Leyli u Mecnun'ların karşılaştırılması
Geçen iki derste okuyarak hazırlıklı duruma geldiğimiz iki eserin karşılaştırılması bu haftanın konusunu oluşturmaktadır.
NİZÂMÎ VE
FUZÛLÎ’NİN LEYLA VE MECNUN MESNEVİLERİ
Giriş: Leyla ve Mecnun
Hikâyesinin Serüveni
Leyla ve
Mecnun hikâyesi, sonunda bu dünyada vuslatla bitmeyen bir aşkın tasvir edilmiş
olması bakımından şark edebiyatındaki diğer klasik aşk hikâyelerinden ayrılan
bir hikâyedir. Leyla ve Mecnun hikâyesinin kökeni Arap kaynaklarına dayanır.
Hikâyenin başlangıcı, varlığı bile kesin
olmayan Kays adında bir şairin sevdiği Leyla için söylediği şiirler etrafında
oluşmuş bir hikâyedir. Edebî bir hikâye olarak Arap edebiyatında 10. yüzyıldan
beri yaygın olarak bulunmaktadır.
Nizâmî’nin
eseriyle birlikte bu hikâye dünya çapında bir şöhrete kavuşmuştur.
Nizâmî ve Eseri
Adı İlyas b.
Yusuf olan Nizâmî, Gence şehrinde dünyaya gelmiş, eserlerinden anlaşıldığına
göre bütün ömrünü doğduğu şehirde geçirmiştir. Yine bazı şiirlerinden yola
çıkılarak aslen Irâk-i Acem bölgesinden olduğu, babasının sonradan Gence’ye
yerleştiği ileri sürülmüştür.
Doğum ve ölüm
tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte kendi eserlerindeki bilgilerden ve
araştırmacıların vardığı sonuçlardan yola çıkılarak 535-540/1141-1145 yılları
arasında doğduğu ve 597-611/1201-1214 yılları arasında vefat ettiği
söylenebilir. İyi bir öğrenim görmüş olan Nizâmî’nin, dil, edebiyat, coğrafya,
felsefe, musiki, matematik ve tıp alanlarında malumat sahibi olduğu
anlaşılmaktadır. Farsça ve Arapça dışında Pehlevi, Süryani, İbrani, Ermeni ve
Gürcü dillerini bildiği sanılmaktadır.
Şairlik
hayatı saraylardan uzak geçmiştir. Bununla birlikte devlet adamlarına
gönderdiği kasidelerle geçimini sağladığı tahmin edilmektedir. Bu devlet
adamları arasında Selçuklu hükümdarı II. Tuğrul, Azerbaycan Atabekleri
Nusretuddin Cihan Pehlivan b. İldeniz, Kızılarslan ve Nusretuddin Ebu Bekr b.
Muhammed, Merâga valisi Alâuddin Körpearslan, Erzincan’da hüküm süren
Mengücüklü Beyi Melik Fahruddin Behram Şah, Musul atabeği İzzuddin Mes’ud b. Arslanşah’ı
zikredebiliriz.
Nizâmî,
devlet adamlarına şiirler gönderip caizeler almışsa da devlet adamlarından ve
hükümet kurumlarından uzak durmayı gerekli görmüş ve eserlerinde de bu tavrını
dile getirmiştir.
Manzum
hikâyecilikte Firdevsî’den sonra büyük bir açılım getiren Nizâmî, özellikle aşk
hikâyelerini konu alan eserlerin öncüsüdür.
Tasavvufla
doğrudan bağlantısı bulunmamakla birlikte tasavvufî bakış açısını ve ahlâkî
değerleri eserlerine yansıtmıştır.
Nizâmî’nin,
mesnevileri dışındaki şiirlerinden pek az örnek bugüne dek ulaşabilmiştir. Onun
bugün bilinen başlıca eseri “Hamse” ya da “Penc Genc” tabir edilen
mesnevileridir. Nizâmî, hamse geleneğini başlatan şair olarak eserleriyle
kendisinden sonra manzum hikâyeler yazan pek çok şaire örneklik etmiştir.
