Selçuklu Döneminde Sebk-i Irakî'nin başlangıcı
Tarihe Genel Bir Bakış
Selçuklu
Türklerinin ortaya çıkışı, İslam tarihinin en önemli dönemlerinden birinin
oluşumunu sağlamıştır. Selçuklu adı, söz konusu hanedan sultanlarının Dukak
oğlu Selçuk soyundan gelmelerinden kaynaklanmaktadır. Dukak, Oğuz Türklerine
bağlı boyun reisi olup Oğuzlar arasında büyük bir nüfuz sahibiydi. Kendisinden
sonra oğlu Selçuk, ilk dönemlerde Oğuz Türklerinin sultanı Bigu’ya oldukça
yakın biriyken, daha sonra birtakım ihtilaflar nedeniyle bulunduğu yerden
ayrılır. Maveraünnehir’e yönelerek Cend’e yerleşir ve İslam dinini kabul eder.
Bölge Müslümanlarını, kendilerinden haraç alan gayrimüslim Türklere karşı
koruyarak bu yolla bölgede büyük bir itibar kazanır. Selçuk’tan sonra onun
oğulları, özellikle Mikâil ve oğulları Tuğrul ve Çağrı Beyler, kabilelerinin
yönetimini ellerinde bulundururlar ve Buhara’ya yirmi fersah uzaklıktaki bir
bölgeye göç ederler. Gazneli Sultan Mahmud, Selçuklulardan Selçuk oğlu Arslan
yönetimi altındaki bir grubu Horasan’a göç ettirirse de çok geçmeden
yaptığından pişman olur. Onlardan duyduğu korku nedeniyle Selçuklular
üzerindeki baskısını yoğunlaştıran Mahmud, onların bir bölümünün Kirman’a bir
bölümünün de Rey ve Azerbaycan’a göç etmelerini sağlamıştır. Selçuk’un diğer oğulları
Muhammed ve Davud da Buhara’daki İlek Hanı Ali Tekin ile çekişmeleri yüzünden
Horasan’a yönelerek Gazneli Mes’ud’un askerleriyle çatışırlar. Gaznelilere
muhalefette oldukça ileri giderek h. 428/m. 1036 yılında Merv’de Davud adına
hutbe okuturlar. Kısa bir süre sonra da Tus’ta ve h. 429 yılının Muharrem
ayında (Ekim-Kasım 1037) Nişabur’da Davud’un kardeşi Tuğrul adına hutbe
okutulur. Gazneli Mes’ud, Selçukluları def etmek için bir çok askerî sevkıyat
gerçekleştirse de hiçbirinden başarı elde edemez ve sonunda Mes’ud
komutasındaki Gazneli ordusu h. 431/m. 1040 yılında Dandanakan’da Selçuklular
karşısında yenilgiye uğrar. Tuğrul Bey, h. 447/1055 yılına dek Harezm’den
Azerbaycan ve Bağdat’a dek olan geniş bölgeyi Selçuklu egemenliği altına alır
ve aynı yıl Bağdat’a girer. Hemen akabinde de Bûye Oğullarını Irak’tan
uzaklaştırır. Bundan böyle hutbe, sultan unvanıyla Tuğrul adına okunmaya
başlar.
Selçuklular,
fetihlerini Akdeniz kıyılarına, Doğu Roma İmparatorluğu sınırlarına ve
Mısır’daki Fâtımi hilafetinin doğuda egemen olduğu bölge sınırlarına kadar
hızla ilerletirler. Böylelikle h. 470/1077 yılına gelindiğinde en geniş
imparatorluklarından birini kurmuş olurlar.
Bu hızlı
ilerleyişin temel nedenlerinden biri, Selçuklu liderlerinin hedef birliği
içerisinde olmaları, Türklerin zengin toprakların fethine şiddetle ihtiyaç
duymaları ve Selçuklu Türklerinin zor tabiat şartlarına alışkın olmalarıdır. Bu
fetihler ve genişleme, Melikşah’ın (465-485/1072-1092) saltanatının son
zamanına dek sürer. Alparslan ve oğlu Melikşah ile tecrübeli vezir
Nizamü’l-mülk zamanında Selçuklu imparatorluğu en parlak dönemini yaşar.
Nizamü’l-Mülk’ün idaresi altında Selçuklu devleti bir dünya imparatorluğuna
dönüşür.
