik
düzey ve emek verimliliği açısından çok büyük farklar olmaması gerekmektedir.
Çünkü ileri teknolojiye sahip olan işletme, ek yatırıma gitmemek ve fazla işçi
tutmamak amacıyla, kendi ihtiyacı olan bir malı dışarıda fason olarak ürettirmektedir.
Geri teknoloji ile çalışan küçük işletmelere bu işi yaptırmaya yöneldiğinde, aynı
anda kendi üretim kapasitesini besleyebilecek çok sayıda işletmeye fason iş verir.54
Bu yöntem özellikle mobilya gibi ürünlerin taşınması ekonomik olmadığında ya da
ihracatı imkânsızlaştıran ithalat kısıtlamaları olduğunda kullanılmaktadır. Üretimi
kısıtlamak üreticinin sorumluluğundadır. Kısaca uluslararası bir işletme, kendi üretim
tesisini kurmadan yerel işletmenin üretim kapasitesini kiralamaktadır. Benetton,
Nike küçük işletmelerle üretim sözleşmeleri yapmaktadırlar.
Üretim Sözleşmesi ile Lisans Anlaşmalarının Farklılığı
Üretim sözleşmesi, yasal olarak lisans anlaşmalarından farklıdır. Yerel üretici
uluslararası işletmenin siparişlerine dayanarak üretim yapmaktadır. Lisans anlaşmasında
ise lisans alan taraf pazarlama ve satış faaliyetleriyle de ilgilenmektedir.
Orta Amerika, Afrika ve Asya ülkelerinde üretim sözleşmeleri yapılmaktadır.55
Üretimdeki know-how transferi lisans vermeye göre daha zordur. Uluslararası
işletme, yerel üreticinin ürününü ev sahibi ülkede ya da başka bir ülkede pazarlamaktadır.
Uluslararası işletme yerel üreticiyle lisanslama-teknik yardım anlaşması
yaparak teknolojisini, teknik yardımı transfer etmektedir.
Üretim Sözleşmesinin Avantajları ve Dezavantajları
1) Uluslararası işletme az bir fi nans ve yönetim kaynağıyla, taşıma, depolama,
stoklama maliyetleri, gümrük vergileri olmadan hedef ülkeye hızlı
bir şekilde girebilir, pazarlama ve satış sonrası hizmetleri kontrol edebilir.
Uluslararası işletmenin girdiği pazardaki işgücü maliyetleri ana ülkedekinden
daha düşüktür. Kuruluş yatırımı maliyetlerinden kurtulunur.
2) Yerel pazarda istihdam imkanı sağladığından işletmenin itibarı artar.
3) Uluslararası işletme farklı pazarlar için üretim yaptıracaksa, değişen talep
daha hızlı karşılanabilmektedir.
4) Yüksek tarifelerle koruma, düşük hacimde pazar potansiyeli olduğunda, hedef
pazar yatırım yapmak için çok küçük olduğunda bu strateji kullanılmaktadır.
Yerel olarak üretilmiş olması satışları destekler, “yerli üretim” olarak
kabul görür ve milliyetçilik akımlarından olumsuz etkilenme olmaz. İstihdam
imkanı sağlanır, ev sahibi ülkede ekonominin canlanması sağlanır.
5) Araştırma geliştirme, pazarlama ve satışı üretimi yaptıran işletme yapar.
6) Üretim yaptıran işletme iş, sosyal güvenlik hukuku gibi sorunlarla karşılaşmamış
olur. Çok uluslu işletmelerin az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde
çocuk işçi çalıştırması yönünde getirilen eleştiriler bu nedenledir.
7) Üretimi yaptıran işletme için esneklik söz konusudur. İstediği kalite ve
standartta üretim yapılmazsa üreticiyi değiştirebilir.
8) Üretimi yapan yerel işletmeye üretime ilişkin teknik eğitim verilmesi gerekebilir.
Uluslararası işletmenin, yerel işletmenin üretim maliyetleri üzerinde
kaliteyi sağlamak amacıyla sürekli kontrolü olmalıdır.
9) Yerel üretici kullanılması kârı azaltmaktadır.
10) Uygun bir yerel üreticinin bulunması zordur, bulunsa da istenen kalitede
ve miktarda üretimin yapılması zor olabilmektedir. Ayrıca gelecekte rakip
yaratılması riski söz konusudur.Denizaşırı ülkelerdeki üreticiler için Filipinler ya da Çin’deki tekstilcilerin jean üretmeleri
örnek verilebilir. Aromco gibi eneji şirketleri, yönetim kapasitesini geliştirmek
üzere petrol alanları olan Orta Asya’daki ülkelere teknoloji ve tecrübelerini
götürmektedirler. Dünyada yeni önemli pazarların ortaya çıkması, işletmelere
yeni iş fırsatları sağlamıştır.
Sözleşmeli Üretim o Sözleşmeli Üretimin Tanımı Ve Kapsamı Sözleşmeli Üretimin Avantaj Ve Dezavantajları, sözleşmeli üretim ile marka yaratılabilir mi ? o Nike Örnek Olayı
Üretim sözleşmesi, lisanslama ile doğrudan yatırımın karışımıdır.Üretim sözleşmesinde yabancı bir işletme, bağımsız yerel bir işletmeylebelirli özellikteki ürünlerinin belirli bir süre üretimi iznini bir anlaşma ile vermektedir.Bu izin üretimle sınırlıdır. Ürünlerin satış, promosyon ve dağıtım gibi pazarlama sorumlukları
uluslararası işletmeye aittir. Böylece yabancı işletmenin dış pazarda birüretim tesisi kurması gerekmemektedir. Üretilen ürünler, üretimin yapıldığı ülkede
ya da başka ülke pazarlarında satılabilir. Compaq, Texas Instruments gibi bilgisayar donanım imalatçıları, üretimi düşük maliyetle elde etmek için işgücünün ucuz olduğu Güney Asya’daki şirketlerle üretim sözleşmesi yapmaktadırlar.Politik riskin olduğu ülke pazarlarına uygun bir giriş yöntemi olmaktadır. Üretimi
yerel işletme yaptığı için, ana işletme yönetim problemlerinden kaçınmış olur. Bir outsourcing52 yöntemi olan fason üretim anlaşmaları olarak ta bilinen sözleşmeli
üretim, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişmesine katkı sağlamaktadır.Büyük işletmeler, teknolojiyi sağlamakta ve küçük işletmeler gerçekleştirdikleri üretim
ile kendilerini ya da aldıkları teknolojiyi geliştirme imkânı bulmaktadırlar. Fason üretim anlaşmaları dikey nitelikte anlaşmalardır. Bu stratejinin uygulanabilmesi için
üretimi gerçekleştirecek olan işletmenin ürünü küresel standartlarda üretebilme yeteneğine sahip olmalıdır. Outsourcing: Dış kaynaklardan yararlanma, bir işletmenin yapması gerekli olan tüm işleri kendi bünyesinde gerçekleştrimeyip, bir takım işlerin yapılmasını bu konuda uzmanlaşmış olan başka fi rmalara bırakmasıdır. Yeteneğine sahip olması gerekmektedir.53 Fason üretim, bir üretim anlaşması türüdür. Fason üretimde, ana fi rma ile fason üretim yapan uydu işletmeler arasındaki teknolojik düzey ve emek verimliliği açısından çok büyük farklar olmaması gerekmektedir. Çünkü ileri teknolojiye sahip olan işletme, ek yatırıma gitmemek ve fazla işçi tutmamak amacıyla, kendi ihtiyacı olan bir malı dışarıda fason olarak ürettirmektedir. Geri teknoloji ile çalışan küçük işletmelere bu işi yaptırmaya yöneldiğinde, aynı anda kendi üretim kapasitesini besleyebilecek çok sayıda işletmeye fason iş verir.
Bu yöntem özellikle mobilya gibi ürünlerin taşınması ekonomik olmadığında ya daihracatı imkânsızlaştıran ithalat kısıtlamaları olduğunda kullanılmaktadır. Üretimi
kısıtlamak üreticinin sorumluluğundadır. Kısaca uluslararası bir işletme, kendi üretim tesisini kurmadan yerel işletmenin üretim kapasitesini kiralamaktadır. Benetton,
Nike küçük işletmelerle üretim sözleşmeleri yapmaktadırlar. Üretim Sözleşmesi ile Lisans Anlaşmalarının Farklılığı
Üretim sözleşmesi, yasal olarak lisans anlaşmalarından farklıdır. Yerel üretici uluslararası işletmenin siparişlerine dayanarak üretim yapmaktadır. Lisans anlaşmasında
ise lisans alan taraf pazarlama ve satış faaliyetleriyle de ilgilenmektedir. Orta Amerika, Afrika ve Asya ülkelerinde üretim sözleşmeleri yapılmaktadır.55
Üretimdeki know-how transferi lisans vermeye göre daha zordur. Uluslararası işletme, yerel üreticinin ürününü ev sahibi ülkede ya da başka bir ülkede pazarlamaktadır.
Uluslararası işletme yerel üreticiyle lisanslama-teknik yardım anlaşması yaparak teknolojisini, teknik yardımı transfer etmektedir.
Üretim Sözleşmesinin Avantajları ve Dezavantajları
1) Uluslararası işletme az bir fi nans ve yönetim kaynağıyla, taşıma, depolama,stoklama maliyetleri, gümrük vergileri olmadan hedef ülkeye hızlı
bir şekilde girebilir, pazarlama ve satış sonrası hizmetleri kontrol edebilir.Uluslararası işletmenin girdiği pazardaki işgücü maliyetleri ana ülkedekinden
daha düşüktür. Kuruluş yatırımı maliyetlerinden kurtulunur.2) Yerel pazarda istihdam imkanı sağladığından işletmenin itibarı artar.
3) Uluslararası işletme farklı pazarlar için üretim yaptıracaksa, değişen talep daha hızlı karşılanabilmektedir.4) Yüksek tarifelerle koruma, düşük hacimde pazar potansiyeli olduğunda, hedef pazar yatırım yapmak için çok küçük olduğunda bu strateji kullanılmaktadır.
Yerel olarak üretilmiş olması satışları destekler, “yerli üretim” olarak kabul görür ve milliyetçilik akımlarından olumsuz etkilenme olmaz. İstihdam
imkanı sağlanır, ev sahibi ülkede ekonominin canlanması sağlanır. 5) Araştırma geliştirme, pazarlama ve satışı üretimi yaptıran işletme yapar.
6) Üretim yaptıran işletme iş, sosyal güvenlik hukuku gibi sorunlarla karşılaşmamış olur. Çok uluslu işletmelerin az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde
çocuk işçi çalıştırması yönünde getirilen eleştiriler bu nedenledir. 7) Üretimi yaptıran işletme için esneklik söz konusudur. İstediği kalite ve
standartta üretim yapılmazsa üreticiyi değiştirebilir. 8) Üretimi yapan yerel işletmeye üretime ilişkin teknik eğitim verilmesi gerekebilir.
Uluslararası işletmenin, yerel işletmenin üretim maliyetleri üzerinde kaliteyi sağlamak amacıyla sürekli kontrolü olmalıdır.
9) Yerel üretici kullanılması kârı azaltmaktadır.
10) Uygun bir yerel üreticinin bulunması zordur, bulunsa da istenen kalitede
ve miktarda üretimin yapılması zor olabilmektedir. Ayrıca gelecekte rakip
yaratılması riski söz konusudur.56
Denizaşırı ülkelerdeki üreticiler için Filipinler ya da Çin’deki tekstilcilerin jean üretmeleri
örnek verilebilir. Aromco gibi eneji şirketleri, yönetim kapasitesini geliştirmek
üzere petrol alanları olan Orta Asya’daki ülkelere teknoloji ve tecrübelerini
götürmektedirler. Dünyada yeni önemli pazarların ortaya çıkması, işletmelere
yeni iş fırsatları sağlamıştır.
Doğrudan (Dolaysız) Yabancı Yatırımların Artan Önemi ve Gelişimi Türkiye’ye Gelen Dolaysız Yabancı Sermaye Yatırımlarını Etkileyen Faktörler Üzerine Başlıca Çalışmalar, portföy yatırımlarından farklılıkları
DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI
Bir ülkede yerleşik kişi veya kuruluşların ülke sınırlarının dışında servet edinmelerine
uluslararası yatırım veya yabancı sermaye yatırımı denir.*1 Yabancı ülkelerdeki
servetler mali ya da fi ziki nitelikte olabilir. Doğrudan yabancı sermaye
yatırımı türlerinden fi ziki nitelikte olan, yeni bir kuruluş açma, % 100 tesis açma
(greenfi eld investment) bir büyük işletmenin ulusal sınırların ötesinde üretimde
bulunmak üzere yabancı ülkelerde fabrika, bina, üretim tesisi kurmak ya da satın
almak suretiyle kendine bağlı şube kurması olarak tanımlanmaktadır. Birçok işletme
işletmecilik bilgisini ve kontrolü ellerinde bulunduracak şekilde kendi üretim
tesislerini kurarak ev sahibi ülkelere girmeyi tercih etmektedir. Yabancı pazarlarda
ihracat, lisanslama, franchising, sözleşmeli üretim yaparak bilgi edinen ve
tecrübe kazanan işletmeler, ilerleyen zaman içinde üretim ya da dağıtım tesisi
kurabilmektedir. Doğrudan yatırımların çeşitli avantajları vardır.
1) İşletme ihtiyaçları karşılayacak düşük maliyetli hammadde ve emeğin olduğu
en uygun olduğu yeri seçerek maliyet avantajları sağlayabilir. Bununla
birlikte yatırımın getirisi zaman ister ve istenilen yerde yerleşim çok pahalı
olabilir. Yerel düzenlemelere uyma zorunluluğu vardır.
2) Tam bir kontrole sahip olunmaktadır. Yatırım yapılan ülkenin ekonomisine
katkıda bulunulduğundan iyi bir imaj elde edilmektedir.
3) Hükümet, müşteriler ve tedarikçiler ile uzun süreli ilişkiler geliştirileceğinden
mal ve hizmetlerini daha iyi uyarlayabilir, pazarlama faaliyetlerini kendisi
yapabilir, uzun süreli üretim ve pazarlama hedefl eri belirleyebilir.
Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
4) Hedef ülkede istihdam imkânı yaratılmaktadır, teknoloji transfer edilerek
bölgesel kalkınma sağlanmaktadır. Rekabet nedeniyle yerel işletmelerin
kalitelerini yükseltmeleri, kendilerini geliştirmeleri zorunluluk haline gelmektedir.
Yabancı sermaye yatırımları ile birlikte ülkenin döviz rezervleri
artar. Çok uluslu işletme, ihtiyaç duyduğu girdileri ev sahibi ülkede sağlayacağından,
yabancı sermayenin döviz kazandırıcı bir etkisi vardır. Çok
uluslu işletmelerin ürettiği mal ve hizmetlerin tamamı ev sahibi ülkede tüketilmediğinden,
dış pazarlara ihraç edilmektedir. Ev sahibi ülkeden ihracatın
yapılması ödemeler dengesine olumlu katkı sağlayacaktır. Çin’de doğrudan
yabancı yatırımların genellikle tercih edilen şekli yerel araştırma geliştirme
yeteneklerinin geliştirilmesi için yabancı ortağın teknoloji transferi
sağlayacağı ortak girişimlerdir. Bununla birlikte ev sahibi ülkede yabancı
sahipliğinin sınırlandırılması, diğer yabancı işletmelerin teknolojiyi transfer
etmelerini olumsuz etkilemektedir.
Dezavantajları ise; riski en fazla olan giriş stratejisidir. Döviz blokesi, millileştirme,
develüasyon gibi riskler olabilir. Hükümetler bazı ülkelere ticari kısıtlamalar getirebilir,
işletmelerin kartele katılarak fi yat düşürmelerine, üretime kota getirmelerine,
tek satıcılık sözleşmesi yapmalarına, yabancı ülkelerde ortak araştırma geliştirme
yapmalarına, ortak üretim faaliyetlerinde bulunmaları, yerel işletmeleri satın
almalarına yasaklamalar getirebilir. Amerikan işletmelerinin Küba, Libya, Güney
Afrika, Vietnam’a satış yapmamaları örnek verilebilir. Ülkeler, anahtar sektörlerin
yabancı işletmelerin kontrolünde olmasından da çekinmektedir. Bunun nedeni ise
dışardan alınan kararlarla yerel ekonominin ve politik istikrarın zarar göreceğinin
düşünülmesidir. Çok uluslu işletmelerin iletişim, savunma, enerji, havayolları gibi
bazı alanlara yatırım yapmalarına, yapılan yatırımlarda yabancı (ana ülkeden)
personel kullanılmasına kısıtlamalar getirilebilir. Buraya kadar hükümetlerin çok
uluslu işletmeler üzerindeki etkisinden bahsedilmiştir. Oysa çok uluslu işletmelerin
de hükümetler ve düzenlemeleri üzerinde etkisi bulunmaktadır. Çok uluslu
işletmeler bir ülkedeki ücret oranları, sendika kanunları, hava kirliliği, üzerinde
etkili olabilirler ve gerekirse farklı bir ülkede yatırım yapmaya yönelebilirler. Ev
sahibi ülke hükümeti ile görüşmelerde etkili olmada kullandıkları pazarlık güçleri;
sahip oldukları teknoloji, pazarlama uzmanlığı, ihracat başarıları, ürün çeşitlendirme
ve doğrudan yabancı yatırımın değerinden kaynaklanmaktadır3. Örneğin
İspanya’da işgücü maliyetlerini yükseltecek şekilde yeni kanuni düzenlemeler
olduğunda, Colgate-Palmolive, Johnson&Son, Volkswagen İspanya’daki üretim
tesislerini kapamışlardır. 1990’ların ortalarında işsizlik oranı % 24,5 olmuştur. Bir
başka örnek; birçok ülkede yararlı teknolojisinden dolayı IBM’in % 100 sahipliği
olacak şekilde faaliyette bulunmasına izin verilmiştir. GM’in ASEAN’a üye olan Tayland ve
Filipinlerde otomobil fabrikası açmak için teşvik alması örnek verilebilir.
Yabancı yatırımcılara vergi muafi yetinin sağlanması, yerel yatırımcılar açısından
haksız rekabet koşulları anlamına gelmektedir. Çok uluslu işletmeler, işgücü ve diğer
kaynaklar konusunda yerel işletmelerle rekabet ederek, fi yatları yükseltmektedirler.
Çok uluslu işletmelerin en iyi işçileri daha yüksek ücretlerle istihdam etmesi, yerel
rekabeti olumsuz etkilemektedir. Kuzey Hindistan’daki yerel işletmeler Toyota’nın en
iyi işçileri yüksek ücretlerle istihdam etmesinden şikayetçi olmuşlardır.
Ekonomik gelişme için doğrudan yatırımlara gelişmekte olan ülkelerde çeşitli teşvikler
verilmekte olsa bile, doğrudan yabancı yatırımların büyük bir bölümünü gelişmiş
ülkeler arasında yapılan yatırımlar oluşturmaktadır. Özellikle ikinci dünya savaşından
sonra 1987 ile 1991 yılları arasında gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkelere
yatırım yapmaktansa kendi aralarında yatırım yapmayı tercih etmiştir. (
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları içinde gelişmekte olan ülkelerin payı dikkati
çekecek bir şekilde azalmaya başlamıştır. 2000 yılında UNCTAD tarafından
yayınlanan Dünya Yatırım Raporuna göre, 1997 yılında dünyada toplam 473 milyar
dolarlık yatırımın yarısına yakını 275 milyar dolarlık (% 43) kısmı gelişmekte
olan ülkelere giderken, bu oran 2000 yılında Asya krizi, Rusya krizi gibi dünyadaki
olumsuz gelişmelerden dolayı %19’a gerilemiştir (Tablo 28).5 2000 yılından sonra
ise dünyada yapılan doğrudan yabancı yatırımlar satın alma ve birleşmelerin,
bazı ülkelerde özelleştirmelerin azalması nedenleriyle düşme eğilimi göstermiştir.
4 Wilfred J.Ethier, James R.Markusen “Multinational Firms, Technology Diffusion And
Trade”, Journal Of International Economics, 1996, vol 41, s.2.
