Konu özeti

  • Genel

    İran Tasavvufuna Giriş

     

    Bu ders sürecinde aşağıdaki konular ele alınmaktadır:

     

    1-      Tasavvufun doğuşu ve kaynakları

    2-      Tasavvuf’un Horasan coğrafyasında yayılışı

    3-      Horasan’da ilk sufiler

    4-      Tasavvuf hakkında yazılan ilk Farsça eserler

    5-      Edebiyat ve tasavvuf

    6-      Sözleri kitaplaşan sufiler

    a)      Ebu’l-Hasan-i Harakânî

    b)     Hâce Abdullah Ensârî

    c)      Mevlâna Celâleddin

    d)     Şems-i Tebrîzî

    7-      Sufi yazarlar

    a)      Ahmed Gazâlî

    b)     Aynu’l-Kuzât Hemedânî

    c)      Burhânuddin Muhakkık-i Tirmizî

    8-      Sufi şairler

    a)      Ebu Said Ebu’l-Hayr

    b)     Senâi-yi Gaznevî

    c)      Attâr-i Nîşâbûrî

    d)     Mevlânâ Celâleddin

    e)      Fahruddin-i Irâkî

    f)       Molla Câmî

    g)      Şâh Ni’metullâh-i Velî

    9-      Tasavvufî Edebiyatın etki alanı

    Kaynakça:

    Bu derste tasavvuf hakkında genel bilgiler veren kaynaklarla tasavvufî edebiyatla ilgili kaynaklardan yararlanılmıştır. Bu kaynaklar tasavvuf ve edebiyatı (Farsça tasavvufî edebiyat) hakkında genel bilgi edinmek için başvurulabilecek, araştırmaya dayalı eserleri bir araya getirmiştir.

    Sa’îd- Nefîsî, Serçeşme-i Tasavvuf der İran, İntişârât-i Furûğî, 9. Bs. Tahran 1377 h.ş.

    Abdu’l-Huseyin Zerrinkûb, Costucû der Tasavvuf-i İran, İntişârât-i Emîr Kebîr, Tahran 1379.

    Abdu’l-Huseyin Zerrinkûb, Donbâle-i Costucû der Tasavvuf-i İran, İntişârât-i Emîr Kebîr, Tahran 1380.

    R. Nicholson, İlk İslam Sufileri, Çeviri: Heyet, İstanbul 1978

    Abdulbaki Gölpınarlı, Tasavvuf, 3. Bs. Milenyum Yayınları, İsanbul 2004

    A.J. Arberry, Tasavvuf –Müslüman Mistiklere Toplu Bakış, Çeviren: İbrahim Kapaklıkaya, 2. Baskı, Gelenek Yayınları, İstanbul 2004

    Hayrani Altuntaş, Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1986


  • Konu 1

    1.      Ders

     

    Tasavvufun doğuşu ve kaynakları

    Tasavvuf, toplumdaki sapma ve bozulmalardan uzak kalmayı önceleyen kimi zahitlerin birtakım arayışlara yönelerek kendine özgü bir dinî hayat tarzı geliştirmeleriyle şekillenmeye başlayan bir anlayış olarak nitelenebilir.

    Tasavvuf, H. I/M. VII. yüzyılın ortalarından itibaren çeşitli aşamalar kat etmiş, ancak kurumsallaşma aşamasına ancak birkaç yüzyıl sonra gelebilmiştir. Bu nedenle tasavvufun h. 5. Yüzyıla dek olan dönemine genel anlamda bireysel tasavvuf dönemi demek mümkündür. Daha sonra kurumsallaşmaya başlayan tasavvuf, toplumda da karşılık bulmaya başlar ve tasavvufî eğilimler, yorumlar ve kurumlar belirmeye başlar.

    Tasavvufun İran  ve Horasan topraklarında yaygınlık kazanmasıyla edebiyatta da yansımaları olmuş, zamanla tasavvuf edebiyatı dediğimiz edebiyat şekillenmeye ve çeşitle alt dallara ayrılmaya başlamıştır.

    Tasavvuf isminin kaynağıyla ilgili çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Bunlar şu şekilde özetlenebilir: Saflık ve temizlik anlamındaki “ṣafâ” ve “ṣafvet” kelimesinden türediği görüşü, Hz. Peygamber’in (a.s.) aṣḥâb-ı suffe’sinden kaynaklandığı görüşü ve sufilerin yün hırka giydiklerine dair bilgiden hareketle, yün anlamına gelen “ṣûf” kelimesinden türediği görüşü.

     Ekteki metinlerde tasavvufun doğuşu ve kaynakları konusunda ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

     Tasavvuf’un Horasan coğrafyasında yayılışı

    Tarihî Horasan ismi, İran'ın kuzeydoğusunda yer alan oldukça geniş bir bölge için  kullanılmaktadır. Tarihî Horasan zaman zaman Türkistan adıyla da anılmıştır. Günümüzde Horasan toprakları üç kısma ayrılmıştır. Bugün Horasan toprakları Türkmenistan, Afganistan, Tacikistan ve İran gibi ülkeler arasında paylaşılmış durumdadır. Eski Horasan’ın büyük kültür merkezi konumundaki bazı şehirleri şunlardır: Buhara, Semerkand, Merv, Nesâ, Serahs, Belh, Herat, Nişabur, Tus…

    Horasan, İslam ilimleri başta olmak üzere ilim tarihimiz açısından da önemli bir coğrafyadır. Pek çok din âlimi (fakih, muhaddis, müfessir, rical âlimi) bu bölgede yetiştiği gibi diğer ilimlerde (edebiyat, gramer, tıp, heyet, hendese, rical ilmi, tarih, coğrafya, etnoloji vs.) de büyük şahsiyetler yetişmiştir. Bu coğrafya Arap dili ve edebiyatı açısından da önemlidir. Farsçanın edebiyat dili haline gelişi de yine Horasan merkezli bir olaydır.