Melikşah’ın
saltanatının son zamanlarında Melikşah ve harem ile Nizamü’l-Mülk arasında
ihtilaflar baş gösterir. Bu ihtilaf, Melikşah ile Nizamü’l-Mülk arasındaki güç
paylaşımı sorunundan kaynaklanır. Öte yandan Terken Hatun ile Nizamü’l-Mülk
arasındaki ihtilaf ise Melikşah’ın veliahdını belirleme dolayısıyladır. Bu
çekişmelerin sonunda Nizamü’l-Mülk azledilerek onun yerine Tâcu’l-Mülk
Ebu’l-GanâimKummî atanır. Bu olay, Nizamü’l-Mülk’ün sıkı bir mücadele içinde
olduğu Şiilerin bir zaferi niteliğindedir. Çok geçmeden Nizamü’l-Mülk, 485 yılı
Ramazan’ında (Ekim-Kasım 1092) Bağdat yolunda Nihavend yakınlarında İsmailî
fedailerince gerçekleştirilen bir suikast sonucu öldürülür. Aynı yılın Şevval
(Kasım-Aralık) ayında Melikşah, Bağdat’ta vefat eder.
Nizamü’l-Mülk
ve Melikşah’tan sonra Selçuklu imparatorluğu kargaşaya teslim olur.
Melikşah’ın
oğulları Sultan Mahmud (485-487/1092-1094) ile Ebu’l-Muzaffer Rukneddin Berkyaruk
(487-498/1094-1105) arasında taht kavgası bir süre devam eder ve ardından
Sultan Muhammed yönetimi ele geçirince onunla Alparslan Oğlu Tutuş arasında
çekişmeler yaşanır. Yine aynı sırada Berkyaruk ile Alparslan Oğlu Arslan Şah
arasında da anlaşmazlıklar görülür. Arslan Şah’ın öldürülmesi (490/1097)
üzerinden iki yıl bile geçmeden, o sırada Gence hükümdarı bulunan Melikşah Oğlu
Muhammed, kardeşiyle anlaşmazlığa düşer ve bu anlaşmazlık 496/1103 yılına dek
sürer. 496/1103 yılında taraflar barışarak Selçuklu topraklarını aralarında
paylaşırlar. Şam, Diyarbekir, Azerbaycan, Mogan, Ermenistan ve Gürcistan,
Sultan Muhammed’in yönetimi altına girerken, geriye kalan topraklar Berkyaruk’un
egemenliğine bırakılır.
Berkyaruk’un
498/1105 yılında Burûcerd’de ölmesinin ardından saltanat, oğlu II. Melikşah’a
geçerse de Sultan Muhammed, kısa sürede muhaliflerini ortadan kaldırarak
511/1117 yılına dek saltanat sürer. Onun saltanatı döneminde yaptığı icraat
arasında İsfahan mülhitlerinin bertaraf edilmesi ve Alamut İsmailîleriyle
mücadele etmesi dikkat çekmektedir.
Muhammed’den
sonra Mahmud saltanat tahtına oturur, fakat son bir yıldır Horasan’da ve
Selçuklu topraklarının doğu kesimlerinde egemen bulunan Sencer, Mahmud’un
saltanatının ilk yılında yeğeni (kardeşinin oğlu) Mahmud’un üzerine yürüyerek
onu yenilgiye uğratır ve bağışlayıp Irak yönetimine tayin eder. Böylece Sencer,
bütün Selçuklu topraklarının sultanı olur.
Sencer’in
Horasan’daki hükümdarlığı, Berkyaruk’un saltanatı döneminde başlamıştır. O
sırada Horasan karışıklık içerisindedir. Çünkü Melikşah’ın ölümü üzerine
oğulları arasında anlaşmazlıkların baş göstermesine bağlı olarak, Melikşah
zamanında Hemedan ve Sâve şehirlerini iktâ olarak elinde bulunduran Melik
Arslan Argun (Alparslan’ın oğlu), Nişabur ve Merv’e saldırmış ve zamanla bütün
Horasan’ı el geçirmiştir. Bu sırada Berkyaruk’un Selçuk sultanlığı kesinleşmiş
durumdadır. Arslan Argun, Berkyaruk’a bir mektup yazarak Horasan’ı atasından
miras olarak aldığını ve Selçuklu topraklarından bu kadarla yetindiğini
bildirir. Berkyaruk, başlangıçta amcası Arslan Argun’un Horasan emirliğini
onaylamışsa da sonradan diğer amcası Buri Bars’ı Horasan emiri olarak
seçmiştir. Bunun üzerine Buri Bars ile Arslan Argun arasında birkaç savaş olmuş
ve sonunda Arslan Argun, kardeşi Buri Bars’a galip gelerek onu öldürmüştür.