5 Daha fazla bilgi www.yased.org’dan alınabilir. UNCTAD’a göre en fazla doğrudan
yabancı sermaye akışının olduğu ülkeler Amerika, İngiltere, İsviçre, Çin, Fransa, Hollanda,
Bazilya, Almanya, Kanada, Arjantin, HongKong, İrlanda’dır. Türkiye 60 ülke arasında
54. Sırada yer almaktadır.
152 Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
2000-2003 yılları arasında satın alma ve birleşme yoluyla yapılan doğrudan yabancı
yatırımlarda %65 oranında düşüş olmuştur. 2002 yılında gelişmiş ülkelere
yapılan yatırım %72, gelişmekte olan ülkelere %28 iken bu oran 2003 yılında
%65 ve %35 olarak gerçekleşmiştir. Anlaşıldığı gibi bu dönemde gelişmiş ülkelerin
doğrudan yatırımlar içindeki payı azalmıştır6. Bunda gelişmekte olan ülkelerin
artan rekabet ortamında doğrudan yabancı yatırımları kendilerine çekebilmek için
girdikleri yarışın etkisi büyüktür.
2007 yılından 2008 yılına doğru, gelişmiş bölgelerin doğrudan yatırımlardan aldığı
pay azalırken, gelişmekte olan ülkelerin aldığı payın yine arttığı görülmektedir.
Bölge olarak ise yatırımlarda ilk sıralarda AB, Kuzey Amerika, Güney ve Doğu
Asya, Latin Amerika, Batı Asya yer almaktadır. AB uluslararası doğrudan yatırımlardan
en fazla pay alan bölgedir.
Ülke veya ülke grupları itibariyle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yıllar itibariyle
dağılımına bakıldığında tablo 30’daki verilerden, ABD, AB ve Japonya’nın,
dünyanın en büyük doğrudan yabancı sermaye yatırımcısı merkezleri olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer önemli bir nokta ise, AB’deki doğrudan yatırımlarının diğerlerine
oranla büyük boyutlara ulaşma eğilimi göstermiş olmasıdır (Tablo 30).
Tablo 30: ABD, AB ve Japonya’ya Yönelen Doğrudan
Yabancı Sermaye Yatırımları (milyar $)
Ülke veya
ülke Grupları
1990-95
Ortalama
1996
1997
1998
1999
2000
2006
2007
ABD 55 92 105 143 155 152 175.4 192.9
AB 115 185 223 410 714 805 531 610
Japonya 25 23 26 25 22 32 -6.5 28.8
Diğer 40 85 124 134 184 282 - -
Toplam 235 385 478 712 1075 1271 1305.9 1537.9
Kaynak: Ferit Kula, Çokuluslu Girişimler ve Türkiye. İstanbul: İleri Yayınları, 2006, s. 31 ve
UNCTAD, http://www.unctad.org/Templates/webfl yer.asp?docid=9439&intItemID=46
97&lang=1 derlenerek oluşturulmuştur.
Tablo 29’un devamı
Doğrudan Yabancı Yatırımla Dışa Açılma Stratejileri 155
DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI
ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Küresel ekonominin karmaşıklığı ve farklı fırsatların olması, işletmeleri farklı ülkelerde
yatırımlara yöneltmektedir. Çeşitli faktörler işletmelerin yatırım kararını
etkilemektedir. Bu faktörleri tedarik, talep ve politik faktörler olmak üzere sınıfl andırılabilir
TEDARİK FAKTÖRLERİ TALEP FAKTÖRLERİ POLİTİK FAKTÖRLER
Üretim maliyetleri Müşteriye ulaşmak Ticari engellerden kaçmak
Lojistik Pazarlama avantajı Ekonomik gelişme teşvikleri
Kaynakların uygunluğu Rekabet avantajı
Teknolojiyi elde etmek Müşteri mobilitesi
Tedarik Faktörleri
İşletmeler üretim maliyetlerinin ve taşıma maliyetlerinin doğal kaynakların zengin
olduğu ve teknolojiyi elde edebilecekleri ülke pazarlarını seçerler.
Üretim Maliyetleri: Doğrudan yabancı yatırımlarda düşük arazi fi yatları, vergi
oranları, emlak kiraları, işgücü gibi düşük üretim maliyetlerinin olduğu yerler tercih
edilmektedir.
Lojistik: İşletme taşıma maliyetleri önemliyse, ülke içinden ihracat yapmak yerine
yabancı ülkede üretim yapmayı tercih edebilir. Heineken, Almanya’da uzak
bölgelere mamulleri taşımak yerine yabancı ülkelerde üretim yapmayı tercih etmektedir.
Doğal Kaynakların Bulunması: Hammadde, petrol gibi kaynaklar yatırım için
önemlidir ve Amerika’da petrol üretiminin azalması üzerine, yeni petrol rezervlerinin
olduğu yerlerde yatırıma yönelinmektedir.
Teknolojiyi elde etmek: İsviçreli birçok ilaç işletmesi, küçük Amerikan biyogenetik
işletmesine yatırım yaparak, teknolojiyi elde etmiştir.
156 Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
Talep Faktörleri
İşletmeler, müşterilere kolaylıkla ulaşabilecekleri, talebin yoğun olduğu, pazarlama
ve rekabet avantajlarına sahip olacakları, tedarikçilere yakın olabilecekleri
yerlere yönelmektedirler.
Müşteriye Ulaşmak: Fast food restoranları ve perakendeciler rekabet nedeniyle
müşterilere ulaşmanın yollarını araştırmaktadır. Kentucky Fried Chicken,
Amerika’dan Japon müşteriler için ürünlerini taze olarak tedarik edemeyeceğinden,
Japonya’ya yerleşmek zorunda kalmıştır. IKEA’nın başarısı ana ülke pazarı
olan İsveç’den başka, dünya çapında çok sayıda yeni mağazalar açmasına bağlıdır.
Pazarlama Avantajları: Doğrudan yabancı yatırımlar, çeşitli pazarlama avantajları
sunmaktadır. Başarılı müşteri hizmetlerinin olması, reklâmlar, işletmelerin daha
iyi tanıtılmasını ve kabul görmelerini sağlamakta, fabrikanın fi ziksel görünümü ev
sahibi ülkede müşterileri çekmektedir.
Rekabet Avantajı: Ticari marka, marka adı, teknolojiye sahip olan işletmeler ihracat
yapmak yerine doğrudan yabancı yatırımı tercih edebilmektedir.
Müşteri Hareketliliği: Bir işletme yeni fabrikasını tedarikçilere yakın yerde açabilir.
Önemli Japon otomobil üreticilerinin tedarikçileri, tedarik sağlamak için
Amerika’da yerleşmiştir.
Politik Faktörler
Hükümetler tarafından ihracata kısıtlamaların getirilmesi, doğrudan yabancı yatırımlar
için teşvik verilmesi doğrudan yabancı yatırımları özendirmektedir.
Ticari Engelleri Aşmak: Fuji fi lm, Amerika’ya ihracat yapmak yerine üretim tesisi
açmıştır. İşletme ihracata konabilen tarifelerden, kotalardan kaçmak için doğrudan
yatırıma yönelebilir.
Ekonomik Gelişme Teşvikleri: Birçok hükümet yatırım yapılması için işletmelere
işgücü eğitim programları, düşük vergi, altyapı gibi teşvik vermektedir.8
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını belirli ülkelere çeken faktörler UNCTAD,
Dünya Yatırım Raporuna göre ise politik, ekonomik ve yatırım ortamına ait faktörler
olarak sınıfl andırılmaktadır (Tablo 32).
Tablo 32: Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Belirleyicileri
Faktör Grupları Ev Sahibi Ülkelerdeki Belirleyiciler
Politik faktörler
Ekonomik, politik, sosyal istikrar
Yabancı yatırımlara ilişkin uluslararası anlaşmalar
Vergi politikası
Ticaret politikası, teşvikler
Özelleştirme politikası
Piyasaların yapısı ve işleyişine ilişkin politikalar
Yabancı iştiraklerin anlaşma standartları
Yatırım faktörleri
Yatırımların promosyonu (imaj yaratılması, ülkenin
pazarlanması vb)
Yatırım teşvikleri
Maliyetler (rüşvet, bürokratik etkinlik vb)
Yatırım sonrası hizmetler
Yaşam kalitesi vb sosyal etkenler
Ekonomik faktörler
Pazara yönelme: Pazar büyüklüğü, kişi başına gelir,
piyasanın büyümesi, bölgesel ve global piyaslara
erişim mkanları, tüketici tercihleri, piyasaların yapısı
Kaynağa/stratejik varlığa yönelme: Hammaddeler,
düşük ücretli vasıfsız işgücü, vasıfl ı işgücü, fi ziki
altyapı, AR-GE, teknolojik, yenilikçi ve diğer yaratılmış
varlıklar
Etkinliğe yönelme: Kaynakların/varlıkların maliyeti
ve işgücünün verimliliği, diğer girdilerin maliyeti (iletişim,
aramalar), bölgesel entegrasyon anlaşmasına
üyelik, ölçek ekonomisi.
Kaynak: UNCTAD, World Investment Report 1998-Trends and Determinants, UN, New York.
DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI İLE PORTFÖY
YATIRIMLARININ FARKLILIKLARI
Portföy yatırımları, sermaye sahiplerinin yabancı bir ülkede hisse senedi, tahvil ve
benzeri araçlara yatırım yapmasıdır. Ya da bir yabancı işletmenin hisse senetlerini,
yatırım fonlarını, tahvillerini satın alma şeklinde ortaya çıkan mali işlemlerdir.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile portföy yatırımları arasında farklılıklar
vardır. Bunları sıralarsak;
1) Portföy yatırımları fi nansal yatırımlardır ve çok uluslu faaliyetlerin temel
faktörü, portföy yatırımlarının (yabancı tahviller, hisse senetleri gibi) tersine
yabancı girişimle ilgili karar vermede ana işletmeye kontrol gücü verme158
Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
sidir. Yönetsel açıdan, öz sermaye sahipliğinin derecesi (hisse miktarı),
kontrolü sağlamayı gerektirir. Bir işletmenin yönetimde etkiye sahip olma
ya da kontrol etme derecesi, işletmenin mülkiyetinde sahip olunan hisse
miktarına göre belirlenir. Minimum % 10 ya da daha fazla hisse senedine
sahip olunursa bu yatırım DYSY olarak kabul edilmektedir. % 10’dan az
hisse senedine sahip olunur ise bu yatırım portföy yatırımı olarak kabul
edilmektedir. Doğrudan yatırım tanımlarında (minimum öz sermeye sahipliği
yüzdesi bakımından) ülkeden ülkeye farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin
Amerika’da yabancı şirkette % 10’dan fazla paya sahip olunursa doğrudan
yabancı sermaye yatırımı kabul edilmektedir. Dolaysız yabancı sermaye
yatırımı üretim tesisi üzerinde kontrol yetkisini de içermektedir.
2) Doğrudan yabancı sermaye yatırımı sadece sermayenin değil teknoloji,
girişimcilik, yönetim uzmanlığının da transferidir. Portföy yatırımında ise
yabancıdan yerliye parasal sermaye (mali fon) transfer edilmektedir.
3) Girişimin değer ekleyen faaliyetlerinin en az iki ülkeye yerleşmesidir.9
4) Portföy yatırımını yapanlar tasarruf sahibi gerçek kişiler iken, doğrudan
yabancı sermaye yatırımını yapanlar çok uluslu işletmelerdir.
5) Portföy yatırımında geri ödeme koşulları önceden belirlidir. Doğrudan yabancı
sermaye yatırımında ise kar transferleri kazanca, hükümet politikalarına
(kısıtlamalar olabilir) bağlıdır.10
6) Portföy yatırımları doğası gereği kısa dönemli iken, doğrudan yabancı sermaye
yatırımları kontrole, mülk edinmeye dayanan uzun dönemli bir yatırım
şeklidir.
Kalıcı ekonomik bağ ve uzun vadeli bir ilişki kurulması, bu teşebbüsün yönetimi
üzerinde önemli bir etkiye işaret etmekte ve bu yatırımları portföy yatırımından
ayırmaktadır. IMF doğrudan yatırım ile portföy yatırımları arasında ayırım yapmak
için % 10’luk bir eşik tavsiye etmesine rağmen, bu tercihi ülkelerin takdirine
bırakmaktadır.
Tam Sahiplik (% 100 Üretim Tesisi Açma)
Tam sahiplik stratejisine, farklı kaynaklarda sıfırdan yeni tesis açma (greefi eld)
ya da kendi üretim tesisini kurma gibi farklı isimler verilebilmektedir. Dışa açılma
stratejileri arasında en fazla kaynak gerektiren ve en riskli olan stratejidir. Ülke
dışında önemli miktarda sermaye taahhütü ve yönetim çabasının yapılmasını,
9 Thomas L.Brewer, Stephen Young, The Multilateral Investment System and Multinational
Enterprises, Oxford University Press, Oxford 2004.
10 Seyidoğlu, a.g.e., s. 579.
Doğrudan Yabancı Yatırımla Dışa Açılma Stratejileri 159
sermaye dışında teknoloji, pazarlama, üretim, makine gibi kaynakların da transfer
edilmesini gerektirmektedir.
Yabancı ülkedeki işçilik, hammadde ve benzeri yatırım faktörleri ucuzsa ve pazar
uzun vadede gelecek vaad ediyorsa işletme hedef pazarın bulunduğu ülkede
%100 kendi tesisini kurmaya karar verebilir. Pazarın ekonomik, kültürel,
politik, hukuki, kambiyo sistemi gibi faktörleri incelenmeli, girilecek ülkenin hedef
pazarının durumu, rakipler ve pazar payları dikkate alınarak tüm mali faktörleri
içine alan ciddi bir fi zibilite çalışması yapılmalıdır. Ayrıntılı bir analiz sonucu pazara
girmeye karar verilmelidir. Kendi tesisini açan işletme hedef ülkeye teknoloji
transferi sağladığından fi rmanın imajı kuvvetlenebilir, kazançlar aracılarla paylaşılmaz,
ürün veya hizmetler, yatırım üzerindeki kontrol tam sağlanır. Sözleşmeli
giriş stratejilerinde (lisanslama, yönetim sözleşmeleri) olduğu gibi görüşmelerden
ya da ortak karar vermeden (ortak girişim) kaynaklanan bir takım problemlerle
karşılaşılmaz. Tedarik kaynakları, müşteriler, hükümet ile daha iyi ilişkiler oluşturularak
mal ve hizmetler bölgeye uyarlanabilir. Bununla birlikte bu stratejide pazar
hakkında tam bilgi sahibi olmama, maliyetlerin daha fazla olması, döviz blokesi,
devalüasyon, millileştirme, beklenmeyen pazar koşullarının olabilmesi gibi riskler
mevcuttur. Riski ve kaynak taahhütü yüksek olduğu için büyük, uluslararası
işletmeler tarafından tercih edilen bir stratejidir. Daha önce açıklandığı gibi yeterli
kaynaklara sahip çok uluslu işletmeler monopol güçlerini kaybetmemek için %
100 sahiplik stratejisini tercih etmektedir. ÇUİ, kontrol ve kar üzerinde % 100 söz
sahibi olmaktadır. Bu strateji farklı ülkelerdeki üretim ve pazarlamanın koordinasyonu
ve bütünleşmesinde merkezi kontrol sağlar, küresel stratejiler geliştirilmesine
izin verir. Politik risk ise diğer stratejilerde olduğundan daha fazladır. Yabancı
pazarlarda yatırım yapan işletmenin rekabet gücü artar. Bir işletme farklı türlerde
yan kuruluş açabilir.
1) Faaliyetin yapısına göre (satış/pazarlama, montaj, üretim)
2) Yatırım odağına göre: Pazar odaklı, maliyet odaklı, hammadde odaklı.
3) Kuruluş yöntemine göre: Yeşil saha yatırımları (greenfi eld) ya da satın
alma.
4) Yan kuruluşun başarısına göre: Maliyet merkezi, kar merkezi gibi
5) Organizasyon ve kontrole göre: Üretim, pazarlama, ar-ge’de kararların
merkezi, ademi merkezi olması.
Yabancı ülkede kendi üretim tesisini açmak isteyen bir işletme üretimin yapılacağı
yer (ülke, bölge, konum), sahip olacağı mülkiyet derecesi, üretim, pazarlama,
organizasyon, kontrol, insan kaynakları, fi nansal yönetim konularında karar almak
zorundadır.
160 Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
Tam Sahiplik mi? Franchising mi?
İşletmeler yabancı bir ülke pazarına girdiklerinde bir tek merkeze bağlı ve faaliyetlerinin
belli ölçüde merkezden idare edilicek şekilde zincir mağazalar açabilirler.
% 100 kendi tesisini açma ile franchising arasındaki farklılıklar;
1) % 100 üretim tesisi açma, yüksek yatırım harcamalarını gerektirmektedir.
Çok sayıdaki mağazanın kirası, genel masrafl ar merkez tarafından karşılanmaktadır.
Franchisingde ise sermayenin büyük bir bölümü franchise
alan işletmelerden sağlanmaktadır ve ana fi rma genel masrafl arı üstlenmemektedir.
Her franchise birimi bağımsız olarak kendi maliyetlerini üstlenir.
Bununla birlikte tam sahiplikte tüm kazanç merkeze aitken, franchisingde
ana fi rmanın kazancı franchisee ile paylaşılmakta ve başlangıç ücreti, malzemelerin
franchisee’lere satışı, royaltylerden oluşmaktadır.
2) % 100 üretim tesisi açıldığında kararlar merkezden verilmektedir. Farklı
yerleşim yerlerindeki müşterilerin yaşam tarzlarını, bölgesel ihtiyaçlarını
anlamak zor olabilir.11 Franchise alan bölgesel yatırımcılar ise kendi bölgelerindeki
müşterileri daha iyi tanırlar. Müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını ana
fi rmaya zamanında bildirerek iletişimi sağlarlar.
3) Yönetimin, açtığı her işletmenin faaliyetlerini kontrol etmesi ve kontrolü
sürdürmesi zordur. Karar vermede ve kararların zamanında uygulanmasında
gecikmeler olabilmektedir.
4) % 100 üretim tesisi açmada merkez, yetkililere personel politikaları, satın
alma, fi yatlama, reklâm kararları için belli başlı yetkiler vermektedir. Franchising
sisteminde ise ana fi rmanın franchise verdiği her bir franchisee
kendi işletmesine sahiptir ve hukuken bağımsızdır. Ana fi rmanın standartları
ve sistemi dışına çıkmamak üzere işletmelerinde istedikleri kararları
alabilirler. Zincir işletmelerdeki yöneticilere göre kendi işlerinin başında olduklarından
daha iyi motive edilerek, performans göstermektedirler.
Günümüzde bir franchise zincirini idare eden bir şirketin diğer yayılma alternatifi
daha fazla franchise satmaktansa kiralık yöneticilerin idare edeceği şirkete ait zincir
mağazaların açılmasıdır. Bütün franchise zincirlerinin çoğu franchise edilmiş
satış birimlerinin ve şirkete ait satış mağazalarının her ikisinide içermektedir. Bir
şirketin kendisine ait ve franchise edilmiş mağaza sayısı bir zincirden diğerine ve
endüstriden endüstriye çeşitlidir. Franchisor’ın pazara kendine ait bir birim açarak
mı yoksa franchise vererek mi gireceğine karar vermesinde etkili olan faktörler
vardır. 1970’lerde franchise veren işletmelerin franchise edilen mağazaları geri
11 Barry Berman, Joel R.Evans, Retail Management, A Strategic Approach, fi fth edition,
Mc Millan publishing, New York 1992, s.68.
Doğrudan Yabancı Yatırımla Dışa Açılma Stratejileri 161
satın almaları doğrultusunda bir eğilim olmuştur. Buna ilişkin iki farklı görüş ortaya
çıkmıştır.
1- Şirkete ait satış mağazalarının öneminin artması,
2- Franchise edilmiş satış mağazalarının öneminin azalmasıdır.
Bir şirket kendisine ait üretim tesisi kurması için yeterli sermaye bulamazsa, franchising
sistemini kullanarak rakiplerinden önce, uygun yerlerde, franchise edilmiş
satış mağazaları açarak mağazalar zincirini geliştirebilir ve hızla yayılabilir.