    Tasavvufun Horasan’da yaygınlık kazanması, tasavvuf düşüncesi için önemli bir dönüm noktasıdır.

    Horasan’da gelişen tasavvuf anlayışı/anlayışları, başka coğrafyaları da, özellikle Anadolu’yu ve Avrupa coğrafyasının Müslüman kesimlerini etkisi altına almıştır. Anadolu’nun ve Balkanlar’ın Müslümanlaşmasında Horasan tasavvufunun büyük katkı ve etkisi olmuştur.

     Horasan’da ilk sufiler

    Horasan’ın tasavvuf tarihinde mühim bir yeri vardır. İslam fütuhatından hemen sonra özellikle Belh, Nîşâbur ve Merv şehirlerinde belirgin bir şekilde canlanan tasavvuf hareketi yaygınlaşarak taraftarlarını artırmıştır. İlk dönemde zahitlik (zühd) şeklinde kimlik kazanan tasavvufun ilk temsilcileri arasında Fudayl b. İyâz, İbrâhim b. Edhem, Bişr el-Hâfî, Şakīk-ı Belhî, Hâtim el-Esam, Ahmed b. Harb, Muhammed b. Eslem et-Tûsî gibi isimler vardır.
    III. (IX.) yüzyıldan başlayarak İslam dünyasında tasavvuf hareketlerini iki ana akım içerisine dâhil etmek genel kabul gören bir yaklaşımdır.Birinci ana akım, Hâris el-Muhâsibî'ye nisbet edilen Bağdat mektebi, ikinci ana akım ise Hamdûn el-Kassâr'a nisbet edilen Nîşâbur (Horasan) mektebidir. Bağdat mektebinde tevhid ve mârifet ön plandayken, Nişabur/Horasan mektebinde melâmet ve fütüvvet konuları öne çıkarılır. Ebû Nasr es-Serrâc et-Tûsî ile onun şakirdi Ebû Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî ve onun şakirdi Abdülkerîm el-Kuşeyrî, Nîşâbur/Horasan mektebinin öne çıkmış sufileridir. Ebû Abdurrahman Muhammed-i Sülemî ve Abdülkerîm-i Kuşeyrî’nin Nişabur/Horasan mektebinin anlayışını anlatan eserler kaleme almaları, bu mektebin yaygınlık kazanmasında etkili olmuştur.
    Horasan’da yetişen ilk sûfîlere şu isimleri de eklemek gerekir:

    Ahmed b. Hadraveyh el-Belhî, Bâyezîd-i Bistâmî, Ebû Hafs el-Haddâd, Ebû Türâb en-Nahşebî, Ebû Abdullah es-Siczî, Muhammed b. Fazl el-Belhî, Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, Mümşâd ed-Dîneverî, Yûsuf b. Hüseyin er-Râzî, Ebû Bekir b. Tâhir el-Ebherî, Ali b. Sehl el-İsfahânî, Ali b. Muhammed er-Râzî, Ebû Muhammed Hasan b. Muhammed Ruhânî, Abbas b. Fazl ed-Dîneverî, İbn Yezdânyâr, Hamdûn el-Kassâr ve Ebû Saîd Ebu’l-Hayr.
    Bu tasavvuf anlayışı sonraları çoğu sûfî tarafından benimsenmiş ve böylece bu mektep, pek çok bölgeye yayılmıştır. Dolayısıyla Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Evhadüddîn-i Kirmânî, Fahreddîn-i Irâkī, Necmuddîn-i Dâye, Sadreddin-i Konevî ve Mevlâna Celâluddin gibi sufilerin Nişabur/Horasan mektebinin devam ettiricileri olarak nitelenmesi yanlış olmaz.

     


  • Konu 2

    2. Ders

    Tasavvuf hakkında yazılan ilk Farsça eserler

    İsmâil b. Muhammed el-Müstemli-yi Buhârî ( İsmail b. Muhammed b. Abdillah Müstemli [434 h. 1043 m.])

    Eseri: Şerh-i Taarruf

    Kelâbâzî’nin et-Taʿarruf li-meẕhebi ehli’t-taṣavvuf adlı eserinin Farsça şerhidir. Tasavvufla ilgili ilk önemli Farsça eser olması bakımından da değerlidir.

    Tasavvuf terminolojisi alanında yazılmış teorik eserlerden olan et-Ta’arruf ve onun Farsça tercüme ve şerhi, tasavvuf tarihi ve tasavvufî kavramlar açısından birinci el kaynaklardandır.

     

    Hucvîrî (Ebü’l-Hasen Alî b. Osmân b. Ebî Alî el-Cüllâbî el-Hücvîrî (ö. 465/1072 [?])

    Eseri: Keşfu’l-Mahcûb

    Hucvîrî, eserini Lahor şehrinde muhtemelen h. 435/1043 yılında yazmaya başlamıştır. Eser iki ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde ilim, fakr ve dervişlik, tasavvufun mahiyeti, hırka giyme, sûfîlerin fakr ve sûfîlik konusundaki ihtilâfları ile melâmet konuları ele alınır. Daha sonra dört halifeyle Ehl-i beyt imamları ve tâbiînden olan zâhidler ile diğer sûfîler hakkında bilgiler verilir. İkinci bölümde on iki kısım halinde tasavvufî kesimler/zümreler tanıtılır.

     

    Ahmed-i Gazâlî (Mecdüddîn Ebü’l-Fütûh Ahmed b. Muhammed el-Gazzâlî (ö. 520/1126)

    Eseri: Sevânihu’l-Uşşâk, Ahmed el-Gazzâlî’nin en önemli eseri olup ana teması aşktır. İlk kez Helmut Ritter tarafından edisyon kritiği yapılmıştır (İstanbul 1942).