Nizamî’nin Leyli u
Mecnun’u[1]:
Eser,
Şirvanşahlardan Ahtisan b. Menûçehr adına kaleme alınmıştır. Nizâmî, eserine
besmele, tevhid, naat, mirac, yaratılışın hakikatine dair bölüm ile giriş
yaptıktan sonra “Sebeb-i Nazm-i Kitâb” başlığı altında eserin yazılış sebebini
anlatır. Burada Şirvanşah’ın talebi üzerine eseri yazdığını belirtir. İlk önce
bu işe girişmek istemediğini, çünkü konunun neşeli bir konu olmadığını
belirtir. Ancak oğlunun görüşü doğrultusunda eseri yazmaya başlar ve kısa süre
içinde tamamlar. Eserin bitiş tarihini kendisi 584/1188 olarak verir. 4718
beyitten oluşan esere sonradan eklemeler yapılmıştır. Kitabın sonunda bitiş
tarihi olarak yeni bir tarih verilir: 588. Bu tarih sonraki eklemelerden sonra
verilmiş bir tarih olmalıdır. Ayrıca bu eklemelerin kimin tarafından yapıldığı
bilinmemektedir. Başka biri tarafından eklenti yapılmış olabileceği gibi Nizâmî
de sonradan eserini gözden geçirip eklemeler yapmış olabilir.
Kitabın
yazılış sebebi anlatıldıktan sonra Şirvanşah’a övgü vardır. Övgüden sonra yine
padişaha ihtiram ifade edilir. Bundan sonraki kısımda Nizâmî, oğlunu padişaha
emanet ettiğini bildirir. Sonra kendini kıskananlardan şikayetini dile getirip
oğlu Muhammed’e nasihat eder ve vefat etmiş bulunan anne ve babasıyla dayısını
rahmetle anıp bazı dostlarından ve dünyanın geçiciliğinden söz ettikten sonra
hikâyeye başlar.
Hikâyenin
Özeti:
Benî Âmir
adında bir kabilenin zengin reisi, bir oğlu olmadığından muzdariptir. Oğlu
olsun diye dua eden bu reisin duası sonunda kabul olarak bir oğlu dünyaya
gelir. Kays adı verilen bu çocuk okula başlar. Aynı okulda Leyla adlı güzel bir
kız vardır. Leyla başka kabiledendir. Okulda birbirlerini gören Kays ve Leyla
birbirilerine âşık olurlar. Aşkları duyulur ve dedikodulara yol açar. Leyla
okuldan alınır. Kays,Leyla’yı göremeyince ağlayıp inleyerek sokaklarda
sahralarda dolaşmaya başlar. Böylece ona herkes Mecnun demeye başlar.
Bir gün bu
halde Leyla’nın mahallesine gider. Çadırın kapısını açık görerek içeri girer.
Bu duyulunca Leyla’nın ailesi daha sıkı tedbirler alır. Mecnun’un ızdırabı had
safhaya ulaşır. Bunun üzerine babası Leyla’yı ailesinden istemeye gider.
Leyla’nın babası, misafirperverlik göstermekle birlikte, Kays’ın deliliğini
ileri sürerek teklifi reddeder ve önce oğlunu tedavi ettirmesi gerektiğini
söyler. Mecnun’un babası ve yanındakiler çaresiz geri dönerler.
Kays’ın
babası oğlunu iyileşmesi umuduyla Kabe’ye götürür. Mecnun burada tam tersine
aşkının artması için dua eder. Dönerler. Mecnun çöllere düşer.
Leyla’nın
babasının şikayeti üzerine Mecnun’un şahne tarafından öldürüleceği haberini
alan Baba, Mecnun’u arar ve birinin, yerini haber vermesi üzerine oğlunu bulur.
Nasihat ederek oğlunu eve getirir.
Bu arada
Leyla’nın da Mecnun’a olan aşkı sürmektedir. Leyla, aşkı yüzünden gizli gizli
ağlar, Mecnun’un şiirlerini duydukça kendi de şiirler söyleyerek cevap verir.
Yazıp sokağa bıraktığı bu şiirleri bulanlar mecnun’a götürür. Bir bahar
mevsiminde Leyla arkadaşlarıyla birlikte kıra gider. Orada arkadaşlarından
uzaklaşınca bir ses duyar. Bir adam Mecnun’un şiirlerini okumaktadır. L eyla
bunun üzerine ağlamaya başlar. Onun bu halini gizlice izleyen bir arkadaşı,
durumu Leyla’nın annesine bildirir.
Bu arada İbn
Selam adında biri Leyla’yı uzaktan görüp beğenir ve anne babasından ister. Onlar
da rıza göstermekle birlikte kızlarının hasta olduğunu,bir süre beklemesinin
uygun olacağını söylerler.
Hikâyenin bu
bölümünde sahneye çıkan ve yiğitlik ve kahramanlığı vurgulanan Nevfel
karakteri, bir gün avlanmak için sahrada gezinirken Mecnun’a rastlar ve onun
başından geçenleri öğrenir. Ona acıyarak kendisine yardım etmeye karar verir.