Ortak Girişimler (Joint Venture) Ortak Girişim Oluşturma Nedenleri o Ortak Girişim Türleri
Ortak Girişim (Joint-Venture) Ortak girişim, birbirinden hukuki ve iktisadi açıdan bağımsız iki veya daha fazla sayıda işletmenin, kendi faaliyetlerini sürdürürken, belli bir işi görmek üzere sürekli veya geçici olarak bir şirket kurup bu şirkete kendi işletmelerinden teknik, mali ve ticari destek sağlamaları üzerinde anlaşmalarıdır.12 Bir diğer tanıma göre; yasal ve iktisadi olarak bağımsız fi rmaların ortak bir projeyi gerçekleştirmek üzere, yönetim ve fi nansal riski ortaklaşa paylaşmak üzere kendilerinden ayrı bir fi rma kurmalarıdır.13 Ortak girişim, Dayınlarlı tarafından “iki veya daha ziyade hukuken ve iktisaden birbirinden bağımsız kişi veya tüzel kişiliği haiz şirketlerin müştereken belirli bir amacı gerçekleştirmek ve kar elde etmek için kuruldukları ve müştereken yönettikleri tüzel kişiliği bulunan veya bulunmayan bir ortaklıktır” olarak tanımlanırken14 başka bir tanıma göre ise “iki veya daha fazla sermayeye katılımı bulunan teşebbüslerin oluşturduğu, bunlara bağımlı olarak belirli bir sahada (sektörde) hizmet veren bir yavru ortaklık olarak tanımlanmaktadır.15 Mülkiyet ve kontrol tarafl ar arasında paylaşılmaktadır. Ana işletmelerden en azından birinin kumanda merkezinin, ortak girişimin faaliyet gösterdigi ülkenin dışında yer aldığı, iki ya da daha fazla ana işletmenin oluşturdugu, yasal olarak ayrı bir kişiliği bulunan, ana işletmeleri temsil eden yeni bir işletmedir. Bu yeni işletme ekonomik ve yasal olarak birbirlerinden bağımsız olan ana işletmelerin kontrolü altındadır.Firmalardan her birinin sermayedeki payları % 90’dan az, % 10’dan fazla olmalıdır. % 90 ya da daha fazla sermaye payına sahip olan fi rmalar ayrı bir girişim, tam mülkiyete sahip olunan yan kuruluş olarak kabul edilmektedir.17 % 10’dan az sermaye payına sahip yatırımlar ise portföy yatırımıdır.18 Bazı kaynaklarda ise fi rmanın % 95 sermaye payına sahip olması yan kuruluş olarak kabul edilmektedir. Uluslararası ortak girişimler, Amerikan fi rmalarının sermaye yüzdelerine göre sınıfl andırılmıştır.19 (Tablo 33) Tablo 33: Ortak Girişim Türleri Sermaye payı (%) Ortak girişim Türleri 95-100 Yan kuruluş 11-94 Uluslararası ortak girişim 51-94 Çoğunluk payı ile oluşturulan ortak girişim 50:50 Eşit payla oluşturulan ortak girişim 11-49 Azınlık payı ile oluşturulan ortak girişim Eklektik teoriye göre bir işletme ile işletmenin ortaklık önerdiği diğer işletmenin birbirlerini tamamlayıcı kaynakları varsa ve yetersizliklerinin farkındaysalar bu, ortak girişim ile sonuçlanmaktadır.20 Ortak girişim oluşturan işletmeler birbirlerinin eksik olan kaynaklarını ve yeteneklerini bir araya getirerek tamamlarlar ve tek başlarına elde edemeyecekleri başarıyı elde ederler (şekil 11). İşletme kaynakları, işletme tarafından kontrol edilen bütün aktifl eri, yapabilirlikler, organizasyon süreçleri, işletmenin katkıları ve bilgidir. Yan ve Gray çeşitli kaynakları iki gruba ayırmıştır. Bunlar, sermayeye dayanan kaynaklar ve sermayeye dayanmayan kaynaklardır. Sermayeye dayanan kaynaklar, elle tutulup gözle görülebilen işletmenin maddi nitelikteki nakit para, binalar, arsa, makinalar, aletler, stoklar ve arazi gibi varlıklarıdır. Sermayeye dayanmayan kaynaklar ise teknoloji, patent, yönetim uzmanlığı, yerel bilgi, iş yöntemleri, marka adı, hammadde tedarik kanalları, ürün dağıtım, pazarlama kanalları ve küresel hizmet desteği gibi elle tutulup gözle görülmeyen nitelikteki varlıklarıdır. 21 Ortaklar teknoloji, patent, genel yönetim bilgisi, fi ziksel varlıklar (makine, 17 John Walmsley, Handbook of International Joint Ventures, Graham&Trotman Publishing London, 1989, s.5. 18 Portföy yatırımı, dış ülkelerdeki işletmelere ait hisse senetleri ve tahviller ile dış ülkelerin hükümetleri tarafından çıkarılan hazine tahvillerinin alınması ile gerçekleşen fon akışıdır. Portföy yatırımı, yönetime katılmadan sahiplik sağlayan bir yatırım şeklidir. Pazar hakkında bilgi (politik durum, ekonomi, ülkedeki müşteriler), dağıtım kanalları, malzeme, işgücü, fi nans gibi kaynaklarıyla ortaklığa katılabilirler.22 Örneğin Coca Cola ile Fransa’nın Danone işletmesi Avrupa ve Latin Amerika’da “Coke’s Minute Maid” portakal suyunun dağıtımı konusunda ortak girişim oluşturmuş ve anlaşmıştır. Danone’nin dağıtım ağı ve üretim tesisleri kullanılmış, ortak girişimin yönetim kurulunda her iki işletmeden üçer ortak yer almıştır. Danone faaliyetlerin idaresinden, Coca Cola ise pazarlama ve fi nansın kontrolünden sorumlu olmuştur. GM, Macaristan işletmesi Raba ile oluşturduğu ortak girişimde kamyon, traktör üretimi yapmaktadır ve % 67 paya sahiptir. Bu yönetim şekli tarafl ardan hakim durumda olan yeni birim için güçlü, karar verici durumunda olduğundan dolayı kolaydır. Eşit paya sahip ortaklıklarda karar üzerinde anlaşamama olabilmektedir. Ortak girişim oluşturan işletmeler, amaçlarını gerçekleştirmek için yetersiz olan kaynaklarını başka bir işletme aracılığı elde etmekte ve böylece eksik kaynaklarını tamamlamaktadır.23 İşletmeleri ortak girişim oluşturmaya yönelten temel faktör, karşılıklı dayanışma sağlamak, kaynakları biraraya getirerek sinerji yaratmaktır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde oluşturulan ortak girişimlerin özelliklerinin birbirinden farklı olduğu belirlenmiştir. Altyapısı, rekabet, teknoloji, hükümet politikaları gibi dış çevre koşulları ortak girişimin düzenlenişini ve istikrarını etkilemektedir. Farklı ülkelerden farklı tecrübeler elde edilmektedir. Ana işletmeler tarafından faaliyetler ortaklaşa kontrol edilmektedir. Temel ticari politikaların belirlenmesinde ortak kontrolün olması şarttır.25 İki ya da daha fazla bağımsız işletme tarafından oluşturulan ortak girişimde, ortaklardan her biri karar verme sürecine katılabilir. Yasal ve ticari açıdan bağımsız olan işletmeler biraraya gelerek ortak girişimi oluştururlar. Ana organizasyonlardan en azından birinin kumanda merkezi, ortak girişimin faaliyet gösterdiği ülkenin dışında bulunmaktadır.26 Sözleşmede ayrıca bir düzenleme yapılmamışsa, ortaklar arasında koydukları sermaye dikkate alınmaksızın kâr ve zarar eşit olarak paylaştırılır. Bütün ortaklar aynı riske maruz kalırlar ve riski paylaşırlar. Ortak girişim kendi ayakları üzerinde durana kadar tarafl ardan biri fi nansman sağlarken diğer taraf personel tedarik edebilir. Uygulamada ortaklığa sermaye olarak sadece emeğini getiren işletme sayısı çok azdır. İşletmelerden biri ortak girişime sadece emeğini getirmişse, bu işletme sadece kâra katılabilmektedir.27 Sermaye Katılımlı Ortak Girişimler Sermaye katılımlı ortak girişim ya da diğer adıyla ticaret şirketi kurmak amacıyla oluşturulan ortak girişim, iki ya da daha fazla sayıda işletmenin, sermayelerini ortaya koymalarıyla oluşturulan, yasal olarak ayrı yeni bir işletmedir. Oluşturulan girişimin sermayesinde ortaklar paya sahiptiler, kârdan pay alırlar, yönetim kurulunu temsil etme ve girişimle ilgili kararlara aktif olarak katılma hakları bulunur.28 Kısaca, sahiplik ve yönetim kontrol ortaklar arasında paylaşılır. Burada sermaye; nakit, mal, her türlü menkul ve gayrimenkuller, telif hakkı, lisans, know-how, teknik yardım, makina, teçhizat, patent, ticari marka olabilir.29 İktisadi değeri olan her şey sermaye olarak konulabilir. Sermaye katılımlı uluslararası ortak girişimler, işlemlerini ana işletmelerden bağımsız olarak yürütürler ve iş politikalarına kendileri karar verirler, özerktirler. Sermaye katılımlı ortak girişim yönetiminin ana işletmelerden bağımsız olarak görevlerini yerine getirebilmesi, etkili olması açısından önemlidir. Özerklik az ise ortak girişimler günlük faaliyetlerle ilgili karar vermede serbest değillerdir ve belli kararlarda ana işletmelere başvururlar. Ekonomileri istikrarlı olmayan pazarlarda ortak girişimler daha az özerktirler. Sermaye Katılımlı Olmayan (Sözleşmeye Dayalı) Ortak Girişimler Sermayeye dayalı olmayan ortak girişimler, sürekli bir ilişkinin gerekmediği ve başarı için esnekliğin esas olduğu düzenlemelerdir. Belirli bir süreyi kapsayan projeler için oluşturulup, proje tamamlandığında son bulmaktadır. Türleri şunlardır : 1) Belirli bir alandaki inşaat projesi için konsorsiyum oluşturmak, 2) Ortak araştırma geliştirme anlaşmaları, 3) Üretim sözleşmeleri, 4) Teknik yardım, pazarlama, dağıtım, tedarik anlaşmaları, 5) Teknoloji ortaklığı. 6) Patent, ticari marka, know-how, karşılıklı lisans anlaşmaları 7) İhale ortaklığı 8) Araştırma geliştirme ortaklıkları 9) Hizmet ya da yönetim sözleşmeleri İş ortaklığı, sermayeye dayalı olmayan ortak girişimin özel bir türü olarak kabul edilmektedir. Tekinalp tarafından iş ortaklığı, adi ortaklığın, dolayısıyla ortak girişimin özel bir türü olarak kabul edilmektedir. İş ortaklığında, ortaklar işverene karşı işin tamamından sorumludurlar. Ortak Girişim Oluşturma Nedenleri Günümüzde küresel rekabet gerçeğinden yola çıkarsak uluslararası alanda birkaç şirket başarılı olmak için bütün rekabet avantajlarına sahiptir. Sanayileşmiş ülkelerde fi rmalar gelecekte, tanıdık olan gelişmiş ülke pazarlarında değil, dünyanın gelişmekte olan bölümlerinde fark yaratacak şekilde büyümeyi beklemektedirler. Fakat çeşitli nedenlerden dolayı gelişmekte olan ülkelerde iş yapmanın riskli olduğu ve daha fazla tedbir almayı gerektirdiği görülmüştür. Bundan dolayı çoğu şirket yöneticisi fi rmalarının diğer fi rmalarla birleşmesine çalışmaktadır. Bir taraf kendi güçlü ve zayıf yönlerini ortaya koymalı, açıkça stratejik amacını ileri sürmeli ve bu amaç- 5422 sayılı KVK madde 1/e, mükerrer 6.madde, 31 numaralı KV genel tebliği, resmi gazete sayı 19117’e göre iş ortaklığı sermaye ortaklığı, kooperatif, iktisadi kamu müesseseleri, dernek ve vakıfl ara ait işletmeler diye sınırlayıcı sayı ilkesine göre belirlenmiş kurumların kendi aralarında ya da bir veya birkaç kurumun gerçek kişiler ile belli bir işin yapılmasını müştereken taahhüt etmek ve kazancını paylaşmak amacıyla kurdukları ortaklıktır. Burada ülkelerden ülkelere gelir seviyelerinde farklılıklar olabilir. İşletmelerin çoğunun büyümeyi isteme nedenleri farklıdır. Rekabete karşı korunmak, daha fazla kar elde etmek, ölçek ekonomilerini başarmak, daha ucuz ve iyi kalitede mal ve hizmet üretmek gibi. Ortak girişimler sabit olmayıp değişken yapıya sahiptirler ve özel sektörlerle sınırlı olmayıp her türlü alanda oluşturulabilmektedir. Ortaklık oluşturan taraflardan birinin sahip olduğu finansman, hammadde, yönetim uzmanlığı, dağıtım kanalı, iş bağlantıları, üretim tesisleri, teknoloji, teçhizat konularındaki girdilere diğer tarafın gereksinim duyması, ortak girişim oluşturma nedenlerinden biri olabilir. Böylece işletme tek başına elde edemeyeceği bir kaynağı, ortak girişim oluşturarak elde eder ve kaynak boşluğunu doldurmuş olur. Örneğin fi nansal kaynakları sınırlı olan küçük işletmelerin uluslararsılaşmasında ortak girişim stratejisi yardımcı olabilmektedir. Ortak girişim oluşturmak isteyen yabancı ve yerel ortakların amaçları birbirlerinden farklı olabilir. Yabancı yatırımcının amacı yerel pazarı seçilen yerel ortaklar ile geliştirmek, üstün pazar pozisyonuna sahip olmak ve iyi oluşturulmuş bir dağıtım sistemine sahip olmak olabilir. Yerel fi rmanın amacı ise teknoloji transferi, yüksek kalitede üretim imkanı, yabancı ortağın yönetim bilgisi ve yeteneği, teknoloji temelli üretim uzmanlığı olabilir. Ortak Girişim yapısından pazar geliştirme stratejisi olarak yararlanılabilir. Benzer ürün pazarlarında faaliyet gösteren işletmeler ortak girişim oluşturararak ürün dağıtımlarını genişletir ve dağıtım gücü elde ederler. Örneğin Gillette Şirketi, % 10’dan az pay alarak, üçüncü dünya ülkelerinde küçük projelerin yer aldığı ortak girişimler oluşturmaktadır. Gillette’nin amacı uluslararası pazar payını artırmaktır. Çok uluslu işletmeler, ortak girişimi uzun dönemli bir stratejide tamamen kendine ait şube açmaya yönelik ara bir adım olarak görmektedirler. Arjantin, Brazilya, Hindistan, Meksika, Filipin ve Türkiyeyi de içine alan gelişmekte olan ülkelerde yetmiş ortak girişimle yapılan görüşme sonucu yabancı şirketlerin tek başlarına yatırıma izin verilmediği ve bu ülkelerde hükümet düzenlemelerinin ortak girişimi motive ettiği belirlenmiştir.33 Ev sahibi ülke, bir takım kısıtlamalar getirmiş olabilir. Yerel ortak ile ortak girişim oluşturulması, yabancı yatırımcıların yatırımlarının tazminat ödenmeden millileştirilmesi, el konulması riskini azaltmaktadır. Başarısızlık olasılığından dolayı yöneticilerin çogu yabancı pazarlara tek başlarına gitmektense ortak girişim oluşturmayı tercih etmektedir. Bazı ülkelerde vergi politikaları nedeniyle işletmeler kendi yan kuruluşlarını açmak yerine, azınlık payına sahip olacakları şekilde ortak girişim oluşturmayı tercih etmektedir. Ortak girişimim avantaj ve dezavantajları, diğer alternatif giriş stratejileriyle karşılaştırılarak maliyet fayda analizinde değerlendirme yapılmalıdır. Ortak girişimin stratejik amaçları belirlenmeli, tarafl arın fi nansal taahhüt, sinerji, yönetim taahhütü, risk azaltma, kontrol, uzun dönemde pazara nüfuz etme ve diğer avantaj, dezavantajları dikkate alınmalı, istenen özellikteki ortaklar adaylar arasından seçilmeli ve iş planı geliştirilmelidir. 33 Robert R.Miller; Jack D.Glen; Frederick Z.Jaspersen, Yannis Karmakolas, International Joint Ventures in Developing Countries Happy Marriages?IFC, Discussion Paper, Number: 29, 1970-95, s.3. Doğrudan Yabancı Yatırımla Dışa Açılma Stratejileri 167 Yerel ortak, oluşturulan ortak girişimde ülkenin politik durumu, ekonomi, gümrüğü hakkında, genel yönetim konusunda, ülkede üretilen mamul pazarına giriş konusunda, pazarlama personeli, yerel sermaye, hükümetle ilişkiler, tesisler, yerel işgücü, malzeme, fi nans kurumları konularında katkıda bulunur.34 İşletmeler ortak girişime girmeden önce maliyet fayda analizi yapmalıdır. Ortak girişim oluşturacak işletmelerin, işbirliğinden elde edecekleri çok sayıda potansiyel faydaları olacaktır. Her işletme, işbirliğinin avantajı maliyetinden fazla olacağına inanırsa ortak girişim başarılı olur. Ortak girişim oluşturma nedenleri Tablo 34’de verilmiştir. Tablo 34: Yerel ve Yabancı İşletmeler İçin Ortak Girişim Oluşturma Nedenleri Yerel İşletmelerin Ortak Girişim Oluşturma Nedenleri Yabancı İşletmelerin Ortak Girişim Oluşturma Nedenleri Teknoloji transferi ve bilginin elde edilmesi Yüksek kalitede üretim Modern yönetim tekniklerini öğrenme Global pazarlara girme Diğer pazarlara kolay girme imkanı bulma Rekabet avantajı sağlama Risk paylaşımı İşletmenin imajını artırma Kaynak ve kapasite kullanımı Ölçek ekonomilerinden yararlanma Yerel işgücünün eğitimi Yabancı ortağın fi nansal kaynaklarından yararlanma Hükümet teşviklerinden yararlanma Yerel pazarın korunması Yabancı pazarlara, dağıtım kanallarına daha hızlı ve kolay girme imkanı Yerel ortağın ekonomi, politika ve kültür bilgisi Ayrıcalıklı işlem, tarifeler kotalar olmadan pazara giriş imkanı Risk paylaşımı Teknoloji Sinerji Maliyetleri azaltma İç pazarın doymuş olması, yeni pazarlar arama Rekabetin artması Ölçek ekonomilerinden yararlanma Vergi avantajı Gelişmiş ülkelerde ortak girişim oluşturma nedenleri Glaister ve Tatoğlu tarafından çeşitli çalışmaların derlenmesiyle Tablo 35’de oluşturulmuştur. Tablo 35’de görüldüğü gibi riski paylaşmak, büyüklüğün verdiği maliyet tasarrufl arı sağlayacak şekilde ölçek ekonomilerinden yararlanmak, teknoloji elde etmek, rekabeti önlemek, hükümetin koruyucu politikalarının üstesinden gelmek, farklı ülke pazarlarına ortak ile daha kolay girebilmek bu nedenler arasında sıralanabilir. Gelişmekte olan ülkelerde ise çok uluslu işletmelerin ve yerel ortakların ortaklığa gi- 34 Root, a.g.e., s.227. 168 Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri rişme nedenleri farklılık göstermektedir (Tablo 36). Çok uluslu işletme için önemli olan hammadeye ulaşmak, yüksek karlar elde edebileceği pazarlara girmek, riski azaltmak önemli iken yerel ortak için önemli olan teknoloji transfer etmek, marka, know elde etmek, kâr elde etmek, sermaye sağlamak ve büyümektir. Tablo 35: Gelişmiş Ülkelerde Ortak Girişimleri Oluşturan Nedenler Mariti ve Smiley (1983) Harrigan (1985) Porter ve Fuller (1986) Contractor Lorance (1988) Hotfi eld ve Pearce (1994) Risk paylaşımı Maliyet ve risk paylaşımı Risklerin azaltılması Riskin azaltılması Mali riskin dağıtımı, kullanılabilir sermayenin arttırılması Ürünün getirisini artırmak Ürünün getirisini artırmak Ölçek ekonomisi Ölçek ekonomisi Ölçek ekonomisi ve öğrenme Ölçek ekonomisi Ölçek ekonomisi Tamamlayıcı teknolojinin transferi Teknoloji veya beceri aktarımı Bilgiyi ya da yeteneği edinme Tamamlayıcı teknolojilerin veya patentlerin değişimi Teknik bilginin ve becerilerin edinimi Rakipleri yandaşlara dönüştürme/ daha etkili rakipler yaratma Rekabeti biçimlendirme Rekabeti önleme Rekabeti yönetme Yerel hükümetin politikalarına uyma Hükümetin koruyucu politikalarını aşma Hükümet engellerini aşma Uluslararası alanda genişlemeyi kolaylaştırma Pazar veya yapın pazarının genişletilmesi Dikey bağlantılar Yarı dikey bütünleşme Dikey bütünleşme Varolan Pazar durumlarını konsolide etme Yeni pazarlara girme Pazara giriş Değişik yeni iş alanlarına girmeGelişmekte Olan Ülkelerde Ortak Girişim Oluşturma Nedenleri Çok Uluslu İşletme İçin Yerel Ortak için Yerel Hükümet İçin Hammaddeye ulaşmak Riskin azaltılması Yeni pazarlar Ölçek ekonomisi Hükümet düzenlemeleri Mali teşvikler Düşük girdi maliyetleri Gerçek dışı kur oluşumları Teknoloji transferi Yönetsel know how ve marka edinme Kar Sermaye sağlama Büyüme İhracat fırsatlarını kazanma Yüksek kalitede üretim yapma yetisi edinme Yerel işgücünü eğitme Ödemeler dengesini iyilileştirme İstihdam yaratma ve ulusal geliri artırma Dışa bağımlılığı azaltma Teknik teknoloji ve yönetim bilgisi sağlama . Migros Türk, perakendeci olarak faaliyetlerine 1954 yılında, İsviçre Migros Kooperatifl eri Birliği ve İstanbul Belediyesi’nin ortak girişimi olarak başlamıştır. 