    (Bu müellifler ve eserleri hakkında TDV İslam Ansiklopedisi’nden ve diğer kaynaklardan geniş bilgi edinilebilir. Ekteki dosyalarda da bu konuda bilgi verilmiştir.)

     

    Edebiyat ve tasavvuf

    Tasavvufî edebiyatın doğuşu ve gelişmesi

    Ekteki dosya ve belgelerde (H. Altuntaş, Tasavvuf Tarihi) bu edebiyatın doğuşuna dair bilgi mevcuttur.

     


  • Konu 3

    3. Ders

    Sözleri kitaplaşan sufiler-I

    Ebu’l-Hasan-i Harakânî - Nûru’l-Ulûm

    Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakânî (hicrî 348-428)  Horasan tasavvufun ilginç şahsiyetlerinden biri olup sufi şair ve yazarlarına ilgisine konu olmuştur. Bâyezîd’in tasavvuf tarzını benimseyen Harakānî, Aynülkudât el-Hemedânî, Necmeddîn-i Dâye, Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi mutasavvıfları etkilemiştir.

    Harakânî’nin sözleri, muhtemelen müritleri tarafından kaydedilmiş ve bu sözler, Nûru’l-Ulûm adlı kitapta bir araya getirilmiştir.

    Nûru’l-Ulûm, son derece sade bir dile sahiptir. Hicrî 4. yüzyıl ile 5. yüzyıl başlarında hâkim olan nesir dilini tam olarak yansıtır.

     

    Hâce Abdullah Ensârî

    Hâce Abdullah Ensarî Herevî’nin (396/1006-481/1089), soyu sahâbeden Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye ulaşır.

    Dinî ilimlere derin bir vukufu bulunan Hâce Abdullâh-i Ensârî’nin pek çok eseri ve rubaileri vardır. Eserlerinin önemli bir kısmı Farsçadır. Onun Dil ü Cân (Suʾâl-i Dil ez Cân), Kenzü’s-sâlikîn, Vâridât, Ḳalendernâme, Heft Ḥisâr, Maḳūlât, Maḥabbetnâme ve İlâhînâme adlı risâleleri Sultan Hüseyin Tâbende Gunâbâdî tarafından Resâʾil-i Ḫâce ʿAbdullāh Enṣârî adıyla yayımlanmıştır (Tahran 1319 hş./1940). Risâleleri daha sonra Vahîd-i Destgirdî tarafından yeniden neşredilmiştir. Onun eser ve risalelerinin başka neşirleri de vardır (Konuyla ilgili bilgi için ekteki dosyalara bakınız).

    Onu nispet edilen eserlerden biri de Münâcâtnâme adını taşımaktadır. Bu eserin onun sözlerinden derlemeleri içerdiği, dolayısıyla kendi telif ettiği bir eser olmadığı düşünülmektedir.

     

  • Konu 4

    4. Ders

    Sözleri kitaplaşan sufiler-II

    Şems-i Tebrîzî

    Şemsüddîn Muhammed b. Alî b. Melikdâd Tebrîzî (ö. 645/1247 [?])

    Horasan’ın Bezer vilâyetinden gelerek Tebriz’e yerleşmiş bir ailede dünyaya gelmiştir.

    Tezkiretü’ş-Şuarâ yazarı Devletşah, tezkiresinde Şems’in Hasan Sabbâh’ın halefi Kiyâ Büzürgümmîd’in soyundan olup Alamut valiliği yapmış Hâvend Celâleddin-i Nevmüselmân’ın oğlu olduğuna ilişkin bir rivayeti aktarır. Mevlevi kaynaklarında yer almayan ve asılsız olduğu düşünülen bu rivayete göre Hâvend Celâleddin, Ehlisünnet mezhebine girerek oğlunu ilim tahsili için Tebriz’e göndermiştir.

    Şems’in yetişmesinde ve tasavvufî seyrüsülukunda Tebriz’de sepet örerek geçimini sağlayan sufi Şeyh Ebu Bekr-i Sellebâf’ın büyük etkisi olduğu belirtilir.

    Hayatının ilerleyen dönemlerinde bir şekilde Konya’ya gelen Şems’in Mevlâna Celâleddin ile olan dostluğu ve Mevlâna’nın düşünsel dönüşüm geçirmesinde büyük bir etkisinin olduğu konusunda araştırmacılar müttefiktir.

    Şems-i Tebrîzî’nin hayat hikâyesi ve düşünce dünyası hakkında başta Türkçe, Farsça ve İngilizce olmak üzere çeşitli dillerde birçok çalışma yayımlanmıştır.

    Şems hakkında bilgi edinilebilecek bazı kaynaklar:

    1-Şems-i Tebrîzî, Makālât-i Şems, tercüme: Mehmet Nuri Gençosman, 9. Bs, Ataç Yayınları, İstanbul 2020 (Mütercimin yazdığı girişte Şems’in hayatı, düşüncesi ve Makālât hakkında bilgiler verilmiştir).

    2-Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin –Hayatı, Eserleri, Felsefesi, İnkılap Yayınları, İstanbul 2017.

    3-Muhammed Şibli Nu’mânî, Zindegî-nâme-i Mevlânâ, Farsçaya çeviren: Tevfik Subhânî, Tahran 1382 (h.ş.)

