Haftalık özet

  • Tasavvufi Metinlere Dair

    Farsça tasavvufi metinler büyük bir çeşitlilik gösterir. İlk elde tasavvufi metinleri biçimsel olarak tasnif edecek olursak manzum ve mensur metinler başlıkları altında iki sınıfa ayırabiliriz. Biçimsel tasnifi daha ayrıntılı yaptığımızdaysa manzum ve mensur metinleri daha alt gruplara ayırmak mümkündür. Meselâ, manzum eserleri, mesneviler (mesnevileri de kendi içinde didaktik mesneviler ve manzum hikâyeler olarak gruplandırabiliriz), sufiyane gazel, rubailer ve diğer nazım şekilleri şeklinde ayrı ayrı ele alabiliriz.

    Mensur eserleri de alt türler olarak tasnif edebiliriz. Meselâ maârif veya makalât tabir edilen eserler sufilerin kendi hallerini dile getirdikleri eserler olarak ayrı bir grubu oluşturur. Didaktik eserler, teorik eserler (tasavvuf düşüncesiyle ilgili eserler) gibi bir grup da göz önünde bulundurulabilir. Bir başka grup ise mecalis türündeki eserlerdir. Bu tür eserler, sufilerin vaazlarının, sohbetlerinin kâğıda dökülmüş biçimidir.

    Öte yandan tasavvufi eserlerin dönemsel olarak sınıflandırılması da mümkündür. Bu durumda eserlerin dil bakımından değerlendirilmesi de mümkün olmaktadır.

    ayrıca dönemler temelinde eserleri ele aldığımızda tasavvufi anlayışların dönemlere göre nasıl bir gelişim seyri izlediği de belirlenebilir.

    Tasavvufi eserlerde kavram ve terimler de ayrı bir çalışma alanıdır. Şu anlamda ki özellikle edebî eserlerde sufiler sembolik bir dil geliştirmişler ve bu dil ile düşünce duygularını dile getirmişlerdir. Bu dil, toplumda iletişim aracı olarak kullanılan dilden ayrıldığı gibi diğer edebî ürünlerin dilinden de bir bakıma ayrılmaktadır. Tasavvufi eserler diğer edebî eserlerin diliyle aynı ve benzer görünse de sufi şair ve yazarların dili (özellikle şiir dili) anlam açısından farklı bir alanı işaret eden bir dildir.

  • 1. Hafta

    Bu derste Farsça tasavvufi edebiyatın ilk temsilcisi olarak kabul edebileceğimiz Ebu Said Ebu'l-Hayr'a (H. 4/M. 10. yy) dair bir metin ele alınmıştır. Bu metin Ebu Said Ebu'l-Hayr'ın menkıbelerini anlatan ve onun torunu Muhammed Münevver tarafından kaleme alınmış bir eserden alınmıştır.

    Ebu Said Ebu'l-Hayr'ın hayat hikâyesi ve düşünce hakkında TDV İslam Ansiklopedisinin ilgili maddesine bakılabilir.

    Ekteki metni dikkatle okuyup değerlendirelim.

    Bu metin ilk dönem üslubunun (Sebk-i Horâsânî) özelliklerini taşır. Dil ve üslup özellikleri ve Ebu Said'in fikirleri hakkında hakkında ayrıntılı bilgi için aşağıdaki kaynaklara bakınız:

    ملک الشعراء بهار، سبک شناسی، ج. 1، ص. 424-425

    ذبیح الله صفا، تاریخ ادبیات در ایران، ج. 1، ص. 255-256، 306، 449، 453، 603-606 

       فریتس مایر ، ابو سعید ابو الخیر - حقیقت و افسانه، ترجمه: مهر آفاق بایبوردی، مرکز نشر دانشگاهی، تهران 1378

    (Fritz Meier, Abu Sa'id-i Abu l-Hayr - Wirklichkeit und Legende, Tehran 1976)

  • 2. Hafta

    Tasavvufi mesnevilerin öncüsü olan Senâî-yi Gaznevi'nin en bilinen eseri İlâhî-nâme olarak da bilinen Hadîkatu'l-Hakika'dır. Bu eser Mevlâna Celâluddin Rûmî'ye de ilham kaynağı olmuştur.

