لاابالي گفتنِ عاشق[1] ناصح و
عاذل را از سرِ عشق
AŞK YÜZÜNDEN ÂŞIĞIN ÖĞÜT VERİP KINAYAN
KİŞİYE KARŞI PERVASIZCA KONUŞMASI
گفت اي ناصح خَمُش کن چند چند پند کم دِه زآنکه بس سخت است بند
Âşık] dedi, sus ey öğütçü, yetmez mi
daha? Öğüdü bırak, çünkü bağ çok sıkı.
3830 سختتر شد بندِ من از پندِ تو عشق را نشْناخت دانشمندِ تو
[3830] Öğüdün yüzünden bağım daha da
sıkılaştı. Senin âlimin tanımadı aşkı.
آن طرف که عشق ميافزود درد بوحَنيفه و
شافعي درسي نکرد
Aşkın derde dert kattığı yerde Ebu Hanife ve Şafiî ders görmedi.
تو مکن تهديد از کُشتن که من تشنة زارم به خونِ خويشتن
Sen beni öldürülmekle korkutma, çünkü
dayanılmaz biçimde susadım kendi kanıma.
عاشقان را هر زماني مُردني است مردنِ عشّاق خود يک نوع
نيست
Âşıklara her zaman bir ölmek var. Âşıkların
ölmesi zaten bir çeşit değil.
او دو صد جان دارد از جانِ هُدي وآن دوصد را ميکند هر
دم فِدي
Âşığın hidayet verici candan gelen iki yüz
canı vardır ve bu iki yüz canı her an feda eder.
3835 هر يکي جان را ستاند دَه بها از نُبي خوان عَشْرَةً اَمْثَالَهَا
[3835] Her cana karşılık
on ecir alır. “On kat [karşılık] vardır[2]”ı
Kur’an’dan okusana.
گر بريزد خونِ من آن دوسترُو پايکوبان جان برافشانم
بر او
Sevgili yar kanımı dökse canımı güle oynaya feda ederim ona.
آزمودم مرگِ من در زندگي است چون رهم زين زندگي پايندگي
است
Deneyip gördüm, ölümüm hayattadır. Bu
hayattan kurtulunca ver elini ölümsüzlük.
اُقْتُلُونِي اُقْتُلُونِي يا ثِقَات اِنَّ فِي
قَتْلِي حَياتاً فِي حَيات
Öldürün beni, öldürün a güvenilir zatlar!
Öldürülmemde hayat içinde hayat var.
يا مُنِيرَ الْخَدِّ يا رُوحَ الْبَقَا اِجْتَذِبْ
رُوحِي وَجُدْ لِي بِالْلِقَا
Ey aydınlık yüz, ey ölümsüz ruh, çekip al
ruhumu, yüzünü görmeyi bana ihsan et.
3840 لِي حَبِيبٌ حُبُّهُ يشْوِي الْحَشَا لَوْ يشَا يمْشِي عَليٰ عَينِي مَشيٰ
[3840]
Sevgisi içimi kavuran bir sevgilim var; gözümün üstünde
yürümek isterse yürür.
پارسي گو گرچه تازي خوشتر است عشق را خود صد زبانِ ديگر است
Arapça daha hoşsa da sen Farsça söyle. Zaten aşkın yüz dili daha
var.
بوي آن دلبر چو پرّان ميشود آن زبانها جمله حيران ميشود
O dilberin kokusu uçuşunca tüm bu diller
şaşkına döner.
بس کنم دلبر در آمد در خطاب گوش شو وَاللّهُ
اَعْلَم بِالْصَّواب
Kısa keseyim, sevgili konuşmaya başladı.
Kulak kesil. Allah doğrusunu daha iyi bilir.
چونکه عاشق توبه کرد اکنون بترس کو چو عياران کند بر دار درس
Âşık tövbe edince [asıl] o zaman kork. Çünkü o, yiğitler gibi
darağacında ders yapar.