1974 yılında Koç grubunun hisseleri satın almasıyla Türk milliyetine geçmiştir. Ülke dışına ilk 1996 yılında Azerbeycan pazarına girerek açılmış, 1997 yılında Rusya, 1999’da Kazakistan, 2001’de Bulgaristan ve 2000’de Makedonya pazarlarına girmiştir. Rusya pazarına politik ve ekonomik riski azaltmak amacıyla Enka şirketi ile “Ramstore” adında eşit paylı ortak girişim oluşturarak girmiştir. Enka, 1991’den beri Rusya pazarında faaliyet gösteren ve Moskova belediyesi ile iyi ilişkileri olan bir Türk inşaat şirketidir. Her iki tarafta ortaklığa bilgi ve tecrübeleriyle katkıda bulunmuştur. Migros, pazarlama, satış, mağaza yönetimi, pazar araştırması konularında katkıda bulunurken, Enka arazi sahipleri ve belediyeler ile pazarlık, kira ve inşaat işlerini gerçekleştirme konusundaki bilgi ve tecrübeleriyle katkıda bulunmuştur.35 2008 yılına gelindiğinde ise Koç Holding otomotiv, dayanıklı tüketim malları, enerji ve fi nans sektörlerine odaklanmak amacıyla perakende sektöründen çıkma kararı almış ve Migros Türk hisselerinin % 50,8’i İngiliz şirket Moonlight Capital’ a satılmıştır. Türk işletmeleri Rusya ve Orta Asya pazarlarını iyi bilirlerken, Amerikalı yöneticiler bu pazarları çok iyi bilmemektedir. Günümüzde birçok Amerikan işletmesi, Türkiye’nin Asya ve Rusya’da kurmuş olduğu dağıtım kanallarından yararlanmakta ve Türk işletmeler ile ortak girişim oluşturmaktadır.36 35 Donald N. Thompson, Türkiye’deki Pazarlama Vak’aları: Zorluklar ve Fırsatlar, Gazi Kitabevi, 2006, Bilkent Üniversitesi, Ankara, s.25. 36 Kariyer Dünyası, 12 Eylül 1998, s.81. 170 Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri Ortak Girişimlerin Avantajları ve Dezavantajları Gelişmekte olan ülkelerde ve komünist rejimin geçerli olduğu ülkelerde ana ülke hükümetinin getirdiği kısıtlamalardan dolayı ortak girişim stratejisi, uluslararası işletmelerin yatırım yapmaları için kullandıkları en uygun strateji olarak kabul edilmektedir. Birçok hükümet yabancı yatırımcıların çoğunluk payına sahip ortak girişim oluşturmalarına da izin vermemektedir. Ortak girişim stratejisi, uluslararası işletme yöneticileri için ev sahibi ülke hükümetinin kabul ettiği, % 100 yatırım yapmadan sonra en iyi ikinci strateji olarak görülmektedir. Yerel ortak yabancı ortağın yatırım miktarını ve riskini azaltmaktadır. Yerel iş çevresi (müşteriler, tedarikçiler, bankalar, kamu kurumları) hakkında bilgi sağlanmaktadır. Uluslararası ortak girişimler yerel ve yabancı ortaklar için hammadde, insan kaynakları, kredi, faaliyet, yasal, borç riskleri gibi üretimde karşılaşılan riskler ile döviz, faiz oranı, likidite riski gibi fi nansal riskleri azaltmaktadırlar. Ortak girişimde yabancı ortağın sermaye payı düşük olsa bile teknoloji gibi önemli kaynak katkısında bulunuyorsa, kontrolü elinde tutabilir. Ortak Girişimlerin Sona Erme Nedenleri Farklı nedenlerden dolayı ortak girişimler sona ermektedir. Bunları sıralarsak: 1- Ana işletmenin ortak girişimi satın alması, 2- Ana işletmenin ortaklıktaki sermaye payını ortağına satması, 3- Ana işletmenin ortaklıktaki payını üçüncü bir kişiye satması, 4- Ana işletmenin ve ortağının paylarını ortaklık dışındaki birine satmaları, 5- Ana işletmenin ortak girişimi tasfi ye etmesi. İlk aşamada ana işletme ortak girişimdeki payını arttırırken, son dört aşamada kendini geri çekmektedir. Ortak girişimlerin sona ermesi ve bunun ana işletmeye etkisi konusunda çok fazla çalışma bulunmamaktadır. 37 Gelişmiş ülkelerdeki ortak girişimlerde yönetim kurulunun karar vermede önemli rolleri bulunmaktadır. Az gelişmiş ülkelerdeki ortak girişimlerde ise yönetim kurulu belirsizlik ve yabancı ortağın kontrol isteği nedeniyle ortaklara kontrol mekanizmasını devretmektedir. Ortak Girişimin Franchising ile Karşılaştırılması Ortak girişim ile franchisingin farlılıkları şunlardır: 1) Ortak girişimde her iki tarafta sermayesini ortaya koymaktadır. Yatırım, pazarlama, işletme politikaları üzerinde birlikte karar verilmektedir. Ortaklığa katılan işletmeler yeni işletmenin aktifl erini, risklerini ve karını paylaşırlar. Ortaklığa eşit oranlarda katılmaları gerekli bir şart değildir. İşletme ortaklığa para, teknoloji, know-how, satış organizasyonları, üretim tesisleri ve makina teçhizatlarıyla katılabilir.38 Tarafl arın fonksiyonlarının neler olacağı, denetimi kimin sağlayacağı, bir münakaşa olursa ne olacağı gibi konularda birlikte karar verirler. Franchising’de ise franchisor kendi koşullarını karşı tarafa bir anlamda dikte ettirmektedir. Franchisee ana fi rma tarafından belirlenen şartlara, standartlara sistemin korunması için uymak zorundadır. 2) Ortak girişimde sermayenin sadece bir kısmını yatırımcı sağlarken, franchising’de tüm sermayeyi franchise alan sağlar. 3) Ortak girişimde şirkete ait birim kiralık yönetici tarafından yönetilirken, franchising’de franchise alanın işletme sahibi olarak işin başında durması çoğu zaman aranan bir koşuldur.39 Ortak girişime örnek olarak Toyota-Sabancı işbirliği verilebilir. Tototo Sabancı’nın pazar bilgisini, dağıtım sistemini kazanırken, Sabancı Toyota’nın bilgi, tecrübe ve teknolojisinden yararlanmıştır. Ortak Girişim ve Stratejik İşbirliği Bazı çalışmalarda ortak girişim ve stratejik işbirlikleri aynı anlamda kullanılmıştır. Stratejik işbirliği ile ortak girişim terimlerinin anlamları ve hangisinin nerede kullanılacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Birçok ülkede bir sözleşme ile biraraya gelen ve yeni bir şirket oluşturmayan işletmelerin birlikteliği stratejik işbirliği anlaşması, yeni bir şirket oluşturan işletmelerin birlikteliği ise ortak girişim olarak kabul edilmektedir.40 Stratejik işbirliği, belirli bir hedefe ulaşmak için iki ya da daha fazla sayıda işletmenin kendi tüzel kişiliklerini koruyarak kaynaklarını ve güçlerini birleştirmeleridir. Stratejik işbirliğinde işletmeler, bir işin tamamını yapmak ya da bir projeyi gerçekleştirmek üzere anlaşmakta; kendi başlarına gerçekleştiremeyecekleri amaçlarını daha çabuk gerçekleştirmek üzere geçici olarak biraraya gelmektedirler. İşletmelerin taahhüdleri iş tamamlanınca sona ermektedir ve işletmeler kendi kimliklerini korumayı sürdürmektedirler. Stratejik işbirliği, iki ya da daha çok işletmenin hissedar yapılarında herhangi bir değişiklik olmadan ticari ya da sınai fayda edinmek amacıyla beraber hareket etmesidir. İşbirliği çok farklı şekillerde yapılabilir. Lisanslama, teknoloji anlaşmaları, üretim tesislerinin paylaşılması, araştırma projelerinin yürütülmesi, dağıtım ağlarından yararlanma örnek olarak verilebilir. Tedarik zincirinde yer alan işletmeler 38 Doğan Y.Ayhan, Doğan Tuncer, Pazarlama, s.295. 39 Peter Hall, Rob Dixon, Franchising, Pitman Publishing, London, 1988, s.127. 40 Ramu, a.g.e., s.18. 172 Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri birbirleriyle işbirliği yapabilir ya da tamamlayıcı kaynakları birleştirerek sinerji elde etmek amacıyla işbirliği yapılabilir. Üretim, dağıtım, teknoloji geliştirme faaliyetlerini paylaşmak için ortak girişim faaliyeti oluşturulabilir. Günümüzün yoğun küresel rekabet ve hızlı teknolojik gelişme şartlarında, işletmeler eksik olan yönlerini gidermek ve rekabet güçlerini kaybetmemek için temel yeteneklerine yoğunlaşmaya başlamışlardır. İşbirlikleri tamamlayıcı yönde ve işletmelerin bilgi ve yeteneklerini kuvvetlendirici yönde olmalıdır. İşbirlikleri sadece maliyet avantajı sağlayan yollar olarak değil, bilgi aktarım ve yayılma imkanları olarak değerlendirilmelidir
o Uluslararası Birleşme Ve Satınalmalar o Birleşme, satınalma ve ortak girişim stratejilerinin farklılıkları o Ülker-Godiva örnek olayı
İşletme Birleşmeleri (Merger)
Birleşme iki şirketin bir araya gelerek yeni bir şirket oluşturması demektir. Birleşme
bir şirketin başka bir şirketi satın alarak kendi bünyesine katma (acqusition)
biçiminde olabileceği gibi bir şirketin başka bir şirket ile ortaklık temelinde birleşmesi
(merger) biçiminde de olabilir.49 Her iki durumda da ortaya yeni bir şirket
çıkmaktadır. Dünya çapında birleşme ve satın almaların sayısı 1980-1999 arasında
% 42 artmış; değeri ise 1980’de küresel GSYİH’nın % 0.3’ü iken 1999’da %
8’e ulaşmıştır.50 Telekomünikasyon, ulaşım, fi nansal hizmetler ve elektrik-gaz-su
sağlama hizmetlerinde yapılan yeniden düzenlemelerin yarattığı fırsatlar, çoğu
sektörde atıl kapasitenin olması, küresel pazarları fark eden işletmelerin büyüyebilme
yarışı bu artışa neden olmuştur.51
İşletme birleşmeleri dışsal büyüme yöntemlerinden birisidir. Birleşen işletmelerden
biri hukuki ve ekonomik kişiliğini korurken diğeri bu niteliklerini kaybederek,
tek raporlayan bir işletme olarak bir araya gelirler. Birleşen işletmelerin ortakları
yeni oluşumun risklerini ve kazançlarını eşit şekilde üstlenirler ve işletmelerden
hiçbiri diğerine göre üstünlük elde etmez. İşletmelerin tüzel kişilikleri sona ermekte,
ortaya yeni bir işletme ve yeni bir tüzel kişilik çıkmaktadır. Her iki işletmede
adını kaybederek yeni bir isim altında birleşirlerse, bu duruma hukuki bir kavram
olan “konsolidasyon” adı verilmektedir. Alıcı ve satıcı yani birleşmede taraf olan
işletmelerin yetkililerinin isteği ile başlatılan ve karşılıklı görüşerek, pazarlık yaparak,
anlaşma ile sonuçlandırılan birleşmelere “Gönüllü” ya da “Dostça Şirket
Birleşmesi” adı verilmektedir. Hedef olarak seçilen işletmenin yöneticilerinin karşı
çıkmalarına rağmen, işletmenin hissedarlarına teklifte bulunarak, hisse senetlerinin
satn alınmasıyla işletmenin ele geçirilmesine ise “Şirket Ele Geçirme (takeover)”
adı verilmektedir.
Birleşen işletmelerin amaçları; kâr elde etmek ve büyümek, sinerji yaratmak, birbirlerinin
müşteri veri tabanlarını elde etmek, süreklilik sağlamak, toplumsal fayda
sağlamaktır. Birleşme yaklaşık aynı büyüklükteki işletmeler arası birleşmeleri
ifade etmektedir. İşletme birleşmeleri, bir işletmenin veya ortaklarının diğer bir
işletmenin hisselerini veya net aktifl erini satın almasıdır. Örneğin Sears ve Kmart
işletmeleri Wal-Mart ve diğer büyük perakendeci işletmeler ile rekabet edebilmek
amacıyla birleşmişlerdir. Şirket ele geçirmeleri, sadece tamamen halka açılmış, hisse senetleri geniş bir kesim
tarafından alınıp satılan şirketler için söz konusudur. Halka açılmamış işletmelerde bu
tür ele geçirme imkanı hukuki olarak mümkün olmaz.
Birleşen işletmelerin pazarlama, satın alma, üretim, araştırma faaliyetlerinin etkinliği
artar, üretim hattı genişletilir, borçlanma kapasitesi artar, dağıtım kanallarını
kullanma imkanı oluşur, büyüme sağlanır, belirsizlik azaltılmış olur. KPMG
Danışmanlık Şirketi tarafından yapılan bir araştırmaya göre şirket birleşmelerinin
nedenleri; öncelikle yeni coğrafi pazarlara girerek yayılmak, şirketin hisse değerini
ve böylece hissedarların servetini artırmaktır. Diğer nedenler; pazar payını
yükseltmek, yeni mal ve hizmet üretmek, arz zinciri üzerinde kontrol sağlamaktır
(Tablo 38). ABD’de faaliyet gösteren Hewitt Associates adlı şirketin 1998’de
yaptığı araştırmaya göre de pazar payını artırmak birleşmelerin altında yatan en
büyük neden olarak tespit edilmiştir. ABD’li şirketler için en başta gelen birleşme
nedenleri yeni pazarlara girmek iken, Latin Amerika ülkeleri için pazar payını
artırmak ve rekabet edebilir ölçek yakalamaktır.
Günümüzde işletmeler sadece diğerinin yüksek teknoloji ile çalışan makinaları
ve tesisleri için değil; elde tuttuğu patentler, müşterilerinin değeri, uzmanlık
alanları, bilgi sermayesi ve çalışanlarının nitelikleri gibi nedenlerle de birleşme
ya da satın alma yoluna girmektedir. Bir işletme, başka bir işletmenin entelektüel
sermayesini ele geçirmek içinde birleşme stratejisini kullanabilir. Bilgisayar
ve teknoloji şirketleri Cisco ile Lucent’in birleşmesi buna örnek verilebilir.
Uluslararası İşletmecilikte diğer konular Ülke Riski, politik risk, politik risk yönetimi, yatırım yapmadan ve yaptıktan sonra riskten kaçınma yöntemleri
Bölgesel Ekonomik Bütünleşmeler
Ekonomik bütünleşme, ülkeler arasındaki ticareti ve işbirliğini geliştirmek amacıyla
uluslarüstü kapsamlı yasa ve yönetmelikler hazırlayarak bunlara uymayı
kabul etmektir.24 Bölgesel ticaret bloklarının şekilleri ve fonksiyonları birbirinden
farklıdır. Ekonomik bütünleşme; birleşmeye giden ekonomilerde mal ve hizmet
akımlarına serbesti sağlayıp, ticarete engel olan kısıtlamaları ortadan kaldırarak
bir ortak pazar yaratmaktır. Böylece bütünleşme ile daha geniş bir pazara üretim
yapmak ve büyük çapta üretimin sağlayacağı imkanlardan yararlanma fırsatı
doğacaktır. Ülkeler ekonomik bütünleşme akımlarına katılarak üretim kapasitelerini,
kaynak verimliliklerini ve toplumsal refah düzeylerini artırmayı amaçlarlar.
Bu anlamda bütünleşmeler, siyasi bakımdan bağımsız ülkeleri ekonomik yönden
birbirine daha bağımlı duruma getirmektedir.25
Bölgeselleşme hareketlerinin içerisinde ise bölgesel ekonomik birlikler en son aşamada
yer almaktadır. Günümüzde bölgesel ekonomik birliğinin en başarılı örneği ise
Avrupa Birliği (AB)’dir. “Ekonomik birlik” ekonominin entegrasyon sürecinin en üst
aşamasını ve üye ülke ekonomilerinin tam olarak entegre olmasını ifade etmektedir.
Ekonomik birlikte ülkelerin ulusal ekonomik politikalarına ilişkin kararların önemli bir
kısmı topluluğa devredilmekte ve ulusal egemenlik alanında ödünler verilmektedir.26
Ekonomik bütünleşme aşamaları kısaca tablo 14’deki gibi açıklanabilir.
Serbest Ticaret Bölgeleri (Free Trade Association)
Üyeler arasında ticareti kısıtlayan veya engelleyen tarife ve kotaların kaldırıldığı,
üyelerin birlik dışında kalanlara karşı ise Ortalama Gümrük Tarifesi (OGT) uygulama
zorunluluğunun olmadığı ekonomik bütünleşme şeklidir.27 Vergi, kota, tarife
ve diğer engellemelere izin verilmez. Her üye, üye olmayan ülkelere karşı kendine
ait ticaret politikasını belirleyebilir. Örneğin Kanada belirli bir ürünün ithalatını
engellemek için üye olmayan ülkelere yüksek tarife ve kota uygularken, Amerika
aynı ürün için daha az kota ve kısıtlama uygulayabilir. Ekonomi politikalarının ve
kurumların uyumlaştırılması ve birliği söz konusu değildir. Dünya’da serbest ticaret
bölgelerine Kanada, Meksika ve Amerika arasında tarifelerin azaltıldığı NAFTA,
Latin Amerika Ülkeleri’nin kurduğu LAFTA, Avrupa Ticaret Bölgesi (EFTA) ve
Avrupa Ekonomik Alanı (EES) örnek verilebilir.
Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
Gümrük Birliği (Customs Union)
Üyelerin karşılıklı ticaretleri üzerindeki gümrük tarifeleri, kotalar, ithal ve ihraç yasaları
gibi her türlü engel veya kısıtlamaların kaldırılarak üçüncü ülkelere karşı ortak
gümrük tarifesinin uygulandığı bütünleşme şeklidir. Arjantin, Brazilya, Paraguay
ve Uruguay arasında imzalanan Mercosur anlaşması örnek verilebilir.28 1996
yılında Türkiye, AB ye tam üye olmamasına rağmen gümrük birliğine alınmıştır.
Ortak Pazar (Common Market)
Ortak Pazar, Gümrük Birliği’nin tüm unsurlarına ek olarak işgücü, sermaye, girişimci,
teknoloji gibi üretim faktörlerinin üye ülkeler arasında serbest dolaşımını
engelleyen bütün unsurların ortadan kaldırıldığı, üçüncü ülkelere karşı ortak
gümrük tarifesinin uygulandığı bir bütünleşme şeklidir. Üretim faktörleri üyeler
arasında hareketlidir. İşçiler üye olan ülkelerde çalışabilir, işletmeler ortak pazara
üye ülkelerden birinde üretim tesisi açabilir ve yatırım yapabilir. AB örnek verilebilir.
AB üyesi ülkelerde işgücü, sermaye ve teknoloji serbest dolaşmaktadır.
Ekonomik Birlik (Economic Union)
Ekonomik birlik; iki ya da daha fazla sayıda ülkenin ekonomilerinin tamamen bütünleşmesi,
tek bir para politikası, mali politika, vergi ve sosyal refah politikaları
ile kurumların birleştirilmesini öngörür. Özellikle tek para sistemi, merkez bankası
ve birleştirilmiş mali sistem ile ortak dış ticaret politikalarının uyumlaştırılması iktisadi
birliğin temelini oluşturur. AET 1957 yılında Roma Anlaşmasıyla kurulmuştur.