    Bu hafta, tasavvufi mesnevilerin ilki olarak niteleyebileceğimiz Hadîkatu'l-Hakika'dan bir bölüm ele alınmaktadır.

    Senâî-i Gaznevi ile ilgili daha geniş bilgi için MEB İslam Ansiklopedisi ile TDV İslam Ansiklopedisi'ndeki ilgili maddelere ve orada verilmiş kaynaklara başvurulabilir. 

    Farsça kaynak olarak ise bak. Zebîhullah Safâ, Târîh-i Edebiyât de İran, Tahran 1373, c. II, s. 552-586.

  • 3. Hafta

    Attâr-ı Nîşâbûrî tasavvufi şiirin en önemli temsilcilerinden biri olup Türk edebiyatını da etkilemiş bir şairdir. Mesnevileriyle tanındığı kadar "Menâkıbu'l-Ârifîn" adlı tezkiresiyle de tanınmıştır. Attâr'ın Mantıku't-Tayr adlı mesnevi onun manzumelerinin en ünlülerindendir.

    Attâr'ın eserlerin çoğu Türkçeye tercüme edilmiştir.

  • 4. Hafta

    Attar'ın mensur eseri Tezkiretu'l-Evliyâ adlı eserinden bir bölüm ele alınıp incelenmektedir.

    Eser H. 617/M. 1220 yılında tamamlanmıştır. Mukaddimede eserin adı meşhur olduğu şekliyle Teẕkiretü’l-evliyâ olarak zikredilmektedir. 
    Eserde birçok Sufi ve âlimin hal şerhi ve menkıbesi yer almaktadır. Yetmiş iki şahsın hal şerhne yer verilen eser Ehlibeyt'ten İmam Ca‘fer Sâdık ile başlayıp Hallâc-ı Mansûr ile sona erer.
    Teẕkiretü’l-evliyâʾnın ilk neşri Reynold Alleyne Nicholson tarafından yapılmıştır (Londra 1905-1907). Daha sonra yeni basımlar da yapılmıştır.

    Eserin Türkçe çevirisi Süleyman Uludağ tarafından yapılmıştır.

  • 5. Hafta

    Divân-ı Kebîr'den bir gazel


    Tasavvufî Şiir Geleneğinde Mevlâna

    Mevlâna, tasavvufî şiir zincirinin en önemli halkalarındandır. Mevlâna’nın şair olarak takipçi olduğu şiir geleneğinin Farsçayla ortaya konmuş olan tasavvufî şiir geleneği olduğunu belirtmekte yarar vardır. Farsça şiirde, Senâî ve Attar’dan sonra yetişen büyük mutasavvıf şairler arasında Mevlâna’nın ayrı bir yeri vardır. O, bu şiir geleneğinin kurucusu olan Senâî’yi ve bu geleneğin güçlenip yayılmasında önemli bir rol oynayan Attar’ı örnek almıştır. Bu bağlamda, Mevlâna’nın eserlerinde Senâî ve Attar’a defalarca atıfta bulunulmakta ve onların şiirlerinden alıntılar yapılmaktadır.

    O, Senâî ve Attar’ın takipçisi olmakla birlikte onlardan bir adım öne geçmiş olup şiir gücü bakımından, sadece tasavvufî şiirin değil klasik şiirin de en büyük temsilcilerinden bir haline gelmiştir. Bu bakımdan onun Farsça şiir tarihinde istisnaî bir şair olduğunu söyleyebiliriz. Bütün İslam coğrafyasının tasavvufî şiir geleneğiyle bağlarının güçlenmesinde bütün sûfi şairlerden daha etkili ve başarılı olan Mevlâna, sadece tasavvufî şiiri değil, bütün klasik şiiri derinden etkilemiş ve bu cümleden olarak Anadolu’da şekillenen Türkçe edebiyata da yön vermiştir.