     

  • Konu 5

    5. Ders

     

    Sufi yazarlar

    a)      Ahmed Gazâlî

    b)     Aynu’l-Kuzât Hemedânî

    c)      Burhânuddin Muhakkık-i Tirmizî

     

  • Konu 6

    6. Ders


    Sufi şairler

    Ebu Said Ebu’l-Hayr

    Ebû Saîd Fazlullāh b. Ebi’l-Hayr Ahmed b. Muhammed el-Meyhenî (ö. 440/1049)

    1 Muharrem 357 (7 Aralık 967) tarihinde Horasan’da Serahs ile Ebîverd arasında bulunan Havran bölgesinde Meyhene (Mehne) kasabasında doğdu. Babası Ebü’l-Hayr Ahmed sûfîlerin dostu olan ve semâ meclislerine devam eden bir attardı. Çocukluğunu Meyhene’de geçiren Ebû Saîd babasıyla birlikte gittiği semâ meclislerinde tasavvufu tanıdı. Mutasavvıf şair Ebü’l-Kāsım Bişr-i Yâsîn’in derslerine devam edip dil ve edebiyat ilimlerinde ondan faydalandı, şiir ve tasavvuf anlayışından da etkilendi. Ondan öğrendiği şiirleri çeşitli sohbet meclislerinde okudu ve bu şiirler onun için ilham kaynağı oldu. Bir rivayete göre 30.000 beyit ezberlemişti.

    Ebû Saîd fıkıh, tefsir ve hadis bilgisini ilerletmek için Merv’e gitti. Burada Şâfiî fıkıh âlimi Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Hazrî’nin (Husrî, ö. 373/983 [?]) vefatından sonra beş yıl Ebû Bekir Abdullah b. Ahmed el-Kaffâl el-Mervezî’nin derslerine devam etti. Daha sonra Serahs’a giderek Ebû Ali Zâhir b. Ahmed’den tefsir, fıkıh usulü ve hadis dersleri aldı. Burada dönemin ünlü sûfîlerinden Lokmân-ı Serahsî ile tanıştı. Lokmân onu Ebû Nasr es-Serrâc’ın müridlerinden Şeyh Ebü’l-Fazl Muhammed b. Hasan es-Serahsî ile tanıştırdı. Ebü’l-Hayr, kendisine zikir telkin eden bu şeyhten ciddi surette etkilendi, tavsiyesine uyup Meyhene’ye döndü. Yedi yıl riyâzet hayatı yaşadı, tahammül edilmesi zor çileler çıkardıktan sonra tekrar Serahs’a döndü. Şeyh Ebü’l-Fazl burada onu daha da çetin çilelere tâbi tutup bir süre sonra Meyhene’ye gönderdi. Ebû Saîd Meyhene’de cami ve tuvaletlerin temizliğiyle uğraşıyor, her namaz öncesi guslediyor, sürekli susuyor, yama üstüne yama yapıldığı için ağırlaşan bir çuha giyiyor, yirmi otuz gün kalmak üzere sahralara çıkıyor, buralarda inzivaya çekiliyor, derin düşüncelere dalıyordu. Ne kadar şiddetli riyâzetlere ve çetin çilelere girdiğini anlatmak için, Bâbil Kuyusu’nda baş aşağı asılarak çile çıkardıkları rivayet edilen Hârût ve Mârût gibi bazan bir ağaca kendini ayaklarından asarak, bazan da bir kuyuya baş aşağı sarkarak çile çıkardığı (çille-i ma‘kûse), Kur’an okuduğu ve bu durumda namaz kıldığı (salât-ı maklûbe) rivayet edilir. Daha sonra tekrar Serahs’a giden Ebû Saîd bu çileli hayata Ebü’l-Fazl’ın yanında da devam etti. Ardından şeyhin tavsiyesine uyup Nîşâbur’a gitti. Burada İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Abdülkerîm el-Kuşeyrî gibi âlim ve mutasavvıflarla tanıştı. Daha önce Serahs’ta Ebü’l-Fazl’dan hırka giyip giymediği bilinmeyen Ebû Saîd, Nîşâbur’da ünlü sûfî Ebû Abdurrahman es-Sülemî’den hırka giydi.

    Bazı rivayetlere göre irşad faaliyetine başlamadan Meyhene’ye dönerek burada çileli hayatına devam etti. Ebîverd ile Serahs arasında yedi yıl inzivaya çekildi, bu süre içinde ot ve yaprak yiyerek yaşadı. Bu arada şeyhi Ebü’l-Fazl vefat ettiğinden Âmül’e gidip Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Kassâb’a intisap etti; ikinci hırkayı da ondan giydi. Bu zatın vefatı üzerine Meyhene’ye döndü. Geceleri uyumuyor, namaz kılıyor, zikirle meşgul oluyor, gündüzleri hep oruç tutuyor, hiç dinlenmiyor, daima kıbleye yönelmiş bir halde bulunmaya çalışıyor, haramlardan sakınıyor, güzel şeylere bakmıyor, sürekli teslimiyet gösteriyor, en azla yetiniyor, vaktini mescidde ve tekkede geçiriyor, kötü yerler olduğuna inandığı için çarşı pazara uğramıyor ve kimsenin kusurunu görmüyordu. Bu çeşit on sekiz esası başarıyla uyguladığı için nefsinden fâni olduğuna kanaat getirdikten sonra halkı irşada başladı. Nîşâbur ve Meyhene’deki tekkesinde çevresinde çok sayıda mürid toplandı.

    Ebû Saîd’in tasavvuf silsilesi Ebü’l-Fazl, Ebû Nasr es-Serrâc ve Ebû Muhammed Mürtaiş vasıtasıyla Cüneyd-i Bağdâdî’ye ulaşır. Fakat Ebû Saîd, Bâyezîd-i Bistâmî ve Hallâc-ı Mansûr tarzı bir tasavvuf anlayışına sahipti. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)

     

  • Konu 7

    Ara sınav

    • Konu 8

      8. Ders

       

      Sufi şairler

      Senâi-yi Gaznevî (Ebü’l-Mecd Hakîm Mecdûd b. Âdem Senâî-yi Gaznevî (ö. 525/1131 [?])