AB, özellikle Maastricht Anlaşmasından sonra üyeleri arasında malların, kişilerin,
hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını sağlaması, ekonomi, para ve
maliye politikalarının uyumlaştırılması uygulamalarındaki ilerlemeler ile, iktisadi
birliğe doğru yönelen bir topluluk olarak görülmektedir.
Ekonomik ve Parasal Birlik (Economic and Monetary Union)
Ekonomik ve parasal birliğin, iktisadi birlikten farkı ulusal ekonomik bağımsızlığın
büyük ölçüde kaldırılması ve bunun yerini uluslarüstü bir otoritenin almasıdır. Birliğe
üye ülkelerin ulusal paraları arasında sabit kur ilişkisi olup, üyeler arasında
ulusal para ve maliye politikaları uyumlaştırılmaktadır. AB’de tek para sistemini
yürüten Avrupa Merkez Bankası’nın kurulması ve euro’nun kullanılması örnek
verilebilir.
Kobi’lerin Yabancı Ülke Pazarlarına Giriş Stratejileri o KOBİ’lerin özellikleri o Sektörel Dış Ticaret Şirketleri o Dış Ticaret Sermaye Şirketleri o Kümelenmeler
Küçük bir işletme için basit ve etkili bir pazar seçme yaklaşımı Cannon ve Willis
tarafından geliştirilen “basit elimine” yöntemidir. İşletmeler ülkeleri basitçe belirli
kriterlere göre elimine etmektedir. Kriterler dört grupta açıklanmaktadır.
İşletmeyle ilgili belirli faktörler
Ekonomik değerlendirme
Pazar koşulları
Rekabeti değerlendirme
İşletmeyle ilgili belirli faktörler: Bu kriter yönetimin tercihlerini ve özelliklerini
yansıtmaktadır. Şöyle ki:
- İngilizce genel kabul gören bir dildir.
- Ülke farklı çalışma saatlerine sahip değildir.
- Ana ülke pazarına benzerdir.
Yönetimin tercihleri ile böylece bazı ülke pazarları baştan elimine edilir. Örneğin
Birleşmiş Milletlere üye 149 ülkeden İngilizce konuşulmayan ülkeler Çin, Fransa,
İspanya, Portekiz, Yunanistan, Endonezya elimine edilirken Avustralya, Kanada,
Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
Bangladeş, Amerika, Batı Almanya, Kore, Japonya, Malezya, Afrika, Hong Kong
bırakılır. Ekonomik değerlendirme: Bu aşamada da çok sayıda ülke bulunmaktadır. Gelişmiş
ülke ekonomileri tercih ediliyorsa bu aşamada da Bangladeş, Hindistan,
Pakistan; Kore elimine edilir, Avustralya, Yeni Zelenda, İskandinavya, Singapur,
Japonya, Tayvan, Batı Almanya bırakılır.
Pazar Koşulları: İşletme pazara girişi imkansız olan ülkeleri belirli kriterlere göre
elimine eder. Örneğin tarife engelleri, ithalat kısıtlamaları, para birimin değeri gibi
faktörlere bakılır. Güçlü para biriminin olduğu Singapur, Japonya, Taywan elimine
edilebilir. Batı Almanya, Benelux, Eire, Norveç, Danimarka bırakılır.
Rekabeti Değerlendirme: Bu aşamada işletmenin diğer işletmelerle nasıl rekabet
edebileceğine yönelik olarak pazarla ilgili daha detaylı bir inceleme yapılır.
Teknik standartlar, ürünün rekabet edebilirliği, servisi gibi kriterler dikkate alınır.
Sonuçta Benelux, Batı Almanya, Norveç, Danimarka hakkında daha detaylı araştırma
yapılarak hedef pazara karar verilebilir. Bu sistem özellikle sınırlı kaynakları
olan küçük işletmeler için oluşturulmuştur. Kriterlerle ilgili bilgiler kütüphanelerden,
ticaret birliklerinden bulunabilir.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşıldığı gibi pazar büyüklüğü ve pazarın
büyüme oranı, rekabet gücü işletmeler için hayati önem taşımaktadır.Bir
ülkedeki en üst sırada nelerin ithal edildiği ve ithalatın büyüme oranları pazar fırsatları
hakkında işletmecilere bakış açısı kazandırabilir. Ülkeler ve pazarlar arasında
farklılıklar vardır. Bununla birlikte niş pazara satış yapmak isteyen küçük bir
işletmeci için ulusal pazardaki eğilimleri araştırmak uygun olmayabilir.
İşletmeler uluslararası diğer işletmelerin de benzer pazarlara girmek isteyebileceklerini
göz ardı etmemelidir. Ülke seçimi kararı zor bir karardır. İşletme başlangıçta
riskini azaltmak için kendisine yakın gördüğü ülke pazarını seçebilir. Bilgi
toplamak zaman ve para gerektirir ve çok sayıda yönetici bilgi kaynaklarının farkında
değildir. İkincil veri kaynakları, genel bir bilgi edinmek için çok yararlıdır.
Toplanan düzenli bilgi, yöneticilerin karar vermelerini ve belirsizlik alanlarını daraltır.
İşletmeler, hangi pazarlara gireceklerini belirledikten sonra, hedef pazara
girmek için kullanacakları stratejilerini belirlemelidirler. Bu stratejiler sonraki bölümlerde
açıklanmaktadır.
Yeni bir yabancı pazar fırsatı olduğunda değerlendirilebilecek önemli
faktörler verilmiştir. Ana ülkede yayınlanan kaynaklardan, internetten gerekli bilgiler
elde edilebilir.
Uluslararası pazarlara girdikten sonra verilmesi gereken kararlar : Mal, fiyat, dağıtım, tutundurma kararları o Mal- Müşteri değeri o Fiyatlandırma stratejileri o Dağıtım stratejileri o Tutundurma Kararları, Coca Cola’nın reklam stratejisi
Hedef Pazara Yönelik Pazarlama Karmasının Belirlenmesi
Pazarlama karması belirlenirken hangi ürünlerin nasıl geliştirileceği, nasıl fi yatlandırılacağı,
nasıl tutundurulacağı ve nihai tüketicilere nasıl dağıtılacağı konularında
pazarlama kararları verilmelidir. Bu elemanlar pazarlama karmasını
oluşturmaktadır ve 4P olarak ürün (product), fi yat (price), dağıtım (distribution),
tutundurma (promotion) bileşenlerin İngilizce başharfl eri ile bilinmektedir. Bu dört
değişken kontrol edilebilen değişkenlerdir. Ülke içindeki pazarlama ile uluslararası
pazarlama konuları birbirine benzer olmakla birlikte uluslararası pazarlama
daha karmaşıktır. Günümüzde ise 4P’den her biri müşteri açısından 4C olarak
tanımlanmaktadır (Tablo 51). Bu nedenle öncelikle 4C kavramını açıklayacak
olursak; Müşteri değeri, pazarlama işiyle uğraşanların bir mal ya da hizmet yaratacakları
zaman bunun müşteriye sağlayacağı değeri ortaya koymalarıdır. Müşteriler
ürünleri fi ziksel, ekonomik, fonksiyonel, psikolojik fayda sağlamak için alırlar.
Müşteriye maliyeti, müşterinin ödemek zorunda kalacağı ek maliyetlerin ortadan
kaldırılmasıdır. Değer kavramı fayda ile maliyet arasındaki farktır. Kısaca üründen
elde edeceği fayda ile ürünü almak için sarfedeceği parasal, zaman, enerji
maliyetini karşılaştırmasıdır. Müşteriye kolaylık, mal ya da hizmete kolayca ulaşmalarını
sağlayacak dağıtım ağının kurulmasıdır. Müşteri iletişimi ise müşterilerin
istek ve ihtiyaçlarını karşılayarak müşteriler ile iyi iletişimde bulunulmasıdır. Hizmet
işletmelerinde ürün, fi yat, dağıtım ve tutundurmadan oluşan 4P pazarlama
karmasına süreç (process), insanlar (people), fi ziksel kanıt (physical evidence)
ve verimlilik (productivity)’ten oluşan 4P eklenmektedir.19 Örneğin “çevre koruma
değeri”’nin gelişmesiyle McDonalds, 1990’lı yıllarda hamburgerleri için polistren
kaplar yerine, kağıt ambalajlara geçmiştir.Uluslararası Ürün Stratejileri
Uluslararası pazarlar için işletme nasıl ürün geliştirebilir? Ürün geliştirmede dört
politika kullanılabilir. İlk seçenek her ülke pazarı için farklı ürünlerin geliştirilmesidir.
Belirli ihtiyaçlara göre ürün uyumlaştırılmaktadır. İkinci seçenek belirli bir ulusal pazar
için (ana ülke pazarı) ürünün geliştirilmesi ve hiçbir değişiklik yapmadan diğer
pazarlara gönderilmesidir. Üçüncü seçenek, belirli bir ulusal pazar için (ana ülke
pazarı) ürünün geliştirilmesi ama yabancı pazarlara göre de üründe değişiklik yapılmasıdır.
Dördüncü seçenek birden fazla ülke pazarı hedefl enerek ürünün geliştirilmesidir.
Koordine edilmiş geniş bir pazar araştırmasını gerektirmektedir.21
Farklı ülkelerdeki tüketicilerin ihtiyaç ve istekleri farklı olduğundan, ürün özellikleriyle
ilgili kararlar oldukça karmaşıktır. Örneğin Avrupa’da, beş farklı ülkede otomatik
çamaşır makinesı ile ilgili özellikler verilmiştir. Tablo 52’de görüldüğü gibi
her ülkede ihtiyaç ve özellikler birbirinden farklı olduğundan dolayı ürünle ilgili
özellikler de birbirinden farklıdır.Ürün, alıcıya tatmin sağlaması beklenen fi ziksel, sembolik ve hizmetle ilgili özellikler
topluluğudur. Pazarlama yönetimi, hedef pazardaki tüketicilerin ihtiyaç ve
isteklerini, ihtiyaçlarda değişen özellikleri izlemeli, mamulde yapılması gereken
değişiklikleri, sunulacak yeni özellikleri belirlemeli ve karşılamalıdır. Müşterilere
değer yaratabilmek için işletmelerin müşteri ihtiyaçlarını ve isteklerini anlayabilmeleri,
müşterileri ile uzun süreli iyi ilişkiler kurmaları ve rakiplerinden farklı faydalar
sunmaları gerekir.
İhracat pazarlamasında önemli olan konu, ürün stratejisi belirlenirken uyum sağlama
ya da standardizasyon stratejisinden hangisinin kullanılacağına karar vermektir.
İhracata yönelik ürün geliştirdikten sonra, bu ürünün hedef alınan ülkelerde
hangi stratejilerle pazarlanacağının belirlenmesi gerekir. Standardizasyon
önceden belirtildiği gibi özellikle endüstriyel teçhizatta, bilgisayarlarda, oyuncak
ya da kahvaltılık yiyecekler gibi tüketim mallarında sağlanabilir. Bununla birlikte
dil farklılıkları, iş prosedürleri ve tüketici ihtiyaçlarına göre ürün uyum sağlamayı
gerektirebilir. Uluslararası pazarda ülke içi pazar ve ihracat pazarları için geçerli
olacak şekilde çift fi yat politikası uygulanabilir. Farklı, kültür, dil, kanunlar ve reklâm
medyası nedenleriyle, tutundurma faaliyetlerinde sorunlar yaşanabilir. Ülke
dışında hangi ürünlerin, hangi ülkelere pazarlanacağı sorusu plânlama sürecinin
başlangıcını oluşturur. İşletme yönetimi işletmede tek bir ürün üretiliyorsa, bu
aday ürünün uluslararası pazar için uygun olup olmadığına, uygun ise yabancı
pazarlar için yeterli olup olmadığına karar vermektedir. İki ya da daha fazla ürün
üreten işletmeler ise ülke dışında en iyi hangi ürünün pazarlanabileceğine karar
vermektedirler. Pazarın kabul etmeye hazır olduğu, kâr potansiyeli yüksek,
ana ülkede olduğu gibi hemen hemen aynı yollarla ülke dışında pazarlanabilen
özelliklerdeki ürünler aday olarak belirlenelirler. Amerikan imalatçıları, yabancı
pazarlarda belirli bir rekabet pozisyonu alırlarken, fi yatlandırmadan çok ürün farklılaştırmaya
güvenmektedirler. İyi bir aday ürün, ana ülke pazarında da işletmenin
rekabet gücü yüksek ürünlerinin karşısındadır. Ana ülkede rekabet gücü yüksek
olmayan bir ürünün, yabancı pazarlarda rekabet gücü zayıf olmaktadır. Bununla
birlikte, iyi bir aday ürün, ana ülkede ülke dışındakine göre ürün yaşam eğrisinde
daha ileri bir aşamada, olgunluk ya da düşüş aşamasında olabilir. İşletme yöneticileri
şu konularda karar vermelidirler:
- Ürünün ana ülke pazarında rekabet gücü yüksek mi? Güçlü ve zayıf yönleri
neler?
- Ana ülke pazarında bu ürün hangi ihtiyacı karşılamaktadır? Yabancı pazarlarda
aynı ihtiyaçlar varmıdır, varsa hangi ürünler bu ihtiyaçları karşılamaktadır?
- Yabancı pazarlar için bu ürün yenimidir? Rekabet gücü nasıldır? Rekabet
üstünlükleri ve sakıncaları nelerdir?
- Ürün yabancı pazarda, ana ülke pazarıyla aynı koşullarda kullanılabilir mi?Ürün satış sonrası hizmet gerektirir mi? Yabancı pazarlar için uygun mu?
- Ürün fi ziksel, paketleme ve hizmet niteliklerinde yabancı pazarlara uyarlanabilir
mi? Ana ülkedeki gibi ülke dışında aynı yollarla pazarlanabilir mi?
- Uluslararası işletmenin beş ürün mesaj stratejisi vardır. Bu stratejiler şunlardır:
Birinci Strateji: Tek Ürün Tek Mesaj-Dünya çapında
İlk stratejide aynı ürün, dünya çapında aynı mesaj kullanılarak satılmaktadır.
Uluslararası kozmetik işletmeleri aynı ürünü kendi ülkelerindekiyle aynı reklâm ve
tutundurma faaliyetlerini kullanarak satmaktadırlar. Coca Cola’nın formülü ve ambalajı
satıldığı tüm ülkelerde aynıdır. Ülkeden ülkeye hedef tüketici gruplarında,
ürün kullanımı örneklerinde, tüketici davranışlarında çok az değişiklik bulunmaktadır.
Araştırma, geliştirme, üretim ve reklâm maliyetleri en aza indirilmektedir. Bu
strateji pazarlamanın ileri olduğu, teknolojik tüketim mallarında kullanılmaktadır.
Stratejinin zayıf yönü ise ülkeler arasında tüketici davranışları farklı olduğundan,
farklı pazar ve perakende koşullarının olması ve her türlü ürün için ge çerli olmamasıdır.
22 Ürün mesaj karmasına bazı örnekler, Tablo 53’de verilmiştir. Örneğin,
kolalı içecekler, gazoz gibi alkolsüz içecekler aynı ihtiyacı tatmin etmekte, aynı
ürün-aynı mesaj stratejisi kullanılmaktadır.
İkinci Strateji: Aynı Ürün Farklı Mesaj
Bir mal ya da hizmet farklı ihtiyaç ve istekleri karşılayabilmekte ve farklı kullanım
olanakları bulabilmektedir. Örneğin, bisiklet Amerika’da çoğunlukla eğlence,
Hindistan’da ise taşımacılık amacıyla satın alınmaktadır. Bu nedenle farklı
pazarlarda, aynı ürün farklı mesajlarla tüketicilere duyurulabilir. İhracatını artırmak
isteyen işletme tüketicilerin ihtiyaç ve isteklerini dikkate alarak mesaj kullanmalıdır.
İhraç edilecek mal değişmediğinden araştırma-geliştirme, üretim ve
stok maliyetleri yükselmemektedir. Ek maliyetler değişik iletişim ça lışmalarından
doğmaktadır.
Üçüncü Strateji: Farklı Ürün-Aynı Mesaj (Ürün Uyumlaştırma-İletişimi Uzatma)
Üçüncü uluslararası ürün stratejisi, farklı koşullardan dolayı üründe uyumlaştırmaya
gidilir ve her yerde aynı mesaj kullanılarak iletişim sağlanır. Kullanım aynı
olduğu için tek tip mesaj tüm pa zarlarda kullanılmaktadır. Mc Donalds bu yaklaşımı
kullanmaktadır. Farklı ülkelerde farklı damak tadı ve isteklere uygun olarak
hamburger hazırlanmakta, reklâmlar ise standart olarak sunulmaktadır. Uluslararası
işletmeler sabun, deterjan ürünlerinde formülleri, yerel su koşullarına veçamaşır makinalarının özelliklerine göre ayarlar ve temel iletişim yaklaşımlarında
değişiklik yapmazlar. Örneğin Dove sabunu her ülkenin hammadde koşulları, su
özellikleri ve koku tercihlerine göre formüle edilmekte, ama her ülkede aynı mesaj
ile satılmaktadır. Otomobil işletmeleri de iklim, yol, hava koşullarına göre ürünlerde
değişikliğe gitmektedir. Bu stratejide reklâm maliyetleri standardizasyon sayesinde
düşük tutulurken, üretimle ilgili maliyetler artmaktadır.23
Dördüncü Strateji: Farklı Ürün Farklı Mesaj (İki yönlü Uyumlaştırma)
Bu stratejide çevresel koşullarda farklılık olduğunda ürün kullanımı ve fonksiyonu
için ürün ve mesaj uyumlaştırılır. İkinci ve üçüncü stratejinin kombinasyonudur.
Kullanım şeklinin değişikliği ürünün fark lılaştırılması yanında mesajın da değiştirilmesini
gerektirebilir. Örneğin, Avrupa’da kartlarda gönderenin yazması için
boşluk bulundururken, Amerika’da hazır mesaj içermektedir. Her iki bölgede de
satış yapmak isteyen Amerikalı tebrik kartı işletmeleri iki tip kart üretip onu iki ayrı
kul lanımda gösteren farklı mesajlar hazırlamak zorundadır. İletişim ve kontrol zor
olduğu gibi maliyetleri de yüksektir.
Son strateji: Yeni Ürün Geliştirme
Son strateji yeni ürün geliştirmedir. Hedef pazardaki tüketiciler mevcut ürünü
alma gücüne sahip değillerse ya da istekli değillerse potansiyel müşterilerin alım
güçlerine uygun, ihtiyaç ve isteklerini karşılayacak tamamen yeni bir ürün geliştirilebilir.Fiyatlandırma
Fiyatlandırma, işletme yöneticileri tarafından kontrol edilebilen, istenildiği zaman
değiştirilebilen, mal ve hizmetin potansiyel satışlarını etkileyen en önemli faktörlerden
birisidir. Tüketicilerin isteğine en uygun kalitedeki mal ve hizmet, en iyi
şekilde duyurulup dağıtılsa bile, fi yatı uygun değilse satın alınmayacaktır. Fiyat,
işletmenin ürettiği mal ya da hizmetlerinin parasal değeridir ve işletmenin kazançlarını
doğrudan etkilemektedir. “Alıcıların bir mal ya da hizmeti elde etmek için
ödemeleri gereken para” olarak da tanımlanabilir. Fiyatlandırma ise işletmenin
içinde bulunduğu durumlara göre ürünlerine değer biçmesidir. Değer, ödenen fi -
yat ya da bedel karşılığında algılanan yararlardır.24 Fiyat, yeterli satış yapılacak
kadar düşük ve araştırma geliştirme, üretim ve dağıtım faaliyetlerinin sürdürülebileceği
kadar yüksek belirlenmelidir. İşletmeye sadece kısa dönemde kâr değil,
uzun dönemde rekabet üstünlüğü vermelidir.
İşletmeler fi yatı belirlerken pazarlama amaçlarını, ürünlerini, ürünlerin ürün yaşam
eğrisindeki yerlerini, maliyetlerini, talebi (pazar koşulları ve tüketici davranışları),
aracıları, rakiplerin durumunu, politik, yasal, ekonomik, teknolojik koşulları göz
önünde bulundurmalıdırlar. İşletmelerde satın alma kararının kimin tarafından
verildiğine dikkat edilmelidir. Örneğin endüstriyel pazarlarda, satın alma yetkilileri
fi yata karşı duyarlı iken, teknik personel kaliteye daha fazla önem vermektedir. Fiyat
belirlenirken satın alma birimindeki kişilerde göz önünde bulundurulmalıdır.