    Mevlâna’dan söz edilirken bir ikilemle karşı karşıya kalmak sanki kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü Mevlâna, herhangi bir kalıba sığdırılamayacak özellikleri kendinde toplamış ender şahsiyetlerdendir. Bu bakımdan nasıl onu sırf bir şair olarak nitelemek eksik bir değerlendirme olacaksa, onun şairliğini geri plana itmek de sorunlu bir yaklaşım olacaktır. Mevlâna, takipçisi olduğu Senâî ve Attar gibi meslekten bir şair olarak karşımıza çıkmamakla birlikte, ortaya koyduğu şiirle alanının en büyük şairi olmayı hak etmişi bir şairdir. Burada belki yapılabilecek en tutarlı tespit, onun şiiri kendisi için birincil bir iş saymadığıdır. Bu bağlamda Mevlânâ, şairliği bir meslek olarak düşünmemiş, hatta şiirin olumsuz bir şey olduğunu beyan etmiştir:

    “Söz nedir ki sen onu düşünesin? Nedir söz? Asma duvarının dikeni.”

    (Mevlâna, Mesnevi I, beyit: 1731)

    Mevlâna’nın bu görüşünü, başka mutasavvıf şairlerde de görülen paradoksal bir yaklaşım olarak değerlendirmek mümkünse de onun şiir alanında eserler ortaya koymak için özel bir çaba göstermediğinin biliniyor oluşu bu değerlendirmeyi geçersiz kılmaktadır. Senâî ve Molla Câmî gibi şairlerde de şiiri küçümseyen yaklaşımları ifade eden beyitlere rastlarız. Örneğin Senâî’den Molla Câmî’nin naklettiği “Vazgeçtim şiirden/sözden, çünkü şiirde/sözde mâna, mânada şiir/söz yok beyti ile, Câmî’ye ait “Çabuk dön, nasılsa döneceksin bu boş laftan. Çünkü fırsat geçti. Şairlik bahçesinden gidip de pişmanlık yarasıyla gitmeyeni gördün mü?” (Camî, 569) beyitleri bu şairâne ifadelerdendir. Ama bu iki şairin şiiri bir meslek olarak ömürlerinin sonuna dek sürdürmüş ve divanlarını tertip etmek için özel çaba harcamış olmaları, Mevlâna’nın yaklaşımıyla onların yaklaşımları arasında fark gözetmemizi zorunlu kılmaktadır. Çünkü Mevlânâ, şiirin teoriği ile ilgilenmemiştir. Hatta o, “müfteilün müfteilün öldürdü beni” diyerek aruzun kısıtlayıcılığından açıkça yakınan ender şairlerdendir.

    Mevlâna’nın şiirin teoriği ile ilgilenmediğini söylemek, onun şiiri bir meslek olarak benimsemediğini vurgulamak için seçilmiş bir ifadedir. Yoksa onun şiir konusunda derin bir birikime sahip olduğu şiirlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, Mevlâna, belirli bir şiir geleneğinin takipçisi olmakla kalmamış, bu şiir geleneğini zirve noktasına ulaştırmıştır.

    Mevlâna’nın şiiri en çok okunan şiirlerden biri olmakla birlikte üzerinde yeterince araştırma yapılmamış, yeterince irdelenmemiş bir şiirdir. Onun şiirine ilişkin çalışmalar yeterli olmayıp yeni ve çok yönlü çalışmalara ihtiyaç vardır. Divan-ı Kebir’in ilmî bir neşrinin henüz yapılmamış olması, bu ihtiyacın ne ölçüde büyük olduğunu göstermektedir.

    İslam kültür birikimini kendi bakış açısından değerlendirerek bize intikal ettiren Mevlâna’nın şiirini tanımak, Farsça şiir açısından ne denli önemliyse Türkçe şiir açısından da o denli önemlidir. Çünkü Anadolu’da filizlenen Türkçe şiirin köklerine ulaşmak için Mevlâna’nın şiirini bilmek önemlidir.