3845 گرچه اين عاشق بخارا ميرود ني به درس و ني به اُستا ميرود
[3845] Bu âşık Buhara’ya gidiyor olsa da ne derse gidiyor, ne de hocaya.
عاشقان را شد مدرّس حُسنِ دوست دفتر و درس و سَبَقْشان روي اوست
Âşıkların hocası sevgilinin güzelliğidir.
Defter, ders ve meşkleri sevgilinin yüzüdür.
خامُشند و نعرۀ تکرارشان ميرود تا عرش
و تختِ يارشان
Suskundurlar, [ama] tekrarlarının sesi arşa
ve sevgilinin tahtına dek ulaşır.
درسشان آشوب و چرخ و زلزله ني زيادات است و بابِ سلسله
Dersleri, Ziyâdât[3] ve Silsile[4]’den
bir konu değil, coşku, dönüş ve titreyiştir.
سلسلة اين قوم جَعدِ مُشکبار مسئلۀ دَور است ليکن دَورِ يار
Silsileleri misk kokulu kıvrımlı saçtır. “Devir[5]”
konusu var ama yâr devri.
3850 مسئلة کيس ار بپرسد
کس ترا گو نگنجد گنجِ حق در کيسهها
[3850] Biri sana “kese[6]”
konusunu sorarsa de ki Hakk’ın hazinesi keselere sığmaz.
گر دَمِ خُلع و مُبارا ميرود بَد مبين ذکرِ
بخارا ميرود
“Hul‘[7]” ve
“mübârâ[8]”dan
dem vuruluyorsa kötüye yorma, Buhara’dan söz ediliyordur.
ذکرِ هر چيزي دهد خاصيتي زآنکه دارد هر صفت ماهيتي[9]
Her şeyin anılması bir özellik ortaya koyar.
Çünkü her sıfatın bir mahiyeti vardır.
آن بخاري غصة دانش نداشت چشم بر خورشيدِ بينش ميگماشت
O Buharalının bilgi kaygısı yoktu ve görüş
güneşini gözüne kestirmişti.
هر که در خلوت ببينش يافت راه او ز دانشها نجويد
دستگاه
Yalnızlık içinde görüşe erişen, ilimler yoluyla bir yer edinmeye
çalışmaz.
3855 با جمالِ جان چو شد همکاسهاي باشدش ز اخبار و دانش تاسهاي
[3855] Canın cemaliyle
aynı kadehten içmeye başlayan, rivayet ve bilgiden eza duyar.
ديد بر دانش بوَد غالب فَرا زآن همي دنيا
بچربد عامه را
Görüş bilgiye çoğu kez baskın çıkar. Bu
yüzden dünya avama çekici gelir.
زآنکه دنيا را هميبينند عين وآن جهاني را هميدانند
دَين
Çünkü [onlar] dünyayı peşin görür, öbür
dünyayı veresiye bilirler.
رو نهادنِ آن بندۀ عاشق سوي بخارا
ÂŞIK KULUN BUHARA’YA DOĞRU YOLA
KOYULMASI
رو نهاد آن عاشقِ خونابهريز دلطپان سوي
بخارا گرم و تيز
O âşık kanlı gözyaşı dökerek, kalbi çarparak
coşku ve aceleyle Buhara’ya yöneldi.
ريگِ آمون پيشِ او همچون حرير آبِ جيحون پيشِ او چون
آبگير
Çöl kumu ipek gibi geliyordu ona. Gözünde
Ceyhun’un suyu sanki su birikintisiydi[10].
3860 آن بيابان پيشِ او چون گلسِتان ميفتاد از خنده او چون گُلسِتان
[3860] Çöl gözüne gül bahçesi
gibi görünüyor, gülmekten güller gibi [yerlere] düşüyordu.
در سمرقند است قند امّا لبش از بخارا يافت و آن شد
مذهبش
Şeker Semerkant’ta olsa da dudağı [şekerin
tadını] Buhara’dan almış, oraya yönelmişti.