      Hakîm Senâî-yi Gaznevî, tasavvufî şiir geleneğinin gerçek anlamda öncüsü olarak kendisinden sonra gelen sûfi şairleri derinden etkilemiştir. Senâî’den önce tasavvufî duyuşla dubeytiler ya da rubailer söyleyen kimi sûfiler olmuşsa da, Farsçada tasavvufu şiirle buluşturan ilk şair Senaî’dir. Bu ise onu, bu gelenekte ilk sıraya yerleştirmektedir. Senâî’den sonra Farsça şiirde büyük şairler arasında önemli bir yer edinmiş olan Attar ve Mevlâna, Senâî’nin öncülüğünü benimsemişler ve şiir alanında ona “pîr” gözüyle bakmışlardır.

      Senâî’nin Eserleri:

      1-Dîvân (kaside, gazel, terkibibend, terciibend, kıta ve rubâîler) 

      2-Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa ve şerîʿatü’ṭ-ṭarîḳa (Tasavvufî ilk mesnevi kabul edilen eser, pekçok sufi şairi etkilemiştir).

      3- Kârnâme-i Belḫ (Senâî’nin ilk mesnevisi olup 497 beyitten ibarettir. Mütâyebenâme olarak da tanınan bu mesnevi, devrin ileri gelenlerini hicveder).

      4- Seyrü’l-ʿibâd ile’l-meʿâd (Tasavvufi seyrüsüluk hakkında yazılmış alegorik bir eser olup yirmi sekiz bölümden oluşmaktadır ve beyit sayısı 700’ü aşkındır).

      5- Taḥrîmetü’l-ḳalem (Kalem ekseninde tasavvufî konuları ele alır-202 beyittir).

      6- ʿIşḳnâme (Tasavvufî bir eserdir, 576 beyittir). 

      Senâî’ye başka eserler de nisbet edilmiştir.

       

       


    • Konu 9

      9. Ders

      Sufi şairler

       

      Attâr-i Nîşâbûrî

      Attâr’ın hayatı hakkında bilinenler son derece azdır. Onunla ilgili aktarılan bilgiler daha ziyade menkıbevîdir.

      Eserleri:

      Esrâr-nâme (اسرارنامه): Attâr’ın ilk tasavvufî mesnevisidir. 26 bölümdür. Küçük hikâyelerden oluşur. Ana hikâye yoktur.

      İlâhî-nâme (الهی نامه): 6500 beyittir. Çerçeve hikâye, bir hükümdarın altı oğluna dünyada en çok arzu edip elde etmek istedikleri şeyleri sorması, onların da sırayla cevap vermeleridir.

      Her biri insanın ihtiraslarından birini temsil eden arzular etrafında gelişen  hikâyede baba, bunların anlamsızlığını gösterir.

      Musîbet-nâme (مصیبت نامه): 5740 beyitlik bir mesnevidir. Cevâb-nâme (جواب نامه) adıyla da bilinir. Attâr’ın tasavvufî görüşlerini ve fikir dünyasını en düzenli şekilde aksettiren mesnevisidir.

      Kırk bölümden oluşur. Sâlikin önce melekler arasında ve öteki dünyada, sonra da bu âlemde dolaşması, peygamberlere başvurması, daha sonra duygu, hayal, akıl ve ruha başvurarak bunlara Allah’ı sorması ve sonuçta Allah’ı kendi içinde bulması anlatılır.

      Hüsrev-nâme (خسرو نامه): Gul u Husrev (گل و خسرو) veya Gul u Hurmuz (گل و هرمز) adlarıyla da anılır. Attâr’ın tasavvufî olmayan tek mesnevisidir. Eserde Rum kayserinin gayrimeşru oğlu Husrev ile Hûzistan şahının kızı Gül’ün aşk macerası anlatılır. Bu hikâye, kimliği ve hayat hikayesi hakkında bilgi bulunmayan Bedr-i Ahvâzî tarafından mensur olarak yazılmış olup daha sonra Attâr bu mensur hikâyeyi nazma aktarmıştır.

      Mantıku’t-Tayr (منطق الطیر): Makamât-i Tuyûr (مقامات طیور) veya Makalât-i Tuyûr (مقالات طیور) diye de anılır. Eserde kuşların yolculuğu hikâye edilir.

      Hüthüt kılavuzdur.

      Gülşehrî, Şemsuddin Sîvâsî ve Fedâî tarafından (ayrı ayrı) Türkçeye tercüme edilmiştir.

      Muhtâr-nâme (مختارنامه): 5000’i aşkın rubaiden oluşur. Konularına göre 50 bölüm halinde düzenlenmiştir. Rubai nazım şekli kullanılarak konulara göre ve bölümlü olarak telif edilmiş ilk eser olduğu söylenebilir.

      Tezkiretu’l-Evliyâ (تذکرة الاولیاء)  Büyük din âlimleriyle sufilerin hal şerhlerini anlatan hacimli bir eserdir. Türkçeye Süleyman Uludağ tarafından tercüme edilmiştir. Molla Câmî, Nefehâtü’l-Üns adlı eserini Attâr’ın eserini göz önünde bulundurarak yazmıştır.

       

      Attâr, irfanî şiirin üç büyük şairinden biri olarak tanınmıştır: Senâî ve Mevlâna’yı birbirine bağlayan bir bakıma Attar’dır. Mevlâna’ya nispet edilen şu beyit de bunu anlatmaktadır:

      عطار روح بود و سنایی دو چشم او               ما از پی سنایی و عطار آمدیم

      Arifliği ve şairliği dünya çapında ünlü olan Attar’ın şairliği hakkında batıda ve doğuda çok sayıda çalışma ve araştırma yapılmıştır. Attar’ın büyük sûfî ve âriflerden bahseden Tezkiretu’l-Evliya adlı mensur eseri ve mesnevileri, birçok kez bilimsel neşirlere konu olmuş ve birçok dünya diline tercüme edilmiştir. Bu diller arasında Türkçenin yeri özeldir. Çünkü Anadolu’da Türkçenin edebiyat dili olarak kimliğini sağlamlaştırdığı ilk yüzyıldan itibaren Attar’ın eserlerinin tercümesi yapılagelmiştir. Onun eserlerine olan yoğun ilginin nedenlerinden biri, özellikle mesnevilerindeki anlam zenginliği, hikâye yönünün güçlü oluşu ve tasavvufî konuları sembolik bir dille anlatmadaki başarısıdır. Onun mesnevileri bu haliyle birçok ârif ve sûfî şaire ilham kaynağı olmuştur. Bu şairlerin başında Mevlâna gelir. Attar’dan beslenen şairler arasında Câmî’nin ismi de öne çıkmaktadır.