Fiyat, rekabet çevresini şekillendirmede önemli bir silahtır. Örneğin Toys “R” Us,
Almanya, Japonya, Amerika ve diğer ülkelerde düşük fi yat stratejisi izlemiş ve
başarılı olmuştur. Döviz kurları fi yatı etkileyebilir. İhracatçının ülkesinde para biriminin
değeri yükselirse ihracatçı için ana ülke ve ev sahibi ülke para biriminden
hangisinin kullanılacağı konusu önemlidir. Ürün ihraç edildiğinde ürünün fi yatı,
maliyetler taşıma maliyeleri, tarifeler, gümrük vergileri ve uyarlamanın sağlanması
gibi nedenlerle daha yüksek olmaktadır.
Bilgi teknolojisi ve internet müşterilerin ürünlere ve fi yatlara yönelik güncel bilgilere
kolaylıkla ulaşmaları imkânı vermektedir. Müşteriler fi yat kıyaslaması yaparak
en uygun fi yattaki ürünü seçebilmektedir. Pricesca.com, eBay gibi siteler sayesinde
alıcı ile satıcılar fi yat konusunda pazarlık yapabilmekte, alıcının ürüne ödediği
fi yat geçerli olmaktadır. Günümüzde değer temelli fi yatlama önem kazanmıştır
ve fi yat tüketiciye sunulan değere dayandırılmıştır.25 Değer temelli fi yatlandırma,
ürünü üretme maliyetinin belirlenmesine değil, tüketicinin ürüne ne kadar ödeme
yapmaya istekli olduğunu ölçmeye dayanmaktadır. Bu nedenle işletmelerininürünlerini rakiplerine göre farklılaştırmaları ve müşterilerin ihtiyaç ve isteklerini
öğrenip, alacakları tatmini en üst seviyeye çıkarmaları gerekmektedir. Müşteriye
sunulan ekonomik, psikolojik, fonksiyonel özelliklerde farklılıklar kısaca ek faydalar
yaratmalıdırlar. Buna örnek olarak hızlı olma, güvenilirlik sağlamak, hizmetin
algılanan kalitesini artırmak, birebir müşteri ile iletişim kurma, ihtiyacı karşılayacak
yeni ürünler geliştirme örnek olarak verilebilir.
Uluslararası Fiyatlandırmanın Ülke İçi Fiyatlandırmadan Farklılıkları
Uluslararası fi yatlandırmada ürünün ve sektörün özelliği, üretim yapılan yer, dağıtım
kanalı, çevresel faktörler ve yabancı para birimlerinin değer farklılıkları fi -
yatlandırma kararlarını etkilemektedir. Farklı şekilde hükümet müdahalelerinin
olabilmesi, pazarların farklılaşması, döviz kurlarının değişmesi, perakendecilerin
gücü, tedarikçiler gibi nedenlerle ülke içindeki fi yatlandırmadan farklıdır. Bir işletme
her şeyden önce fi yatların ne kadar esnek olacağını, fi yatlamadaki amacının
ne olduğunu, fi yatın ürün yaşam eğrisi boyunca hangi düzeylerde belirleneceğini
ortaya koymalıdır. İşletmeler rekabet ve talep koşullarının farklılığından dolayı
farklı ülkelerde farklı fi yatlar talep edebilirler. Farklı ürünlerde farklı fi yatların uygulamaları
açısından; azalan ticari engeller, AB, NAFTA26 gibi yeni ticari bölgeler
bu tür farklılıkları azaltmakta ve kârlılık üzerinde etkiler yapmaktadır. Günümüzde
ülkeler arasında fi yat farklılaştırılmasını zorlaştıran nedenler; ticari engellerin
azaltılmasıya ürünü bir ülkeden diğerine göndermenin kolaylaşması, nakliye
maliyetlerinin azalması, ülkeler arasındaki fi yat farklılıkları ve değişikliklerin kısa
sürede araştırılarak öğrenilebilmesi, marka isimleri ve ambalajların standartlaşması
olarak sıralanabilir.27
Her ülkede yasal düzenlemeler malların fi yatını etkilemektedir. Düşük fi yat belirleme
konusunda hükümet müdahalesinin olması, işletmelerin monopol gücü
kazanarak rekabeti azaltmalarını engellemektedir. Dünya Ticaret Örgütü, ihracat
yapılan ülkelerdeki müşterilere sunulan fi yattan daha aşağı fi yatla ithalat yapılmasına
kısıtlama getirmelerine izin vermektedir. Bir işletme ana ülkedeki fi yattan
daha düşük fi yatla ihracat yapmak isteyebilir. Bunun nedenleri; yabancı pazardaki
satışlarını test etmek, rekabet, talep olması, ana ülkede aşırı üretim yapılması
olabilir. Düşük fi yatlandırma stratejisi, düşük maliyet sonucu oluşturulabilir. Örneğin;
Bir havayolları yiyecek servisi yapmadan, seyahat acentası kullanmadan, (%
10), kabin personeli sayısını düşük tutarak, koltuk numarası vermeden hizmet sunarak
fi yatını düşük belirleyebilir. Tedarikçi ile çok sıkı pazarlık yapılarak, yüksek
stok seviyesi bulundurmayarak, az aracı kullanarak ve bazı hizmetlerden feragat
ederek maliyetler düşük tutulabilir. Farklılaştırmaya giden ya da rakiplerinin piyasaya girişini engelleyebilen işletmeler ise fi yatı yüksek tutabilirler. Burada önemli
olan işletmelerin fi yat belirlemedeki amaçlarının ne olduğudur.
İşletmelerin Uluslararası Fiyat Belirleme Amaçları
İşletmelerin mamullerin ya da hizmetlerin fi yatını belirlemelerindeki amaçları şunlardır.
28
1) Kârlılık İle İlgili Amaçlar: İşletmeler kâr elde edebilmek amacıyla mamullerini
fi yatlandırırken maliyet artı fi yatlandırma yöntemini kullanır.
2) Piyasaya Nüfuz Etme: İşletmenin fi yatlandırmayla ilgili amacı piyasaya nüfuz
etme olabilir. Bunu gerçekleştirebilmek için işletme düşük bir fi yat uygular. Böylece
ürünle ilgili satışların ve pazar payının payının büyümesini sağlamaya çalışır.
Ürünle ilgili piyasadaki satış hacmini artırmak, belirli bir pazar payı sağlamak
veya mevcut pazar payını artırmak için fi yatı düşük belirler.29 Kore yapımı Hyundai
otomobillerinin, Fransız yapımı Swatch saatlerinin piyasaya girişleri, Japonların
küçük araba parçaları ile Amerika otomotiv piyasasına girişleri bu strateji ile
olmuştur. Uluslararası rekabetin arttığı günümüzde, ürünler standardize edilmişse
ve işletmeler yeni sanayileşmekte olan ülkelerdense piyasaya nüfuz edecek
şekilde fi yat belirleyerek uzun süre hayatta kalmak mümkün müdür? İşletmeler
artan rekabet ile birlikte ürün farklılaştırmaya yönelmekte ve fi yat farklılaştırmaya,
kâr elde edecek şekilde yenilik yapmaya yönelmektedirler.30 İşletmenin fi yatı
düşük belirlemesi için piyasada şu koşullar olmalıdır:
- Piyasanın fi yatlara karşı duyarlı olması gerekir. Yani mamulün fi yatının
azaltılması ile alıcı sayısı büyük ölçüde artmalı, piyasadaki talep esnek
olmalıdır.
- Ünite başına isabet eden üretim ve dağıtım maliyetleri, üretim miktarının
artması ile azalmalıdır.
- Belirlenen düşük fi yat mevcut ve potansiyel rakiplerin piyasaya girmesine
engel olmalıdır. Aksi takdirde, piyasaya nüfuz etme amacıyla fi yat tespiti
başarılı olamaz.
3) Piyasanın Kaymağını Almak: Ürün yaşam eğrisinde giriş aşamasında müşteriler
ürünün özellikleri ile ilgilenirler ve fi yata daha az önem verirler. Yani yüksek
fi yat ödemeye hazır bir müşteri kesimi vardır. Sony Betamax video kasetleri ilk piyasaya çıktığında bu strateji kullanılmıştır. Rolls Royces, Mercedes, Sony, Gucci,
Levis, Sony bu stratejiyi kullanan işletmelerdir. Piyasanın kaymağını almak
amacıyla fi yat belirleme stratejisinde piyasaya nüfuz etmenin tersine mamulün
fi yatı önce yüksek belirlenir ve böylece mamul için diğerlerinden daha yüksek fi -
yat ödemeye hazır alıcıların yüksek satın alma gücünden yararlanılır. Daha sonra
fi yat yavaş yavaş düşürülür ve piyasanın fi yat elastikiyetinin fazla olan bölümlerine
yönelinir.31 Piyasanın kaymağını alma amacıyla fi yatlandırma, zaman içinde
bir fi yat farklılaştırılmasıdır. Fiyatlar zaman içinde farklılaştırılarak satın alma
gücü yüksek olan ve diğerlerine nazaran daha yüksek fi yat ödemeye hazır olan
tüketicilerin ödediği primlerden yararlanılır. Piyasanın kaymağını alma amacı için
piyasada şu koşullar olmalıdır:
- Talebi esnek olmayan yeterince alıcı olmalıdır. Piyasada yüksek fi yattan
mamulü almaya hazır yeterince alıcı olmalıdır.
- Fiyatın yüksek olması rakipleri piyasaya girmeye davet etmemelidir. Piyasaya
girme patent hakları, hammaddeleri kontrol altında tutma ile engellenebilir.
- Yüksek fi yatlar nedeniyle üretim miktarının azalması ünite başına üretim
ve dağıtım maliyetlerini fazla miktarda artırmamalıdır.32
İşletmelerin diğer fi yat belirleme amaçları nakit dönüşümünü çabuklaştırmak, fi -
yatı belirlerken tatminkar bir kazanç oranı sağlamak, mamul hattının satışını sağlamak,
fi yatlarda kalıcılık sağlamak, imaj yaratmak, mamul kalitesi liderliği olarak
sıralanabilir. Printer-kartuş, fotoğraf makinesi-fi lm gibi tamamlayıcı ürünlerde,
ürünlerden birinin fi yatı yüksek tutulurken, diğerinin fi yatı düşük tutulmaktadır.
Yeni malların fi yatlandırılmasında işletmenin amacına göre piyasaya nüfuz etme
ya da piyasanın kaymağını alma stratejilerinden birinden yararlanılmaktadır.
Uluslararası İşletmelerde Fiyat Belirleme Politikaları
Keegan’a göre (1980) ise işletmeler üç fi yat politikası izleyebilirler. Bunlar; tek
merkezli, çok merkezli ve dünya merkezli fi yatlandırmadır.33
1) Tek Merkezli Fiyatlandırma Politikası: Ülke içinde ve ülke dışında aynı
fi yatın kullanılması, çeşitli ürün pazarlarında talep duyarlılığının dikkate alınmamasıdır.
Uluslararası işletme tek merkezli fi yat politikası takip ederse ülke
içindeki mal ve hizmetler için ayrı bir fi yat, uluslararası satışları için ise ikinci
bir fi yat olmak üzere iki tabakalı fi yatlama politikası uygulayabilir. Uluslararası fi yatlamada malın üretim maliyetlerine nakliye, tarifeler, dağıtım maliyetleri de
eklenecektir.34
2) Çok Merkezli Fiyatlama Politikası: Uluslararası işletme çok merkezli fi yat
politikası takip ediyorsa piyasa fi yatını kullanır. Piyasa fi yatı en çok kullanılan ve
bu üç fi yatlama politikası içinde en karmaşık olan fi yatlama politikasıdır. İşletme
her ülkede farklı talep koşulları, vergiler, tarifeler, yaşam standartları, rekabet,
taşıma maliyetleri, altyapı ile karşılaşır ve her pazarda kârını maksimize etmeye
çalışır. Ev sahibi ülkedeki yerel yönetici satışları ve rekabet koşullarını yakından
takip eder, merkez ofi s yöneticileri yerel yöneticilere fi yat belirleme konusunda
yetki verirler.35 Kısaca ana işletmeden farklı olarak yavru işletmenin fi yatı bağımsız
olarak belirlemesidir. Yerel pazar koşulları dikkate alınır. Dezavantajı ise yerel
yöneticilerin ana işletmenin tecrübelerinden ve yürüttüğü analiz türlerinden yararlanmamalarıdır.
3) Dünya Merkezli Fiyatlama Politikası: Uluslararası işletme dünya merkezli
fi yatlandırma politikasını takip ederek ülke içinde sattığı mal ve hizmetler için
ülke dışında da aynı fi yat olacak şekilde standart bir fi yat politikasını benimseyebilir.
Petrol, maden, tarım ürünlerinde bu fi yatlandırma politikası kullanılır.
Çok merkezli politikaya göre daha az esnek bir politikadır. Bu fi yatlandırmada
geçerli olan varsayım, fi yatlamada yerel pazar faktörlerinin etkili olabileceği,
bununla birlikte merkez ofi sin öncülüğünde fi yatlama kararlarının verilmesidir.
Yerel fi yatlar, yerel pazar tarafından belirlenir. Merkez ofi s ise fi yatlama
konularına yardımcı olur. Örneğin TRW otomotiv, nihai müşteriler için fi yatı
belirlerken faaliyette bulunan yavru işletmelerin fi yatlandırmasını da dikkate
almaktadır. Sonuçta işletmeler fi yatlandırmada yerel yöneticilerin kararlarına
önem verirler.
Fiyatlandırma yöntemleri üçe ayrılmaktadır. Bunlar; maliyetlere, talebe ve rekabete
göre fi yatlandırmadır. Yöntemleri kısaca açıklayacak olursak;Uluslararası Fiyatlandırma Yöntemleri
Maliyetlere Göre Fiyatlandırma
İhracat fi yatlandırmasında en çok kullanılan kullanılan yöntem maliyet artı yöntemidir.
Bu yöntem ihracat pazarlarındaki rekabet koşullarını ve talebi dikkate
almaz .Tam maliyet esasına göre (maliyet artı kar) fi yatlandırma ve belirli bir
kazanç oranı sağlayan (hedef) fi yatlandırma ile belirlenir. Tam maliyetlere göre
hesaplama yapılırken birim değişken maliyetlere, sabit maliyetlerden düşen pay
eklenir ve birim başına tolam maliyet bulunur. Tam maliyete göre fi yatlandırmanın
üstünlükleri; basit olmasından dolayı fi yatın kolaylıkla bulunması, maliyetin tamamının
karşılanmasına, plânlanan karın sağlanmasına imkân vermesi, talebin
bilinmediği durumlarda bu yöntemi kullanarak kâr elde etmenin sağlanabilmesidir.
(Bu yöntemin sakıncası da sayılabilir.) Sakıncalı yönleri ise; talep elastikiyetini
yani satış miktarının satış fi yatındaki değişmelerden etkilenmesini ve rekabet
şartlarını dikkate almaması ve maliyet verilerini yaklaşık olarak almasıdır.
Tam maliyet esasına göre fi yatlandırmada;
Üretici…………..Toptancı………...Perakendeci……….. Nihai tüketici dikkate
alındığında üreticinin üretim maliyeti 100 TL ise kâr marjı da % 30 ise üreticinin
toptancıya satış fi yatı 130 TL olur. Maliyeti 130, kâr marjı % 10 ise toptancının
perakendeciye satış fi yatı 143 TL, Maliyeti 143 TL, kâr marjı % 10 ise perakendecinin
nihai tüketiciye satış fi yatı ise 157 TL olur.
İhracat Fiyatı:
I.
F (üretim) + F (kâr marjı) = Teslim Fiyatı
II.
F (teslim fi yatı) + F (ulaşım) + F (depolama)+ F(Banka masrafl arı) + F(sigorta) +
F(dağıtım) = F(ihraç pazarındaki fi yat)
Belirli bir kazanç oranını esas alan (hedef) fi yatlandırmada ise işletme;
1) İşletme, belirli bir dönemdeki kapasitesini belirler,
2) Çeşitli üretim seviyelerindeki toplam maliyetlerini tahmin eder.
3) Bunun üzerinden ne kadar kâr sağlamak istiyorsa bunu belirler.
Örnek:
İşletme 800 ünite üretecek ise,
800 ünitenin toplam masrafı = 10 000 TLBu durumda, işletmenin hedef olarak % 20 oranında kazanç sağlamayı hedefl ediğini
varsayalım.
10 000 * % 20 = 2 000 (20 kazanç oranı)
10 000 + 2 000 = 12 000
(800 ünitenin satışıyla ele geçen para)
12 000: 800 = 15 TL mamulün fi yatıdır.
Bu tür fi yatlamanın en büyük sakıncası, tespit edilecek fi yat için tahmini bir satış
miktarının kullanılmasıdır. Oysa satış fi yatı, satış miktarını etkilemektedir.
Talebe Göre Fiyatlandırma
Talebe göre fi yatlandırma, birim maliyetler aynı olsa bile talep yüksek olduğunda
fi yatın yüksek, talep düşük olduğunda fi yatın düşük belirlenmesidir. Bu fi yatlandırmada
önemli olan farklı fi yat seviyelerinde talebin ne olacağının belirlenmesi
ve işletmeye en çok karı bırakacak fi yatın seçilmesidir. Bir örneği fi yat farklılaştırmasıdır.
Mamule, zamana, yere, müşteriye göre fi yat farklılaştırması yapılabilir.
Örneğin bir otomobilin üretim maliyeti aynı olsa bile kırmızı rengi daha fazla
talep görüyorsa, fi yatı daha yüksek belirlenir (mamule göre fi yat farklılaştırması).
Tiyatroda ön sıraların arka sıralara göre daha pahalı olması yere göre fi yat farklılaştırmasına,
otobüslerde öğrenci, yaş indirimi yapılması müşteriye göre fi yat
farklılaştırmasına, yazın ve kışın otel fi yatları, gece gündüz konuşma tarifelerinin
farklı olması zamana göre fi yat farklılaştırmaya örnek olarak verilebilir. Fiyat farklılaştırması
yapılabilmesi için gerekli şartlar;
- Piyasanın talep yoğunluğu farklı bölümlere ayrılmış olması,
- Farklı bölümlerde bulunan ünitelerin birinden diğerine geçilememesi,
- Rakiplerin yüksek fi yatın istendiği piyasa bölümünde işletmeyle fi yat rekabetine
girişmemeleri,
- Piyasayı bölümlere ayırmanın ve fi yatı farklılaştırmanın neden olduğu maliyetlerin
bunun sağladığı hasılat artışından az olması gereklidir.
Rekabete Göre Fiyatlandırma
İşletme rakiplerini göz önünde bulundurarak fi yatı piyasa fi yatı ile aynı seviyede,
piyasa fi yatından düşük ya da yüksek olarak belirleyebilir. İşletme için önemli olan
rekabet fi yatının maliyetlerini karşılayıp karşılamadığının kontrolünü, maliyet kontrolünü
yapmasıdır. İşletmenin maliyetlerinin hesaplanması güç ise, endüstride
fi yat ahenginin bozulması istenmiyor ise, farklı fi yat belirlendiğinde rakiplerin ve
alıcıların reaksiyonlarını tahmin etmek güç ise ve homojen mallar alınıp satılıyorise piyasa fi yatıyla aynı seviyede fi yat belirleyebilir. İşletme dış pazardaki fi yata
uyum sağlamak zorunda kalabilir.
FOB ihraç fi yatına ulaşmak için malın tam maliyetlere göre göre belirlenmiş ülke
içindeki fi yata, gemiye teslim edilinceye kadar ki taşıma ve sigorta giderleri de
eklenir. CIF fi yatında ise malın ülke dışında limana varıncaya kadarki taşıma ve
sigorta giderleri fi yata eklenir. İhracat yapmayı plânlayan bir işletme ise fi yatı belirlemesi
şu örnek verilebilir. İhraç edilmesi planlanan malın İtalya’da da satış
fi yatı 8 Euro olsun. Pazardaki fi yattan geri dönerek FOB ihracat fi yatı şu şekilde
hesaplanır.
Dış Pazar fi yatı ……………….8.00Euro
% 40 perakendeci kârı………3.20
Perakendecinin maliyeti 4.8
% 10 toptancı kârı ………… 0.48
Toptancının maliyeti 4.32
% 5 ithalatçı kârı………… 0,216
4.104
% 10 gümrük vergisi………. 0.41
MALIN CIF FİYATI 3.694
Birim başına taşıma ve
Sigorta giderleri 0.40
Ambalaj giderleri 0.27 MALIN FOB FİYATI… 3.024 euro olur.
Endüstriyel ürünlerde kullanılan fi yatlar; indirimli fi yatlar, tek fi yat ve pazarlıklı fi -
yat, önceden belirlenmiş veya önerilmiş fi yat, garantili fi yat, prestijli fi yat, coğrafi
fi yat farklılaştırma, leasing- fi nansal kiralama olarak sıralanabilir.