     


    Mevlâna'dan Bir Gazel

    Mevlânâ’nın ikinci büyük eseri olan Divan-ı Kebîr, Divan-ı Gazeliyyât-ı Şems adıyla da bilinir. Çünkü bu eserde Mevlânâ, kendi adı ya da mahlası yerine Şems-i Tebrîzî’nin adını koymaktadır. Gazel, terkîb-i bend ve rubailerden oluşan eserde şiirler vezinlerine göre sınıflandırılarak her bir bölüme divan adı verilmiştir. Rubailer divanıyla birlikte toplam yirmi iki divanın bir araya gelmesinden oluşan Divan-ı Kebir’in beyit sayısı elli bini aşkındır. Eserdeki gazellerin çoğu Şems-i Tebrîzî sonrası dönemin ürünüdür. Mevlânâ’nın gazelleri ilahî aşkı ve sevgiliye kavuşma arzusunu terennüm eden coşkulu şiirlerdir. Bu şiirlere karamsarlıktan uzak bir hava egemendir. İran’da Bedîüzzaman Furûzanfer tarafından ilk kez tashih edilip basıma hazırlanan eser, daha sonra Tevfik Subhânî tarafından yeniden yayımlanmıştır. Divân-ı Kebîr’in tamamının tek Türkçe çevirisi Abdulbâki Gölpınarlı tarafından gerçekleştirilmiştir.


  • 6. Hafta

    Fîhi Mâfîh

    Mevlânâ’nın konuşmalarından derlenmiş olan bu mensur eserde altısı Arapça olmak üzere yetmişe yakın bölüm bulunmaktadır. Bir âyet ya da hadisin yorumu ya da Mevlânâ’ya yöneltilen bir soruyla veya bir olayın gündeme getirilişiyle başlayan bölümlerde sûfilerin menkıbeleri, hikâyeler ve masallar aktarılarak işlenen konuların ilgiyle dinlenmesi ya da okunması sağlanmıştır. Kimi bölümlerde zaman zaman Selçuklu veziri Muîneddin Pervâne muhatap olarak alınırken, kimi bölümlerinde de Şems-i Tebrîzî, Burhâneddin Muhakkık ve Hüsâmeddin Çelebi’nin söz ve hallerinden bahsedilir. Bu eser, diğer eserlerde olduğu gibi Mevlânâ’nın tasavvufî düşüncelerini ve dünya görüşünü yansıtmanın yanısıra Mevlânâ’nın yaşadığı döneme de ışık tutmakta ve tasavvufun temel konularını işlemektedir.

    Eserin şimdiye dek yapılmış birkaç Türkçe çevirisi bulunmaktadır.

    Tercihen Avni Konuk tercümesi takip edilmelebilir.
  • 7. Hafta

    Şems-i Tebrîzi, tasavvuf tarihinin ilginç şahsiyetlerinden biridir. Onun hayatı hakkında bilinenler pek azdır.

    Şems'in şöhreti daha ziyade Mevlâna'dan ileri gelmektedir. Mevlâna'yı derinden etkilemiş olan bu sufi, şairliğe veya yazarlığa eğilim göstermemişse de onun sohbetlerinin yazıya geçirilmesinden oluşan Makâlât, Şems'in düşünce dünyasını tanımak açısından son derece önemlidir. Öte yandan Makâlât'ta geçen kimi bahis ve hikâyeler, Mevlâna'nın eserlerinde de yer aldığından karşılaştırmalı çalışmalar için uygun bir zemin oluşturmaktadır. Dolayısıyla Mevlâna'nın kaynaklarından biri de Şems-i Tebrîzî'nin konuşmalarıdır, denebilir.

    Öte yandan Mevlâna, büyük eseri Divân-ı Kebîr'i Şems'e ithaf etmiş, Şems'in adını pek çok şiirinde mahlas olarak anmıştır.

    Bu derste Şems'in sözlerinden oluşan Makâlât'tn bir bölüm incelenmektedir.

  • 8. Hafta

    Menâkıbu’l-Ârifîn, on bölümlük bir eser olup sırasıyla a) Mevlâna’nın babası Bahâuddin-i Veled, b) Burhânuddin Muhakkık-i Tirmizî, c) Mevlâna Celâluddin, ç) Şems-i Tebrîzî, d) Selâhuddin-i Zerkûb, e) Hüsâmüddin Çelebi, f) Sultan Veled, g) Ulu Ârif Çelebi, ğ) Emir Âbid Çelebi ve h) sonrakiler hakkındaki menkıbevi bilgileri bir araya getirmiştir.