      Attar’ın Divan’ı sufiyane gazelin en güzel örnekleriyle dolu olmakla birlikte diğer eserleri kadar şöhrete ulaşmamış ve tercümelere konu olmamıştır. Mevlâna’nın gazelleri de aynı durumdadır. Bence bunun sebeplerinden biri, bu şairlerin birden çok büyük eser vermeleri ve bazı eserlerin hem hacim bakımından hem de tasavvuf yolunu beyan bakımından Divan’dan daha işlevsel olmasıdır. Nitekim Sadî’nin gazelleri de Gülistan ve Bustan’ın gölgesinde kalmaktadır.

      Türkçe’de pek çok Attar çevirisi vardır. Bu tercüme çokluğundan yola çıkarak, Attar’ın eserlerinin bizim coğrafyada Sa’dî’nin ve Mevlâna’nın eserlerinin şöhretine yakın bir şöhrete ve okuyucu kitlesine sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

      İlk Attar tercümelerinden bazısını burada zikredelim:

      Türkçeye tercüme edilen ilk Attar eseri Mercimek Ahmed’in yaptığı Kabusnâme tercümesidir. Miladi 15. Asrın ilk yarısında yapılan bu tercüme, Orhan Şaik Gökyay tarafından 1944’te yayımlanmıştır.

       

    • Konu 10

      10. Ders

       

      Sufi şairler

      Mevlâna Celâleddin

      Mevlânâ Celâleddin Muhammed, 6 Rebiülevvel 604 (30 Eylül 1207) tarihinde Belh’te dünyaya gözlerini açar. Babası, Bahâ-i Veled adıyla ünlenmiş olan Sultanu’l-Ulemâ Bahâeddin Muhammed, annesi ise Mümine Hâtun’dur. Mevlânâ’nın babası Bahâ-i Veled’in tam adı, Muhammed b. Hüseyin b. Ahmed Hatîbî’dir.

      Bahâ-i Veled kimi nedenlerle Belh’ten ayrılmaya karar verdiğinde Mevlânâ beş ya da altı yaşındadır.

      Beraberindekilerle birlikte haccetmek maksadıyla Belh’ten ayrılan Bahâ-i Veled, Nişabur üzerinden Bağdat’a ve ardından da Mekke’ye varır. Mevlânâ ile ilgili bilgi veren önemli kaynaklarda Bahâ-i Veled’in Nişabur’da ünlü mutasavvıf şair Attar’la görüştüğü belirtilir. Bu, tarihsel verilere de uygun bir bilgidir.

      Kafile, hac dönüşünde Şam, Malatya ve Erzincan üzerinden o dönemde Larende olarak anılan Karaman’a gelir.

      Bahâ-i Veled Lârende’de öğretim ve irşat faaliyetlerini sürdürürken ünü çevreye yayılmaya başlar ve böylelikle Anadolu Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubâd, Bahâ-i Veled’i hükümet merkezi Konya’ya davet eder. Bahâ-i Veled, bu davet üzerine Konya’ya gelerek Altunapa Medresesinde iki yıl müderrislik yaptıktan sonra 18 Rebiülâhir 628 (23 Şubat 1231)’de vefat eder.

      Konya’ya gelince şeyhinin vefatını öğrenen Seyyid Burhâneddin, Mevlânâ’nın eğitimiyle ilgilemeye başlar. Böylelikle Mevlânâ, onun yönlendirmesi sonucu din ve edebiyat ilimleri alanında kendini geliştirmek için Halep’e gitmek amacıyla Konya’dan ayrılır.

      Mevlânâ’nın Halep ve Şam’da yaklaşık yedi yıl kaldığı düşünülebilir.

      Mevlânâ, Arap dili ve edebiyatı, fıkıh, tefsir, hadis ve başka ilimler üzerine tahsilini tamamlayıp Şam’dan Kayseri’ye, şeyhi Seyyid Burhaneddin’in yanına gelir.

      Şems-i Tebrîzî, 26 Cumâdessâni 642 (29 Kasım 1244) tarihinde Konya’ya gelerek bir rivayete göre Pirinççiler, bir rivayete göreyse Şekerciler Hanı’na yerleşir. Mevlânâ ile Şems’in Konya’daki ilk karşılaşması bu hanın önünde gerçekleşir.

      Mevlânâ, 5 Cumâdessânî 672 (17 Aralık 1273)’de vefat etmiştir.