Psikolojik Fiyatlandırma
Bu yöntemler dışında işletmeler tüketici davranışlarının incelenmesiyle ortaya
çıkan psikolojik fi yatlandırma yöntemlerini de kullanabilmektedir. Psikolojik fi yatlandırma
yöntemleri; Küsüratlı fi yatlandırma (50 yerine 49 TL), sabit fi yatla fi yatlandırma
(tek fi yat uygulanarak uzun süre değiştirilmemesi ve böylece müşteri
sadakatinin sağlanması), prestij fi yatlandırması (Örneğin Almanya makina ve
üretimde uzmanlaşmış kadrosuyla dünyada yüksek bir imaja sahiptir. Bu aşamada
yüksek fi yatlar satışı azaltmamaktadır) ve miktar indirimi yoluyla (mamulün
fi yatını artırma yerine, miktar indirimi yoluyla bir çeşit gizli zam yapılması) fiyatlandırmadır.Transfer Fiyatlandırma
Ana işletme ve bağlı işletmeler, iştirak ve şubeleri arasında karşılıklı olarak mal
ve hizmet, hammadde, teknoloji ve benzeri varlıkların transferinde uygulanan fi -
yatlamadır. Kısaca birbirine bağlı işletmeler arasında gerçekleşen fi yatlamadır.
Satış fi yatı düşük tutulduğunda malı satın alan taraf, yüksek tutulduğunda ise
malı satan taraf kârlı olmakta, her iki durumda da çok uluslu işletme kârlı çıkmaktadır.
Çok uluslu işletmeler transfer fi yatlandırmasını vergi yükümlülüklerini
azaltmak ve net gelirlerini artırmak amacıyla kullanmaktadır. Amerikan işletmesinin
Almanya ve Singapur’da şubeleri olduğunu varsayalım. Yarı bitmiş ürünler,
Singapur’dan Almanya’ya transfer edildiğinde, gerçek maliyetinin üstünde belirlenen
fi yatın uygulanmasıyla fonlar Almanya’dan Singapur’a transfer edilebilir ve
şubeler kâr merkezi olarak çalışabilirler. Çok uluslu işletmeler, şubelerinin yerleşim
yerine göre böylece düşük gelir vergisi avantajından yararlanabilirler.36 Mallar
yüksek gümrük vergisi uygulayan bir ülkeye düşük fi yattan transfer edilirse ve o
ülkenin gümrüğünde advolorem vergi37 uygulanıyorsa ödenecek toplam gümrük
vergisi az olur. Mamuller kurumlar vergisinin yüksek olduğu bir ülkeye yüksek bir
fi yattan transfer edilirse, o ülkedeki bağlı şirketin maliyetleri artacağından, kârları
da yapay olarak düşürülür. Sonuçta o ülkede az vergi ödenir ve kârlar kurumlar
vergisinin düşük olduğu ülkedeki birimlere transfer edilmiş olur. Ev sahibi ülke
bağlı işletmenin merkeze göndereceği kâr transferlerini sınırlıyor ya da vergilendiriyorsa,
ana ülkeden mallar yüksek fi yattan satıldığında gelir, satış yapan merkez
birime akmış olur.
Dağıtım
Dağıtım kanalları (pazarlama veya ticaret kanalları), malların ve hizmetlerin üreticiden
tüketiciye ulaştırılması için gerekli bütün faaliyetlerin sağlandığı yoldur.
Uluslararası dağıtım kararlarında verilmesi gerekli iki önemli karar vardır. Bunlardan
biri ürünün fi ziksel dağıtımı ile ilgili olan kararlar, diğeri ise üreticiden nihai
tüketiciye ulaşıncaya kadar ürünün kanal arasında yönetimiyle ilgili olan “kanal
yönetimi kararları“’ dır.
Günümüzde tüketicilerin ihtiyaç ve isteklerinin üretimden önce belirlenmesi, satış
sonrasında müşteri tatmini sağlayacak şekilde hizmet sunulmasına kadar hemen
hemen her aşamada müşteri memnuniyeti öncelikli hedef olmaktadır. Bir işletme
ürünün tasarımını iyi yapabilir ve fi yatı, tutundurma programlarını uygun belirleyebilir.
Bununla birlikte mal ve hizmetlerin tüketicilere ulaşmasını sağlayamazsa
satış yapamaz. Örneğin erkekler şampuanı bakkaldan mı, berberden mi yoksa
süpermarketten mi satın almayı tercih eder? Dağıtım, uygun ürünlerin, uygun zamanlarda, uygun yer veya yerlerde alıcılara ulaştırılması ve teslimiyle ilgili işletme
içi ve dışı kurum, kuruluş yer, araç ve faaliyetleri kapsar. Fiziksel dağıtım ise nihai
müşterilere fi ziksel olarak akışını sağlamada yapılan nakliye, taşıma, depolama
gibi faaliyetleri kapsar. Bir işletmenin dağıtım stratejisi, tutundurma stratejisinin
bir parçası olabilir. Yerel kanunlar dağıtım stratejisinin belirlenmesini etkileyebilir.
Örneğin Hindistan, Meksika ve Çin’de yabancıların dağıtım sistemi kurmaları sınırlıdır.
Çok uluslu işletmeler ürünlerini dağıtmak için yerel işletmeler ile ortak girişim
oluştururlar. Uluslararası işletmeler, dağıtımla ilgili karar vermeden önce mal
ve hizmetlerin üretildikleri yerden tüketilecekleri çeşitli yerlere nasıl gönderileceği
(fi ziksel taşımacılık) ve hangi aracılarla gönderileceğine karar vermelidir. Dağıtım
kanalı, üreticiden tüketiciye mamullerin izlediği fi ziksel yoldur. Dağıtım kanalının
seçimi, yönetimin alması gereken önemli kararlardan birisidir. Çünkü kanal seçimi
diğer pazarlama kararlarını etkiler. İşletmenin güvenilir ve kontrol edebileceği
mekanizmaları geliştirmesi önemlidir. Ev sahibi ülkede potansiyel distribütörler
ziyaret edilebilir. Fiyatlama, satış gücü ve reklâm kararlarını etkilediği gibi işletme,
diğer işletmelerle yaptığı anlaşmalar sonucunda uzun süreli taahhüt altında
kalabilir. Otomobil üreticilerinin bayileriyle yaptıkları anlaşmaları örnek verebiliriz.
Üretici bir diğer işletmeyle anlaşma yapamaz. Örneğin Nissan 1960 yılında Amerika
pazarına ilk girdiğinde satışlar Japon yöneticiler ve teknisyenden den oluşan
küçük bir personel ile organize edilmiştir. İki yerleşim yeri, Los Angeles ve New
Jersey arabaların Yokohoma’an nakliye edildiği dağıtım noktaları olarak kullanılmıştır.
Satışların büyümesiyle, satıcı ağı yeni satıcıların eklenmesi ve servis personelinin
eğitimiyle kuvvetlendirilmiştir. İşletmeye ait yavru işletme ve dağıtım ağı
kurulmuştur. 1980’lerde korumacılığın artmasıyla işletme Tennessee’de kamyon
montajına başlamıştır. Gap, Nike, Benetton, Walmart, JC Pennies mağazaları
tedarik zincirlerini iyi kullanarak piyasaya hakim olmuşlardır.
Her ülke kendi dağıtım sistemine sahiptir. Farklı ülkelerdeki dağıtım kanallarında
maliyet farklılıklarının olmasının nedenleri: Altyapı (yol, depo faaliyetleri), dağıtım
sistemindeki aşamaların (toptancılık, perakendecilik) ve kısıtlamaların olmasıdır.
Fransa, Almanya, Japonya’da küçük perakendecileri korumak için büyük perakendecilerin
sayısının, çalışma saatlerinin sınırlandırılması buna örnek verilebilir.
İşletme farklı ülke pazarlarına hangi taşımacılık sistemi ile gireceklerine (tren,
havayolu, kamyon, gemi, elektronik medya) karar vermelidir. En hızlı ve en pahalı
taşımacılık sistemi havayoludur. Yabancı ülkelerde altyapı koşulları, dağıtım
sisteminde yer alan aracı sayısı, perakendecilerin verimsiz olması, büyüklük ve
çalışma saatlerinin kısıtlı olması, malların elde kalmaması nedenleriyle dağıtımda
maliyet farklılıkları olur. Fiyatı yüksek olan, teknolojik, satış sonrası hizmet
gerektiren mamullerin satışında doğrudan satış kullanılır. Distribütör seçilirken
kullanılan kriterler; fi nansal gücü, müşterilerle iyi bağlantılar kurması, diğer iş
bağlantıları, personel, teçhizat durumudur.Çok uluslu işletmeler, dağıtımın standardizasyonunu çeşitli nedenlerden dolayı en
zor fonksiyon olarak görürler. Her ülkenin kendi dağıtım sistemi vardır ve kültürel,
ekonomik, yasal nedenlerle standardize edilmesi zordur. Amerika’daki süpermarketler
ile Hong Kong’daki süpermarketler karşılaştırıldığında, Hong Kong’da taze
malların daha büyük oranlarda, müşterilere ise küçük miktarlarda ve birbirlerine
yakın yerlerdeki birimlerde satıldığı görülmektedir.
Dağıtım Kanalı Seçimini Etkileyen Faktörler
İşletmeler doğrudan ve dolaylı dağıtım yaparak dağıtım politikalarına karar verirler.
Doğrudan dağıtım; işletmenin doğrudan doğruya nihai tüketiciye ya da endüstriyel
tüketiciye satış yapmasıdır. Dolaylı dağıtım ise işletmelerin, hukuken ve
ekonomik yönden bağımsız ticari kuruluşlar aracılığıyla satış yapması ve hizmet
sunmasıdır. Malların üreticiden müşteriye akışı sırasındaki satın alma ve satma
faaliyetleri ile ilgili fonksiyon ve hizmetlerin yerine getirilmesinde uzmanlaşan şahıs
ve işletmelere aracı adı verilmektedir. İşletmeler, ürünlerin dağıtımını önceleri
doğrudan yaparken ürünlere farklı yerlerden talep gelmesiyle farklı pazarlara
ulaşmak istemişler ve aracılardan yararlanmaya yönelmişlerdir. Dağıtım kanalında
işletmelerin aracı kullanmalarını etkileyen çeşitli faktörler bulunmaktadır.
Bunlar; işletme, pazar, ürün ve aracılarla ilgili faktörlerdir. İşletme ile ilgili faktörlerde;
işletmenin büyüklüğü, fi nansal gücü, yönetimin yeteneği, pazar bilgisi,
kanalı denetleme isteği etkili olmaktadır. Büyük, fi nansmanı güçlü, pazarı tanıyan
ve yetenekli yönetimi olan işletmeler doğrudan dağıtımı tercih ederlerken,
fi nansmanı yetersiz olan, küçük, sadece üretime odaklanıp tüketicilere ulaştırma
kısmıyla ilgilenmek istemeyen işletmeler aracılardan yararlanmaktadır. Satışlar
düşük olduğunda, işletmenin dağıtımı dışardan bir distrübütörle sözleşme yaparak
gerçekleştirmesi daha ekonomiktir. Satışları ve kaynakları artan işletmeler
ise kendi dağıtımlarını kendileri gerçekleştirebilirler. Pazarla ilgili faktörlerde; potansiyel
tüketici sayısına, tüketicilerin bölgesel dağılımlarına, bilgi düzeylerine,
sipariş büyüklüklerine dikkat edilir. Tüketici sayısı fazla ise ve tüketiciler belirli
bir bölgede yoğunlaşmışsa doğrudan, tüketiciler dağınıksa dolaylı dağıtım kullanılır.
Ürünle ilgili faktörlerde; ürünün bozulabilir olup olmamasına, ağırlığına,
birim değerine, ürüne bağlı hizmetlere, teknik yapısına dikkat edilmelidir. Çabuk
bozulabilecek ürünlerin kısa dağıtım kanallarıyla dağıtılması gerekir. Ürünün fi -
yatı ve teknolojisi yüksek ise, satış sonrası hizmeti karmaşık olacağından üretici
doğrudan satış yapabilir. Ya da yabancı ülkede distrübütör kullanabilir. İşletme
otomobil parça üreticisiyse ve orijinal parçaları farklı ülkelerdeki otomobil üreticilerine
satıyorsa kısaca küresel müşterilere satış yapıyorsa doğrudan dağıtımı
kullanabilir. Gıda sektöründe çalışan franchise işletmeler ülke dışında franchise
verirler fakat kendi dağıtım birimlerini de kullanırlar. Amway, Avon, Tupperware işletmeleri
Amerika’daki dağıtım yöntemlerini farklı ülkelere başarıyla transfer eden
işletmelerdir. Dell bilgisayar, Avrupa pazarında posta ile satış yöntemini başarıylakullanmıştır. Aracılarla ilgili faktörlerde ise aracının satış sonrası hizmet verip vermediğine,
üretici işletmelerin politikalarına uym sağlama yeteneğine dikkat edilir.
İşletmeler tüm bu faktörleri göz önünde bulundurarak dolaylı ya da doğrudan
dağıtım kanallarını kullanabilirler.
Doğrudan Dağıtım
İşletmenin toptancı ya da perakendeci kullanmadan doğrudan nihai müşterilere,
yabancı ülkelerdeki aracılara satış yapmasıdır. İşletmeler kendi satış mağazaları,
evde pazarlama, posta ile pazarlama ve kişisel satış, internetten satış yöntemleri
ile doğrudan dağıtım yapabilir. Örneğin, Dell bilgisayarları 24 saat telefon
hattından müşterilerine satış yapmaktadır. İşletme, kontrolü tam sağlamaktadır.
Bununla birlikte risk ve maliyetleri de tek başına üstlenmektedir.
Dolaylı Dağıtım
İşletmenin ülkesindeki aracılardan yararlanması, toptancılar, perakendeciler gibi
aracılar vasıtasıyla mal ve hizmetlerini müşterilere ulaştırmasıdır. İşletme potansiyel
distribütöre karar verirken fi nansal gücü, müşterilerle ilişkileri, iş taahhütleri,
mevcut personeli, teçhizatı gibi kriterlere önem verir. Dolaylı dağıtımda yer alan
aracılar tüccar aracılar ve fonksiyonel aracılar olarak ikiye ayrılır. Tüccar aracılar;
malın sahipliğini üstlenen toptancılar ve perakendeciler iken fonksiyonel aracılar;
malın sahipliğini üstlenmeyen acenta, tellal, komisyoncu gibi aracılardır.Uluslararası Pazarlamada Dağıtım Kanalı Politikaları
İşletmenin kullanacağı aracı sayısı dağıtım kanalının uzun ya da kısa olmasını
belirlemektedir. Aracılar üretici işletmelerin ürünlerini hedef pazarlara ulaştırmak
dışında reklâm, taşıma, depolama, stoklama, iletişim kurma gibi çok farklı fonksiyonları
yerine getirirler. İşletmelerin kullandıkları dağıtım politikaları yaygın, seçici
ve sınırlı (tekelci) dağıtım politikası olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Yaygın dağıtım
politikasında çok sayıda aracı kullanılır ve ürün yaygın olarak bulundurulmak
istenmektedir. Şeker, tuz, ekmek, kırtasiye, deterjan gibi kolayda ürünlerin dağıtımında
bu politika kullanılır. Seçici dağıtım politikasında işletmeler seçtikleri
toptancı ve perakendeciler ile birlikte çalışırlar. Marka tercihinin önem kazandığı
konfeksiyon ürünleri, dayanıklı tüketim malları gibi beğenmeli ürünlerde bu politika
kullanılmaktadır. Sınırlı (tekelci) dağıtım politikasında ise işletme az sayıda
aracı ile “tek satıcılık anlaşması” yapmakta ve aracı rakip işletmelerin ürünlerini
dağıtmamaktadır. Lüks otomobil, uçak, gibi ağır sanayi ürünlerinin, mücevher gibi
değerli eşyaların dağıtımında bu politika kullanılmaktadır.
Küresel Tedarik Zinciri Yönetimi
Tedarik zinciri yönetimi, hammaddenin elde edilmesinden, üretilen ürünün en son
kullanıcıya ulaştırılmasına kadar olan süreçte üretim ve tedarik proseslerinin her
bir elemanının birleştirilmesidir şeklinde tanımlanmaktadır. Bu konuda başka bir
tanım ise; müşteriye doğru ürünün, doğru yerde, doğru fi yata, tüm tedarik zinciri
için mümkün olan en düşük maliyetle ulaşmasını sağlayan malzeme, bilgi
ve para akışının entegre edilmesidir. Hammaddelerin elde edilmesinden ürünün
son tüketiciye ulaşmasına kadar olan süreç elemanlarını birleştirilerek akış tamamlanmaktadır.
Tedarik zinciri yönetiminin yararları; düşük stok maliyeti, düşük
işgücü maliyeti, artan etkinlik, hızlı dağıtım, teslimat, üretim süresinin kısalması,
tedarikçilerle daha yakın ilişki, hataların azalması, zamanında bilgi elde edilmesi,
sipariş sürecinin hızlanması, daha hızlı ödeme işlemleri, küresel sipariş verme
fırsatının yakalanması olarak sıralanmaktadır.39
Tedarik zinciri stratejisi; müşteri hizmetleri, fabrika ve dağıtım merkezi, ağ tasarımı,
outsourcing ve lojistik ilişkilerini, müşteri-tedarikçi ilişkilerini, iş sürecini, bilgi
sistemlerini, organizasyon tasarımı ve eğitimini, başarı ölçütlerimi, başarı amaçlarını
içerir. Bilgi teknolojilerine yatırım yapan işletmeler, perakendecilere dağıtımı daha hızlı gerçekleştirirler. Perakendeci tarafından bilgi, depolara doğrudan
aktarılarak nakliyesi yapılabilir. Özellikle gıda üretimi ve otomobil sanayileri başta
olmak üzere birçok işletme günümüzde tedarikçiler, üreticiler ve müşteriler, aracılar
arasında elektronik veri değişimini (EDI) kullanmaktadır. Wal-Mart’ın dünya
çapında 14 000 tedarikçisi bulunmaktadır ve tedarikçileriyle bağlantı kurmak için
EDI sistemiyle stok sipariş sistemini kullanmaktadır. Küçük işletmeler EDI uygulamasını
pahalı bir sistem olduğundan dolayı zor bulmaktadır. Amerika’da orta ve
büyük işletmelerin % 67’si EDI sistemini kullanmaktadır. İnternet kullanıcılarının
sayısı hızla artmaktadır. Böylece müşteri siparişleri görülebilmekte, dağıtım hızlı
gerçekleştirilmektedir. Yükselen ekonomilerde ise teknoloji yetersizliği nedeniyle
elektronik ticaret toplam ticaretin % 2’si kadardır. Küresel tedarik zincirinin bir
başka yönü toplam kalite yönetimidir. Kalite, müşteri beklentilerine uygunluk olarak
tanımlanabilir. Ürünün özelliklerinin uygun, destek hizmetlerin olması, fi ziksel
etkisinin olması önemlidir. Kalite problemleri nedeniyle işletmeler zarara uğrayabilirler.
Toplam kalite yönetimi; müşteri memnuniyeti, çalışan bağlılığı ve kalitede
sürekli gelişmeyi ilke edinen bir süreçtir. Amaç hatasız, dünya standartları mal ve
hizmet tasarlamak ve üretmektir. Samsonite 1987 yılında Macaristan’da bir bavul
üreticisi ile Samsonite’a üretim yapması için işbirliği yapmıştır. Ortak teknoloji
yetersizliği nedeniyle iyi kalitede bavul üretemeyince Samsonite, ortağına yatırım
yapmak zorunda kalmıştır. Sonuçta dünya standartlarında ürün üretilmiştir.
Lojistik; hammadde, stok yönetimi, tedarikçiler, üreticiler ve müşteriler arasında
nakliye ilişkilerini kapsar. Örneğin Ford otomobillerinin montajı Meksika’da yapılmakta
ve daha sonra Amerika’ya nihai müşterilere gönderilmektedir. Arabaların
tasarımını ise Japon şirketi olan Mazda yapmakta, imalatta Japon malları
kullanılmaktadır. Ford Japonya’da üretilen bu malları almakta ve son montajın
yapılması için Amerika’ya ya da Meksika’ya nakliye etmektedir. Kaynakların ana
ülkeden elde edilmesiyle dil farklılıkları, uzaklıklar, tedarik, döviz kuru değişikliği,
savaş, grev, politika, tarifeler, karmaşık taşıma kanalları gibi problemlerden kaçınılabilir.