اي بخارا عقلافزا بودهاي ليکن از من عقل
و دين برْبودهاي
Ey Buhara, aklı güçlendirirsin sen. Fakat benden aklı da aldın dini de.
بَدْر ميجويم از آنم چون هلال صدر ميجويم در اين
صفِّ نِعال
Dolunay arıyorum, bu yüzden hilal gibiyim.
Ayakkabılıktayken baş köşe arıyorum.
چون سوادِ آن بخارا را بديد در سوادِ غم بياضي
شد پديد
Buhara’nın karaltısını görünce hüznün karasında bir beyazlık belirdi.
3865 ساعتي افتاد بيهوش و دراز عقلِ او پرّيد در
بُستانِ راز
[3865] Bir süre baygın düşüp
yattı ve aklı sır bahçesinde uçtu.
بر سر و رويش گلابي ميزدند از گلابِ عشقِ او غافل
بُدند
Başına yüzüne gülsuyu çarpıyorlardı. Aşkının
gülsuyundan habersizdiler.
او گلستاني نهاني ديده بود غارتِ عشقش ز
خود ببْريده بود
O, gizli bir gül bahçesi görmüştü. Aşkın
yağması onu kendinden kapıp götürmüştü.
تو فسرده درخورِ اين دَم نهاي با شَکَر مقرون نهاي
گرچه نيي
Bu nefese lâyık değilsin, sen donmuşsun.
Kamış olsan da şekerden yoksunsun.
رَختِ عقلت با تُوَست و عاقلي کز جُنُوداً
لَمْ تَرَوْهَا غافلي
Akıl göçü [hâlâ] senin yanında ve akıllısın.
“Görmediğiniz ordular[11]”dan
gâfilsin.
در آمدنِ آن عاشقِ لاابالي در بخارا و تحذير
کردنِ دوستان او را از پيدا شدن
PERVASIZ ÂŞIĞIN BUHARAYA GİRMESİ VE
DOSTLARININ ONU ORTALIKTA GÖRÜNMEMESİ YOLUNDA UYARMALARI
3870 اندر آمد در بخارا شادمان پيشِ معشوقِ خود و
دَارُ الْاَمان
[3870] Sevgilisinin bulunduğu güven ülkesi Buhara’ya sevinçli bir şekilde girdi.
همچو آن مستي که پرّد بر اثير مَه کنارش گيرد و گويد که گير
Göklere uçup aya sarılan ve [sen de bana]
sarıl diyen sarhoş gibi.
هرکه ديدش در بخارا گفت خيز پيش از پيدا شدن منْشين
گريز
Onu Buhara’da her gören, kalk oturma, dedi, kimse görmeden kaç hemen.
که ترا ميجويد آن شه خشمگين تا کَشَد از جانِ تو
دَه ساله کين
Çünkü öfkeli şah, on yıllık öcünü almak
için seni arıyor.
اللّه اللّه در ميا در خونِ خويش تکيه کم کن بر دَم و
افسونِ خويش
Allah aşkına kendi kanına girme! Kendi
kendine yaptığın efsuna güvenme.
3875 شحنۀ صدرِ جهان بودي و راد معتمَد بودي مهندس اوستاد
[3875] Sadr-ı Cihan’ın
vekiliydin, saygındın. Güvenilir biriydin, mühendis ve üstattın.
غدر کردي وز جزا بگْريختي رَسته بودي باز چون آويختي
Hıyanet edip cezadan kaçtın. Kurtulmuştun,
niçin yeniden başını belaya sokuyorsun?
از بلا بگْريختي با صد حِيل ابلهي آوردت اينجا
يا اجل
Yüz türlü hileyle beladan kurtulmuştun.
Seni buraya aptallık mı getirdi, ecel mi?
اي که عقلت بر عُطارد دَق کند عقل و عاقل را قضا احمق
کند
Ey aklı Utarid[12]’e
kusur bulan sen, [bil ki] kader, aklı ve akıllıyı aptala çevirir.