Leyla’yı para gücüyle başaramazsa zor kullanarak alıp Mecnun’a getireceğini
söyler. Buna karşılık Mecnun’un da deliliği bir yana bırakmasını ister. Mecnun
umutlanıp sevinir. Nevfel ile dönerek bir süre ona konuk olur. Yeni kıyafetler
giyerek Nevfel’in katıldığı meclislere katılır ve Leyla’ya yazdığı şiirlerden
okur. Bir süre geçtikten sonra henüz amacına ulaşamadığı için Nevfel’i
suçlamaya başlar. Bunun üzerine Nevfel, elçi göndererek Leyla’yı Mecnun’a
ister. Red cevabı gelince talebini yineler. Yine red cevabı alınca savaşmaya
karar verir ve Leyla’nın kabilesinin üstüne yürür. Mecnun kendi tarafından biri
öldüğünde sevinmekte, Leyla’nın kabilesinden biri ölünce de üzülmektedir. Bunun
sebebini sorduklarında şu cevabı verir:
Goftâ ki çu
hasm yâr bâşed
Bâ tîğ merâ
çi kâr bâşed[2]
(Düşman bana
yar olunca, benim kılıçla ne işim olur?)
Nevfel savaşı
kazanamaz ve barış yapıp çekilir. Mecnun ona tekrar sitem eder. O da askerinin
azlığını gerekçe gösterir. Daha kalabalık bir ordu toplamak için harekete
geçer. Leyla’nın kabilesine tekrar saldırır ve bu kez onları yenilgiye uğratır.
Savaştan galip çıkan Nevfel, Leyla’nın getirilmesini ister. Leyla’nın babası
yalvarıp kızının herhangi bir köleye verilmesine razı olacağını, ama bir deliye
verilmesine razı olmayacağını söyler. Nevfel, Mecnun’un savaş sırasındaki
halini de öğrenince ısrar etmeyip vazgeçer. Mecnun, Nevfel’e bu yüzden sitem
eder.
Mecnun,
sahrada yaşamaya devam ederken bir gün silahları ve elbisesi karşılığında
avcının elinden ceylanları ve geyikleri kurtarır. Kargayla dertleşir. Bir gün
de bir kocakarı görür. Kocakarı, bir adamın boynuna ip bağlamış çeke çeke
götürmektedir. Kocakarı, durumu soran Mecnun’a, yoksul olduklarını, bu
mizansenle dilenip geçimlerini sağladıklarını anlatır. Mecnun bu cevabı duyunca
heyecanla kadına yalvarır ve bağlanmaya kendisinin daha layık olduğunu, ipi
kendi boynuna takmasını, bunun karşılığında hiçbir şey istemediğini söyler.
Kadın da bu teklifi seve seve kabul eder ve Mecnun’u bağlayıp kapı kapı gezmeye
başlarlar. Geldiği her kapıda Leyla diye bağıran Mecnun taşlanır ve taşlar
geldikçe sevinip oynar. En sonunda Mecnun’un kapısına gelince başını taşlara
vurup ağlayıp dövünmeye başlar. Çok geçmeden zincirini kopararak Necd’e doğru
gider.
Leyla’nın
babası savaştan sonra evine dönmüş, Nevfel belasını def ettiklerini
anlatmıştır. Leyla bu duruma üzülür ve gizlice ağlar.
Daha sonra
İbn Selam tekrar gelir ve elçi göndererek Leyla’yı babasından ister. Babası
olumlu cevap verince düğün yapılıp nikah kıyılır. İbn Selam, Leyla ile birlikte
evine döner. Bir süre Leyla’ya ilişmeyip sabreder. Bir gün Leyla’ya elini
uzatınca Leyla’dan yediği sert tokadın etkisiyle yere düşer.ona sert bir tokat
atar ve tokadın etkisiyle yere serilir. Leyla bir daha kendisine dokunmaya
kalkışmaması için İbn Selam’ı uyarır, kanını dökse bile kendisine sahip
olamayacağını söyler.
Bu arada
Mecnun, Leyla’nın evlendiği haberini alır, üzüntüsünden ne yapacağını bilemeyip
başını taşlara vurur, baygın düşer. Başından akan kanlarla dağ gül gibi
kıpkırmızı olur. Mecnun’a haber getiren, haber getirdiğine pişman olarak
Mecnun’dan özür diler ve Leyla’nın kocasıyla hiç bir araya gelmediğini ve hep
onu düşündüğünü anlatır. Mecnun bunu duyunca biraz sakinleşir.
Bir süre
sonra babası Mecnun’u görmeye gelip ona nasihat eder. Nasihatler fayda etmez.