Ama yine de birçok işletme ülke içindeki kaynakları yabancı kaynaklara
göre pahalı bulmaktadır. Üretimde küresel kaynak stratejisinin kullanılmasının
nedenleri;
1) İşgücü maliyetleri, sıkı çalışma kuralları, arazi, tesis maliyetleri gibi maliyetleri
azaltmak,
2) Kaliteyi geliştirmek,
3) Dünya çapında teknolojiyi artırmak,
4) Dağıtım-tedarik sürecini geliştirmek,
5) Tedarik güvenilirliğini artırmak,
6) Teknik özellikler ya da üründen dolayı ülke dışında bulunabilen malzemelere
ulaşabilmek,7) Yabancı pazarlarda mevcut olabilmek,
8) İhtiyaçları, şartları karşılamak,
9) Rakiplerinin kaynak uygulamalarını takip etmektir.
Taşımacılık, iletişim ve aracıya ödenen ücretler nedenleriyle yabancı kaynak tedariki
ülke içindeki malzeme tedarikinden daha pahalı olabilmektedir. Parçaların
ülke dışından getirtilmesi uzun zaman alabilmektedir. İşletme, malzemeleri dikey
bütünleşmeye giderek, dışarıdaki tedarikçilerden yararlanarak ya da tedarikçilerle
Japonlar’daki “Keiretsu” ilişkileri kurarak sağlayabilir.40 Bir işletme dikey bütünleşmeye
gitmek yerine, outsourcing yaparsa, tedarikçilerle nasıl çalışacağını
belirlemek zorundadır. Tedarikçi, işletmenin belirlediği belirli özelliklere uygun
çalışmalıdır. Örneğin Toyota birkaç tedarikçi ile, standartlarına uygun tedarik sağlayacak
şekilde anlaşmıştır. Çok uluslu işletmeler satın alma fonksiyonunu beş
farklı şekilde gerçekleştirebilirler. Bunlar;
1) Uluslararası satın almaların yapılması için ülke içinden alıcılar
2) Yabancı ülkedeki yavru işletmeler aracılığı ile,
3) Uluslararası satın alma ofi slerinin kurulması,
4) Küresel kaynakların bulunması için işletmedeki belirli iş birimlerine sorumluluk
verilmesi,
5) Dünya çapında bulunan kaynaklarla bütünleşme ve koordinasyon sağlamaktır.
Bu stratejiler basitten karmaşık olana doğru sıralanmıştır. İşletmeler başlangıçta
ülke içindeki alıcıları kullanır. İşletmelerin dünyada farklı yerleşim yerlerinden
çeşitli tedarikçileri kullanması uzaklık, zaman, politik, ekonomik çevredeki belirsizlikler
nedenleriyle yöneticilerin üretim süreci için doğru sipariş vermelerini
zorlaştırır. Stok yönetiminde tam zamanında üretim (JIT) sisteminin kullanılması,
üretim sürecinde verimsizliği azaltır, mal ve hizmet kalitesinin geliştirilmesini sağlar.
Hammaddelerin, parçaların gerektiği zaman üreticin elinde olmasını sağlayarak
üreticiyi stok maliyetlerinden kurtarır. Yabancı kaynak kullanımı olduğunda
tedarik hattında kesinti olabileceğinden dolayı, işletmelerin JIT sistemini kullanmalarında
büyük risk yaratabilmektedir. Bununla birlikte yabancı işletmeler bu
konuda, nakliyenin ne kadar süreceği gibi JIT’in şartlarının uygulanması konusunda
uzmanlaşmaya başlamıştır. Önemli girdiler için kaliteyi bozmama gereği
tek tedarikçi kullanılabilir ama tek bir tedarikçi yerine iki tedarikçi kullanmak daha
az risk yaratmaktadır.Tutundurma
Ana ülkede iyi tanınan bir işletme yabancı bir ülkenin pazarına ilk defa girdiği zaman
tüketicilerin, işletme ya da işletmenin ürünleri hakkında bilgiye sahip olmayabileceklerini
dikkate almalıdır. Alıcılara yöneltilen ve onları ürünü satın almaya
ikna edici nitelikler taşıyan haberleşme faaliyetlerine Tutundurma Faaliyetleri adı
verilir. Mesajı gönderdiğiniz kimselerin tutum ve davranışları üzerinde önceden
belirlenen bir etki yaratmak amacıyla mesajların etkili bir şekilde düzenlenmesine
ve mesaj kanallarının seçilmesine ikna edici haberleşme denir. Uluslararası
tutundurma faaliyetleri, kişisel satış, reklâm, halkla ilişkiler, satış geliştirme ve
doğrudan pazarlamadan oluşmaktadır. Temel görevi ikna edici haberleşme olan
bu vasıtaların oluşturduğu bileşime tutundurma karması denir. Doğrudan pazarlama,
aracıların kullanılmadığı bir dağıtım şekli olarak görüldüğü gibi müşterilerle
doğrudan iletişimi sağlayan bir yaklaşım olarak, yani pazarlama tutundurma karması
elemanı olarak da görülmektedir41.
Potansiyel alıcıların mal ve hizmeti satın almaları isteğinin sağlanması için tutundurma
yapılması gerekir. İşletmeyle ilgili her husus bir tutundurma potansiyeline
sahiptir. Örneğin ürünün fi yatı, şekli, ambalajı, dağıtım kanalları, ürünle ilgili bakım
onarım hizmetlerinin hepsi önemli birer tutundurma potansiyeline sahiptir.utundurma, ev sahibi ülkedeki potansiyel tüketiciler ile iletişim kurulmasını sağlar.
Özellikle alıcıları hedefl ese de, başarılı işletmeler distribütör ile de iletişim kurar.
Tutundurma çabaları giriş stratejisine bağlıdır. İşletmeyi ve ürünlerini tanıtmak
isteyen yöneticiler ana ülkede olduğundan daha yoğun bir şekilde tutundurma
çabalarına girişmelidirler. Yabancı acentalar ya da distribütörler kullanıldığında,
hedef pazar bu temsilcilere bırakılır. Uluslararası işletme satış gücünün eğitimini
sağlar ama kişisel satış üzerindeki kontrol gücü kısıtlı olur. Uluslararası işletmeler,
hedef pazarda yan kuruluş açtıklarında, kişisel satışı genellikle nihai tüketicilerle
yüzyüze iletişimi gerektiren yüksek değerdeki ürünlerin satışında kullanmaktadırlar.
Tüketim mallarının satışında çoğunlukla reklâm kullanılırken, endüstriyel
malların satışında kişisel satış yöntemi kullanılmaktadır. Bununla birlikte en çok
kullanılan tutundurma elemanı reklâmdır. Reklâm düzenlemeleri, kanunları, kalitesi
ülkeden ülkeye değişmektedir. Örneğin, Belçika, Danimarka, İsviçre, Norveç
ülkelerinde televizyon reklâmlarına izin verilmemektedir ve düzenlemeler diğer
Avrupa ülkelerine göre izin verilen zaman dilimleri kısıtlanmaktadır. Halkla ilişkiler,
ihracat ve lisanslama stratejilerinde nadir olarak kullanılırken, daha çok yatırım ve
sözleşmeli düzenlemelerde kullanılmaktadır. İlişkisel pazarlama tüketicilerle uzun
süreli ilişkiler kurulması, müşterilerin işletmeler için değerli olduklarının hissettirilmesidir.
İşletmeler, müşteriler ile işletme arasında bilgi akışının kurulmasını ve
müşteri sadakatinin oluşmasını sağlamalıdırlar. Teknolojinin gelişmesi ve internet
reklâmcılığı ile ürün ya da hizmetlerdeki yeniliklerden müşteriler en kısa zamanda
haberdar edilmektedirler.42 (Tablo 54).
Reklâm ve Reklâmla İlgili Kararlar
Reklâm işletmenin satışlarını ve kârını artırmak amacıyla girişilen ikna edici bir
haberleşmedir. Kotler’e göre; “Belirli bir kişi veya kuruluş vasıtasıyla ve belirli bir
ücret karşılığında bir fi kir, mal veya hizmetin kişisel olmayan bir tarzda yani kamuya
açık bir tarzda sunulması ve övülmesine reklâm adı verilir”. Reklâm potansiyel
alıcıları olumlu etkilemek amacı ile müşterilere bilgi verir, işletmenin ürünlerinin
tercih edilmesi için sebepler sağlamaya çalışır. Kleppner’e (1980) göre reklâm
ürünün kullanımını, kullanım çeşitliliğini artırmada, yeni ürünün tanıtılmasında,
belirli bir tutundurma kampanyasını başlatmada, dezavantajı avantaja dönüştürmede,
işletme imajı yaratmada, yanlış anlaşılmaları gidermede kullanılabilir. Çok
uluslu işletmeler; ekonomik seviyeleri, politik ve ysal koşulların, tüketici davranışlarının,
yaşam stillerinin benzer olduğu ülkelerde, endüstriyel ya da ileri teknolojinin
kullanıldığı ürünlerde reklâmda standartlaşmaya giderler. Standardizasyon
çeşitleri;
1) Kültürel farklılıkların önemsenmediği tam standardizasyon (Volvo, BMW,
Calvin Clein reklâmları),2) Hedef ülkenin diline göre tercümelerin yapıldığı prototip standardizasyon
(Kinder, Honda, Nike, Levis),
3) Merkez tarafından belirlenen reklâm mesajından sonra şubelerin fi lm ve
metin konusunda serbest hareket etmelerini sağlayan model (örnek) standardizasyondan
oluşmaktadır (Pepsi Cola reklamları).43
Reklâmın özelliklerini sıralarsak;
1) Çok sayıda kişiye çok kısa sürede ulaşır. Tekrarı sözkonusudur. (TV Reklâmı...)
2) Tek tarafl ıdır.Tüketici tarafından izlenip izlenmediği bilinemez.
3) Görüntü, renk, ses hepsi birden vardır. Bu yüzden daha çok dikkat çeker.
4) İnsanlarda geniş bir kabul alanı bulur.
İşletme mal ya da hizmetleri için her yerde aynı reklâmı yapabilir ya da yerel pazarlara
göre reklâmda değişiklik yaparak uyum sağlama stratejisi izleyebilir. Coca
Cola, Levis, McDonalds küresel reklâm yaklaşımını kullanmaktadır. Unilever ise
Dove sabunları için her pazarda farklı aktörleri kullanmakta ve uyum sağlama
stratejisini izlemektedir.
Kişisel Satış Yöntemi
Satış amaçları için potansiyel alıcılarla yapılan konuşmalarda bir fi kir, mal veya
hizmetin sözlü olarak sunulmasıdır. Satış temsilcilerinin potansiyel müşterilerle
yüzyüze gelerek ve iletişimde bulunarak satışın yapılmasıdır. Bu nedenle işletmenin
satış personelinin ülkenin kültürü, yasal mevzuat, dış ticaret hukuku, insanları,
kullanılan yabancı dil, insanları dinleme, soru sorma, vücut dili, müzakere, ikna
etme gibi satış teknikleri hakkında bilgili olması gerekir. Birçok kaynağa göre en
iyi satış personeli, ev sahibi ülke kökenli olandır.44 Makine, elektronik teçhizat gibi
karmaşık endüstriyel mallar için müşterilerin ürünün özellikleri, kullanımı konularında
teknik bilgiye, satış sonrası destek kolaylığına ihtiyaçları vardır. Tüketim
mallarında ise reklâm, satış geliştirme gibi diğer tutundurma yöntemleri daha çok
kullanılmaktadır. Kişisel satış yöntemi işletmelerin yerel kültüre, norm ve kurallara
uygun satış yapmalarını, müşterilerle birebir kişisel iletişim kurmalarını sağlar ve
pazardan geri bildirim alınmasını kolaylaştırır. Bununla birlikte maliyeti yüksektir.Satış Geliştirme
Satışları teşvik edici vitrinleme, sergi, gösteri gibi pazarlama faaliyetleriyle olağan
olmayan bazı satış gayretlerine denir. Satış geliştirme; kuponlar, mağaza içi
promosyonlar, ortaklaşa reklâm kampanyaları, örnekleme, doğrudan posta kampanyaları
ve fuarlara katılımı kapsar. Çok sayıda uluslararası işletme, uluslararası
fuarlara katılmaktadır. Fuarlara katılmak, uluslararasılaşmak isteyen küçük
işletmeler için ilk adım olarak görülebilir. Satış geliştirme kısa bir süre için daha
sınırlı bir tüketici kitlesini hedefl er.
Halkla İlişkiler
Bir mal, hizmet veya işletmeye ait talebi kişisel olmayan bir tarzda özendiren ve
ticari yönden önem arz eden haber ve övgülerin yayın vasıtalarında veya sahnelerde
bir ücret ödenmeksizin yer almasının sağlanmasıdır. Halkla ilişkiler işletmenin
mal ve hizmetleriyle birlikte insanlar arasında şöhret ve imaj kazanmasını
sağlar. İyi halkla ilişkiler, işletmenin ev sahibi ülke hükümeti ile görüşmesine yardımcı
olur.
Doğrudan Pazarlama
Doğrudan Pazarlama satışları artırmak için tüketicilere kişiselleştirilmiş mesajlar
yollama olanağı tanıyan, birden fazla iletişim kanalını kullanabilen, tüketiciyle
karşılıklı iletişim kuran, bir pazarlama sistemidir. Örneğin Dell Bilgisayar, telefon
ya da web sitesiyle müşterileriyle doğrudan iletişim kurabilmekte, bireysel ihtiyaçlarını
karşılayabilmektedir. Alıcılar doğrudan sipariş verebilmekte ve Dell şirketi
hızlı ve etkili bir şekilde müşterinin istediği yere teslimat yapabilmektedir. Önceleri
doğrudan pazarlamada yüzyüze, posta ile satış, telepazarlama, telefonla satış,
katalogla satış yöntemleri kullanılırken günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle internet
ve diğer elektronik kanallar kullanılmaya başlanmıştır.
o KOBİ’ler ve İnovasyon, proje ekiplerinin sunumları
Pazarlama Örgütlenmesi Kararı
Pazarlama faaliyetleri, işletmenin ayrı bir organizasyonudur. Pazarlama kararları,
işletmenin fi nans, insan kaynakları, üretim, muhasebe gibi diğer faaliyetlerini etkiler
ve etkilenir. Uluslararası pazarlarda faaliyet göstermek isteyen işletmelerin
öncelikle pazarlama örgütü kurmaları önemli bir karardır. Bu karar veririlirken işletmenin
büyüklüğü, fi nansman gücü, uluslararası pazarlarda yayılma konusunda
istekli olması, uluslararası tecrübesi, personelin niteliği, faaliyet göstereceği
pazarların özelliği dikkate alınır. Uluslararası bir işletmenin organizasyon yapısı
değerlendirildiğinde, farklı aşamaların olduğu ve her aşamanın kendisinden bir
önceki aşamada bir takım değişiklikler yapılmasıyla ya da uyum sağlayarak oluşturulduğu
görülmektedir.
İşletmeler büyüdükçe işlerin karmaşıklık derecesi artacaktır. Farklı pazarlarda
tüketicilerin davranışları, konuşulan dil gibi özellikler değişeceğinden, nitelikli
personele ve fi nansmana gereksinim duyulur. Uluslararası pazarlara ihracat ile
girmek isteyen işletmelerin, ihracata yönelik organizasyonları ile ilgili bilgi ikinci
bölümün başında verilmişti. Yabancı pazarlara ilk olarak ihracat stratejisiyle girildiğinde,
işletme ihracat sorumluluğunu bağımsız bir ticari işletmeye verebilir.
Yabancı ülkedeki satışların zamanla artmasıyla, ihracat departmanı oluşturulur
ve böylece işletme satış, servis, depolama hizmetlerini kendi başına gerçekleştirebilecek
aşamaya gelmiş olur.
İşletmeler uluslararası pazarlama faaliyetlerini genellikle üç farklı örgütlenme yapısıyla
yürütmektedir. Uluslararası pazarlarda büyümeye bağlı olarak örgüt yapısı
değişmektedir.
1) Uluslararası pazarlamanın başında olan işletmeler için, ihracatla ilgilenen
bir departmanın kurulması yeterlidir. İhracat daha çok gelen siparişler üzerine
dolaylı dağıtım ile yapılmaktadır. Deneyimli bir aracı ile çalışır ve zaman
içinde dış pazar hakkında tecrübe kazanır.
Uluslararası Pazarlama Yönetimi Kararları
2) Faaliyetler arttıkça işletme içinde uluslararası işleri yürütecek ayrı bir birim
oluşturulur. Üretim kapasitesinin bir bölümü, ülke dışından gelen talebi karşılamak
için ayrılır. Bu aşamada da işletme aracı kullanabilir ya da kendi
satış fi rmasını kurarak ihracat yapabilir. Fonksiyona göre bölümlenmiş işletmeler
ihracat bölümünü bağımsız yeni bir bölüm olarak kurabilirler ya da
bu bölüm ülke içi satış-pazarlama bölümü içinde oluşturulabilir.
3) İşletme, tüm dünyayı kendi pazarı olarak gördüğünde küresel bir örgütlenme
yoluna gidebilir. Dünya pazarları için üretim yapmayı planlar. Pazarlama
karması standart olarak oluşturulsa bile, belli bazı uyarlamalara
gidilebilmektedir.
Uluslararası faaliyetler ihracattan lisanslama, yabancı ülkede üretime doğru değiştikçe
uluslararası satışlar işletme için daha önemli hale gelir. Faaliyetlerin ihracat
departmanı tarafından kontrol edilmesi zorlaşır. Üretim tesisi kurma gereği
artar. Çok çeşitli organizasyon yapıları vardır. Pazarlama organizasyonu fonksiyonlara
göre (pazarlama, üretim, fi nans gibi), ürüne göre (deterjan, el sabunu,
şampuan gibi), bölüme göre (sabun, sağlık ürünleri, gıda gibi) ya da matriks
organizasyon şeklinde yapılandırılabilir. Organizasyon yapısının belirlenmesinde
temel problem işletmenin uluslararası faaliyetlerinin yeridir. Her organizasyon yapısının
fayda ve maliyetleri farklı olduğundan dış çevre koşullarına göre, strateji
ve insan kaynaklarına göre değerlendirme yapılarak en uygun yapı belirlenmeye
çalışılmalıdır. Uluslararasılaşma sürecinin başında olan işletmeler genellikle uzmanlaşmaya
dayalı fonksiyonel bir yapıyı tercih ederler.
Fonksiyonel Organizasyon Yapısı (Functional Organisation)
Her bölüm yöneticisinin sorumluluğu, pazarlama, üretim, fi nansman, personel,
araştırma ve geliştirme olarak adlandırılan fonksiyonlara göre düzenlenmiştir.
Örneğin pazarlama yöneticisi hat yöneticisi olarak, dünya çapındaki pazarlama
sorumluluğunu üstlenmekte ve tüm ülkelerdeki pazarlama faaliyetlerini kontrol
etmektedir. Yavru işletmeler, ana işletmedeki fonksiyonel bölümlere bağlıdırlar.
Stratejiler ana işletmede oluşturulur, bu nedenle farklılaştırılmamış, dünya
çapında tek bir ürün pazarlayan işletmeler için işletmeler tarafından kullanılır.47
General Motors, Du Pont, General Electric, Sears gibi işletmelerin büyürlerken
bu yapıyı kullandıkları görülmektedir. Organizasyonlar coğrafi k olarak yayıldıkça,
ürün hattı büyüdükçe fonksiyonel organizasyon yapısı yetersiz kalır. Fonksiyonel
organizasyon yapı daha sonra çok bölümlü organizasyon (multidivisional) yapısına
dönüşmüştür. Günümüzde çok uluslu işletmelerin bir çoğu çok bölümlü organizasyon
yapısına sahiptir. Fonksiyonlar yönetsel olarak bağımsız bölümlerde
Küreselleşme Sürecinde Dışa Açılma Stratejileri
sürdürülür. Fonksiyon yöneticilerinin, merkeze doğrudan rapor vermesi gerekir.
Tepe yöneticisinin faaliyetleri koordine etmesi ve iletişim sağlaması gerekir. Maden
ve petrol işletmelerinde daha çok kullanılan bir yapıdır. Pazarlama, üretim,
fi nans bölümlerin başkanlarının hat yöneticilik sorumlulukları vardır. Pazarlama
ya da satış bölümü, tüm satış şirketleri ve distribütörleri üzerinde doğrudan kontrole,
dünya çapında pazarlama sorumluluğuna sahiptirler. Üretim bölümü, ülke
içindeki fabrikalar, dünya çapında ürün standardizasyonu, ürün geliştirme, kalite
kontrol, araştırma-geliştirme, yabancı yavru işletmelerin personel sorumluluklarına
sahiptir.