Arslan
Argun’un, kardeşini yenerek ortadan kaldırmasının ardından Berkiyaruk, kendi
kardeşi Sencer’i Horasan emirliğine tayin eder ve onun için bir ordu düzenler.
Kendisi de ona destek olmak amacıyla Horasan’a gider. Sencer, Damgan’a
vardığında amcası Arslan Argun’un öldürüldüğü haberini alır. Ancak Berkyaruk
ile Sultan Muhammed arasında ortaya çıkan anlaşmazlık yüzünden bütün Horasan’a
egemen olamaz ve Horasan’ın çeşitli bölgelerinde farklı emirler hüküm sürmeye
devam eder.
Bu durum
belirli bir süre daha olduğu gibi devam eder. Sonunda Berkyaruk, kardeşi Sultan
Muhammed’den kaçarak Horasan’a gider ve orada Emirdad Habeşî ile ittifak yapar
ve Sultan Muhammed’i desteklemekte olan Sencer ile savaşa girişir. Bu savaşta
Sencer galip gelir. Berkyaruk ise Horasan’dan kaçar.
Bu tarihten
itibaren Sencer, 511/1117 yılına dek Horasan’da hüküm sürmüştür. Kardeşi Sultan
Muhammed öldükten sonraysa Selçuklu sultanı unvanını almıştır.
Bundan
sonraki dönemlerde Selçuklu devletinin sürekli olarak karışıklıklara maruz
kaldığı ve Sencer’in bazı yenilgilere uğradığı, hatta bir ara Oğuz
taifelerinden bir grupla yaptığı savaşta esir düştüğü görülür. Dört yıl boyunca
esir kalan Sencer, 551/1156 yılında esaretten kurtulup memleketin başına
geçerse de bir yıl sonra ölür.
Sencer, güçlü
bir hükümdar olmakla birlikte Selçuklu İmparatorluğunu toparlamayı
başaramamıştır.
***
Selçuklu
Devleti, birbirinden ayrılan iki döneme sahiptir. Birinci dönem, Selçukluların
Horasan’a saldırmalarıyla başlayıp Sencer’in 552/1157 yılında ölümüyle sona
erer. Bu dönem, İslam topraklarının Orta Asya’dan başlayıp Akdeniz sahillerine
ve Anadolu’da Bizans sınırlarına dek uzanan büyük bölümüne Selçukluların egemen
oldukları dönemdir. Tuğrul Bey, Alp Arslan ve Melikşah, bu geniş toprakların
tamamını egemenlikleri altında bulundurmuşlardır. Fakat Melikşah’tan sonra
Selçuklu hanedanında anlaşmazlıkların baş göstermesi nedeniyle Selçuklu
saltanatı zaaf ve kargaşaya teslim olmuştur. Fakat bununla birlikte Sencer’in
saltanatının sonuna dek olan dönemi Selçuklu saltanatının bütünlük içinde
bulunduğu bir dönem olarak nitelendirebiliriz.
552/1157
yılından sonrası ise Selçukluların zayıflama ve yönetimde parçalanma dönemi
olarak nitelenebilir. Aslında Melikşah’tan sonra bu bütünsellik ancak kâğıt
üzerinde söz konusuydu. Bu bakımdan Selçukluların parçalanışının Melikşah’tan
hemen sonra başladığını söylemek yanlış olmaz. Bu parçalanma sürecinde Selçuklu
topraklarının çeşitli bölgelerinde bölgesel Selçuklu yönetimleri oluşmuştur.
Bunlar, Kirman Selçukluları, Anadolu Selçukluları, Suriye (Şam) Selçukluları ve
Irak Selçuklularıdır.
Öte yandan
yine bu ikinci dönemde “atabek”lerin çeşitli bölgelerde nüfuzlarını
artırdıkları gözlemlenmektedir. Bu atabeklerin en önemlileri şunlardır:
Azerbaycan
Atabekleri, Salgurlu ya da Fars Atabekleri, Loristan Atabekleri ve Yezd
Atabekleri. Sonuncusu Türk soyundan olmayıp İranî soydandır.
Bunun dışında
bu dönemde İran’ın çeşitli yörelerinde irili ufaklı pek çok emirlikler ortaya
çıkmıştır*.
Sosyal Durum
Selçuklular
dönemi, genellikle Kıpçak, Türkmen ve Karluk gibi taifelerden gelen Türk
unsurunun İran’da baskın konumda bulunduğu dönemdir. Bu dönemde İran’da
yönetimde bulunan sultan ve emirlerin çoğu bu Türk boylarından gelmektedir.
İran’da Türk
unsurunun siyaset sahnesinde belirleyici rol oynayışı resmen Gazneliler ile
birlikte başlamıştır.