Babası çaresiz ve üzgün geri döner. Çok geçmeden Mecnun’a babasının ölüm haberi
gelir.Babasının mezarı başına giderek ağlar. Sonra tekrar Necd’in yolunu tutar.
Bir gün
Mecnun, yine çölde dolaşırken bir yerde kendi adıyla Leyla’nın adının yan yana
yazılmış olduğunu görür ve Leyla’nın adını tırnağıyla kazıyıp siler. Sebebi
sorulunca da, ikimize bir isim yeterlidir, diye cevaplar. Niçin kendi adını
değil de onun adını sildiği sorulunca da “Onun kabuk, benim öz olmamı doğru
bulmam. Ben sevgiliye örtü olmalıyım” diye cevap verir. Mecnun daha da
mecnunlaşarak çölde vahşi hayvanlarla arkadaş olur.
Mecnun
Allah’a yalvarır ve bundan sonra bir rüya görür. Rüyasında büyük bir ağaç
vardır. Dalına konmuş bir kuş, Mecnun’un başı üzerinde uçarak onun başına
inciler yağdırır. Mecnun bu şekilde uykudan sevinçle uyanır. Sabahleyin bir
atlı gelerek ona Leyla’nın mektubunu verir. Leyla mektupta kendi durumundan
bahsettikten sonra Mecnun’a babasının ölümü dolayısıyla başsağlığı diler.
Mektubu getiren atlı kağıt kalem getirmiştir. Mecnun cevap yazar. Aşkını
anlatır ve Leyla’ya sitem eder.
Bu arada
Mecnun’un dayısı Selim-i Âmirî her ay Mecnun’u ziyaret eder ve ona yiyecek ve
elbise getirir. Bir gün yine gelmiştir. Onu vahşi hayvanlarla bir arada çıplak
vaziyette bulur. Kendi elbisesini ona zorla giydirir. Mecnun, dayısının
getirdiği yemeklerden yer. Mecnun annesini merak eder. Dayısı da bir gün
annesini alıp gelir. Annesi Mecnun’un halini görünce çok üzülür ve ağlayıp
feryat eder. Mecnun, annesinin üzülmesine neden olduğu için annesinden özürler
diler. Sonra vedalaşırlar, annesi döner. Bir süre sonra annesi üzüntüsünden
ölür. Dayısı, Mecnun’a annesinin ölüm haberini getirir. Mecnun annesinin
mezarına gidip ağlar. Mecnun’u eve götürmeye çalışırlar, ama başarılı
olamazlar. Mecnun yine dağlara, çöllere döner.
Leyla,
kocasının evde olmadığı bir gün evden çıkıp yol kenarında otururken Mecnun’a
mektup yolladığı ihtiyarı görür. Mecnun’un durumunu ona sorar ve durumu
öğrenince üzüntüye boğulur. Kulağındaki küpeleri vererek ihtiyardan Mecnunu
getirmesini siter. Bunun üzerine ihtiyar, Mecnun’u alıp gelir ve Leyla’ya haber
verir. Leyla gelir, ama evli olduğu için Mecnun’a fazla yaklaşamayacağını
söyler. Mecnun da bu arada kendinden geçmiştir. Ona gazeller söyler. Şiirinde
hem aşkını ve ızdırabını anlatır, hem de Leyla’ya sitem eder.
Mecnun’un
şiirlerini duyan Selam-i Bağdâdî adında biri, Mecnun’u arayıp bulur. Mecnun’la
birlikte kalmak için ondan izin ister. Mecnun önce razı olmasa da Selam’ın
ısrarı üzerine kabul eder. Selam, böylece bir süre Mecnun’la birlikte kalır.
Yemeği bitince mecnun’un yanından ayrılır ve Mecnun’un şiirlerini insanlara
okur. İnsanlar bu şiirlere hayran kalırlar. Burada Zeyd ile Zeynep hikâyesi
eserde nakledilir. Bu hikaye esere sonradan eklenmiştir. Bunu nizâmî mi
eklemiştir, başka biri mi, anlamak güçtür.