    Ulu Ârif Çelebi’nin talebi üzerine Ahmed Eflâkî tarafından h. 718/1318’de başlanıp 754/1353’te (36 yılda) tamamlanan eserin müellif tarafından yapılmış iki ayrı telifi vardır ve eseri neşreden Tahsin Yazıcı’ya göre nispeten muhtasar birinci telif, daha mufassal olan ikinci telifin müsveddesi mesabesindedir. İkinci telifte yazar Ulu Ârif Çelebi’nin ve ondan sonra gelen birkaç kişinin menkıbelerini de eklemiştir. Ayrıca ikinci telifte önceki teliften farklı pasajlar göze çarpmaktadır.

    Tahsin Yazıcı, Türk Tarih Kurumunun talebi üzerine Menâkıbu’l-Ârifîn’i ikinci telifi esas alarak ve Türkiye nüshalarını karşılaştırarak iki cilt halinde neşretmiş ve bu neşre dayanarak Türkçeye çevirmiştir.

    Mevlâna’nın vefatından yaklaşık yarım asır sonra kaleme alınan Menâkıbu’l-Ârifîn, Eflâkî tarafından birçok sözlü ve yazılı kaynağa dayanılarak telif edilmiştir. Özellikle Sultânu’l-ülemâ Bahâuddin-i Veled ve Burhânuddin Muhakkık-i Tirmizî hakkında verilen bilgiler ve aktarılan menkıbeler, tahminen çoğunlukla yazılı kaynaklardan ve kısmen de Sultan Veled gibi şahsiyetlerin anlatımlarına dayanılarak yazılmıştır. Mevlâna hakkındaki bilgiler de genellikle Sultan Veled’in İbtidâ-nâme (Veled-nâme) ve Ma‘ârif, Şems-i Tebrîzî’nin Makâlât, Sipehsâlâr’ın Risâle adlı eserlerine dayanmaktadır. Eserde Şems-i Tebrîzî’nin eserinin “takriben üçte biri olduğu gibi nakledilmiş” (Yazıcı 1976: s. 21), ayrıca Mevlânâ’nın manzum ve mensur eserlerinden de yararlanılmıştır. Müellif, derlediği bilgileri kendi algı ve anlayışı doğrultusunda işlemiş, o günkü Mevlevîlerin selikalarına uygun bir tarzda bezemiştir.

     

    Menâkıbu’l-ârifîn’deki şiir alıntıları

    Menâkıbu’l-Ârifîn’de özellikle Mevlâna’nın Mesnevi’si ve Divân-i Kebîr’inden, Mevlâna’nın bu iki eserinden başka Sultan Veled’den ve başka şairlerden de beyitler nakledilmiştir.

    Özellikle Mesnevi’den ve Divan-ı Kebir’den nakledilen beyitler, Mesnevi’nin nesiler boyunca nasıl anlaşıldığına, en azından müritler çevresinde Mesnevi beyitlerinin, bir dereceye kadar da Divan-ı Kebir gazellerinin nasıl algılandığına dair yararlı dayanaklar sunmaktadır. Aflâkî’nin bazı gazel, beyit ve rubailerin vürut sebepleri olarak gösterdiği olay ve olguların gerçekliği konusunda kesin ve ikna edici bir yargıya ulaşmak güçse de bu aktarım ve bağlamlardan çıkan sonuçlardan biri, Eflâkî’nin, Mevlâna’nın beyitlerini manevi ve soyut değil, daya ziyade maddi ve somut olarak algılamaya ve anlamlandırmaya eğilimli oluşudur. Eflâki, Mevlâna’nın zamanlar ve mekânlar üstü bir söylemle dile getirdiği sözlerini zamanın ve mekânın içine çekmekte, o sırlar âlemine ait terennümleri belirli, somut ve çoğu zaman da sıradan olaylarla ilişkilendirmektedir. Bu da Mevlâna’dan sonraki Mevleviler arasında, üstelik onların seçkin zümresi içinde Mevlâna’yı okuma anlamada kimi ciddi sorunların baş göstermeye başladığına işaret etmektedir. Hata bu emareleri Sultan Veled’in eserlerinde de tespit etmek mümkündür.