Selçuklu
döneminde İran asıllı birkaç hanedanın varlığı göze çarpmaktadır. Bu
hanedanlar, genellikle İran’ın eski köklü ailelerinin artıkları olma özelliği
taşırlar ve İran siyasetine bunların bu dönemde önemli bir belirleyicilikleri
yoktur. Bununla birlikte Türk sultanlarının saraylarında bürokrasiyi ellerinde
bulunduranlar, genellikle İranî asıllı kimseler olmuşlardır. Ayrıca kültür
hayatının büyük ölçüde İranî asıllı kültür adamlarının belirleyiciliğinde
geliştiği söylenebilir. Bu dönemde bürokraside İranî unsurun egemen olduğunun
en güzel örneği vezir Nizamü’l-Mülk’tür.
Türklerin
İran’da siyasi bakımdan baskın unsur olmalarının çok çeşitli sonuçları
olmuştur. Türk unsurunun etkisi sonucu İran’da siyasi ve toplumsal yapıda büyük
değişimler yaşanmıştır. Eski gelenek ve göreneklerin çoğu bu etki nedeniyle
değişmiştir. Türklerin Müslüman olmaları, onların diğer İranlı toplumlarla
kaynaşmalarını kolaylaştırmıştır.
Türkler yeni
Müslüman olmakla birlikte taassupta öteki Müslüman toplumların önüne
geçmişlerdir. Türklerin İran’da egemen oldukları dönemde dinî taassup
artmıştır.
Öte yandan
İran’daki Türk toplum da İranlı unsurlarla kolayca kaynaşmış, Fars dilini ve
İran kültürünü benimsemiştir. Bu benimseme sırasında Türk kültürüyle İran
kültürü kaynaşmıştır. Bu kaynaşma sonucunda Farsçada yeni ve güçlü edebî
verimler ortaya çıkmıştır. Türk dilinin Fars diline çok sayıda kelime ve kavram
verdiği bu dönemde, daha çok askeri ve siyasi terimlerde Türkçenin etkisi
görülür.
Türklerin
özellikleri ve karakterleri de Farsçaya pek çok deyim ve kavram kazandırmıştır.
Örnek olarak
“türktâz” (ترکتاز) kelimesi, Türklerin savaşçı niteliklerinin etkisiyle Farsçada
oluşmuş bir terkip olup saldırı ve yağma anlamına gelmektedir.
Selçukluların
parlak dönemi Melikşah’ın vefatıyla sona erince ortaya çıkan iktidar kavgaları,
topluma maddî ve manevî büyük zararlar vermiştir.Râhatu’s-Sudûr yazarı
Râvendî, eserinde iktidar kavgaları sırasında yapılan zulümleri, mederese ve
kütüphanelere verilen zararları çarpıcı ifadelerle anlatır.
* Edebiyat
tarihinde yapılan sınıflandırmada yönetimde bütünlüğün olduğu birinci dönem,
yani Büyük Selçuklular dönemiyle eşzamanlı olarak ortaya çıkan edebî verimler,
Selçuklu dönemi edebiyatı adı altında incelenmektedir. Büyük Selçuklu
imparatorluğunun parçalanıp bölgesel Selçuklu yönetimlerinin hüküm sürdüğü
dönem edebiyatı ise, Moğol işgali ve İlhanlı hâkimiyetine dönemiyle eşzamanlı
olduğu için Moğol dönemi edebiyatı başlığı altında değerlendirilmektedir.
Kaynaklar:
Türk Dünyası El Kitabı C
I. (Heyet), 2. Bs., Ankara 1992, s. 247 vd.
Barthold, Moğol İstilasına
Kadar Türkistan (Türk Tarih Kurumu Yayınları)
Spuler, Târih-i İran
(İslam’ın İlk Asırlarından İtibaren) c. II (Farsça tercüme)
Zebihullah Safâ, Târih-i
Edebiyat der İran, c. II
İbn Esîr, Târih
İbn Bibi, El-Evâmiru’l
Alâiyye… (Farsça Orijinali ya da Türkçe tercümesi)
E.G. Browne, İran Edebiyatı
Tarihi (İngilizce Orijinali ya da Farsça tercümesi)
İslam Ansiklopedisi
(MEB), İran, Selçuklular, İsmailiye, Nizâmu’l-Mülk maddeleri ile dönemin âlim,
yazar ve şairleriyle ilgili diğer maddeler
İslam Ansiklopedisi
(Diyanet Vakfı), Dönemle ilgili maddeler
Hasan İbrahim Hasan, İslam
Tarihi, c. V (Türkçe tercümesi)