نحس خرگوشي که باشد شيرجو زيرکي و عقل و چالاکيت
کو
Aslan avına giden talihsiz tavşan! Nerede
zekan, nerede aklın ve kıvraklığın?
3880 هست صد چندين فسونهاي قضا گفت اِذَا جَاءَ الْقَضَا ضَاقَ الْفَضَا
[3880] Kaderin böyle yüzlerce efsunu vardır. “Kazâ gelince feza dar
gelir” derler.
صد ره و مَخْلَص بوَد از چپّ و راست از قضا بسته شود کو اژدهاست
Sağdan soldan yüz kaçış yolu vardır, [ama]
kader yüzünden kapanır. Çünkü kader ejderhadır.
جواب گفتنِ عاشق عاذلان را و تهديد کنندگان را
ÂŞIĞIN KINAYIP KORKUTANLARA CEVABI
گفت من مُستسقِيم آبم کَشَد گرچه ميدانم که هم آبم
کُشَد
Ben susuzluk hastasıyım, suyun beni
öldüreceğini bilsem bile su beni çeker.
هيچ مستقسقي بنگْريزد ز آب گر دو صد بارش کند مات
و خراب
Su iki yüz kez öldürüp mahvetse de hiçbir
susuzluk hastası sudan kaçmaz.
گر بياماسد مرا دست و شکم عشقِ آب از من نخواهد
گشت کم
Elim ve karnım şişse de suya olan aşkım
azalmayacaktır.
3885 گويم آنگه که بپرسند از بُطون کاشکي بحرم روان بودي درون
[3885] Karnımın şişliğini sorduklarında diyorum ki keşke içimde deniz
aksaydı.
خيکِ اِشکم گو بدرّ از موجِ آب گر بميرم هست مرگم
مستطاب
Tulumlaşmış karnıma de ki suyun dalgasıyla
yırtıl. Ölsem bile ölümüm güzel olur.
من به هر جايي که بينم آبِ جو رشکم آيد بودمي من جاي
او
Nerde bir ırmakta su görsem, keşke onun
yerinde olsam, diye kıskanırım.
دست چون دفّ و شکم همچون دُهُل طبلِ عشقِ آب ميکوبم چو گُل
Elim tef gibi, karnımsa davul gibi. [Yine de]
gül gibi, suya olan aşkın davulunu çalarım.
گر بريزد خونم آن روحُ الْاَمين جرعه جرعه خون خورم
همچون زمين
O “rûhu’l-emin” kanımı dökse, [ben de] toprak
gibi yudum yudum kan içerim.
3890 چون زمين و چون جَنين خونخوارهام تا که عاشق گشتهام اين کارهام
[3890]
Toprak gibi, cenin gibi kan içiciyim. Âşık olduğumdan beri budur benim işim.
شب هميجوشم در آتش همچو ديگ روز تا شب خون خورم مانندِ ريگ
Gece tıpkı kazan gibi ateşte kaynarım. Kum
gibi sabahtan akşama dek kan içerim.
من پشيمانم که مکر انگيختم از مرادِ خشمِ او بگْريختم
Hileye başvurup onun öfkesinin amaçladığı
şeyden kaçtığıma pişmanım.
گو بِران بر جانِ مستم خشمِ خويش عيدِ قربان اوست و عاشق گاوميش
De ki sarhoş canıma sür öfkeni. O kurban
bayramıdır, âşıksa [kurbanlık] sığır gibi.
گاو اگر خُسپد وگر چيزي خورد بهرِ عيد و ذَبْحِ او ميپرورد
Sığır uyusa da, bir şey yese de bayram ve
kesilmek için beslenir.
3895 گاوِ موسي دان مرا جان دادهاي جزوِ جزوم حشرِ هر آزادهاي
[3895] Mûsa’nın ölüp de dirilmiş ineği olarak gör beni.