      Eserleri:

      Mesnevi-yi Ma’nevî

      Dîvân-ı Kebîr

      Fîhi Mâfîh (mensur)

      Mecâlis-i Seb’a (mensur)

      Mektûbat (mensur)

       

       

    • Konu 11

      11. Ders

      Sufi şairler

      Fahruddîn-i Irâkî

      İbrâhîm b. Büzürcmihr b. Abdilgaffâr-ı Hemedânî (ö. 688/1289)

      İyi bir öğrenim gördüğü belirtilen Fahreddîn-i Irâkī, gençliğinde dönemin genel geçer ilimleri hakkında bilgi sahibiydi. Belirtildiğine göre on yedi yaşındayken Hemedan’ın Şehristan medresesinde dersler vermiştir. Bir gün medreseye gelen Kalenderî dervişlerinin hallerinden etkilenen Irâkî onlara katılarak onlarla birlikte 627/1230’de Hemedan’dan ayrılıp Irâk-ı Acem’e, oradan da Hindistan’ın Multan şehrine gitti. Orada Sühreverdiyye tarikatının pîri Şihâbuddin-i Sühreverdî’nin halifesi bulunan Bahâeddin Zekeriyyâ-yı Mültânî’nin hankahında konakladı. Daha sonra Kalenderilerle birlikte Delhi’ye gidip orada bir süre kalan Irakî, bir süre sonra tekrar Multan’a giderek Bahâeddin Zekeriyyâ’nın müridi oldu.

      Mültan’da yirmi beş yıl boyunca şeyhi Bahâeddin Zekeriyyâ’ya hizmet eden ve onun kızıyla evlenen Fahreddîn-i Irâkî, 661 veya 666 (1262 veya 1267) yılında ölen şeyhin yerine geçti. Fakat çok geçmeden, tarikat mensuplarının kendisine karşı tutumları yüzünden Mültan’dan ayrıldı, Hicaz’a geçerek hac farîzasını yerine getirdikten sonra Anadolu’ya giderek Konya’da Sadreddin Konevî’nin hizmetine girdi. Onun İbnü’l-Arabî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem ve el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye adlı eserini şerhettiği derslerine iştirak etti. Tasavvuf tarihinin en önemli eserlerinden olan Lemaʿât’ı Konya’da kaleme aldı. Mevlânâ Celâleddin ve Mevlevî çevreleriyle yakın dostluklar kurdu. Selçuklu veziri Muînüddin Süleyman Pervâne onun için Tokat’ta bir hankah yaptırdı. Tokat’ta uzun bir süre irşad faaliyetini sürdüren Irâkî Tokat’tan Sinop’a, oradan da Mısır’a geçti. Mısır’da kaldığı süre içinde sultanla iyi ilişkiler kurdu. Kendisine mürid olan sultan tarafından ona “şeyhü’ş-şuyûh” unvanı verildi. Daha sonra Şam’a geçen ve oraya yerleşen Irâkî, 8 Zilkade 688’de (23 Kasım 1289) Şam’da vefat etti ve İbnü’l-Arabî’nin kabri yanına defnedildi. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi -özetlendi)

       

      Eserleri:

      Dîvân. Kaside, terkibibend, terciibend, rubâî ve kıtalardan oluşan divanın bilinen en eski nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir.

      ʿUşşâḳnâme. Dehfaṣıl diye de anılır.

      Lemaʿât. Yer yer manzum parçalarla süslenen aşk, âşık ve mâşuk kavramlarının yorumlandığı eser yirmi sekiz bölümden (lem‘a) meydana gelir.

      Iṣṭılâḥât-ı Ṣûfiyye. Mutasavvıflar arasında çok sık kullanılan aşkla ilgili 301 terimi ihtiva eder. Üç bölümden oluşan ve külliyat içinde yayımlanan eser (s. 362-379) Nurettin Bayburtlugil tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (“Istılâhât-ı Ehl-i Tasavvuf”, MÜİFD, sy. 3 [1985], s. 345-362).

      Irâkî’nin bu esrleri külliyat halinde yayımlanmıştır.

      Külliyyât-ı Şeyḫ Faḫrüddîn İbrâhîm-i Hemedânî el-müteḫallaṣ be ʿIrâḳī, Hazırlayan: Sa’îd-i Nefîsî, Tahran 1335 hş. 

       

    • Konu 12

      12. Ders

       

      Sufi şairler

      Nûreddin Abdurrahmân-i Câmî

      1414 yılında Câm şehrinin Harcird kasabasında döğen Câmî, Herat’ta Nizâmiye medresesinde öğrenim görmüştür. Daha sonra Semerkand’da da çeşitli âlimlerden, bu cümleden olarak Bursalı Kadızâde Rûmî’den de ders almıştır. Tahsilini tamamladıktan sonra Herat’a dönmüş, orada Nakşî şeyhi Sa’duddin Kaşgarî’ye mürit olmuş, onun vefatından sonra da Ubeydullâh-i Ahrâr’a intisap etmiştir.

      Timurlu döneminin en büyük şair ve ediplerinden olan Câmî, dönemin hükümdarı Hüseyin Bakara ve onun veziri şair Ali Şîr Nevâî ile yakın dostluklar kurmuştur.

      Klasik dönemin son şairi olarak nitelenen Câmî, şöhretini daha çok ilmî ve tasavvufî makamına borçlu olmakla birlikte tasavvufî şiirin ve manzum hikâyeciliğin de önemli isimlerindendir. O, şiir alanında daha çok mesnevileriyle adından söz ettirmiş ve şairlerin ilgi odağı olmuştur.

      Sadece Farsçanın yaygın olduğu coğrafyada değil Türkçe coğrafyasında da meşhur olan Câmî, Osmanlı dönemi edebiyatında bilinen v e takdir edilen bir şair ve sufi olmuştur.

      Fatih Sultan Mehmed’in Câmî’yi İstanbul’a davet ettiği, II. Bayezîd’in ona mektuplar ve hediyeler gönderdiği, Câmî’nin de bir mesnevisini ona ithaf ettiği bilinmektedir. Ayrıca onun Arapça gramer ile ilgili eseri medreselerde yüzyıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur.

      Câmî’nin eserlerine Türkçe şerhler yazılmış, kimi eserleri Türkçeye çevrilmiştir.

      Bursalı Lâmiî Çelebi, Câmî’nin birçok eserini Türkçeye aktarmıştır.