    Tahsin Yazıcı’nın da belirttiği gibi, eserde müellifin kendine ait beyit bulunmamaktadır (Yazıcı 1976: 11). Hatta bazen Mevlâna’nın dost ve müritlerinden naklen anlatılan bazı hikâyelerde bazı rekik beyitlerin Mevlâna tarafından nasıl sûfiyâne bir yorumla anlamlandırıldığı da dile getirilmektedir

  • 9. Hafta

    Nûreddin Abdurrahmân-i Câmî

    İslam ilimleri, tasavvuf, Arap ve Fars dili ile şiir sanatları alanında önemli bir isim olan Nûreddin Abdurrahmân-ı Câmî (ölm.  898/1492), şair yönüyle de İran edebiyatının göz ardı edilemeyecek isimlerindendir.

    Câmî’nin oldukça velut bir şair ve yazar olduğunu belirtmek gerekir.  Câmî’nin Sâm Mirzâ-yi Safevî tarafından sayısı kırk beş olarak kayda geçirilen eserleri  arasında Divan, yedi mesneviden oluşan Heft Evreng, Sa‘dî’nin Gülistan’ından  esinlenilerek  kaleme alınmış olan  Bahâristân ve tasavvuf erbâbı hakkında değerli mâlumâtı içeren Nefehâtu’l-Üns onun en önemli eserleri olarak zikredilebilir. Ayrıca Câmî’nin tasavvuf, Arap ve Fars grameri ile şiir sanatları hakkında kaleme alınmış risâleleri vardır.

    Câmî Hakkında kaynak: 

    Ali Asgar Hikmet, Câmî Hayatı ve Eserleri, Çev. M. Nuri Gencosman, 4. bs. İstanbul 1994; Câmî, Dîvân-i Kâmil, nşr. Hâşim Razî, “Mukaddime”, Tahran 1341/1962; Câmî, Mesnevî-yi Heft Evreng, nşr. Muderris-i Gîlânî, “Mukaddime”, Tahran 1337/1958; Ömer Okumuş, “Câmi”, Türkiye Diyanet Vakfı İsâm Ansiklopedisi, C. VII, s. 94-99.


  • 10. Hafta

    Subhatu'l-ebrâr

    İslâmî ilimler, tasavvuf, dil, edebiyat ve şiir sanatları alanında ciddî eserler kaleme almış olan Nûreddin Abdurrahman Câmî, her şeyden önce bir şair olarak adını ölümsüzleştirmiştir. Sebk-i Hindî dönemi öncesinde yetişen son büyük şair olduğu için klasik Farsça şiirin son şairi (hâtemü’ş-şuarâ) olarak nitelenen, nesir ve nazım alanında onlarca kitap ve risale kaleme alan ve eserleriyle şöhreti Hindistan’dan Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyaya yayılan Câmî, gençlik, orta yaş ve yaşlılık dönemleri şiirlerini üç ayrı divanda bir araya getirmiş, ayrıca büyük mesnevi şairleri Nizâmî ve Emîr Husrev Dihlevî’nin oluşturduğu “hamse” geleneğini geliştirerek yedi mesnevi kaleme almış ve bu mesnevi külliyatına Heft Evreng adını vermiştir. Bu mesneviler külliyattaki sırasıyla Silsiletu’z-Zeheb, Salaman u Absal, Tuhfetu’l-Ahrâr, Subhatu’l-Ebrâr, Yûsuf u Zuleyhâ, Leylâ vu Mecnûn ve Hıred-nâme-i İskenderî adlarını taşımaktadır.