Her bir parçam bir özgürün dirilişi.
گاوِ موسي بود قربان گشتهاي کمترين جزوش حياتِ
کُشتهاي
Mûsa’nın ineği kesilmiş, en küçük parçası bir ölüye hayat vermişti.
برجهيد آن کُشته ز آسيبش ز جا در خطابِ اِضْرِبُوهُ
بَعْضَهَا
“Bir
parçasıyla ona vurun[13]”
seslenişiyle ölü yerinden sıçramıştı.
يا کِرَامِي اِذْبَحُوا هٰذَا الْبَقَر اِنْ
اَرَدْتُمْ حَشْرَ اَرْوَاحِ الْنَّظَر
Ey ulular, gören ruhların dirilmesini istiyorsanız bu ineği kesin.
از جمادي مُردم و نامي شدم وز نَما مُردم به حيوان
بر زدم
Cansızlıktan öldüm, bitki oldum. Bitkilikten
öldüm hayvanlığa ulaştım.
3900 مُردم از حيواني و آدم شدم پس چه ترسم کي ز مردن
کم شدم
[3900] Hayvanlıktan ölüp insan oldum. Öyleyse
niye korkayım? Hani eksildim mi ölmekle?
حملة ديگر بميرم از بشر تا بر آرم از ملايک پرّ و سر
Bir dahaki aşamada insanlıktan öleyim de
melekler arasından başım, kanadım yükselsin.
وز مَلَک هم بايدم جَستن ز جُو کُلُّ شَيءٍ هَالِک اِلَّا
وَجْهَهُ
Meleklik ırmağından da atlamalıyım. “Onun
zâtı dışında her şey yok olucudur[14].”
بارِ ديگر از مَلَک قربان شوم آنچه اندر وهم
نايد آن شوم
Sonra da meleklikten kurban olup hayale
gelmeyen neyse o olayım.
پس عدم گردم عدم چون ارغنون گويدم که اِنَّا اِلَيهِ
رَاجِعُون
Sonra yokluk olurum da yokluk bana erganun
gibi “Biz O’na döneriz[15]”
der.
3905 مرگ دان آنکه اتّفاقِ اُمّت است کآبِ حيواني نهان در ظلمت است
[3905]
Ümmetin “Bengisu karanlıkta gizlidir” diye hemfikir olduğu şey bil ki ölümdür.
همچو نيلوفر برُو زين طرفِ جو همچو مستسقي حريص و مرگجو
Sen nilüfer gibi ırmak kıyısında yeşer.
Susuzluk hastası gibi muhterisçe ölümü ara.
مرگِ او آب است و او جوياي آب ميخورد وَاللّهُ
اَعْلَم بِالْصَّواب
Su onun ölümüdür, [ama] o suyu arar ve içer.
Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
اي فسرده عاشقِ ننگيننمد کو ز بيمِ جان
ز جانان ميرمد
Ey can korkusuyla canandan kaçan utanç
elbiseli uyuşuk âşık!
سوي تيغِ عشقش اي ننگِ زنان صد هزاران جان نگر دستکزنان
Ey kadınların utancı! Onun aşk kılıcını el
çırparak karşılayan yüz binlerce cana bak!
3910 جوي ديدي کوزه اندر جوي ريز آب را از جوي کي باشد گريز
[3910] Irmağı gördün mü testini ırmağa dök. Suyun ırmaktan kaçışı
mümkün mü?
آبِ کوزه چون در آبِ جو شود محو گردد در وي و جو او
شود
Testi suyu ırmak suyuna girince ırmakta yok
olup kendisi ırmak olur.
وصفِ او فاني شد و ذاتش بقا زين سپس ني کم شود ني
بَدلقا
Onun niteliği yok olup özü bâki kalır. Bundan
böyle ne azalır, ne de çirkinleşir.
خويش را بر نخلِ او آويختم عذرِ آن را که
از او بگْريختم
Ben ondan kaçma suçuna karşılık kendimi onun
ağacına astım.