      Günümüzde, esk tercümeler ek olarak, Baharistan, Subhatu’l-ebrâr ve Tuhfetu’l-Ahrâr’ın tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Türkiye’de Câmî hakkında lisansüstü tezler de hazırlanmıştır.

       

      Eserleri:

      Câmî’nin çok velut bir şair ve yazar olduğu bilinmektedir. Onun eserlerinin sayısı 50’yi aşkın olarak zikredilmektedir.

      En önemli iki manzum külliyatı vardır. Biri Üç divandan oluşan divan külliyatı, diğeri yedi mesneviden oluşan mesneviler külliyatı Heft Evreng.

       

      Câmî hakkında Türkçe kaynaklar:

      Ali Asgar Hikmet, Câmî Hayatı ve Eserleri, Çeviren: M. Nuri Gencosman, MEB, İstanbul 1994

      Asaf Halet Çelebi, Molla Cami, Hece Yayınları, 2012

       

    • Konu 13

      13. Ders

       

      Sufi şairler

      Şâh Ni’metullâh-i Velî

      Şâh Ni‘metullāh-ı Velî Muhammed b. Abdillâh el-Hüseynî el-Kirmânî (ö. 834/1431)

      Ni‘metullāhiyye tarikatının kurucusu olarak kabul edilir.

      Halep’te doğmuştur. Seyyid olan şairin nesebi İsmâil b. Ca‘fer es-Sâdık’a ulaşmaktatır. Uzun süre Kirman’da kalmasından dolayı Şah Ni‘metullāh-ı Kirmânî diye anılır olmuştur. Gençliğinde Şîraz’da eğitim görmüş, Seyyid Celâleddin Rükneddin Şîrâzî ve Adudüddin el-Îcî’den dersler almıştır. Gençliğinde hac ziyaretinde Yâfiiyye tarikatının şeyhi Abdullah b. Es‘ad el-Yâfiî ile tanışıp ona intisap etmiş ve Mekke’de onunla birlikte yaklaşık yedi yıl kalmıştır. Bu sırada, İbnü’l-Arabî’nin fikirleriyle tanışmıştır. Şeyhinden hilâfet alarak Mısır’a giden Ni’metullah, Kahire’de Mukattam dağındaki bir mağarada halvete çekildi. Önceleri bir Celâlî-Kalenderî tekkesiyken sonradan Bektaşî dergâhına dönüşen ve Mısır’da Bektaşîliğin merkezi haline gelen bu dergâhın mensuplarından Hacı Ali Baba ve Hacı Lutfullah Baba gördükleri bazı kerametleri sebebiyle kendisine biat etmişlerdir.

      Daha sonra Suriye, Irak, İran ve Azerbaycan ve Mâverâünnehr’e seyahat eden Ni’metullah, en sonunda Semerkant yakınlarındaki Şehrisebz’e yerleşti. Şah Ni‘metullah’ın Türkmen kabileleri arasında yayılan ünü, dönem sultanı Türmur’u endişelendirmiş ve onun Mâverâünnehir’i terk etmesini istemiştir. Bu nedenle Tûs üzerinden Herat’a giden Ni‘metullah, daha sonra İran’a geçip Kirman’a yerleşmiştir.

      Ni‘metullah Veli, 22 Receb 834’te (5 Nisan 1431) Mâhân’da vefat etmiştir.

      Eserleri:

      Divan: Onun kaside, gazel, terciler, na‘t, mesnevi, rubâî ve müfredlerden meydana gelen yaklaşık 12.000 beyit hacmindeki divanının birçok baskısı yapılmıştır.

      Onun irili ufaklı beş yüz eseri olduğu kaydedilir. İbnü’l-Arabî ve Fahreddîn-i Irâkī’nin görüşlerinin şerhine dair çoğu risâle hacmindeki eserlerinden bir kısmı Resâʾil-i Cenâb-ı Şâh Niʿmetullāh-ı Veliyy-i Kirmânî adıyla neşredilmiştir (nşr. Cevâd Nurbahş, I-VII, Tahran 1337-1348 hş.).

       

       

    • Konu 14

      14. Ders

       

      Tasavvufî Edebiyatın etki alanı

      Dönemin bu son dersinde tasavvufun edebiyattaki görünümleri üzerinde durulmaktadır. Başlı başına ayrı bir edebî olan tasavvufî edebiyat, kendi içinde dallara ayrılır. Mensur ve manzum tasavvufî edebiyat diye iki ana dala ayırabileceğimiz tasavvufî edebiyatın her bir ana dalını da çeşitli alt dallar altında inceleyebiliriz.

      Meselâ mensur tasavvufî edebiyatta mecalis, mektûbat, menakıb, maârif gibi alt türlerden söz edilebilir.

      Manzum tasavvufî edebiyatta ise tasavvufi öğretileri ele alan didaktik mesneviler, hikâyeleri tasavvufî bir bakış açısıyla yorumlayan manzum hikâyeler, âşıkâne gazelin en güçlü kollarından olan irfânî/sufiyâne gazel, tasavvufî rubailer ve başka nazım şekillerinde yazılmış tasavvufî şiirler.

      Tasavvufun, tasavvufî edebiyat kapsamında değerlendirilmeyen edebiyata da büyük etkisi olmuştur. Şairler ve yazarlar, farklı şekillerde tasavvufun zengin birikiminden yararlanarak eserlerini zenginleştirmişlerdir. Bu durum şiirde daha çok belirgindir.

      Sadece Farsçada değil Türkçede de birçok şair, tasavvufî hayat tarzını benimsememiş de olsa tasavvufî unsurları şiire taşımış, tasavvufî mazmunlardan yararlanarak zengin bir edebî birikimin oluşmasına katkıda bulunmuştur.

      Ekte yer alan ve bu konuları ayrıntılı ele alan dosyaları ele alan dosyalar incelenmelidir.