    Heft Evreng’in dördüncü mesnevisi olup amelî ahlak ve tasavvuf konularını içeren “Subhatu’l-Ebrâr”, “iyilerin tesbihi” veya “iyilerin zikri” anlamına gelmektedir. Bu mesnevi, Câmî’nin özellikle şekil bakımından en özgün sayabileceğimiz mesnevisidir. Çünkü şair, bu manzumesini diğer mesnevilerinin aksine hiçbir şairi örnek almadan yazmıştır. Bu eserde kullanılan vezin de (remel-i müseddes: feilâtun feilâtun feilun) Câmî’den önce hiçbir şair tarafından bir mesnevi yazımında kullanılmamış, ancak Emîr Husrev Dihlevî, Noh Sipihr adlı mesnevisinin sadece birkaç beytinde bu vezni kullanmıştır.

    Toplam 2875 beyitten oluşan ve Timurlu padişahı Sultan Hüseyin Baykara’ya ithaf edilen Subhatu’l-Ebrâr, tevhid, naat, padişaha övgü ve öğüt, telif sebebi gibi kısımlardan sonra “Ikd”  adı verilen kırk bölümden oluşmaktadır. “Ikd”, gerdanlık, boncuk ve tesbih taşı gibi anlamlara gelmektedir. Eserin adıyla bağlantılı olarak “tesbih taşı” şeklinde tercüme etmeyi uygun gördüğümüz her bölümde dinî, ahlâkî ve tasavvufî bir konu işlenip bir hikâye ile pekiştirilmiştir. Bölümler arasındaki bağlantılar ise “münâcât” adı verilen kısımlarla sağlanmıştır.

  • 12. Hafta

    Riyâzu'l-Ârifîn

    ریاض العارفین، مشتمل بر يك حديقه در مقدمات و دو روضه و يك فردوس و يك خلد به شرح زير است:

    حديقه

    اين حديقه كه در مقدمات تصوف نگاشته شده، مشتمل بر شش گلبن است كه به آنها اشاره مى‌شود:

    1. در بيان تصوف: بزرگان صوفيه، در اين باره سخنان زيادى فرموده‌اند، مانند: «تصوف، فناء ناسوتيت و ظهور لاهوتيت است»، «تصوف، اكتساب فضائل و محو رذائل است»، «تصوف، رفض هوا و ملازمت تقواست» و...

    2. در بيان طبقات سالكين طريقت: مشرب عرفاى صوفيه، اين است كه صوفى، يك فرقه است، ولى به اعتبار رجوع ايشان به خلق جهت ارشاد، مسمى به شيخ و مجذوب مى‌شوند و ايشان دو طايفه‌اند: اول، مشايخ كه به واسطه كمال متابعت رسول مختار و ائمه اطهار به مرتبه‌ى كمال رسيده‌اند؛ يعنى بعد از فناء در احديت ذات، به خلق رجوع مى‌نمايد كه از آن، تعبير به بقاء باللّه مى‌نمايند و اين فرقه، كامل و مكملند. طايفه دوم، كسانى هستند كه در وادى فناء چنان مفقود و نابود گرديده‌اند كه اثرى و خبرى از ايشان به ناحيه‌ى بقاء نرسيده.

    3. در امر به ذكر و اظهار فضل اهل ذكر و مجلس ايشان: صوفيه، مى‌گويند كه آيات و احاديث زيادى در امر به ذكر كثير وجود دارد كه جهولى انكار آن نمى‌تواند نمود. در «اصول كافى»، در تمجيد اهل ذكر، از امام صادق(ع) حديثى نقل شده است كه ابتداى آن، اين است: «ما من شىء الا و له حد ينتهى اليه الا ذكر الله فليس له حد».

    4. در تبيين ذكر و فكر اهل عرفان: طريقه‌ى اهل معرفت و سلوك، ذكر و فكر است و بيشتر، ذكر خفى است كه اهل سلوك، بر اساس اجازه به آن مشغول مى‌شوند و ذكر خفى، از ذكر جلى افضل است و براهین عقلى و نقلى در اين رابطه، بى‌حساب است و تمام عرفا، اين طريقه را داشته‌اند و در نظم و نثر خود اشاره كرده‌اند.

    اما فكر ايشان، در نظر داشتن صورت مرشد است، به جهت جمعيت خاطر. سالكى را كه فناى در شيخ معين نشود، وى را به ولايت كليه محرميت حاصل نمى‌گردد، چرا كه مرشد ظاهر، عكس مرشد كل(ع) است و هر قدر كه به واسطه‌ى مرشد ظاهر، روح سالك قوى‌تر مى‌شود، به مرشد باطن، قريب‌تر مى‌گردد.