رسيدنِ آن عاشق به معشوقِ خويش چون دست از
جانِ خود بشست
CANINDAN GEÇİNCE ÂŞIĞIN SEVGİLİSİNE
KAVUŞMASI
همچو گويي سجده کن بر رُو و سر جانبِ آن صدر شد با چشمِ تر
[Âşık]
top gibi başıyla yüzüyle secde
ederek gözü yaşlı olarak Sadr-ı Cihan’ın huzuruna vardı.
3915 جمله خلقان منتظر سر در هوا کِش بسوزد يا بر آويزد وَرا
[3915] Herkes [Sadr-ı Cihan] onu yakacak mı, asacak mı diye başını
kaldırmış bekliyordu.
اين زمان اين احمقِ يک لَخت را آن نمايد که زمان بدبخت
را
[Herkes
diyordu] ki şimdi o, bu süzme salağa, feleğin bahtsızlara yaptığını yapacak.
همچو پروانه شرر را نور ديد احمقانه در فتاد از جان
بُريد
Kelebek gibi alevi nur sanıp aptalca
atılıp canından oldu [diye düşünüyorlardı].
ليک شمعِ عشق چون آن شمع نيست روشن اندر روشن اندر روشني است
Fakat aşkın mumu bildiğiniz mum değil,
aydınlık içinde aydınlıktır.
او به عکسِ شمعهاي آتشي است مينمايد آتش و جمله
خوشي است
O ateşli mumların aksine, ateş görünür ama
tümüyle esenliktir.
[1] عاشق:
بعداً افزوده شده است.
[2] Bkz.
Kur’an, En‘âm (6), 160: “Kim bir iyilik ile gelirse,
ona on katı verilir. Kim de bir kötülük ile gelirse, yalnızca onun karşılığı
ile cezalandırılır ve hiçbirine haksızlık edilmez.”
[3] Ziyâdât,
Hanefi fakihlerinden Muhammed b. Hüseyin Şeybânî (ölm. H. 189) tarafından
kaleme alınmış bir fetva kitabıdır.
[4] Silsiletu’l-Vâsıl,
Ebu Muhammed Abdullah Cuveynî (ölm. H. 437) tarafından Şâfii
fıkhı konusunda yazılmış bir eserdir. Mevlânâ, “silsile” kelimesiyle ayrıca
tasavvuf silsilesini de göz önünde bulundurmuş olabilir.
[5]
Fıkıhta, ölen birinin kimi ibadetlerle ilgili borçlarının düşürülmesi (ıskat)
için yoksullara fidye ödenmesi sırasında başvurulan bir uygulamadır.
Mantıktaysa bir şeyi yine kendisiyle ispatlama anlamında kullanılan bir terim.
[6]
Fıkıhta çalınan paranın hangi durumlarda el kesmeyi gerektirdiğine açıklık
getirilirken “para kesesi”nin durumu esas alınmıştır.
[7] Hul‘:
Kadının mehir almaktan vazgeçerek
boşanması.
[8]
Karı-kocanın anlaşma yoluyla boşanması.
[9] در
بخارا در هنرها بالغی – چون بخواری رو نهی زآن فارغی: +
[10]
Anlamca, Rûdekî’nin bir gazelinden alıntı.
[11] Bkz.
Kur’an, Tevbe (9), 26: “Sonra Allah, elçisi ile
müminlerin üzerine 'güven duygusu ve huzur' indirdi, sizin görmediğiniz
orduları indirdi ve inkâr edenleri azablandırdı. Bu, inkârcıların cezasıdır.”
[12] Eski
zamanlarda “feleğin kâtibi” diye anılan ve söz ve şiirin sembolü olarak bilinen
Merkür.
[13]
Kur’an, Bakara (2), 73.
[14]
Kur’an, Kasas (28), 88.
[15]
Kur’an,
Bakara (2), 156.