Bir süre
sonra Leyla’nın kocası, Leyla’dan murad alamadan ölür. Adet olduğu üzere Leyla
iki yıl matem tutup beklemek zorundadır. Bu matem bahanesiyle gerçek aşkı için
doya doya ve açıktan ağlar. Yukarıda hikâyesi anlatılan Zeyd, Mecnun’un
arkadaşıdır ve Mecnun’un haline üzülmektedir. Zeyd, İbn Selam’ın ölümünü
Mecnun’a haber verir. Mecnun hem sevinir hem üzülür. Bu arada Leyla da
Mecnun’un aşkıyla ızdırap çekmektedir. Matem süresi dolduğu için rahattır. Bir
gün Zeyd’e Mecnun’u görmek istediğini söyler. Mecnun’un giymesi için yeni
elbiseler gönderir. Zeyd Mecnun’a haber verir. Mecnun, Leyla’nın gönderdiği
elbiseyi giyip Zeyd’le birlikte yola çıkar. Vahşi hayvanlar da onları takip
ederler. Leyla Mecnun’u karşılar. Leyla, Mecnun’un ayaklarına kapanır, Mecnun
da onun ayağına kapanır. İkisi de kendinden geçmiştir. Vahşi hayvanlar onların
çevresini sardıkları için kimse onları göremez. Yarım gün boyunca orada öylece
baygın vaziyette kalırlar. Zeyd, gülsuyu ile onların yüzlerini ovarak ayıltır.
Leyla kendine gelince halinden utanır. Mecnun’un elinden tutarak çadırına
götürür. Birbirlerine sarılmış vaziyette bir gün bir gece kalırlar. Daha sonra
Mecnun tekrar çöllere düşer. Zeyd de peşinden gider ve Mecnun’un Leyla için
söylediği şiirleri derler.
Sonunda bir
sonbahar mevsimi Leyla hastalanır. Ölüm döşeğindedir. Annesini çağırıp Mecnun’a
kendi halini anlatmasını, Mecnun’a iyi davranmasını vasiyet eder. Vasiyetini
bitirir bitirmez ruhunu teslim eder. Mecnun Leyla’nın ölüm haberini alır ve
ağlayarak Sevdiğinin mezarına koşar. Mezar üzerine kapanıp bir yandan ağlar,
bir yandan şiirler okur. Bir süre böyle ağlayıp feryat ettikten sonra yeniden
vahşi hayvanlarla birlikte çölün yolunu tutar. Bir süre sonra Leyla’yı özleyip
mezarı başına yeniden gelen Mecnun mezar çevresinde bir süre vakit geçirir.
Çevresini vahşi hayvanlar kuşattığından onun yanına kimse yaklaşmaya cesaret
edemez. Sonunda bu hal üzere mezar başında o da can verir. Vahşi hayvanlardan
dolayı oraya yaklaşamayan ahali, Mecnun’u halâ yaşıyor sanır. Hayvanlar çekilip
gidince insanlar oraya yaklaşırlar ve Mecnun’un iskeletiyle karşılaşırlar.
Vefasından dolayı onun Mecnun olduğunu anlarlar.
Mecnun’un
ölümünü haber alan kabilesi oraya gelerek onun Leyla’nın yanına defnederler.
İki kabir üzerine bir türbe yapılır. Aşıklar için bu türbe bir ziyaret yeri
olur. Oraya gelen hastalar ve dertliler şifa bulur, orayı ziyaret edenin muradı
hâsıl olur. Hikâyeye sonradan eklenen beyitlerde Zeyd, Leyla ile Mecnun’un
kabrini sürekli ziyaret eder ve Mecnun’un şiirlerini okur. Bir gün yine onları
düşünürken uykuya dalar ve rüyasında güzel bir bahçede iki kişiyi taht üzerinde
otururken görür. Her yanları nur içindedir. Onlar bir arada yiyip içip neşeyle
söyleşirken bir ihtiyar da onlara hizmet eder. Zeyd, ihtiyara bunların kim
olduğunu sorar. O da Leyla ile Mecnun’dur, diye cevap verir.
Hikâyenin
ardından Nizâmî, eserini Şirvanşah’ı methederek tamamlar.
[1]
Nizâmî’nin Leyli u Mecnun’u Ali Nihat Tarlan tarafından Türkçeye tercüme
edilmiştir. Genelde iyi bir tercüme sayılabilecek bu çalışmada mütercimden ya
da başka etkenlerden kaynaklanan ve sansür sayılabilecek kimi tasarruflarda
bulunulmuştur.
[2] Kulliyât-i Nizâmî-yi
Gencevî, Haz. Vahid Destgirdî, İntişârât-i Nigin, 3. bs. Tahran 1378
(1999), c. I, s. 503.
[3] Fuzûlî’nin şiiri konusunda
ayrıntılı bilgi için bkz. Abdulbâki Gölpınarlı (nşr.), Fuzûlî Dîvânı, 3.
bs. İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2005, s. XXXVI.
[4] Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, nşr. Hüseyin Ayan, Dergâh
Yayınları, İstanbul 1981, s. 70-71.