    5. در تعريف انسان كامل و سلسله‌ى اهل طريقت: هر طايفه و قومى به وجهى و اعتبارى، انسان كامل را به نامى مى‌خوانند كه مقصود ايشان را زبان‌دانان مى‌دانند، مانند قطب، ولى، غوث، خليفة اللّه، صاحب زمان، شيخ، پيشوا، دانا، بالغ، مكمل، كامل، آيينه‌ى گيتى‌نما، ترياق فاروق، يگانه‌ى عصر، ساقى دوران و الى غير ذلك.

    در سلسله اهل طريقت گفته مى‌شود كه ابويزيد بسطامى، از حضرت صادق(ع) و كميل بن زياد نخعى، از اميرالمؤمنين(ع) و ابراهیم ادهم، از امام زين‌العابدين(ع) و شيخ معروف كرخى، از امام رضا(ع) تحصيل اين علم كرده‌اند و بقيه‌ى سلسله‌ها، هر يك، به نوعى، به يكى از حضرات معصومين(ع) منتهى مى‌شوند.

    6. در ذكر بعضى از اصطلاحات عارفين: اين طايفه‌ى عاليه، عبارات و اصطلاحات خاصى دارند كه بدون اطلاع و استحضار از آن، درك كلام ايشان متعذر است. مؤلف، در اين گلبن، به بيان اصطلاحاتى از قبيل انسان، آيينه، ابر، پير مغان، بزم، تجلّى، ترسا و ترسابچه، تمكين و تلوين، تواجد، وجد، وجود، جمع، تفرقه، جمع الجمع و... مى‌پردازد و از منابع صوفيه استفاده مى‌كند.

     


  • 13. Hafta

    Şah Nimetullah Veli

    Seyyid Nûreddin Nimetullah b. Ahmed-i Kirmânî, İran’ın ünlü sufi şairlerindendir.

     

    سید نورالدین نعمت‌الله بن محمد کوه بنانی کرمانی (۷۳۰، ۷۳۱ ــ ۸۳۲، ۸۳۴) از صوفیان بنام ایران و قطب دراویش نعمت‌اللهی است.

    دیوان این صوفی بزرگ شاعر را آقای مهرداد بیات با استفاده از نسخهٔ دیجیتالی سایت تصوف ایرانی برای گنجور آماده و رفع اشکال نموده است (توضیحات بیشتر).

    آثار شاه نعمت‌الله ولی در این مجموعه:

    قصاید

    غزلیات

    ترجیعات

    قطعات

    مثنویات

    رباعیات

    دوبیتی‌ها

    متفرقات

    مفردات

     

  • 14. Hafta

    Genel Değerlendirme

    Farsça tasavvufi metinler, edebiyat tarihinin önemli konularındandır. Edebiyat tarihimizde, özellikle Farsça ve Türkçe eserlerin çoğunda tasavvuf ana eksen olmuştur. Sufi olmayan şairler bile tasavvufi kavram ve mazmunlardan yararlanmaktan kaçınmamışlardır. Bu nedenle, klasik edebiyatı derinlemesine tanımak için tasavvuf konusuna mutlaka eğilmek, tasavvufun kavram dünyasını, tasavvuf akımlarını bilmek gerekir.

    Tasavvufi metinlerin edebiyat dersleri içerisinde yer bulması bu ön bilgiler ışığında gerekli bir konudur.

    On dört haftayı kapsayan bu ders süreci içerisinde Farsça tasavvufi edebiyatın manzum ve mensur örneklerini incelemiş olduk. Bu yolla hem tasavvufi eserlerin dilene aşina olduk hem de bu edebiyatın önemli temsilcileri hakkında bilgi sahibi olduk.

    Ekteki metinlerin incelenmesi de şimdiye kadar gözden geçirdiğimiz konuları ve okuyup çözümlediğimiz örnekleri daha anlamlı hale getirecektir.